31 Ekim 2018 Çarşamba

Bugünün Ötesi Neresi?

Taş Devri ve Jetgiller 1960'lı yılların çizgi filmleriydi. 
Televizyonun evlerimize girdiği yıllarda ikisini birden izlemek zaman içinde yolculuğuna çıkartıyordu insanı. Bir taş devrine gidiyor, bir uzaya fırlıyordum. 
Nerede çalıştığını bilmediğim Fred Çakmaktaş ayaklarını kullanarak hareket ettirdiği arabasını 10 km/s hıza 1 saniyede çıkartabilirken, Spacely Dişlileri'nde çalışan George Jetgil işe uçan aracı ile gidip geliyordu.
Uzay Yolu, Savaş Yıldızı Galactica, Uzay 1999, Ziyaretçiler, Logan’ın Kaçışı hep ilgimizi çeken uzay dizileriydi.
Melmac gezegeninden dünyaya gelen uzaylı yaratık ALF ve Ork gezegeninden dünyaya yumurta içinde gönderilen, amacı dünyalıları incelemek olan uzaylı Mork vardı bir de. Hani sürekli Orson'ı arayan "Nanu Nanu!" Mork.
Elalem uzay dizileri, uzay filmleri yapar da biz aşağı mı kalırız? Biz de Uzaylı Zekiye dizisi ile Turist Ömer Uzay Yolu'nda filmini çekmiştik o aralar.

Dijitale Doğanlar
Doğuştan onliner değilse de tamamen offliner değil bizim kuşak. X kuşağına yarı onliner yarı offliner dersek yalan olmaz. Bir Jetgil değilsek de, dijitale doğmamış olsak da, şimdi artık biz de Dijitalgillerdeniz. 
Peki ya siz dijitalin neresindesiniz? Y, Z ya da Alfa kuşağı gibi Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?

Bu kadar nostalji yeter
Eski zamanları bir kenara bırakalım ve 2018 yılından ötesine şöyle bir göz atalım.
Bu işi de en iyi yapacak kişilerden birisi olan Özcan Yazıcı'ya bırakalım...

Özcan Yazıcı ile 2040 senesine yolculuk
Bursa İnternet Gazetecileri Derneği BUİGDER tarafından düzenlenen söyleşide Özcan Yazıcı'nın öngörüleri ve hayalleri eşliğinde Bugünün Ötesine, ta 2040 yılına uzanan bir yolculuğa çıktık. 
Hayatın her alanında yaşanan değişim ve dönüşüm insanları, sosyal ve siyasi hayatı, tarımı, ekonomiyi, eğitimi, teknolojiyi, medyayı, kısacası tüm dünyayı nasıl etkileyecekti?
Endüstri 4.0 olurdu da, İnsan 2.0 olmaz mıydı?
Sürümünü yükseltenin hayatta kalacağı, verinin ve algoritmaların çağı olacak olan çağda insanın varlığını sürdürebilmesinin yolları neydi?
Robotlar ve yapay zekâ insanlığa nasıl hizmet edecekti? Yoksa robotlar insanlığı bitirecekler miydi?
Bireyler ve toplum bu yolculukta nasıl şekillenecekti?
Blockchain'de bir halka olmak kaçınılmaz mıydı?
1993 yılından bu yana medyanın içinde olan gazeteci ve dijital strateji ve iş geliştirme uzmanı "İnternet Özcan" lakaplı Özcan Yazıcı, hepsini ve daha fazlasını hem detaylı, hem de konuya hakim bir şekilde aktardı kendisini izleyenlere.

DÜNDEN BUGÜNE
İnsanlık tarihinde yaşanmış en önemli olay için yazının ve tekerleğin icadı dense de, aslında buhar makinesinin icadıydı. Uzun süreli çalışan buharlı makineyi yapan James Watt'ın 1769 yılındaki bu çalışması ile lokomotif kullanımının önünü açtı. (James Watt'ın sanayiye uyarladığı bu buhar makinelerinin ilk satışı 1776 yılında gerçekleşti.) Bu da insanlık tarihini değiştirdi ve 1. Endüstri Devrimi'nin başlangıç noktası oldu. Daha gerilere gidersek, Watt'tan 100 yıl kadar önce Isaac Newton'un yazdığı "Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri" kitabı, mekanik biliminin kuruluşunu sağladı. 
Buhar makinesinin bulunuşu ile birlikte ise insanlık tarihinde sıçrama yaşandı. 

