25 Kasım 2019 Pazartesi

Şarkılar Güzelse Hâlâ

Sözlerini bildiğimiz şarkıları dinlemek ve o şarkılara eşlik etmek neden insana haz veriyor diye soralım ve sonra da soruyu hemen cevaplayalım.
Müzik Psikolojisi Uzmanı Elizabeth Margulis'un dediğine göre; "Bildiğimiz bir parçayı dinlediğimizde, beynimiz bilinmeyen ve yeni bilgilerle uğraşmadığı için rahatlıyor ve vücudumuz endorfin salgılıyor. Ayrıca şarkının sözlerini ve müziğini ezberleyen beynimiz, bu durumdan daha keyif almamıza vesile oluyor."...
Neden aynı şarkıları yüzlerce kez de olsa dinlemekten bıkmadığımıza gelince, onu da açıklamış bilim insanları.
Bilim insanlarına göre aynı şarkıyı hiç bıkmadan yüzlerce kez dinlemeyi seviyorsanız bu konuda yalnız değilsiniz. Michigan Üniversitesi'nin yaptığı araştırmada insanların bazı şarkılarla duygusal bağlar geliştirdiği için aynı parçayı yüzlerce kez dinlemeyi sevdiklerini söylüyor.
Söz konusu çalışmayı yürüten araştırma yöntemleri profesörü Frederick Conrad, insanların bazı şarkılarla kişisel deneyimler yaşadığı için güçlü bağların oluştuğunu vurguluyor. Conrad'a göre sevilen şarkının hatıralarla ilişkilendirilmesiyle birçok kişi bıkmadan uzun süre aynı şarkıyı dinleyebiliyor.
California Üniversitesi'nde müzik kompozisyonu profesörü Pablo Ortiz de uzun bir aradan sonra tekrar dinlenen şarkıların mutlu veya hüzünlü hatıraların tekrar gün yüzüne çıkmasını sağladığını belirtiyor. Ortiz, insanların hüzünlü de olsa hatırlamayı sevdiği için aynı şarkıyı dinlemekten haz aldığını söylüyor. (Neden aynı şarkıyı yüzlerce kez dinlemeyi seviyoruz?

Mutlu ve neşeliyken de, hüzünlü ve kırgınken de müziğe sığınıyor insan.
Kâh gönlündeki yarayı deşeleyip hafiften kanatan, kâh masum çocukluk günlerini hatırlatan, bazen eski bir aşk, bazen taze bir baharı taşıyan şarkılarla adeta sarhoş oluyor.

Resmi daha da büyütürsek;
Kirli ve karanlık günlerden geçerken de müziğe sığınıyor insan.
Bugünlerde akıl ve ruh sağlığımı korumak için kendimi sanatın kollarına bırakıp ruhumu dingin tutmaya gayret eder oldum. Yoksa, birbirinin aynı televizyon programları, birbirinin aynı televizyon programcıları, patates baskısı başlıklı gazeteler, cinayetler, tecavüzler, şiddet, vandallık, kabalık, görgüsüzlük, yalan dolan havadisler, kumpaslar ve tuzaklar ile yapılan toplum mühendisliğinin ağlarına takılmak işten bile değil.
Sonra da çırpın dur kurtulmak için.
Çok zaman da kurtulama ve sistem seni yesin, ya da daha sonra yemek için paketlesin...
Neyse ki aynı dili konuşup aynı şarkıları söylediğim insanlar arasında yaşıyorum da kendimi örümceğin ağına kaptırmıyorum.
Her türlü müziği yapan amatör korolar verdikleri konserler ile ruhumuzu besliyorlar. Bir dernek yararına olmadığı sürece ücretsiz olan bu konserler daha çok kişiye ulaşabiliyor.

Öğretmenler Günü Konseri
Nilüfer Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu, Filiz Başıbüyük şefliğinde Öğretmenler Günü'ne özel bir konser verdi.
Konserde, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk anısına ve bütün öğretmenler için birbirinden güzel eserler seslendirildi. Bursa Akademik Odalar Birliği Oditoryumu’nda gerçekleşen konsere ilgi yoğundu. 
Konser, Öğretmen Marşı işle başladı, Atatürk Marşı ve Benim Güzel Vatanım parçası ile devam etti. Konser için seçilen şarkılar herkes tarafından bilinen şarkılardı ve bu da (yazının başında bahsettiğim gibi) dinleyicinin konserden daha fazla keyif almasını sağlıyordu.
Üç saat süren konserde özellikle de solo performanslar çok etkileyiciydi.
Şarkıların sözlerini ve müziğini bilmekle şarkı söylenmiyor malum. Söyle(yebil)mek başka bir yetenek. İnsanın ses rengi Allah vergisi. Lakin doğru söyleyebilmek için çok çalışmak lazım. Çalışmak da yetmez, söylediğini hissetmek ve hissettirmek de lazım.
Solo eserler seslendiren arkadaşlar amatör olmalarına rağmen öyle doğru ve öyle hissederek söylediler ki şarkılarını, salonun havasına yaşanmış aşkların, ayrılıkların, özlemlerin, sitayişlerin, serzenişlerin, nazların, işvelerin, cilvelerin, yorgunlukların, hasılı geçmiş zamanların kokusu karıştı. 
Evet evet, şarkılar güzeldi hâlâ ve hâlâ sarıydı mimozlar...

