24 Eylül 2019 Salı

Yaren Leylek ile Adem Amca

Açık havada izlenecek olan Yaren Leylek ve Adem Amca belgesel filminin galası için Eskikaraağaç Köyü'ne vardığımda gala hazırlıkları son hız devam ediyordu. Onlar öyle çalışırken ben Eskikaraağaç Köyünü şöyle bir dolaşıverdim. Meydandaki müzenin yanındaki kuş gözlem kulesine çıkarak Uluabat Gölü üzerinde batmaya başlayan güneşin doyumsuz renklerini izledim önce. Kızıllar ve sarılar arasında batan güneş yerini koyu karanlığa bırakırken gölün sessizliğini dinledim. Hafif esen rüzgârla sallanan sazların ve sazlıklar arasında saklanan sandalların insanı uzaklara taşıyan görüntüsü ile gölün içine uzanan iskelede güneşin batışını yakalamaya çalışan insanların havaya karışan sesleri bu sessizlik içinde yankılanıyor ve hızla yok oluyordu.
Film başlama saati gelene kadar Kuş Tahnit Sergi Salonu'nu gezmek istedim ve müze bahçesinde yarım ay şeklinde yapılmış duvara dizelenmiş, kuşların göç yolundaki ülkeleri gösteren panoların önünden geçerek salona girdim.
Kuş Tahnit Sergi Salonu'nun girişinde 36 kuş türünün resmedildiğini gördüm. Salonun girişinde, burada sergilenen hayvanların doğada ölü olarak bulunmuş hayvanlar olduğunu belirten yazıyı okudum. Duvardaki kuşların eşlik ettiği bir koridordan geçerek, ortadaki camekan etrafına dairesel şekilde yerleştirilmiş camekanların ardındaki kuşlar ile karşılaştım. Müze sadece 1 odadan ibaretti. Lakin içinde epey uzunca bir zaman geçirilebilecek kadar zengindi.
Doğal hayata ve kuşlara selam ederek ve saygıyla önlerinde eğilerek müze gezimi tamamlayıp dışarı çıktığımda film gösteriminin vakti de gelmişti artık.
Kalabalıklaşan izleyiciler arasında kendime bir yer bulup oturduğumda önce perdeye gitti, sonra da perdedeki kahramanın nerede olduğunu görmek için izleyiciler arasında dolaştı gözlerim. Aradığımı bulmam uzun sürmedi. Adem Amca ön sırada oturuyordu. Yanına gidip "Perdedeki kişi siz olabilir misiniz?" acaba diye sorduğumda "Benim, ben." dedi. 
Ve muhabbet böyle başladı...
Yaklaşık 6 ay süren çekimlerde hiç zorlanmadığını, aile arasındaymış gibi oynadığını, kendi çekimlerinin 8 gün sürdüğünü, seslendirmeyi stüdyoda yaptıklarını, Yaren leyleğin kendisinin dördüncü çocuğu olduğunu, Yaren için her yıl "Acaba bu yıl da dönecek?" mi diye endişelendiğini ve Yaren göç ettiği zaman onun nerelere gittiğini merak ettiğini anlatırken, onun Yaren'e ne kadar bağlandığını ve Yaren'i ne kadar özlediğini gördüm.
                                 
Film başladığında Adem Amca'nın heyecanı doruğa çıkmıştı. O da filmi bizimle birlikte ilk kez seyrediyordu. Perdede gördüğü kendisi, karısı, Yareni, gölü, köyü, köylüleri, sandalı, kedileri, yani günlük hayatıydı. Hayat içinde yaşarken fark etmediği detaylar sinema perdesinden yansıyınca daha bir anlam kazanıyor olmalıydı.
Sandalyesinin ucuna ilişmiş halde ve zaman zaman da perdedeki Yaren ile konuşarak izledi filmi. "Bak, geldiğinde zayıftı, geleli beri kilo aldı." dedi bana bir ara.
Film boyu o filmi izledi, ben de onu…
Adem Yılmaz 8 yıl önce emekli olarak dönmüş köyüne Bursa'dan. Döndüğünün ikinci günü Yaren leylek konmuş kayığına. Adem Amca tüm sevecenliği ile ağındaki balıklardan vermiş leyleğe, leylek bir daha ayrılmamış yanından. Her yıl mart ayında gelmiş, Adem Amca'nın kayığına konarak "Ben geldim" demiş, eylül geldi mi de toparlanıp gitmiş. Hattâ Yaren bu sene köye ilk gelen leylekmiş. Şubat ayında gelmiş, filmin galasına kalmadan da gitmiş. 
Daha önce getirmiyormuş ama Yaren bu yıl eşini de getirmiş kayığa. "Eşi biraz daha çekingendi." diyor Adem Amca. Hep beyine öncelik veriyormuş. 
Yavrular yumurtadan çıkıp balık ihtiyacı daha artınca Yaren ve eşi kursaklarını balıklarla doldurup yuvalarına gidiyor, kursaklarındaki balıkları kusarak yavrularını besliyorlar, sonra tekrar kayığa geliyorlarmış. (Bir belgeselde suyu da yavrularına aynı şekilde, kursaklarında taşıdıklarını gördüm.)
"Her yıl gelen leyleğin Yaren leylek olduğunu nereden biliyorsunuz?" diye soruyorum Adem Bey'e, "Bu bir his." diye cevap veriyor bana. Aynı sorunun cevabını Alper Tüydeş ben sormadan veriyor, leyleği Drone ile izlediklerini ve leyleğin her yıl aynı yuvaya konduğunu tespit ettiklerini söylüyor. 
"Adem Amca hislerinde yanılmıyormuş demek." diyorum Alper'i dinlerken. 
Biliyorum ki insan hisseder. Biliyorum ki hayvan da hisseder...
Adem Amca tuttuğu balıkları satmaktan ziyade eşiyle dostuyla, leylekleriyle ve kedileriyle paylaşmayı daha çok seviyor. Film boyunca sahilde kendisini bekleyen, hattâ camiden çıkışta peşine takılan kedileri görünce onun doğayla ne kadar iç içe yaşadığına ve bu hayattan ne kadar büyük haz aldığına hepimiz şahit olduk.
****
Bu hikâyeyi ve bu hikâyenin film olmasının arkasındaki kişi ise, Karacabey Belediyesi çalışanı ve doğa fotoğrafçısı Alper Tüydeş. Bir kuş aşığı olan Alper aynı zamanda Karacabey Longoz Ormanları'nın tanınması için en büyük emeği sarf eden bir isim. Alper çektiği kuş fotoğraflarından sergiler açar, yörede doğayla ilgili gelişmeleri haberleştirerek basına servis eder. Kendisi aynı zamanda İHA muhabiridir. Daha önceki yıllarda dizilerde rol almıştır, medyayla ve sanat camiası ile epey yakındır. Bu yakınlıklarını da Karacebey'in Güzelliklerini tanıtmak için gayet iyi kullanır.