1. Endüstri Devrimi
Mekanik Üretim Tesislerinin Uygulanması (18. Yüzyıl)
1712 Buhar Makinesinin İcadı (Thomas Newcomen)

2. Endüstri Devrimi
Elektrik ve İş Bölümüne Dayalı Seri Üretime Geçilmesi
(19. Yüzyıl) 1840 Telgraf ve 1880 Telefon İcatları
1920 Taylorizm (Bilimsel yönetim)

3. Endüstri Devrimi
Üretim Süreçlerinin Otomasyonu (20. Yüzyıl)
1971 İlk mikro bilgisayar (Altair 8800)
1976 Apple I (S. Jobs ve S. Wozniak)

4. Endüstri Devrimi
Otonom Makineler ve Sanal Ortamlar (21. Yüzyıl)
1988 AutoIDLab. (MIT)
2000 Nesnelerin İnterneti
2010 Hücresel Taşıma Sistemi
2020 Otonom Etkileşim ve Sanallaştırma 

BUGÜNDEN GELECEĞE
Dünden bugüne bir çırpıda geliverdik ama bugünden geleceğe uzanan yolculuk sonsuzluğa uzanan bir yolculuk olacağı için bu yolculuğun ne kadar süreceğini bilmiyoruz.
Büyük bir hızla ilerleyen robot teknolojisinin insanlığa yararı olacağı kadar zararı da dokunacak. En büyük yararı insanları robotik işler yapmaktan kurtarmak, en büyük zararı ise bu işleri yapanları işsiz bırakmak olacak. 
Büyük Veri sayesinde kolaylaşacak olan işler belki de yanlış bir tek dokunuş ile bir anda Arap saçına dönüp karmaşıklaşacak.
Algoritmaların yönlendireceği bir dünyada bugünkü alışkanlıklarımız da kalmayacak belki.

Kimin suçu?
Çok uzak bir zaman değil, henüz birkaç yıl öncesine kadar bihaber olduğumuz akıllı telefonların ve yapay zekânın hayatımıza getirdiklerini ve getirdiklerinin yanında götürdüklerine bir bakın.
Bir tık ile banka işlemini yapmaktan dünyanın öteki ucuyla görüntülü konuşmayı sağlayan akıllı telefon ile "selfie" çekerken ya da telefonu araçta kullanmaya çalışırken ölebiliyor insanlar.
Şimdi bu yapay zekânın mı yoksa insan zekasının suçu mu? 

Robot Araç
İlerleyen zamanlarda insansız arabalar trafiğe çıkıp da çoğalmaya başladıkça, araç kullanan insanın hissi faktörleri ortadan kalkmış olunca, sorunsuz bir trafikte yolculuk edecek insanlar. 
Kısacası direksiyon, kırmızı ışıkta durmadan geçmeye  çalışan, kendisini sollayana hırs yapıp slalomlarla onun önüne kendini atan, direksiyon başına geçince Trafik Canavarına dönüşen insanın elinden alınacak, sadece verilerle iş gören, işin içine hislerini ve egosunu karıştırmayan robotun eline verilecek. Direksiyonda robot aramayın, arabanın kendisi robot olacak kısacası.
Araba kullanma hazzını yaşamak isteyen insanlar sanal ortamda kullanacaklar arabalarını. Lüks araba takıntısı ortadan kalkacak böylece. Altına bulanmış gibi arabaların yerini Elon Musk'ın 2021 ya da 2022'de satışa sunacağı,100 km/s hıza 1,9 saniyede çıkabilen Tesla Roadster'ı gibi araçlar alacak. Hatta belki o zamana kadar onlar dahi eski kalacak, büyük bir hızla ilerleyen teknoloji ile yeni araçlar tasarlanacak.
Araç bağlantılı tüm sistemler değişecek, bazıları da yok olacak. Ehliyet kursları olmayacak mesela. Trafik polisleri olmayacak. Hatta belki 'trafik ışıkları' sistemleri olmayacak. 
Hayal etmenin sınırı yok, edin gitsin...

Her Derde Deva Robot
Hayatımızın her alanına girecek robot teknolojisi. Şu anda dahi, en basitinden bulaşık makinesi ya da kahve makinesi gibi bizim yerimize iş yapan, pek çok robot ile yaşıyoruz aslında. Yerlerinde sabit duruyor olması onların robot olmadığını göstermez. Komut veriyoruz ve işimizi gördürüyoruz. 
Yerinde sabit çalışan robotların üzerine şimdi, hareket edebilen ve çevresindeki verileri değerlendirip uygulayabilen robotlar geldi. Duyduğu müzik ile dans edebilen, zıplayabilen, merdivenleri çıkabilen, ters takla atıp düşmeden ayaklarının üzerine sapasağlam inebilen robotlar var artık. (Bu gidişle olimpiyatlar da ortadan kalkar kanımca. Jimnastik, buyrun; Uzun Atlama, buyrun, Maraton, buyrun; Halka, buyrun, gülle, disk, yüzme, yüksek atlama vb. vb....) 
Robot yarışlarını izleyenler, bizim bu çağda düzenlediğimiz olimpiyatlarda derece alsınlar diye sporculara çektirdiğimiz acılara bakacak ve geçmişte Collesium'da düzenlenen gladyatör dövüşlerini acımasız bulduğumuz gibi, bizim yarış ve eğlence anlayışımızı da Romalılarla eş değer bir acımasızlıkta mı bulacaklar dersiniz?