Koronun ve izleyicinin ısrarını kıramayan Şef Filiz Başıbüyük Necdet Koyutürk'ün Dinle Sevgili Dinle tangosunu seslendirdi.
Konserin son parçası olan Ah Bursalı & Çiçek Açmış Şeftalinin Dalları şarkısını ilk kez dinliyordum.
Sözleri ve müziği Faruk Altın'a ait olan eser Bursa üzerine uzun yıllar ardından yazılmış şarkılardan biri olmalıydı. 
Dilerim bu çalışma, Bursa'nın Ufak Tefek Taşları ile Bursalı Mısın Kadifeli Gelin şarkıları kadar bilinir ve okunur olur.
Gecenin sonunda Şef Filiz Başıbüyük, konseri izleyenler arasında yer alan Şef ve Bestekâr Erdinç Çelikkol'u sahneye davet etti. Çelikkol ve Başıbüyük, Çelikkol'un "Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma Güzel" eserini birlikte seslendirerek konseri nihayetlendirdiler. 
(Gecenin fotoğraflarına ve video kayıtlarına buradan ulaşabilirsiniz.)
Bu arada;
Filiz Başıbüyük konukları 30 Kasım 2019 gecesi Uğur Mumcu Kültür Merkezi'nde LÖDER yararına verecekleri Kârçe'den Raks'a konserine davet etmeyi unutmadı.

22 Kasım 2019 Cuma

Yılmaz Emen Metal Heykeller Müzesi Nerede?

İki ayağının üzerinde durmuş, ellerinin arasına kocaman bir cam bardak almış, yüzüme soran gözlerle bakan "Zuzaylı Kaşık Kafalı" bir heykelcik duruyor karşımda. 'Kaşıktan ayaklarının altında ters çevrilmiş bir çay tabağı, dizleri hafif bükük, çataldan iki eli ile kocaman çay bardağını kavramış, adeta "İstediğin kadar kalem yükleyebilirsin bana. Bundan böyle kalemlerin bana emanet, sesimi de çıkartmam, masanın köşesinde sessizce dururum böyle, olur mu?" diyor.
Olmaz mı hiç sayın Çatal-Kaşık Kardeş, sen istersin de olmaz mı?
Yoruldum, belim ağrıdı, diz kapaklarım sızladı, kollarım tutuldu demek yok ama!
En iyisi ben senin yanına bir de melek katayım da, yorulunca sana destek olsun...

Böylece çalışma masamın baş köşesine kuruldu Çelik Bilek kadar güçlü metal heykelcik.
Zuzaylı Kafalı bu çelik heykelcik uzaydan gelmedi elbette. Lakin uzaya çok yakın bir yerden, Uludağ'ın eteklerinden geldi. Ovaya iner inmez de masama yerleşti.

Çatal-Kaşık Kardeşler
Metal Heykel Sanatçısı ve Devlet Sanatkârı Yılmaz Emen ile tanışmadan önce eserleri ile tanıştım ben.  
28 Mayıs 2015'te Ev&Stil Fuarı'nda karşıma çıktı çatal, kaşık, bıçak ve çay tabağından yapılma metal heykelcikler.
Daha sonra 20 Ekim 2016'da Irgandı Köprüsü ziyaretimde karşılaştım heykelciklerle. Yılmaz Bey işinin başında çalışıyordu içeride. "Çalışmalar size mi ait?" sorusuyla muhabbet açayım dedim, baktım hiç muhabbet edesi yok. Kapının önüne biyografisini ve iletişim numarasını yazdığı bir kağıt asmış, adeta, "Beni tanımak isteyen buyursun okusun, bağlantı kurmak isteyen de verdiğim numaradan arasın!" demiş.

Geçtiğimiz yıl sosyal medyada buldum kendisini ve o günden sonra çalışmalarını sosyal medyadan takip ettim. Takip etmek bana yetmedi, gideyim bir de muhabbet edeyim kendisiyle diyerek aradım kendisini.
6-10 Kasım tarihleri arasında İstanbul Yenikapı'da, Avrasya Sanat ve Gösteri Merkezi'nde 100. sergisini açacağını, İstanbul dönüşü görüşebileceğimizi söyledi bana. 
Dönüşte de aradı ve 21 Kasım günü görüşmek üzere randevulaştık.

Uludağ'dan mı Bursa'ya bakmalı, yoksa Bursa'dan Uludağ'a mı?
Şimdilerde (kendi deyişiyle) Irgandı'daki ırgatlığı sona eren Yılmaz Emen, Uludağ'ın eteklerinde, Bursa manzaralı kendi evinde sürdürüyor çalışmalarını. Ben de kendisiyle tanışmak ve iki kelam etmek için  oralara tırmandım. 
Eve ulaştığımda aşağıda boylu boyunca uzanmış Bursa ile karşılaştım.
Aşağıda görünen cânım Bursa taşlı bir tarla gibiydi. Doğanbey de bu taşlı tarlanın dikenli kaktüsüydü. Her görüşümde bana fena halde batıyor, canımı çok acıtıyordu.
Uludağ’dan Bursa’ya bakmak yerine Bursa’dan Uludağ'a bakmak galiba daha iyiydi. Aşağıdan yukarıya bakınca en azından "Yeşil ve Beyaz" renkler görünüyordu.