Bu arada; Türkiye’nin dört bir yanından üniversite öğrencilerine ilan edilen afiş tasarım yarışması sonucunda gelen yüzlerce afiş arasından Ömer Köse’nin tasarımı birinci seçilmiş ve filmin ulusal ve global tanıtımında kullanılmış.
Yapımcılığını Akın Esgin'in, yönetmenliğini de belgeselci Burak Doğansoysal'ın yaptığı bu film, Doğansoysal'ın içinde insan olan bir hikâyeyi perdeye taşıdığı film olma özelliğini de taşıyor. Film 4K video kalitesinde ve sinema kameraları ile çekilmiş. Drone çekimleri ile gölün ve köyün güzelliği kuş bakışı olarak yansıtılmış. Filmde gerçekte olmayan hiçbir şey yok. Film tamamen doğal ortamında çekilmiş ve tüm oyuncular köyün insanlarından seçilmiş. Filmde Adem Yılmaz'ın eşi Nuray Yılmaz da kendisini oynamış. Adem Amca'nın da dediği gibi, "Aile arasında..." çekilmiş sahneler.

Filmin ardından yapılan röportajda film ekibi adına konuşan Burak Doğansoysal, köy halkının kendilerine kucak açmasına duydukları şükranı ve şubat ayında başlayan çekimlerde köyün buz gibi soğuk havasını dile getirmeden geçmedi. Ha bir de Yaren gelecek mi endişesi ile başlayan çekimleri. Neyse ki çekimlerin ikinci gününde gelmiş Yaren. 
Ya gelmeseymiş...
Burak Doğansoysal
Film önce uluslararası festivallerde gösterilecek, daha sonra çeşitli mecralar vasıtasıyla izleyici ile buluşacak ve sinema salonlarının büyük perdelerinde ve donanımlı ses sistemleri eşliğinde çok daha lezzetli izlenecek.
Bizi doğayla ve insanla buluşturan bu filmi izlemek bana iyi geldi. Eminim ki izleyen herkese de iyi geldi.
Günümüz karmaşasından unuttuğumuz ya da artık görmediğimiz detayları gördük, her canlının arasında bazı canlıların daha başka bir ruh taşıdığını gördük.
Kaç bin yıldır bu köyde konaklayan leylekler ve yaşayan insanlar arasında bir Adem Amca ve bir Yaren Leylek daha oldu mu diye soruyor insan kendine. Kim bilir...
Olduysa da zaman içinde unutuldu gitti.
O yüzden,
İyi ki Alper Tüydeş bu hikâyeyi fark etti ve bunun ölümsüzleşmesi için çabaladı ve ortaya böyle kalıcı bir yapım çıktı...
Hava biraz serin (soğuk) olsa da açık havada film izlemek çok güzeldi…

Film böyleyken böyle.
Benim için ise leylek demek çocukluğum demek. 
Karacabeyli olunca leylek hayatın bir parçası oluyor haliyle. Baharın geldiğini leyleği görünce anlar, filmdeki çocuklar gibi neşeye kapılır ve bir elimiz saçımızda o meşhur tekerlemeyi söylerdik:
"Leylek gördüm saçım uzasın!"
Sırtüstü uzanıp, bacaklarını havaya kaldırıp, beni de ayaklarının üzerine alıp, "Leylek leylek havada, yumurtası tavada." tekerlemesiyle leylek gibi uçururdu beni babam. Sonra ben de kendi çocuklarımı uçurdum böyle.

İçinden leylek geçen şehirlerin leylek kültürü vardır aslında.
Leyleği havada görmek bütün seneyi gezerek geçireceğine delalettir mesela.
Leylekler bacasına yuva yaptıkları eve uğur getirirler. İnsanlar leylek yuvalarını bozmazlar.
Karacabey halinde her zaman yaralandığı için ya da yetişemediği için sürüden kopmuş leylekler olurdu eskiden. Hal esnafı o leylekleri besler ve korurdu. Hayatı hayvanlarla paylaşmayı ta o zamanlardan öğrendim belki de ben.
Leylekler elektrik direkleri üzerine ya da evlerin bacalarına yuva yaparlardı ama şimdilerde yuva yapılacak baca kalmadı. 
Leylek yuvaları birer apartman gibi. Yuvanın en üstünde leylekler, alt katlarında ise envai çeşit küçük kuş barınır.
Ha bir de; bebekleri hep leylekler(!) getirir.
19. yüzyılda başta leylekler olmak üzere göçmen kuşların bakımlarının yapılması amacıyla kurulan, Türkiye’nin ilk hayvan hastanesi Gurabahane-i Laklakan (Düşkün Leylekler Evi) şimdi ne durumda diye internette arama yaptığımda, bu binanın 2010 yılında restorasyon çalışmalarının bitirildiğini ve hizmete açıldığını gördüm. Umarım hâlâ hizmet veriyordur.. 
Konuşmaktan işini yapmayanlara "Lak lak etme!" deriz mesela. "Laklak" kelimesi Arapçadan geçme ve leylek anlamına geliyormuş. Fakat Türkçeye leylek adı, Farsça "legleg" kelimesinden geçmiş. 
(* Legleg'i İngilizce'deki leg-bacak ile yan yana getirebilir miyiz acaba? Malum, leylek demek bacak demek. Uzun bacaklı kişilere de leylek gibi demez miyiz? Bakın neler neleri çağrıştırıyor.)