Meslekler ve Kavramlar
Tarımdan eğitime, ulaşımdan iletişime, devlete, savunma sanayiinden sağlık endüstrisine, bireylere, evlilikten dine, spora ve dahi sanat ve kültüre uzanacak bu yolculuk.
Bugünkü kavramlar ortadan kalktıkça insanları bir arada tutmak için başka kavramlara ihtiyaç duyulacak.
Sanat mevzubahis olunca "Ama ya hisler!" demeyin, bir makinenin yaptığı bestenin bir insanın yaptığı besteden daha duygusal olabileceği kanıtlanmış durumda bugün.
Müzik endüstrisi de tümden kalktı ortadan iyi mi?

Medya Medya Söyle Bana
Veri çağında gazetecilik de elden gidiyor haberiniz olsun. Yapay zeka gayet güzel haber yazabiliyor. Çok şükür ki henüz köşe yazısı yazamıyor. Şimdilik paçayı kurtardık ama bakalım nereye kadar? 
Sürekli veri analizi yapan yapay zekâ kopyala yapıştır haberi gördüğü anda tanıyacak (ki şimdi bile tanıyor). 
Bu yolculukta diğer sektörlerde olduğu gibi medyada da kendine has veri üretenler yaşamaya devam edecek, kolaya kaçıp işine anlam yüklemeyenler anında yok edilecek.

Bir Anlayan
Robot efendi insanı bedeninin yaydığı enerjiden, yüzündeki en ufak mimiğe, hatta gözünün çiçeğine kadar değerlendireceği için, insanevladını kendisinden daha iyi anlayacak. Kendisini anlamamış insan modeli ortadan kalkınca, birbirini anlamayan insanlar da olmayacak demektir bu. Herkes birbirini anlayacak, kavga kıyamet olmayacak, ümitsiz aşklar yaşanmayacak.
Gitti mi size kişisel gelişimler, yaşam koçları, psikiyatristler, psikologlar, evlilik terapistleri ve dahi tüm sektörler.
"Kadını Anlamak" diye bir kavram kalkacak ortadan. Bundan iyisi Şamdak Ayısı. Daha ne isteyelim?

İnsanlar Alemi Ne Olacak?
Robotların insanın yerini almasından sonra ortaya vasıfsız büyük bir kitle çıkacak. 
Bildiği işi de elinden alınmış, ne yapacağını bilmez halde serseri mayın gibi dolanan bu kitleye ne olacak şimdi? 
Ağa bağlayarak verilerini paylaşıma açanlar geleceğin nimetlerinden faydalanacak.
Bu arada sürümünü yükselterek varlığını sürdürebilenlere ne alâ.  Demedi demeyin, sürüm yükseltebilmek için de (şimdilik) para lazım.  
Al evine üç boyutlu bir yazıcı, istediğin organı üret. Eskimiş organını at, yenisini tak. Yaşlanmayı durdur, ölümsüz ol.
Peki ama ölümsüzlük halinde üreme de mi duracak o zaman? Üremek isteyenler ya da gizli gizli üreyenler cezalandırılacak mı? Yeni doğanlar hemen oracıkta yok mu edilecek? İnsanların üreme hormonları mı etkisizleştirecek? Üreme organları kullanılmamaktan ötürü evrim geçirip yok olacak ve kadın-erkek diye bir cins kalmayıp hayata tek cins olarak mı devam edilecek?
Jinekoloji ve bevliye ile bunlara bağlı tüm dallar bir anda uçtu mu şimdi?

Hayvanlar Alemi Ne Olacak?
Laboratuvar ortamında üretilen et sayesinde en azından etleri için üretilmek ve öldürülmek zorunda kalmayacaklar. Evcil hayvanlar da teknolojiye uyum sağlayacaklar belki. Sokaktaki bir kedi modemin M'sini bilmez iken, bizim Pati hanım modemin yaydığı ısıyı ve yarattığı titreşimi kendi keyif hanesine yazıyor mesela. Elektrikli su kabı ona düzenli olarak oksijenli su sağlıyor. Otomatik mama kabı düzenli beslenmesini sağlıyor. Lakin şimdilik su ve mama kabını fişe bir insan takıp, içlerini bir insan (yani ben) dolduruyor.
Evdekiler neyse de, doğadaki hayvanlar yüz binlerce yıldır yaşadıkları gibi mi yaşayacaklar acaba? Leoparlara ne olacak mesela? 
Ya da maymun ailesine?
Ya da kuşlara, balıklara?
Onlar bu değişimden nasıl etkilenecekler?
National Geographic ne iş yapacak?
Onlar da yollarına arttırılmış gerçeklik ile devam edecekler belki.