Konuşalım Artık
Bursa’yı eskisiyle yenisiyle kıyaslamayı bir kenara bırakıp Yılmaz Emen ile metal ve heykel üzerine sohbete başladık.
Sohbetin video kaydı
Metal Heykel Sanatçısı ve Devlet Sanatkârı Yılmaz Emen 1 Ocak 1942 Bursa doğumlu. Şu anda 77 yaşında olan Emen, ilkokul birinci sınıfı okuduktan sonra, 1950 yılında okulu bırakarak Kayhan Çarşısı'nda kılıç ve bıçak yapan bir ustanın yanında çıraklık yapmaya başlar. Metale estetik biçimler vererek bir çok eser yaratır. Zanaati olan metali sanat ile buluşturarak değişik form ve boyutta metal heykel çalışmaları yapar. Çalışmaları yerli ve yabancı basında yer bulur, medyada pek çok kez haber olur. 1960 yılında ordunun kılıç ve meçlerini hazırlar. Özel istek üzerine hazırladığı işlemeli kılıç-kalkan ve palalar devlet başkanlarına takdim edilir. 2000 yılında göz tansiyonundan bir gözünü kaybeden Yılmaz Emen çalışmalarına çatal-kaşık-bıçakları eğip bükerek yaptığı heykelcikler ile devam eder.
Gözünü kaybetmeden önce yaptığı, dağdan odun taşıyan Yılmaz Emen’i tasvir eden heykelciği gördüğümde o göz kaybedilmeseydi iyiydi dedim. Ama diğer gözüne “gözü gibi bakması” gerektiğini de söylemeden geçmedim.
Fotoğrafta da göreceğiniz üzere, heykellerdeki estetik, kompozisyon, devinim, oranlar ve tüm bunların özündeki aşk, bir de olmazsa olmaz disiplinli çalışma bu eserleri bu kadar fark edilir kılan.
Bir soğuk metalden bu kadar sıcak bir enerji yaratmak Yılmaz Emen’in marifeti.
O yüzden bu kadar plaket, bu kadar teşekkür, bu kadar haber.
Ancak!

Yılmaz Emen Metal Heykeller Müzesi
‘Ancak’tan devam edelim. Yılmaz Emen ile yaptığımız sohbette gördüğüm (videoyu izlediğinizde sizin de göreceğiniz üzere) kadarıyla Emen’in çalışmaları, kendisine verilen teşekkür belgesi ve plaketler o kadar çok ki, onları sergilemeye ayrı bir yer lazım.
Yurt içi ve yurt dışından defalarca haberi yapılmış, çalışmaları yurt içi ve yurt dışından pek çok devlet adamına hediye edilmiş, "Devlet Sanatkârlığı" ile payelendirilmiş, ömrünü metal sanatına adamış bir sanatkâr olan Yılmaz Emen'in en büyük isteği çalışmalarının bir müze çatısı altında toplanması.

O zaman Bursa'ya gelenlerin "Yılmaz Emen'in çalışmalarını nerede görebiliriz?" sorusuna verilecek bir cevabımız olur.
Yılmaz Emen de çalışmalarının bir yerde toplanıp, Yılmaz Emen Metal Heykeller Müzesi'nde sergilenmesinin onurunu yaşar.
Yeter ki niyet edilsin...
****
Yılmaz Emen'in bana verdiği biyografisinde yazdığı haliyle, hediye eserler ve aldığı ödül ile plaketlerin listesini sizlerle paylaşmak isterim.

HEDİYE ESERLER
1968'de Başbakan Süleyman Demirel, Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba,
1969'da Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, Libya Kralı İdris Elsunusi,
1970'de ABD Başkanı Richard Nixon,
1972'de İran Şahı Rıza Pehlevi, Almanya Başbakan Yardımcısı Kurt Partsch
1973'de İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth
1978'de Ürdün Kralı Hüseyin
1983'de Cumhurbaşkanı Kenan Evren,
2008'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül

ÖDÜL ve BELGELER
1974-1975 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen "Ülke Turizmine Üstün Hizmet Ödülü", (Hitit Güneşi ve Beratı) aldı.
1988 yılında Öner Sanat Dergisi'nce "Yılın Sanatçısı" seçildi.
1986 yılında 47, 1988 yılında 49, Devlet Resim ve Heykel Yarışması'nda 2 metal heykeli sergilenmeye değer bulundu.
2000-2003 yılında Bursa Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği tarafından Onur Belgesi verildi.
2005 yılında BUSİAD Meslek Ödülü aldı.
2005 yılında T.C. TBMM Başkanlığı Onur Belgesi aldı.
2005 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Sanatkârı Belgesi aldı.
2005-2006 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Tasarım Yarışması Onur Belgesi aldı.
2007 yılında Bursa Hediyelik Eşya Tasarım Yarışması Ödülü,
2011 yılında Bursa Bıçağı Tasarım Yarışması Onur Belgesi,
2012 Bursa Valiliği Onur Belgesi,
Ve;
35 adet ulusal ve uluslararası sergiye katılım belgesi ve plaket aldı. (2019 itibarıyla bu sayı daha da artmıştır.)

1990-1991 Uludağ Üniversitesi İİBF-MF'deki 5 metre boyunda iki metal heykel Yılmaz Emen tarafından yapılmıştır.

19 Kasım 2019 Salı

Avrupa Caz Okulu Bursa Günleri

4. Uluslararası Nilüfer Şiir Festivali’nin kapanış gecesinde gerçekleşen konserde Bursa Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı ve Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sezen Özeke ile yan yana oturduğumuzda, “Canan Hanım, 14–15–16 Kasım tarihlerine program koymayın, bizimlesiniz!” dedi ve üniversitenin uluslararası bir projeye ev sahipliği yapacağını söyledi.
Daha sonra incelediğim üzere, Avrupa Caz Okulu (European Jazz School) projesi Bursa’ya gelirdi de ben bu nefis projeyi izlemez miydim? İzlerdim tabi.
Ama önce Avrupa Caz Okulu neydi onu öğrenmeliydim.