Leylek Tarihi
Her yıl dönüp dolaşıp aynı bacaya gelip yuva yapan ve tek eşli yaşayan leyleklerin ortalama 30 yıllık bir ömürleri varmış. Daha genç olanları yaşlı ya da sakat olanlarla ilgileniyor; onları besliyor ve kanatlarıyla destekliyormuş. Bu yüzden Yunan ve Roma mitolojisi, leylekleri "ebeveynlere sadakat modeli" olarak gösteriyormuş. Leyleklerin yaşlanınca ölmediğine, adalara uçup insan şekline büründüklerine inanılıyormuş. Antik Yunanca leylek anlamına gelen "pelargos" kelimesinden türeyen ve "Pelargonia" adı verilen yasaya göre, yurttaşlar yaşlanmış ebeveynlerine bakmakla yükümlülermiş. Antik Yunan’da leylek öldürmek ölümle cezalandırılabiliyormuş. Ayrıca Yunanca "güçlü doğal sevgi" anlamındaki "storge" terimi, leylek anlamına gelen İngilizce "stork" kelimesinin de kökeni imiş. Romalılar da aynı biçimde çocukların ebeveynlerine bakmakla yükümlü olduğu "Leylek Kanunu" anlamındaki "Lex Ciconaria" yasasını geçirmişler. (Dahası burada.) 

Göç Yolları
Listelist.com'dan alıntılarsak: "Çoğunlukla Sahra Çölü’nün altında kalan tropikal Orta Afrika’dan Güney Afrika’nın güneyine ve hatta Hindistan’ın güneyine kadar olan geniş bir coğrafyada kışı geçiren leylekler, Avrupa ve Anadolu’dan Afrika’daki kışlaklarına göç ederken doğrudan Akdeniz üzerinden geçmezler. Denizin dar olduğu Çanakkale ve İstanbul boğazlarını kullanarak, doğuda İskenderun Körfezi, Amanos Dağları, Rift Vadisi uzantısını geçerek Süveyş Kanalı üzerinden Nil Nehri boyunca yollarına devam ederlerken, batıda da Cebelitarık Boğazı’nı kullanırlar. Yıllık olarak yaklaşık 530 bin leyleğin kullandığı doğu göç yolu, batı göç yolundan iki kat daha uzun olmasına karşın daha önemlidir. Ayrıca leylekler kışlaklarına her iki yoldan da aynı sürede varabiliyorlar.
Avrupa’ya ortalama 49 günlük bir yolculuktan sonra mart ayı sonunda ulaşırlarken, Afrika kıt'asına doğru yaptıkları sonbahar yolculuklarının yaklaşık 26 günde tamamlandığı görülür. Arkadan gelen rüzgar ve göç yolu üzerindeki besin azlığı, leyleklerin av bulamadıkları bölgelerin üzerinden daha hızlı uçmalarını sağlar. Hayatlarının büyük bir kısmını göç yollarında geçiren leylekler, yılda 10 bin km’ye varan bir mesafe katederler. Süzülerek uçmalarını sağlayan sıcak hava akımları sayesinde hiç kanat çırpmadan günde ortalama 400 km uçabilirler." 
Leyleklerin Türkiye'deki Rotaları 
Kuş Uzmanı Kerem Ali Boyla'nın Magma Dergisi'ndeki röportajında leyleklerin, Marmara Denizi’ni İstanbul veya Bursa üzerinden geçtikten sonra Eskişehir, Kütahya, Afyon ve tam Konya şehrinin üzerinden, Toroslar’ın eteklerinden Karaman’a doğru, Karaman’dan da güneye Mersin’e ya da Pozantı’dan Çukurova’ya ve Çukurova’dan sonra Antakya üzerinden Suriye’ye geçtiklerini gözlediklerini söylüyor. İstanbul'un leylekler için tehlikeli bir geçiş olduğunu, her tarafı beton olan bu şehirde dinlenebilecekleri güvenli sulak alan ve tarlalar bulamadıklarını, onun için birçoğunun akşam saat 3-4-5 olduğunda İstanbul’un doğu ucuna ulaşamayacağını hissederek yarı yoldan geri dönmek zorunda kaldıklarını ve leylekler için İstanbul ve Marmara Denizi geçişinin yüksek ölüm oranı getirdiğini, bu geçişin ciddi bir vakit ve enerji kaybı olduğunu söylüyor.
(Dahası burada.) 

İpler ve Naylonlar
Doç. Dr. Ortaç Onmuş, "Bugüne kadar yaptığımız çalışmalarda halkaladığımız 100 leylekten 6'sının ayaklarına ip ya da poşet dolanması sonucu öldüğünü tespit ettik." demiş. Leylekler balya iplerini, doğaya atılan çöp ve poşetleri, yuvaları yumuşak olsun diye yuvalarına getiriyorlarmış. Bu ipler leyleklerin ayağına dolaşınca onların ayaklarını kopartıyormuş. Onmuş, "Çiftçilerimize ve köylülerimize balya ve saman iplerini doğaya atmamasını tavsiye ediyoruz." diyor.

Yavru leylekler üredikleri yere dönüyor mu?
Doç. Dr. Ortaç Onmuş'un açıklamalarına göre; leyleklerde sadece erişkin bireyler üredikleri yere geri dönme eğilimine sahiplermiş. Yavru leyleklerin yarısından fazlası doğduğu, yumurtadan çıktığı bölgenin dışına gidiyorlarmış.
(Dahası burada.)