Robot Savaşları
İşte robotların en korkulan yanı da bu. Robotlar kimseye acımayacak, insanı dünyadan silip atacak ve dünyayı ele geçirecek.
Acımasızlık derken, yüzyıllardır insanevladının birbirine karşı gösterdiği acımasızlığı küçümsemeyelim. İtiraf edin ki kimse kimseye pek merhamet göstermedi bunca yıldır. İşkence Müzeleri var bu dünyada. Bedensel ve psikolojik şiddete kadar ne ararsan günlük hayatta dahi mevcut. 
Bunları unutup, sanki kendimiz pek bir masummuşuz gibi robotları da öcü yaptık ya sonunda, aşk olsun bize.
Lakin robotu üreten de bir insan ve ben en çok insandan korkarım. Dünyanın en ölümcül canlıları sıralamasında sivrisineklerden sonra ikinci sıradayız nihayetinde.

Imagine 2040 
John Lennon Imagine şarkısında cennet ve cehennem kavramlarının olmadığı, öldürmek için bir bahane kalmadığından dolayı tüm insanlığın barış içinde yaşadığı bir dünyayı hayal ediyordu. Martin Luther King "Bir hayalim var!" derken bütün insanlığın eşit yaratıldığını ve gün gelip insanların derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre yaşayacaklarını hayal ediyordu.
Özcan Yazıcı'nın 2040 hayalindeki dünyada teknoloji, algoritmalar, veriler ve robotlar baş köşedeydi. Yapay zekânın her şeyi sorunsuzca hallettiği bir dünyada insanlar ve yapay zekâ birlikte huzur ve barış içindeydi.

Gücü Elinde Tutan Diktatör Olur
Kara kan taşıyan kötü kalpleri unutmayalım bu arada. Bu yolculuk içerisinde kötü zihinlerin içindeki kötülükleri de ayıklamak lazım. Robotlara kötülük yüklememek lazım. Teknolojiyi savaş için değil, barış için üretmek lazım. 
Yıllardır savaş için yapılan yatırımlar açlığı arttırmadı mı? 
Bir yandan da herkesin elini kolunu bağlamadı mı? Hadi sıkıysa birisi düğmeye bassın.
Sonra dünyayı ara ki bulasın!
Ütopya ile Distopya çelişip duruyor işte böyle.
****
Generation Do It Onliners ya da değil, siz biz hepimiz, 2040 yılına canlı ulaşırsak eğer, o gün tekrar görüşelim ve bu öngörüleri değerlendirelim derim ben. 
O gün geldiğinde bu yazdıklarıma kahkahalarla güler miyiz acaba diyeceğim ama 'az bile yazmışız' dememiz kuvvetle muhtemel.
Geleceğin en güzel yanı bilinmezliği olsa gerek...
Özcan Yazıcı'nın anlattıklarından biraz başımız dönmüşse de ufkumuz epey açılmıştı.
Bu yazının üzerine, henüz okumadıysanız Yuval Noah Harari'nin Homodeus kitabında okumanızı öneririm.
Onun üzerine bir Fahrenheit 451, üzerine bir de Galaktik Gen yaptınız mı, birkaç da geleceği öngören film izlediniz mi geleceğin dünyası gözünüzün önünde bir nebze olsun netleşir.

Yazıyı Homodeus kitabının sonunda yer alan üç soru ile tamamlayalım:
1- Organizmalar birer algoritmadan, yaşam da veri işlemeden mi ibarettir?
2- Zeka mı daha değerlidir yoksa bilinç mi?
3- Bilinci olmayan ama yüksek zekalı algoritmalar bizi bizden daha iyi bilecek duruma geldiğinde toplum, siyaset ve gündelik hayat ne olacak, neye benzeyecek?
Cevaplar 2040'ta...
****
Siz bu arada çocuklarınıza düşünmeyi, akıl yürütmeyi ve doğada var olmayı öğretin.
N'olur n'olmaz, yapay zekâya güven olmaz, maazallah izansız robotlardan bir tanesi düğmeye basıverir de her şey en baştan başlar.
Çocuklar yeniden başlamaya hazır olsunlar en azından...