Avrupa Caz Okulu
Avrupa Caz Okulu 2007 senesinde Almanya'nın Hessen eyaletinin kardeş bölgelerini bir araya getirme projesi olarak başlar. Projenin fikir babası ve Almanya koordinatörü Gero Braach İtalya'daki Emilia Romagna kardeş bölgesine, Polonya'daki Wielkopolska kardeş bölgesine ve Fransa'daki Nouvelle Aquitaine kardeş bölgesine ulaşır. Bu bölgelerden tanınmış caz müzisyenlerini bir araya getirerek ilk konserlerini Hessen Günleri Festivali'nde verirler. Bu konser ile başlayan proje daha sonra farklı kardeş bölgeleri de içine alır. 2012 yılında Bursa Valiliği aracılığı ile BUÜ Müzik Bölümü'ne ulaşan proje, Prof. Dr. Deniz Seyrek İntaş koordinatörlüğünde Bursa'da da hayata geçer ve BUÜ 2013 yılında Avrupa Caz Okulu'na ev sahipliği yapar. 
Avrupa Caz Okulu'nun amacı, Avrupalı ​​ortak bölgelerden ve Hessen'den yetenekli genç müzisyenleri atölye çalışmaları ile bir araya getirmek, birlikte provalar yapmak, atölye çalışmalarının sonunda işbirliklerini müziksel olarak sunmaktır. Katılımcılar, toplulukla iletişim kurmayı ve uluslararası aşamalarda başarılı olmayı öğrenir. Ek olarak, ortak bölgeleri tanıyarak, diğer ülkelerde müzik eğitiminin organizasyonu ve yapısını daha iyi anlarlar.

Avrupa Caz Okulu ikinci kez Bursa'da
BUÜ'nin 2019 yılında ikinci kez ev sahipliği yaptığı Avrupa Caz Okulu projesinin Bursa Koordinatörlüğünü bu kez Prof. Dr. Sezen Özeke üstlenmiş. Avrupa Caz Okulu Bursa'da Fransa hariç Almanya, Polonya ve İtalya'dan 3'er öğrenci ile 1 İtalyan, 1 Polonyalı ve 1 Alman usta müzisyen, ülkemizden de on öğrenci ve eğitmen olarak da Caz Vokal Elif Çağlar yer alıyor.

Atölyeler Başlıyor
13 Kasım günü Almanya, İtalya ve Polonya'dan Bursa'ya gelen genç müzisyenler ile kendi alanında isim yapmış caz müzisyenleri, Türkiye'den genç müzisyenler ve usta Türk caz müzisyeni ile birlikte, 14 Kasım sabahı saat 09:30 itibarıyla atölye çalışmalarına başladılar.
Aldığım davet üzere ilk günün çalışmalarına katılmak için öğleden sonra üniversiteye gittiğimde Sezen Özeke önce konuklarla tanıştırdı beni, sonra serbest bıraktı. Öğretmenler ve öğrenciler çalışma yaptıkları salon ve sınıflara dağıldılar, ben de peşlerine takıldım.
Elif Çağlar, Achille Succi
Türk Caz Vokal Elif Çağlar ile İtalya’dan gelen Saksafon ve Bas Klarnet sanatçısı Achille Succi, BUÜ Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalı Konser Salonu'nda, Almanya’dan gelen Caz Piyanist Anke Helfrich fakültenin bir sınıfında, Polonya’dan gelen davul sanatçısı Krzysztof Przybylowicz (adını söylemek çok zor) bir başka sınıfta öğrenciler ile çalışıyorlardı.
Anke Helfrich
Krzysztof Przybylowicz
Çalışmaları izlemek de en az konser izlemek kadar keyifliydi.
Her bir çalışmayı yarımşar saat kadar izledikten sonra yanlarından sessizce ayrıldım.
Öğrenciler o gece Görükle'de bir mekânda Jam Session (doğaçlama caz dinletisi) yapacaklardı. Geceye ben katılmadım ancak Sezen Hoca'nın dediğine göre geceye alaka epeyce ama epeyce fazlaymış.

Araba Müzesi'nde Caz
İkinci gün yine 09:30-17:00 saatleri arasında çalışan ekip, o akşam Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi Sanat Galerisi'nde Jam Session yaptı.
Müzenin orta alanına kurulan sahnede, duvardaki Osmanlı dönemini tasvir eden duvar resmi önünde, farklı dönemlere ait 3 bin 500 terazi, ağırlık ve ölçü aletlerinden oluşan "Kantar'ın Topuzu" sergisi eşliğinde, önce öğrenciler, sonra da eğitmenler sahne aldılar. 
Caz ile hemhâl olduğu aşikar olan izleyici kitlesi karşısında müzisyenler de doğaçlamanın sınırlarını zorladılar, hattâ kantarın topuzunu bir güzel kaçırdılar.
Hemen yanlış anlamayın; kantarın topuzunu kaçırmak deyimi bizde olumsuz anlamda kullanılır ama cazda kantarın topuzunu özellikle kaçırmak lazımdır.