Leylekler ve elektrik direkleri 
Prof. Dr. İsmet Arıca ve eşi Ziraat Mühendisi Franziska Arıca'nın bölgedeki leyleklerin gittikçe azaldıklarını görmeleri üzerine yaptıkları çalışmalar ile bölgede leylek bilinci uluslararası düzeye yükselmiş. Tüm alçak gerilim hatları izole edilerek leyleklerin elektrik kaynaklı ölümleri en aza indirilmiş. Son 11 sene içinde toplam 130 elektrik direği üzerine leyleklerin barınabileceği yuvalar yapılmış. Buralar 1994 yılında Uluslararası Ramsar sözleşmesi ile koruma altına alınmış.
(Dahası burada.)  
Günün fotoğraf albümü burada:
Eskikarağaç köyünden ve müzeden birkaç görüntü burada:

Anlaşılan leylekleri anlatmakla bitiremeyeceğim ben.
Yazının sonunda La Fontaine'in Leylek ile Tilki fablını size bırakıyorum, ben yazımı Bekir Coşkun'un 28 Ağustos 2002 tarihli yazısından bir alıntı ile tamamlıyorum:

"Havalar soğumaya başlayınca, leylekler düz tarlalarda büyük kurultaylarını toplarlar.
Tak tak tak...
İnanılmaz büyük tartışmalar olur, bazen müzakereler günlerce sürer ve her zaman aynı karar çıkar:
Gitmek...
Buradan kalkıp, Toros Dağları'nın güney eteklerinde son molayı verdikten sonra, Basra Körfezi ile Nil Deltası'na uçarlar. Kışın soğuk günlerini oralarda geçirip, ilkbaharda alay alay, ağızlarında gözükmeyen kundaklarla dönerler.
Gidişleri hüzün, dönüşleri sevinçtir.
*
Tıpkı bizim umutlarımız gibi.
Umutlarımız bir gider, bir döner.
Her dönüşte bir kundak umarız.
Kimi zaman bir iş, kimi zaman bir yatırım, kimi zaman bir yuva, kimi zaman bir diploma, kimi zaman bir yüzük, kimi zaman bir sözcük.
Her birimizin yaşamında leylekler uçuşur.
Hep leyleğin ağzındaki kundağı bekleriz.
Gider leylek...
Döner leylek..." 

18 Eylül 2019 Çarşamba

Mustafakemâlpaşa'nın Kıymetleri

Geçen yılın 15 Temmuzunda Mustafakemâlpaşalılar Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği PAŞADER'in düzenlediği basın gezisinin davetlisi olarak Mustafakemâlpaşa'ya gitmiş, bu gezi vesilesi ile Mustafakemâlpaşa ve civarının bilinmeyenlerini keşfetmiştim.
Mahmut Uçakcan kulağıma PAŞADER'in bu yıl yine aynı geziyi düzenlediği ancak rotanın bu kez farklı olduğunu, rota üzerinde bir de "arkeolojik alan" olduğunu fısıldayınca geziye katılmamazlık edemezdim elbet.
15 Eylül sabahı yine aynı yerde buluşarak iki otobüs halinde çıktık yola. Mustafakemâlpaşa'ya anayoldan gitmek yerine direksiyonu Bakırköy'e kırdık ve Bakırköy ve diğer köyler üzerinden, dağlardan tepelerden geçe geçe ilk mola noktamız olan Karaoğlan Köyü'ne ulaştık. 
Otobüslerden indiğimizde gözüme ilk çarpan Karaoğlan Manda Evi'nin girişinde BEBKA, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Mustafakemalpaşa Belediyesi'nin levhaları oldu. 
Karaoğlan Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği
Daha sonra öğrendiğime göre "Manda Evi", eski muhtarlık binası yenilenerek 12 Temmuz 2019 tarihinde açılmış. Bir vesile ile evin içini gezdiğimde köyün tarihini ve geleneklerini yansıtan pek çok eşya karşıladı beni. Eski zaman gelinliği, yöresel giysiler, damatlık üzerine geçirilen el işleri ile işlenmiş elbise örtüsü, kaneviçeler, çevreler, nakışlar, yer minderleri, duvar halıları, testiler, tarım alet edavatı, yayık, küfe, su ağacı (Uçlarına bakraç takılarak omuzda taşınan ağaç), hamur teknesi, binet (ekmek olacak hamurların, yani bezelerin konulduğu ağaçtan, gözlü bir araç), öküz arabalarının tekerleklerini yağlamak için kullanılan manda boynuzundan yapılma yağdanlık (Hüner Şencan 'Öküz Arabası'nı ele aldığı yazısında bu yağdanlığın kullanımını şöyle anlatır: "Arabanın kanatlarından birine öküz veya manda boynuzunun uç kısmından kesilerek yapılmış bir yağdanlık asılır. Bu yağdanlığın içine biraz uzunca, sert bir horoz tüyü yerleştirilmiştir. Bu tüy, yağlama işlemi için fırça vazifesini görür. Arabanın dingili, gacur gucur diye ses çıkarmaya başladığı zaman yaprak içine horoz tüyü kullanılarak neft yağı sürülür veya akıtılır.") ve daha pek çok eşya köylünün evinden çıkıp bu eve gelmişti. İyi ki de gelmişti. Yoksa unutulan gelenekler gibi o eşyalar da orada burada kalarak unutulacak, kimsenin beğenmediği ve kullanmak istemediği çöpler haline gelecekti.
Şimdi kahvaltı zamanı
Sabah kahvaltımız Karaoğlan Köyü Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği kadınları tarafından hazırlanmış, masalar manda sütünden yapılma yoğurtlarla, peynirlerle, sucuklarla donatılmıştı. Köyün tavuklarının yumurtaları ile köyde yetişen domatesler, biberler, salatalıklar ve zeytinler masada yerini almıştı. 
Köy kadınları tarafından yapılan tarhanadan kaynatılan tarhana çorbasından da içelim, sıcacık süt ikramını da geri çevirmeyelim, lokmadan bir lokma, poğaçadan yarım parça, böreğin ucundan kıyısından derken epey sağlam bir kahvaltı ile başladık güne.
Bir yandan da Manda Evi adını ve Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği'nin kuruluş hikâyesini merak ettik.
Dernek Başkanı Gülcihan Ayaz merak ettiğimiz ne varsa hepsini anlattı bir bir. 
2. Doğa Koruma Bölge Müdürlüğü'nün yapmış olduğu bir proje doğrultusunda ortaya çıkan Manda Evi'ne mandanın neden isim anneliği yaptığını öğrendik. Karaoğlan Köyü Uluabat Gölü sınırları içerisinde ve otlakları verimli olması sebebiyle bataklık, sulak alan ve sazlık meraları seven mandanın yaşaması için elverişli bir köy. Gülcihan Ayaz mandanın asla asimile olmadığını ve devamlılığını sağladıklarını söylüyor. O yüzden de derneğimize Manda Evi dedik diyor. Çünkü manda; etiyle, sütüyle, yoğurduyla verimli bir hayvan. Dernek olarak başlıca hedeflerinin mandayı ve manda ürünlerini daha fazla kişiye ulaştırarak mandayı dünyaya tanıtmak olduğunu söylüyor Gülcihan Hanım.
MANDA'ya daha yakından bakalım
Mandanın coğrafi kökeni Hindistan, Çin ve Güneydoğu Asya
Mandanın tercih sebebi etçi, sütçü ve yük taşıma (Kombine Irk) olması
Mandanın fiziksel Özelikleri
• Canlı ağırlık erkeklerde 800-1000 kg, dişilerde ise 600-700 kg arasında.
• Cidago yükseklikleri (memeli hayvanlarda ön bacaklarının en tepe noktasından, yani sırtın ön tarafından yere kadar olan düşey mesafe) erkeklerde 145 cm, dişilerde 135 cm civarında.
• Renkleri siyah ve koyu kahve.
• Erkeği ve dişisi boynuza sahip.
• Derileri sığırlara göre daha kalın.
• Mandanın canlı ağırlık artışı gün başına 1000-1500 gr arasında.
• Bir laktasyon döneminde süt verimi 5000 lt civarında.
• Et verim oranı %50 civarında.
• Sütü %8 civarında yağ oranına sahip.
• Eti özelikle sucuk yapımında kullanılır.
• Sütü sığır sütüne oranla daha değerli.
Mandayı daha yakından tanımak için şu yorumu da paylaşmadan edemeyeceğim:
"Ülkemizde dombey, camış, camız, kömüz gibi isimlerle anılan bu tür, suyu ve çamuru çok sevdikleri için İngilizce ismiyle Water Buffalo olarak bilinmektedir. Ataları yabani olan bu ırk yapılan ıslah çalışmalarıyla evcilleştirilmiştir. Sığırlara kıyasla daha sert mizaçlı ve huysuz görünseler de sahibine kısa bir zamanda alışmaktadır. Tohumlaması sığırlara nazaran geç gerçekleşen mandalar 6 yaşına kadar olgunlaşmaya devam ederler ve yaşamları 30 yıla yakın devam eder. Sığırlara oranla daha az süt verimi elde edilir ancak sütünün kalitesi fiyatından da anlaşılacağı gibi büyük bir fark yaratır. Manda sütü aroması ve kalitesi bakımından genellikle yoğurt ve kaymak yapımında tercih edilir. Meşhur Afyon Kaymağı'nın manda sütünden yapıldığını söyleyebiliriz."
Kaynak: Çelik Çesa