Sosyal Medya ve Dijital Dünya Yazılarım
Teknoloji / 16 Ekim 2010
İnternet Çocukları / 10 Mayıs 2011
Kaset sardı! / 3 Ağustos 2011
Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?
 / 7 Nisan 2012 
Teknolojik Kutlamalar / 18 Ağustos 2012
Her çıkışın var inişi / 16 Ekim 2012
Dijital Teşhir Çağı / 19 Ekim 2012
İnternet Çocukları ‘TIK’ladı / 2 Haziran 2013
Star Wars ‘OUT’, Siber Wars ‘IN’ / 28 Eylül 2013
İnterneti değil elektriği yasaklayın, rahatlayın!
 / 17 Ocak 2014
Ey ahali, bir bakın buraya!
 / 30 Ocak 2014
Yasaklara uyalım, uymayanları sallandıralım! / 8 Şubat 2014
Sosyal Medya Çöplüğü / 29 Mart 2015
Örgüden ayakkabı, kumaştan kaporta, ağdan bahçe / 12 Nisan 2015
X, Y ve Z’nin değerlerini bulunuz
 / 24 Mayıs 2015
Facebook Mezarlığı / 22 Temmuz 2015
Duyarsız Duyarlı / 12 Eylül 2015
Takdir alsan ne yazar / 27 Ocak 2016
Like and Share
 / 2 Şubat 2016
Zaytung dükkânı kapatsın! / 3 Mart 2016
Bilişim kaçıyor, hukuk kovalıyor
 / 23 Mart 2016
1. Robot Kaynakları Zirvesi ne zaman abi? / 1 Haziran 2016
Ne çektin be dostum!
 / 3 Haziran 2016
Dış çekim şeysi / 2 Ekim 2016
Çuvaldız Lazım Çuvaldız!
 / 24 Aralık 2016
Ey inananlar, korkmayın!
 / 9 Ocak 2017
İnternetime dokunanı buldum! / 25 Ağustos 2017
Roadster’ı alan Üsküdar’ı geçti / 7 Şubat 2018
Dijitalleşmeye Mecburuz! / 14 Kasım 2018
Bugünün Ötesi Neresi? / 31 Ekim 2018
Öğretmenler, dünya koptu gidiyor! / 22 Kasım 2018
‘Misinformation’larınızı kendinize saklayınız / 2 Aralık 2018
Kozan Demircan ile Geçmişten Geleceğe / 13 Aralık 2018
ZOOM’dan ZONK’a / 13 Mayıs 2020
Eyyy Sosyal Medya! / 2 Temmuz 2020

30 Ekim 2018 Salı

Kadın, Şiddet, Medya ve dahası

Önce insandır kadın. 
Ve önce insandır erkek. 
Üreme organları ve baskın hormonları dışında tüm organları birbirleriyle aynıdır. 
Bir anlamda erkek doğulmaz, erkek olunur, kadın doğulmaz, kadın olunur.
Biliriz ki onları kadın erkek olarak ayrıştıran yetiştirilme tarzları ve üzerlerine atfedilen sorumluluklardır.
Bu atfetmeler ve ayrıştımalar o kadar ağırdır ki, bu ağır yükü taşıyamaz insanlar çok zaman.
Erkek, daha doğarken eline verilen tüm ayrıcalıklarla başlar hayata. Ki bu ayrıcalıklar zamanda içinde tersine dönüp ezecektir erkeği.
Dişiye daha doğarken ayrıcalıklı davranılır. Ki bu ayrıcalıklar zaman içinde başına bela olacaktır kadının.

Erkek cinsi, "Ben erkeğim ve doğuştan kudretliyim!" davranışlarıyla sürekli erkekliğini ispat etmeye çalıştıkça, "Her şey benden sorulur!" deyip tüm dünyayı sırtına aldıkça ve bir de bütün bunlardan yoruldukça kadından alır hırsını.
Kadın da "Ben nazlıyım, ben bir prensesim, ben kutsalım çünkü doğruyorum" dedikçe ve erkeğinin kendisine tapmasını, elini sıcak sudan soğuk suya sokturmamasını istedikçe, farkında olmadan kendisini kafeslere hapsedip, sırça köşklerde yaşamaya başlar. Kendi yarattığı kafeste sıkılınca da ne yapacağını bilmez şekilde sarar dört bir yana. 
İkisi de güçlerinden ve imtiyazlarından vazgeçmedikçe itiş kakış böylece sürüp gider.
Genelde ekonomik ve fiziki gücü elinde bulunduran taraf erkek olduğu için de bu itiş kakışların sonu şiddet ile, hâttâ bazen cinayet ile sonuçlanır. 
****
Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek için düzenlenen bir söyleşiye katıldım geçtiğimiz günlerde.
Bursa Ördekli Kültür Merkezi'nde düzenlenen söyleşi, Ulusal Strateji Araştırmaları Merkezi ULUSAM'ın İçişleri Bakanlığı Dernekler Daire Başkanlığı desteğiyle yürüttüğü, "KADINA YÖNELİK ŞİDDET HAKKINDA DAYANIŞMA VE FARKINDALIK ARTIRMA PROJESİ" çerçevesinde yürüttüğü bir söyleşiydi. Söyleşinin konukları Avukat Tuba Torun ile Gazeteci Burcu Karakaş idi.
ULU-SAM nedir?
Henüz yeni bir oluşum olan ve 17 gencin bir araya gelmesiyle yola çıkan Ulusal Strateji Araştırmaları Merkezi (ULU-SAM), Bursa merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşu. Dünyada ve ülkemizde gerçekleşen toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasi, teknolojik ve askeri süreçleri Türkiye'nin ulusal çıkarları çerçevesinde izlemeyi, analiz etmeyi, küresel ve bölgesel olayları ve gelişmeleri Türkiye'nin Ulusal güvenliği açısından değerlendiren stratejik çalışmalar gerçekleştirmeyi amaçlıyorlar. 
Akıllar Karışsın
Söyleşinin başında yaptığı konuşmada ULUSAM Başkanı Kubilay Yılmaz, bu konuda insanların aklını karıştırmak istediklerini, proje kapsamında Bursa'nın tüm ilçelerinde eğitici eğitimler, atölye çalışmaları, fotoğraf sergisi ve halk konferansları düzenleyeceklerini, "Kadına Şiddet" konusunun ele alındığı ulusal bir sempozyum gerçekleştireceklerini ve bu sempozyum bildirileri kitaplaştırılarak ilgili kurum ve kuruluşlara ücretsiz olarak dağıtacaklarını söyledi. Kadına şiddet konusunda herkesin sadece konuştuğu ancak kimsenin taşın altına elini koymak istemediği serzenişi haksız değildi.