Caz ve Müzik
Avrupa Caz Okulu Bursa'nın üçüncü gününde Bursa'yı gezen ekip, o günün akşamında Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi'nde vereceği büyük konsere hazırdı. 
Konser öncesi ise "Caz ve Müzik" temalı karma serginin açılışı vardı.
Farklı disiplinleri bir araya getiren bu projeye 'caz ve müziği' anlatan çalışmaları ile katılan 21 sanatçının eserlerinin, bu kıymetli projeye derinlik ve zenginlik kattığını gördüm.
Minik bir bilgi; küratörlüğünü Seramik Sanatçısı Huri Aykut Ülker ve BUÜ Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim İş Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Gonca Erim'in yaptığı "Caz ve Müzik" karma sergisi, 23 Kasım tarihine kadar Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi fuaye alanında ziyaret edilebilecek.
Sergide yer alan Fatih Erkoç büst çalışması sergiyi gezenler için hoş bir ayrıntı oldu. Fatih Erkoç büstü ile birlikte poz verirken bu çalışmanın Dilek Erkoç'a ait olduğunu öğrendik.
"Hoş geldiniz"
Avrupa Caz Okulu Bursa'nın final gecesi konseri Sezen Özeke ve Gero Braach'ın Avrupa Caz Okulu'nun ortaya çıkış hikâyesini ve projenin felsefesini anlattıkları açılış konuşması ile başladı. Bir cumartesi günü akşam üzeri saatleri olmasına rağmen konsere katılımdaki yoğunluk memnuniyet vericiydi.
Gero Braach Sezen Özeke
Konuşmaların ardından her eğitmenin kendi çalıştırdığı öğrencileri sahne aldı. Perde arkasından öğrencilerine komutlar veren eğitmenler öğrencilerini bir an bile yalnız bırakmadılar, performans sonuna dek perde arkasında gölge kahramanlar olarak kaldılar. Öğrencilerinin örnek insan olmaları için çaba harcayan eğitmenler büyük bir alkışı hak ediyorlardı.

Ve, sahne!
İlk olarak Anke Helfrich'in öğrencileri, sonra Krzysztof Przybylowicz'in (söylemesi çok zor) öğrencileri, en son da Achille Succi ve öğrencileri ikişer parça seslendirdiler.
Perde arkasında Anke Helfrich
Perde arkasında Krzysztof Przybylowicz
Batı enstrümanlarının yanı sıra Türk enstrümanlarından saz, kanun ve kaval da caz müziğine katılmıştı. Batı dilinde şarkıların yanı sıra, Aşık Veysel de caz müziği içinde kendine yer bulmuştu.
Elif Çağlar, Achille Succi
Avrupa Caz Okulu Bursa finali konserinde öğrencilerin performansının ardından eğitmenler Elif Çağlar (vokal), Anke Helfrich (piyano), Krzysztof Przybylowicz (adını söylemek çok zor) (davul), Achille Succi (saksafon) vAvrupa Caz Okulu'na yedi kez katılmış olan, BUÜ mezunu Barış Ergen (bas) sahnedeydi.. Elif Çağlar'ın nefis yorumları usta müzisyenlerin enstrüman soloları ile perçinlendi. 
2013 yılında gerçekleşen Avrupa Caz Okulu Bursa'da eğitmen olarak görev almış olan Fatih Erkoç da izleyiciler arasındaydı. Finalde Erkoç da sahneye davet edildi ve usta eller ile usta sesler kulaklarımızın pasını sildi.
Söylemeden geçemeyeceğim; Elif Çağlar hem müzikteki ustalığı, hem sahnesi, hem de samimiyeti ile izleyenleri kendisine hayran bıraktı. Çalışmalar esnasında tanıştığım Elif Çağlar gülen yüzü, mütevazı duruşu ve engin bilgisiyle beni çok etkilemişti. Kendisini sahnede izleyince bendeki etkisi bir kat daha katmerlendi.

Canlı Canlı CaZcanlı
Avrupa Caz Okulu sayesinde müzikle dolu dolu geçen unutulmaz bir üç gün yaşadım. Sahnedeki performansları izlerken iyi bir caz dinleyicisi miyim acaba diye sordum kendime. Caz benim müziğim değil, Afrika'dan Amerika'ya getirilen kölelerin müziğiydi. Ama ne fark ederdi? 
İçinde barındırdığı hüzün, acı, özlem ve özgürlük duyguları insanların ortak diliydi. İnsan dilini anlamasa da dinlediği müziğin özünde barındırdıklarını hissedebilirdi.
Belki de özgürlüğü aradığı için caz özgürdü. Sınırları olmayan, konan sınırları zorlayan, doğaçlama tarzda ve atışmalarla uzayıp giden sonsuz bir koşu gibiydi.
Caz müziği doğduğu yerde kalmamış, zaman içinde dünyaya yayılmış ve dünyayı etkilemişti. Türkiye de cazdan nasibini almış ve dünya çapında başarı kazanan caz sanatçıları yetiştirmiş, caz müziğini pek çok kişiye sevdirmişti.

"Okullarda Caz Bölümü Olsun"
Fatih Erkoç'un sahnede dile getirdiği gibi, birkaç üniversitede caz bölümü vardı (BUÜ'nde yok) lakin tüm konservatuvarlarda caz bölümü olmalıydı. Caz sanatçıları en iyi ancak böyle yetişirdi.
Caz Müziğinin Türkiye'deki yolculuğu üzerine okumalar yaparken rastladığım ve cazın Türkiye macerasını anlatan "Türkiye'de Caz Müziği" yazısını okumanızı isterim. Yazıda göreceksiniz ki, okulunu okumamış olsalar dahi, mucizeler yaratmış caz sanatçılarımız da az değildi hani. 
Fakat her seferinde ilk baştan başlamak ve koklaya koklaya yol almak da akıl kârı değildi. 
Tecrübeler değerlendirilmeliydi.