Bu arada unutmadan, Karaoğlan Manda Evi tüm konuklara hizmet veriyor ve bahçesinde yer alan mekânlarda ev yapımı ürünler satılıyor.
Bizi sağlıklı ürünleri ve güler yüzleriyle ağırlayan Karaoğlan Köyü kadınlarına teşekkür ederek ayrılıp, Paşalar Kazı alanına gitmek üzere yola çıkıyoruz. 
****
Otobüste bizimle birlikte olan Nafiz Sekiz Mustafakemâlpaşa'yı, PAŞADER Başkanı Kıvanç Atmaca 1992 yılında kurulan derneklerini ve dernek çalışmalarını, Mustafakemâlpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar da Mustafakemâlpaşa'yı ve projelerini anlatıyor. 
Atmaca'nın "eğitim"den bahsettiği anda köy okulu olduğunu düşündüğüm boş ve virane bir binanın önünden geçiyoruz. Aklıma köylerde genç nüfus azaldığı için okula gidecek çocuğun tek tük kaldığı, onların da diğer köy okullarına taşındığı Taşımalı Sistem ve yarattığı sıkıntılar geliyor. Tarımın cazibesini kaybedişini, gençlerin köyden ayrılışını ve daha pek çok sorunu barındıran, faturanın "diğer köyün okuluna giden çocuklara" çıktığı bir sistem bu. 
Bu vesile ile CHP eski milletvekili Kemal Demirel'in taşımalı sistem ve kapanan köy okullarına dikkat çekmek için yaptığı çalışmaları ve bunların fotoğraflarından oluşturduğu serginin yazısına gidip, bir kez daha "Okulu olmayan köyler" ülkesi olduğumuzu hatırlayalım...

Yolumuz üzerindeki pek çok köyün içinden geçerek, bir yandan da göç için toplanan leylekleri ve çalışmak üzere kendi köylerinden kalkıp buralara gelen mevsimlik tarım işçilerini görerek ilerliyoruz. Yol bizi Mustafakemâlpaşa'ya getiriyor. Şehre doğu yönünden giriyor, Mustafakemâlpaşa'yı ikiye ayıran Kirmasti Çayı'nın üzerindeki Kirmasti Köprüsü'nden geçerek İzmir yoluna çıkıyoruz. Oradan da Paşalar istikametine yöneliyoruz. 
Gideceğimiz yer "Paşalar Kazı Alanı".

Yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk sonrası Paşalar Köyü'ne varıyor, araçlarımızı köyde bırakarak kazı alanına yürüyerek çıkıyoruz. Burada bizi Prof. Dr. Berna Alpagut ve ekibi karşılıyor. 
Doğa tarihi araştırmalarının yapıldığı bir alan olan Paşalar Kazısı, Kültür Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Paleoantropoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berna Alpagut tarafından 1983 yılında başlatılmış. Linyit kömürüyle yaşıt olan hayvanların kemik ve dişlerinden oluşan Fosil Yatağı'nın tarihi 15 milyon yıl öncesine kadar uzanıyor. 
Bölgedeki mermer yataklarındaki kalsiyum karbonat, fosillerin sertleşmesine önemli etken olmuş ve dayanıklılığını artırmış. Burada yaşayan atlar, zürafalar, gergedanlar, filler ve daha birçok etçil ve otçul hayvanlar, özellikle filler büyük önem taşıyor. Litaratüre Gamphotherium Paşalarensis olarak geçen fil sadece bu yörede bulunmuş.

Fosil Yatağı nasıl bulundu?
Bundan yıllar önce, 1965-1969 yılları arasında yapılmış olan Türkiye Neojen Linyit Araştırmaları Programı sırasında orman yolu açılırken, kepçeye takılan kalıntıların MTA'ya götürülmesi ile birlikte yapılan çalışmalar sonucunda burada çok önemli bir fosil yatağı olduğu keşfediliyor. Fosil yatağında ilk kez 1969-1970 yıllarında Paleontolog H. Tobien sadece iki dönem kazı gerçekleştiriyor ve 1977'de ilk yayını çıkartıyor. 1983’ten beri TC Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve finansal desteği ile sistemli olarak yürütülen kazılar Prof. Dr. Berna Alpagut kazı başkanlığında yapılıyor. 36 yıldır devam eden kazılardan çıkan kalıntılar (Kültürpark içindeki) Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Bursa Arkeoloji Müzesi
Doğa tarihi demiştik. Berna Hocanın anlattığına göre, Gönen Çanağı denen geniş düzlüğün güney ucunda ince bir şerit gibi uzanan bu yatakta pek çok memeli hayvan türü yaşamış.
Sözü kendisine bırakırsak:
"Paşalar’da bulunan memeli hayvan grupları genç ormanlık, sık yer bitki örtüsü, açık otlaklar şeklinde bir açık habitatta yaşamışlardır. Bu habitat Afrika’nın tropikal ormanlarında yaşayan memeli hayvanlar ile benzerlik göstermekte ve tropikal/yarı-tropikal mevsimsel bir iklim ile Hindistan'ın Sal bölgesine benzemektedir. 63 adet memeli hayvan türünü içeren tekil ve zengin bir hayvan topluluğu olan Paşalar fosil lokalitesinden elde edilen bilgilere göre; Etçiller, küçük memeli hayvan aileleri, Otçullar, Toynaklılar, Gergedangiller, Atgiller, Domuzgiller ve Hortumlugiller gibi ailelere ait fosil örnekleri ele geçmiştir. Etçil örnekler Ayıgiller (Ursidae), Sansargiller (Mustelidae), Sırtlangiller Hyaenidae), Kedigiller (Felidae), Misk kedisigiller (Viverridae) ve Ayıköpekgiller (Amphicyonidae) ailelerinden oluşur. Çok sayıda etçil materyali içerisinde çok az sayıda bulunan ve sadece iki birey ile temsil edilen Amphicyonidae günümüze kadar bulunan fosil taksonlar içerisinde Anadolu’nun en iri yırtıcısı durumundadır."
Kaynak: Aktüel Arkeoloji
Paşalar Kazı Evi Yerleşkesi
Berna Hocaya doğayla iç içe bir ortamda çalışmak çok hoş olmalı dediğimde, bu binanın ve bu şartların henüz çok yeni olduğunu, öncesinde şartların "epey" farklı olduğunu söyledi. 
Bu kadar meşakkatli bir iş tutku olmadan, aşk olmadan yapılmaz haliyle. Berna Hoca 36 yılını vermiş buraya. Koskoca bir ömür. İğneyle kuyu kazmak denir ya, tam da öyle. Ve arkeolojik kazılar bir bayrak yarışı gibi. Biri başlar, kim bilir kim bitirir...
Prof. Dr. Berna Alpagut ile
Tabakta Fil
Kazı çalışmaları sırasında bulunan ve Paşalar'a özgü bir fil türü olan 15 milyon yaşındaki fil (Gomphotherium Pasalerensis - Paşalar Fili), 4004 TÜBİTAK Projesi kapsamında, hatıra tabağına dönüştürülmüş. Paşalar fili günümüz fillerinden küçük ve dişleri dışa değil içe dönük.
Paşalar Fili
Kazılara desteklerini esirgemeyen Mustafakemâlpaşa Belediyesi'ne ve kazılara ev sahipliği yapan Paşalar Köyü'ne ithafen, Belediye Başkanı Mehmet Kanar ve Muhtar'a takdim edilen bu tabaklar Nilüfer Halil İnalcık Bilsem ve Mustafakemalpaşa Bilsem ile yürütülen Düş Kazısı Projesi kapsamında üretilmiş.

Suuçtu Şelâlesi bildiğiniz gibi 
Kazı alanından ayrılıp Suuçtu'ya doğru hareket ediyoruz. Turizm yönünden cazip bir yer olan şelâleye giden yolda trafik zaman zaman yoğunlaştığında yeni bir yol daha açmak zorunda kaldıklarını söylüyor Başkan Mehmet Kanar. (Yeni bir yol açacak kadar yoğunluk oluyor mu bilemedim. Yol açmak için ne kadar ağaç kesildiğini düşündüm de…) Biz de henüz bitmemiş olan o yoldan çıkıyoruz Suuçtu'ya. Yol tamamlandığında bir yol gidiş, bir yol dönüş olarak kullanılacakmış. 
Suuçtu nasıldı derseniz, hep bildiğiniz gibi. 
                               