TUBA TORUN / TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK
"Kadına şiddet bir insanlık suçu" diyerek başladı sözlerine Tuba Torun. "Kadın hakları insan haklarının içinde bir haktır." diye devam etti sonra. Erkek egemen bir ülke olan Türkiye'de kadın olmak zordu. Kanunlar açısından dünya ile aramızda pek fark yoktu ancak fark kanunların uygulanmasındaydı. 
Medeni kanun eksikliklerine rağmen güzeldi. 2002 Medeni Kanun ile kadının lehine pek çok değişiklik uygulanmaya başlamıştı. Şimdilerdeyse laiklikle ve cumhuriyetle edinilen kazanımlar birer birer elimizden alınıyordu.
Olumlu kazanımlar da yok değildi. Bu da kadınların durmaksızın seslerini yükseltmeleri ve mücadele etmeleri ile sağlanıyordu.
Bir yandan da suçu normalleştirici yasalar çıkıyordu sürekli. İdamdan bahsediliyordu mesela sık sık. Oysa ki idam ve kastrasyon (kimyasal hadım) kalıcı çözümler değildi. Kastrasyon bir tedavi değildi. İdamın ve kastrasyonun uygulandığı ülkelerde ziyadesiyle tecavüz ve şiddet vak'ası yaşanıyordu. Bilinç arttırımı ile çözülmesi gereken bir mesele ceza arttırımı ile ne kadar çözülebilirdi?
Üstelik bir de cezaların uygulan-ama-ma konusu vardı ki, cezaların uygulanmadığı yerde ortaya cezasızlık algısını çıkartıyordu.
6284 no'lu yasanın aileyi yıkan bir yasa olduğunu söylüyordu bir gazete. Bir yandan müftülük yasası geliyordu, "zina" yasaya sokulmaya çalışılıyordu, Binali Yıldırım, 'Kadınlara sosyal yardım veriyorsunuz diye kadınlar evlenmiyor' diyen yaşlı bir erkeğin sızlanmalarını dile getirip, 'sosyal devletin de ölçüsünü, ayarını yerinde tutmakta fayda var' diyebiliyordu.
Erkeğe göre kadın parasız bırakılıp evlenmeyi, başını sokacak bir çatı ve iki lokma ekmek için bir insana her şartta bakmayı, bu arada kendisini yok saymayı kabul etmeliydi.
Hukukun uygulanmasında siyasi söylemler etkin oluyordu.
Çok hoşa giden "Süt izni yasası" istihdamı engelliyordu mesela. Kadın istihdamında artış var deniyordu bir yandan da. Bu artışın ardındaki sebep ise yoksulluğun artmasıydı aslında. 
Bir yandan kadınlara evde oturun deniyordu alttan alttan, lakin kadınlar mutfaklarında tencere kaynatabilmek için çalışmak zorundaydı.

Boşan-Ma
Boşanma sonrasında kadına nafaka vermeyi reddeden erkek, bu nafakanın meblağdan ziyade piskolojik yanının farkında değildi. Erkeğe haz veren de zaten kadını "kapının önüne konulmuş" psikolojisi ile baş başa bırakmak olmalıydı. Yoksa vereceği 300 lira ile ne kadın zengin olur, ne de erkek fakir düşerdi.
Ki kadın evliliği süresince evine verdiği emeği bir iş yerinde vermiş olsaydı hem maaşı, hem sigortası ve hem de tazminatı olurdu. Kimse de o kadını beş kuruşsuz kapının önüne bırakamazdı. Şiddet şekil şekildi işte. Sadece kafa göz patlatmak üzerine hayal edilmemeliydi.
Aile içerisinde böyle bir sözleşme yoktu belki lakin, vicdan diye, merhamet diye, ahlâk diye bir şey de mi yoktu?
Tüm mesele her ne olursa olsun, sırtından sopa karnından sıpa eksik edilmeyen kadının kan kusup kızılcık şerbeti içtim demesi üzerineydi.