Benim Caz'ım
Edebî bir romanı nasıl her sayfasında dakikalar geçirerek, sayfalarındaki cümleler üzerinde kafa yorarak, sayfalarda yazılanlar kadar yazılmayanları da okuyarak, okurken "Bu kitap hiç bitmesin!" duygusuyla, bitince de "Bu kitabı tekrar okumalıyım!" fikriyle okursa insan; olay örgüsünün çözülmesini nasıl yudum yudum haz alarak beklerse; nasıl her sayfada başka bir bilge cümle, her cümlede başka bir bakış açısına rastlarsa; cümle dizilimlerindeki ahenk ile sözcük seçimlerindeki melodinin kitabı senfonik bir esere dönüştürdüğünü nasıl görürse; kitabı koşa koşa okumaz, koşa koşa dinlemez, elindeki eseri nasıl hemen tüketmez, bir sonraki sayfada kendisini bekleyen hazları nasıl kaçırmak istemezse; caz müziğini dinlemek de aynı duyguyu veriyor bana. Sözlerini ve müziğini ezbere bildiğim bir şarkının dışında, hiçbir notasını kaçırmak istemediğim, doğaçlama atışmalar sebebiyle bir sonraki adımda neyle karşılaşacağımı bilmediğim, yaratıcılık sınırlarını zorlayan, hattâ sınırların olmadığı bir yolculuğa çıkıyorum dinlerken. Omuzlarım hareketleniyor, parmaklarım titriyor, bacaklarım istem dışı sallanıyor. Nasıl dans edeceğimi, bedenimi müziğe nasıl uyduracağımı bilmiyorum. Kendimi sadece akışa bırakıyorum. 
Bazen dalgalı denizlerde dalgaların zirvelerine çıkartıyor beni müzik, kudurmuş denizle boğuşuyor, bir dalıp bir çıkıyorum, bir bakıyorsunuz sanki az evvel boğulmaya ramak kalmış kişi ben değilmişim gibi aniden dingin sulara karışıp sakince süzülüyorum. 
Doğaçlama yapılan bu müzik beni hem yoruyor, hem dinlendiriyor, hem coşturuyor, hem hüzünlendiriyor.
Tam da hayatın kendisi gibi...

Müzisyenlerin içlerinde duydukları müziği enstrümanlarına aktarma gayretlerinin bedenlerine ve yüzlerine yansımalarını izliyorum bir yandan da. 
Enstrümanları ile bütünleştiklerini ve doğum sancısı çektiklerini görüyorum çalarlarken. Kimisi sol yanından duyuyor müziği, kimisi sağ yanından. Dünyayla ilişiklerini kesmiş, adeta başka bir aleme geçmişlerdi.
Yurt dışından gelen öğrenciler ve eğitmenler ile Türk öğrenciler ve eğitmenler ortak dili o alemde bulmuş, birbirleriyle o dil ile konuşuyorlardı.
Bize de anlattıklarını dinlemek düşüyordu.

Katkı Verenler
Avrupa Caz Okulu Bursa Projesi, Bursa Uludağ Üniversitesi Çoksesli Müzik Topluluğu etkinliği olarak, Bursa Uludağ Üniversitesi ev sahipliğinde, Bursa Valiliği, Bursa Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Alman Başkonsolosluğu, Hessen Bilim ve Sanat Bakanlığı, Tofaş Türk Otomobil Fabrikası A.Ş. ve Durmazlar Makina A.Ş. ana sponsorluklarında; ana sponsorların yanı sıra Uludağ Radyo ve Televizyon Topluluğu (Radyo Televizyon Topluluğu öğrencileri üç gün süren bu çalışmaları an be an kaydettiler ve o görüntülerden bir film hazırlayacaklar.), Art Vision, Kafe Servis, Mürekkep Ajans, Aperi Event ve Geveze Kafe destek ve katkıları ile gerçekleşti.
Sanata el veren eller dert görmesin diyelim ve hepsine tek tek teşekkür edelim.

Sanata yapılan yatırımın hiçbir zaman heba olmayacağını, sanatın milletin hayat damarlarından biri olup, bol oksijenli kan dolaşımı ile milleti ve dahi memleketi zinde yaşatacağını söylemeden de geçmeyelim.
"Uygarlık doruğunun merdiveni sanattır." diyen Atamızın önünde bir kez daha saygıyla eğilelim.
Bu arada, yaşadığımız otomasyon çağında caz müziği üretebilen yapay zeka olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Okuduğum bir yazıda diyor ki: "Bilim insanları, sinir ağlarının caz müzik üretmesini sağladı. Sinir ağlarını müzikal olarak geliştirmeye çalışan bilim insanları, deneyleri Amerikalı caz müzisyeni ve saksafoncu John William Coltrane kayıtları ile gerçekleştirdi." Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.

Üç Günlük Yazı Bitti
Avrupa Caz Okulu Bursa projesini okuyucu ile paylaşırken projenin ve caz müziğinin akademik anlatımını akademisyenlere bıraktım, ben caz ile geçirdiğim üç günün bana bıraktıklarını anlattım.
İstedim ki evrensel dil müzik ile daha fazla kişiye ulaşayım ve bu hazzı daha çok kişiye yaşatayım.
Yapabildiysem ne alâ... 
Avrupa Caz Okulu Bursa fotoğrafları ve video kayıtlarına buradan ulaşabilirsiniz.