Sular 36 metre yüksekten uçup duruyor ve sular rüzgâr ile uçuşurken bazen suyun tozu sizin de üzerinize geliyor. Bazen de uçuşan o sular gökkuşağını oluşturuyor. Piknikçiler yine mangallarını yakmış, cızır bızır etlerini pişiriyorlar. 
Şelâlenin olduğu yerde mangal yakmak ve aşağıya araçlarla inmek yasak. O yüzden mangalcılar ve araçlar yukarıda. Lakin ormanlık alan içinde, ağaçların adeta dibinde yakılan bu ateşleri görünce insanın içi cızzz ediyor. Ya tutuşuverirse ağaçlar birden, ya yanıverirse bu güzellik! İtfaiye yetişir mi, itfaiye yetişene kadar yangının büyümesine engel olacak bir sistem var mıdır, yoksa orman "Allah'a emanet" sistemiyle mi korunuyordur?
Suuçtu Şelâlesi'ni kâh arkamıza, kâh önümüze alarak fotoğraflar ve videolar çekiyoruz.  
Topluca çekilen fotoğrafın ardından öğlen yemeğimizi yemek için hazırlanmış sofranın başına oturuyoruz. 

Yemek esnasında Başkan Kanar Mustafakemâlpaşa'nın ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimi ile sanayi bölgesinin büyütülmesi projelerini anlatıyor. 
Kanar, halkın Büyükşehir Belediyesi sorumluluğundaki konuları da kendi sorumluluklarında zannettiklerini, bu konuda sorunlar yaşandığını, bunları en kısa zamanda çözmeyi hedeflediklerini söylüyor.
Yemek faslının ardından bu kez de Tümbüldek Kaplıcaları için yoldayız. Yeşillikler içinde döne döne iniyor, yolda yine pazar piknikçileri ile karşılaşıyoruz. 

Tümbüldek Kaplıcaları
Tümbüldek Kaplıcaları hep duyduğum ama hiç görmediğim bir yerdi. Tümbüldek'in tarihçesine göz attığımda; 1895 yılında Eczacı Şeref Bey tarafından yaptırılmış olan hamam, mirasçıları tarafından Özel İdareye satmış, 1935 tarihinde de belediye hamamı satın almış. Kadınlar ve erkekler kısmı bulunan Türk yapısı iki kubbeli hamam, zamanın Belediye Başkanı Mahmut Çolakoğlu (1973-1980 yılları arasında görev yapmıştır) tarafından onarılmış ve civarına dinlenme evleri yaptırılmış. Yapılan analizlere göre; soğuk kaynak 21 derece, sıcak kaynak suyu 50 derece imiş. Her ikisi de kimyasal yönden aynı özellikleri taşıyormuş. Sodyum-kalsiyum bikarbonatlı yapıdaki bu suların mineral miktarı litrede 2,8 ve 2,7 gram imiş. Soğuk suda 700 mg/lt, sıcak suda 400 mg/lt CO2 bulunuyormuş. Sularda amonyum olmasına karşın, nitrit bulunmaması insan ve hayvan kaynaklı kirliliğin olmadığını gösteriyormuş.
Böylesi kıymetli bir hazineye sahip tesis yeterince verimli kullanılıyor mu, hizmet ve hijyen konusunda nerede, onu yaşayarak görmek lazım. Karşıdan anlaşılmıyor malum...

Şok Mangası
Tümbüldek'ta bir çay içimi nefeslenirken 10 kişilik bir Şok Mangası ile tanıştırılıyoruz. Mustafakemâlpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar, vatandaşlardan gelen şikâyet, talep ve önerileri yerinde görüp inceleyerek çözüm bulacak olan 10 kişilik ekibin 16 Eylül itibarıyla göreve başlayacaklarını söylüyor. 
6'sı kadın, 4'ü erkek 10 kişilik ekibin tamamı üniversite mezunu ve kamudaki çeşitli birimlerden sorunlara acil müdahale ve çözüm için eğitimler almışlar. Umarız ki bu ekip bire bir görüşmeler ile hedeflenen çizgiyi yakalar.
Konuşmaların uzaması ve saatin geç olması hasebiyle programa yer alan un fabrikasını bir dahaki geziye bırakıp, daha fazla oyalanmadan Bursa'ya doğru yola çıkıyoruz.
Dönüş yolculuğunda sabahtan beri gördüklerim geçiyor aklımdan.
Zengin bir doğa, zengin bir kültür ve üzerinde yaşanan fakir hayatlardı hep gözüme çarpan.
Moloz Dökmek Yasaktır yazan yerlere dökülen molozlar, etrafa saçılan çöpler, yıkılmaya yüz tutmuş viran evler, mevsimlik tarım işçilerinin iptidai şartlarda barındığı çadırlar, köy kahvelerinin değişmez insanları, ortada pek görünmeyen gençler, öğrencisizlikten kapanan okullar, mermer ocaklarının sularının karışarak beyaza boyadığı dereler, yemyeşil dağlar ve yemyeşil dağların ortasında yer yer açılan ocaklar, ekili tarlalar, hasat edilmiş tarlalar, üretime daha aktif olarak katılmak isteyen, daha sosyal yaşamak isteyen, kocalarından önce günceli yakalamış kadınlar ve özlediğimiz tatlar, özlediğimiz kokular...
Şehir hayatı içinde delice bir hızla yaşarken ne güneşin batışını ne de ayın doğuşunu görebiliyoruz yeterince. Toprağa basmadan betonlar içinde yaşayıp, şehrin ışıklarından gökyüzündeki yıldızları seçemiyoruz.
Yeşili özlüyoruz, maviyi özlüyoruz, toprak kokusunu, ağaç kokusunu, doğa kokusunu özlüyoruz.
Bulduğumuz anda hepsine sarılıyor, sonra da hepsini geride bırakıp kendi çöplüğümüze geri dönüyoruz. 
Demem o ki;
Doğanın medeniyetle buluştuğu, modernleşmenin doğayı katletmediği bir ülkede yaşamaktır arzum.
Yapan yapıyorsa biz de yapabiliriz değil mi?
Her şeyden önce kıymet bilmeyi ve kıymet vermeyi öğrenmek lazım.
Öğrenenlerin öğrenmeyenlere öğretmesi lazım.
Renkler içinde griyi seçersek, aynı gride hepimiz boğulacağız, bunu hiç unutmamak lazım...