Neden ama?
Hiç sormuyor musunuz;
Neden kan kusuyor kadın, neden hiç sırtından sopa eksilmiyor?
Neden illa ki şiddet içermeli bir evlilik. Aile olmanın sorumluluğunu taşıyıp hazzını yaşamak varken, nedendir bunca kavga, neden kopuyor bu kadar kıyamet?
Bu soruların cevapları yazımın girişindeki paragrafta değil mi?
Bu bir sosyal yara ve geri kalmış ülkelere özgü değil mi?
Herkes sırtındaki yükü bir tarafa bırakıp sahip olduklarını ortaya koysa hiç böyle olmayacaktır ya neyse... 

Gelişmiş ülkeler gelişirken...
Gelişmiş ülkelerin elde ettikleri kadın hakları birden bire olmadı elbet. İngilteresinden Amerika Birleşik Devletlerine, Fransasından İsviçresine dek her ülkenin kadınları verdi bu mücadeleyi.
Tarihin ilk feminist hareketlerinden birini başlatan kadınların, gittikçe acımasızlaşan hükümete karşı yürüttükleri mücadeleyi anlatan Diren! (Suffragette) filmini izlemişsinizdir belki. 19. Yüzyılın başında kadınların neler yaşadıklarının ve bu uğurda verdikleri mücadelenin resmedildiği film bir masal değil, gerçeklerin ta kendisidir.

Oy Hakkı
Kadınların 1893'e kadar seçip seçilebileceğine dahi imkan vermeyen bir dünyada Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, kadınlara ilk olarak 1930 yılında belediye seçimlerine katılma, ardından köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanıdı. 5 Aralık 1934'te ise Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile beraber kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakları verildi.

Erkek Hakkı-Kadın Hakkı 
Erkek haklarının değil kadın haklarının konuşulduğu, kadın haklarının erkekler tarafından tanzim edildiği, bu konuda kadınlardan çok erkeklerin konuştuğu, erkeklerin kadına verdikleri tek tük hakkı lütuf saydığı bir düzen içinde kadınlar var olmaya çalışıyorlar işte. Erkek kadını kendi mülkü saydıkça adaletsizliğin sonu gelmiyor.
"Namusum için yaptım Hakim Bey!" savunmasındaki namus bile kadının değil, erkeğin namusu oluyor.
Ya kendi namusu için direnen ya da cinayet işleyen kadının namusu adaletin hangi katında yer buluyor?
Cinayetler töre ya da namus için değil, töre ya da namus bahanesiyle işleniyor.

Soyadımız kimin?
Evlenir evlenmez büyük bir coşku ile sevdiği adamın soyadını alır kadın seve seve. Gider tüm bürokratik kurumlara yeni soyadını tanımlatır. İşler yolundan çıkıp da boşanma gerçekleşirse kadın yeniden eski soyadını sisteme  tanımlatmak zorundadır. Kredi kartlarından, ehliyetinden ve tüm belgelerinden eski soyadı çıkartılmalıdır. Yeni bir evlilik yapınca yenisi yeniden tanımlanmalıdır. Kadın mesleki kariyerini kocasının soyadı ile yapmışsa eğer, boşanma halinde o soyadını kullanabilmesi için eski kocasından mahkeme huzurunda  izin almalıdır.
Ama neden erkek kişi soyadı için yerinden hiç kıpırdamıyordur? 

Anne Kızlık Soyadı
Ülkemiz için büyük bir güvenlik duvarı sorusu olan "anne kızlık soyadı" bilgisi bile kadının büyükbabasının soyadıdır. Annesinin, büyük annesinin, daha daha büyükannesinin, daha daha daha büyükannesinin hiçbirisinin soy adı kadın tarafından değil, hep erkek tarafından gelmiştir kısacası.
Biz neyin kavgasını veriyoruz burada?