14 Kasım 2019 Perşembe

Parmakları da Delik Deşik, Uykuları da

Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği tarafından 14 Kasım Dünya Diyabetliler günü dolayısıyla düzenlenen basın toplantısına katıldığımda, Tip 1 diyabet ve özellikle de Tip 1 diyabet ile yaşayan insanların yaşadıkları zorluklar hakkında pek çok konu üzerine bilgilendim.
Kendisinin de Tip 1 diyabetli bir evladı olan Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği Başkanı Yadigar Aydın, 2014 yılında Tip 1 diyabetli çocuklar ve aileleri ile bir araya geldiklerini, 2016 yılında da Tip 1 diyabetli çocukların ve ailelerinin yaşadıklarına dikkat çekmek için dernekleştiklerini söyledi.
Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği, hayırsever iş adamlarının bağışları sayesinde her yıl şenlikler ve etkinlikler düzenliyor, diyabetli çocuklara yalnız olmadıklarını hissettirmek amacıyla onları bir araya getiriyor ve ailelerin kaynaşmasını sağlıyor.
Dernek, yapılan bağışlarla şu ana kadar pek çok diyabetli çocuğa insülin pompası, set, rezervuar ve şeker ölçüm aletleri gibi hayatlarını kolaylaştıracak tıbbi cihaz desteği vermiş ve vermeye devam ediyor.
Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği'ne kurulduğundan bu yana destek veren U.Ü. Çocuk Endokrinolojisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdal Eren, "Öncelikle hastalık şeker hastalığı değil, hattâ diyabet hastalık da değil." diyor. 
"Diyabet, tedavisi olan ve tedaviden sonra iyileşen bir 'hastalık' değil, bir yaşam biçimidir." diye ekliyor.

Tip 1 Diyabet
"Otoimmün Hastalık" olarak tanımlanan Tip 1 diyabette "bağışıklık sistemi", kan şekeri seviyelerini düzenlemeye yardımcı olan ‌insülin hormonunu üreten pankreas hücrelerine saldırır ve tahrip eder. Sonuç olarak vücutta ‌insülin üretimi yapılamaz ve bu da yüksek kan şekeri seviyelerine neden olur. Kan şekeri yüksekliği kan damarları, kalp, böbrekler, gözler ve sinirler gibi çeşitli organ ve dokulara zarar verir.
Şaşkın Sistem
"Bağışıklık sistemi organlara saldırır" deyince insanın aklına, "Bağışıklık sistemi bizi bakteri ve virüs gibi mikroplara karşı korumaz mıydı, yabancı işgalcileri algıladığında hemen savunma hücrelerini devreye sokmaz mıydı?" soruları geliyor.
Otoimmün hastalıkta bağışıklık sistemi vücudun eklemler, cilt gibi çeşitli doku ve organlarını "yabancı olarak algıladığı için" onlara saldırıyor ve bu sebeple de ortaya 80'den fazla otoimmün hastalık çıkıyor. 
Tip 1 diyabet de bunlardan biri...

Hiperglisemi - Hipoglisemi
Tip 1 diyabetli kişi bilimsel ve sağlıklı bir beslenme programı uygulayarak, düzenli egzersiz yaparak ve uygun insülin tedavisi ile sorunsuz bir yaşam sürdürebilir demiştik. Ancak insülini uygun teknikle, yeterli dozda ve zamanında yapmayan, beslenme tedavisine uyum sağlayamayan ve aşırı karbonhidrat tüketen ya da egzersiz yapmayı aksatan diyabetlilerde kan şekeri yükselebiliyor (hiperglisemi). İnsülini aşırı dozda kullanan ya da önerilen besinleri özellikle de karbonhidrat içeren besinleri zamanında ve yeterince tüketmeyen, alkol kullanan veya aşırı egzersiz yapan diyabetlilerde kan şekeri aniden ve hızla düşebiliyor (hipoglisemi).

Çocuklar ve Diyabet
Tip 1 diyabet en çok çocuklarda görülüyor.
El kadar çocuğu nereden buldu şimdi bu hastalık deriz hani. Bir neden arar, bulamayız. Çocuk hasta olursa iyi bakamadım da mı oldu acaba diye kendi kendimizi suçlarız.
Tip 1 diyabette ortada bir suçlu yoktur aslında. Aradığımız neden çocuğun genetiğinde saklıdır sadece. Bilinmeyen bir nedenle harekete geçen bağışıklık sistemi pankreasa saldırır ve Tip 1 diyabet ile karşılaşmak kaçınılmaz olur.
Böyle bir saldırı sonucu sistemi bozulan çocukta ani zayıflama, çok su içme, çok idrara çıkma, hattâ altına kaçırma görülür. 
Tip 1 diyabet kendi haline bırakıldığı zaman düzelmiyor ama Tip 1 diyabet ile yaşamanın kuralları (uygun beslenme tedavisi, medikal tedavi, düzenli egzersiz ve diyabet eğitimi) öğrenilince çocuklar herkes kadar uzunlukta ömür sürebiliyor. 
Ve diyabetli bir çocuk diyabet ile yaşamaya büyüklerinden daha çabuk uyum sağlıyor.

Okulda Diyabet
Tip 1 diyabet en çok çocuklarda görülüyor demiştik. Haliyle çocuklar yılın büyük bir bölümünü okullarında geçiriyorlar ve kan şekerlerini okulda da kontrol altında tutmak zorunda kalıyorlar. Özel okullarda hemşire olmasından dolayı daha az sorun yaşanırken, devlet okullarında diyabetli çocuk olmak pek de kolay olmuyor. Diyabetli bir çocuğun sınıf arkadaşlarından öğretmenine kadar birlikte zaman geçiren herkesin konu hakkında bilgisi olması ve acil durumda ne yapılacağını bilmesi gerekiyor. Bunun için çocuğun velisinin okul yönetimi ve öğretmen ile sıkı iletişimde olması lazım.
Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği bu konuda zaman zaman okullara eğitim verdiklerini söylediler. 
Çocukların yanlarında Tip 1 diyabetli olduklarını belirten bir kart ya da herhangi bir sembol taşımaları da önemli.
Lakin çocuklar büyüdükçe, özellikle de ergenlik çağında diyabetli olduklarını saklayabiliyorlar, "hasta" olduklarını kabul etmek istemiyorlar, kendilerine "farklı" davranılmasından hoşlanmıyorlar.