BURCU KARAKAŞ / MEDYANIN KADINA YÖNELİK ŞİDDETE BAKIŞI
Burcu Karakaş gazeteciliğe başladığı dönemlerde kadının medyada da şiddet gördüğünü, fakat artık bu konuda bir farkındalık oluştuğunu, Türkiye'de erkek tarafından kadına uygulanan şiddette resmi bir veri olmadığını, resmi veri olabilmesi için makamların bunu bir sorun olarak görmeleri ve çözüm üretebilmeleri gerektiği söyleyerek başladı konuşmasına.
O bunları söylerken henüz birkaç gün önce katıldığım Aydın Engin söyleşisinde, Aydın Engin'in medyanın halini daha iyi anlayabilmemiz için bizlere sunduğu, aynı olayın dört farklı gazetede dört farklı şeklini anlatan belge niteliğindeki A4 çıktısı geldi aklıma. Çıktıda gördüğümüz olay ekim 2017'de Bodrum'da gerçekleşmişti.
Kadınları görsel olarak kullanmayı seviyor. Çünkü insanlar güzele bakmayı seviyor.
Medyanın dili kadının üzerinden kendisine daha çok okur elde etmeyi seviyor. Çünkü insanlar da bu tarz haberlere daha çok meylediyor.
Bir trafik kazasını anlatırken şoförlerden birisi kadın ise onu özellikle "kadın şoför" diye belirtmeyi seviyor. Erkek şoför yazan bir tane bile haber bulamazsınız mesela. Cinsiyet bildirilerek yapılan haberlerde alt metin olarak kişinin cinsiyetine gönderme yapılıyor. "Kadın şoför mü, ha, normal!" diyor okuyan kişi. 
Erkek egemen bir ülkede yaşayan kadınların, trafiğe yeni yeni çıktıkları dönemlerde, hem sınırlı saatlerde, hem evdeki erkekten, hem de trafikteki erkeklerden korka korka araç kullandıklarını düşünürseniz, "kadın şoför" diyerek acizlenen davranışların temelinde yine erkeği görürsünüz o başka. 
Ya da tacize uğramış bir kadının cinselliğini daha görünür hale getiren şort ya da mini etek giydiğinden, üstelik saçlarının da sarı olduğundan, üstelik bir de "eve döndüğünden" bahsederek, kadını adeta yargısız infaz eden yüzlerce haber metni okumuşsunuzdur. 
Ya da bir makama gelen bir kadının haberi kişinin kadınlığı öne çıkartılarak verilir. (Norveç Hava Kuvvetleri Bir Kadına Emanet!)
Bir erkeğin dövdüğü, kanlar içinde yerde yatan bir kadının haberi "Nakavt!" başlığı ile verilir.
Bu habere tepki veren bir site de tepkisini "Sizin ananız bacınız yok mu?" cümlesiyle verilir. (Konuştukça batmak mı denir, ne denir?)
(* 2009 yılında 7 üniversite öğrencisinin doğalgazdan zehirlenme haberini hatırlarsınız. Medyanın meslek ahlâkıyla imtihanıydı o haber.)
Bu tarz haberlere tepki gösteren kadınlar ve kadın kuruluşları yaptıkları eylemler ile dikkat çekerek, habercilikte cinsiyet bilincini yerleştirmeye başladılar. 
Töre ya da namus cinayetlerini verirken bahane sözcüğünü eklemeyi öğrendiler.

Gazetecinin her şeyden önce kendi içinde sorumluluk bilincini taşıması gerekir. 
Habere konu olan kişinin özlük haklarını çiğnemeden, kişinin ailesi ve yakınlarını düşünerek, kaş yaparken göz çıkartmadan, gazetecilik meslek ilkelerine sadık kalarak haber yapmalı gazeteci.

Gazetecilik Meslek İlkeleri'nde der ki:
* Gazetecinin temel görevi, gerçekleri nesnel bir biçimde, çarpıtmadan, sansürlemeden aktarmaktır.
* Haber, yorum ve görüşler okur ve izleyicinin yayının niteliğini anlayabilmesini sağlayacak biçimde, açıkça birbirinden ayrılmalıdır.
* Cinsel dokunulmazlığa, kadın ve çocuk istismarına ilişkin suçlarda, mağdurun açık ismi ve fotoğrafları yayımlanmamalı; kimliğini ortaya çıkaracak yayınlardan kaçınılmalıdır.
* Özel yaşamın gizliliği esastır. Üstün bir kamu yararı olmadıkça veya kişinin rızası alınmadıkça özel yaşamın gizliliğini ihlâl eden habercilik yapılmamalıdır.
* Şiddeti haklı gösteren, özendiren ve kışkırtan, nefret ve düşmanlığı körükleyen nitelikte yayın yapılmamalıdır. 
****
Konuk konuşmacıların sunumlarının ardından soru cevap ile sona erdi söyleşi. Sonrasında da prpjeye emek verenlerle birlikte kameralara poz verildi böyle. 
Gençlerin duyarlılıkları ve toplumda farkındalık yaratma çalışmaları takdire değerdi.
Eve dönerken iç sesim yine konuşup duruyordu beynimin içinde vız vız.
Kadını bir rahat bıraksanız ne kadar iyi olacak diyordu. 
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan eğitim hakkını gasp etmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan özgürlüklerine müdahale etmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan çalışma hakkını yokuşa sürmeseniz,
Kadının tüm bireyler kadar hakkı olan yaşama hakkını görmezden gelmeseniz.
Herkes kadar sevseniz, saysanız, inansanız, güvenseniz,
Sadece kadın doğdu diye itelemeseniz...
Kadın kendi namusuna da, bedenine de, aklına da, işine de, eşine de, çocuklarına da, kısacası hayata mukayyet olabilir işte o zaman.
Sizin de üzerinizden büyük bir yük kalkmış olur böylece. 
Bunun nesi kötü?
****
Yazının sonunda, yukarıda bahsi geçen "Yuva Yıkıcı" 6284 no'lu yasadan birkaç alıntı yapmak isterim:

6284 no'lu yasanın 2. maddesinin ç ve d bendlerinde:
ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,

g ve ğ bendlerinde de:
g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri,
ğ) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararlarını, ifade eder, der.

Kanunlarımızda (şimdilik) yeterli yasa var görüldüğü üzere. 
Mesele kanunları tatbik edebilmekte...

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021