"Başka Okula Gidin"
Okulda diyabet konusunda araştırma yaparken "Okulda Diyabet Programı Koordinatörü" olan Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü Hatun'un, "Tip 1 Diyabetli çocuklar okula kabul edilmiyor. Aile travma yaşıyor." sözleriyle karşılaştım.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2013'te yayımlanan "Okulda Diyabet Programı" genelgesine rağmen bir çok okul yönetiminin sorumlu davranmadığı bizzat aileler tarafından dile getirilmiş. Bir veli de kendilerine "Başka okula gidin." dendiği söylemiş.

Regülatör Organ Pankreas
Pankreas vücudun regülatörü aslında. Kandaki şeker seviyesine göre insülin salgılayarak vücuttaki şekeri dengeliyor. İnsilün salgısı olmadığında bu dışarıdan müdahale ile, yani insilün iğneleri ile sağlanıyor. Bunun için de önce kandaki glukozun yükseliği belirleniyor, vücuda o değere göre insülin zerk ediliyor.
Bunun için de günde birkaç kez olmak kaydıyla her gün diyabetli kişinin parmak ucu delinerek kan alınıyor ve çıkan sonuca göre insülin miktarı ayarlanıyor.
Doğduğumuzdan beri pankreasın bizim hiç haberimiz olmadan yaptığı bu iş, insan eli ile yapılıyor.

Otomasyon Çağında Diyabet
Çağımız otomasyon ve yapay zeka çağı ise artık kandaki glukoz seviyesi ölçümü ve insülin zerki insan eliyle değil, yapay zeka ve teknoloji marifetiyle hallediliyor. Bunun için hali hazırda sensörler ve insülin pompaları var. Bu sayede gün içinde deriyi defalarca delerek kan almak, kandaki glukozu ölçmek ve ona göre insülin yapmak zorunda kalınmıyor. Bir nevi "taşınabilir pankreas" olan sensör ve pompalar Tip 1 diyabet hastasına ve ailesine büyük konfor sağlıyor. 
Sensör+pompa sahibi olan ve olmayan kişilerin yazdığı yorumlar her Tip 1 diyabetlinin sensör+pompa sahibi olmasının ne kadar elzem olduğunu gösteriyor.
Fakat ortada şöyle bir sorun var; şeker ölçüm cihazı, şeker ölçüm çubukları ve iğne ucunun bir kısmını karşılayan devlet, sensör ve pompa konusunda yetersiz kalıyor.
Tip 1 Diyabette Fırsat Eşitliği
Tüm çocuklar gibi, Tip 1 diyabetli çocukların da mutlu, sağlıklı ve eşit bir hayat yaşamaya hakkı var. Diyabet teknolojilerinin kullanımı, ilk aşamada kamu sağlık sigortalarına bir mali yük getirir görünmekle birlikte daha ayrıntılı analizler, özellikle de uzun dönemli komplikasyonları dikkate alarak yapılan hesaplar, bunun doğru olmadığını gösteriyor. 
Diyabetli Çocuklar Vakfı çatısı altında, aralarında Tip 1 diyabet hastalarının da olduğu doktor, avukat, diyetisyen, hasta yakınının hazırladığı rapor, Sağlık, Aile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları ile SGK'ya sunularak sürekli glukoz izlem sistemlerinin devlet tarafından karşılanması bir kez daha talep edildi.
Türkiye’de halen sürekli glukoz ölçüm sistemlerinin transmiter, sensör ve okuyucuları geri ödenme kapsamında değil. Bu ürünlerin satış fiyatı ortalama 2 bin lira. İnsülin pompası ve sarf malzemeleri ise kısmi olarak karşılanıyor. SGK geri ödemesi, gelişmiş insülin pompalarının fiyatının %25’i kadar. Bu durumda sensörlü insülin pompası kullanan bir aile, sensör, strip, set, rezervuar masrafları için ayda en az 1000 TL civarında cebinden ödeme yapıyor. Günümüzde Tip 1 diyabeti önlemek ve iyileştirmek mümkün değil. Bu nedenle Tip 1 diyabetli çocukların sağlıklı yaşamaları için tanı anından başlayarak ömür boyu glikoz değerlerinin izlenmesi ve insülin hormonunun yerine konması gerekiyor. Türkiye’de her yıl 1700 çocuğa Tip 1 diyabet tanısı konuyor. (Metin kaynağı: Hürriyet Gazetesi / Mesude Erşan)

Tip 1 Diyabette Gelişen Teknolojiler
Doç. Dr. Erdal Eren, 23 Kasım Cumartesi günü saat 14:00'te, Karaman Dernekler Yerleşkesi'nde "Tip 1 Diyabette Gelişen Teknolojiler" konusunda bir bilgilendirme toplantısı yapacak.
                                         
Bu yazıyı yazarken hem toplantıda konuşulanlardan hem de internet ortamında pek çok kaynaktan faydalandım. Bunlardan birisi de: 
TİP 1 DİYABETLİ ÇOCUKLARIN BAKIMINDA SÜREKLİ GLUKOZ İZLEM SİSTEMLERİ VE İNSÜLİN POMPA TEDAVİSİNİN ETKİLERİ VE BU TEKNOLOJİLERİN GİDERLERİNİN DEVLET TARAFINDAN KARŞILANMASI raporu oldu.
Bursa Tip 1 Diyabetliler Derneği Yönetim Kurulu
Yazının sonunda diyorum ki; evlatlarımızın parmaklarını da, uykularını da, hayatlarını da delik deşik etmeyin, onlara sensör+pompa desteği verin.
15 Kasım 2019 / C.E.Y.