Gezinin fotoğraf albümü için tıklayınız
Bir önceki gezinin yazısını okumak için tıklayınız:

7 Eylül 2019 Cumartesi

Susamam, Susmam!

Anadolu'nun türküleri kan kokar, sarayın şarkıları aşk.
Türkülerde kan tadı gelir dilinize, şarkılarda mey.
Anadolu savaşır, saray sevişir.
Anadolu ağıttır, acıdır, kayıptır, yokluktur, kıtlıktır.
Saray varlık, bolluk, naz, niyaz, sevda.
Saray hicran, Anadolu acıdır...
Türküler Yemen olur, Çanakkale olur, Muş olur ağlar yitip gidenine.
Sarayın şarkıları "Ey büt-i nev edâ" dizeleriyle diz çöker sevdiğinin önünde...

Herkes kendi yaşadığını dile getirir nihayetinde.
Kim ne yaşıyorsa onu bilir, onu söyler, onu dinler.
****
Son yıllarda, özellikle de son günlerde hızla yuvarlandığımız çukura düşmemek ve orada boğulmamak için hangi dala tutunacağımızı şaşırdık.
Nereye baksak cinayet, katliam, taciz, tecavüz, istismar, sadece dağda değil, sokakta, trafikte, okulda, hastanede, her yerde terör. 
Yukarıdan bir yardım gelir mi desek; yukarıda yalan, dolan, hırsızlık, ahlâksızlık, hepsi kol kola halay çekiyor, üstelik düşene bir tekme de halay başı vuruyor.

Haksızlık, adaletsizlik ve bozuk düzen sonunda sokağı dile getirdi.
Sokağın kalbinden, kalbinde dünyayı taşıyan sokaktan yükseldi ses.

Rapçi Şanışer, 17 şarkıcıyla birlikte seslendirdiği #Susamam şarkısına çektiği 14 dakika 55 saniyelik klip ile susanlara ibret olsun diyerek "SUSAMAM!" dedi.
Sen de fark et, sen de SUSMA! dedi.

Kadına şiddet, kadın hakları, çevre, doğa, eğitim, adalet, hukuk, kuraklık, su, Türkiye, İstanbul, gurbet, dünya, intihar, sokak, trafik, faşizm, hayvan hakları ve "sorgulama" başlıkları altında bir çalışma çıktı ortaya.
5 Eylül'de YouTube'a yüklenen video (an itibarıyla 8.785.986) 10 milyon izlenmeye koşuyor.
Pek çoğumuzun içini çeke çeke karalar bağladığı ne varsa "Bir Kısım Gençlik" şak diye önümüze serip, şakır şakır dile getirince şrak diye tokat yemiş gibi olduk. Dünyanın yükünü hep biz çekiyor, geleceğin sorumluluğunu hep biz taşıyoruz zannediyorduk.
"Bir Kısım Gençlik"in de aynı duyarlılığa sahip olduğunu, üstelik susup oturmadıklarını görünce değişimi de gördüm bir yandan.
Evet, bu 17 yılda sokak da değişti.
Ezilen kitle neden ezildiğini sorguluyor, kendilerini ve dünyayı ezen koca ayakları ısırıyor, tırmalıyor, sarsıyor. Hattâ bazen de ezenleri yıkıyor...
"Susamam!"ın videosunu izlerken gözleriniz altta yazan sözleri takip etmekte zorlanıyorsa ve ne söylediklerini anlayamıyorsanız eğer diye sözlerin tamamına yazımda yer verdim.

SUSAMAM!
Günler koşuşturmakla geçip giderken
Neden var olduğunu unuttun
Neden olduğun sorunlarınsa farkında değilsin
Gülmek eğlenmek istiyorsun
Sorunlara çözüm bulmak gibi bir derdin yok
Hayat zaten çok zor
O yüzden müzik seni eğlendirsin
Gerçeklikten uzaklaştırsın istiyorsun
Ama biz müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz
Bizimle gel
Başlayalım mı?

[Fuat] (Doğa)
Cengiz Han zamanı akan nehirde
Elini yıkamanın bedeli ölümdü
Göç edip çürüdük
Çöp kusarak üç denize sıçan bi' hale büründük
Egzoz gazı soluyan
Sağı solu belli olmayan
Mangala gitti maganda!
Orman yanar
Tabiatın gözleri kan ağlar
Kibir yaptı tavan
Fabrika bacası basar
Atom reaktörü, çöpü hasar
"Electro smoke" ile her an atakta
İnsan en büyük parazit
Gezegene bak lan!
Hayvan kadar olamadı beşer
Ortama uyamadı revize eden
Faturasını gelecek nesil öder
Kıyamet şur'da "mal" gibi izle!

[Ados] (Kuraklık)
Abi yapma!
Atma şu izmaritini denize
Geri alamazsın
Gün gelir o pisliğini attığın denize hasret kalırsın, bakamazsın!
Kurak Afrika görüntüleri uzak değil
Çocuğun büyüdüğü yer sulak değil
Çünkü yok ettik gölleri, nehirleri, ırmakları, HEPSİNİ!
Nasıl acımadık?
İnanamıyorum
Elimizde varken hiç değerini bilmedik
Plastikle dolmuş mideleri hayvanların buna hiç mi üzülmedin?
Nette paylaşmaksa yetmez
Bi' şeyler yapmalı

SUYU KİRLETMEYİN!
Su gibi aziz olsun ülkem
Onun can damarlarına
Bu zehri vermeyin!

[Şanışer]
Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!
Yenilir hiç olurum fark etmezler!
Susma, susamam!
Korkma yanıma gel!

Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!
Yenilir hiç olurum fark etmezler!
Susma
SUSAMAM!

[Şanışer] (Hukuk)
Ben bi' beyaz Türk'üm Yasalarım Anglosakson ama kafam Ortadoğulu
Apolitik büyüdüm, hiç oy vermedim
Kafamı tatile, gezmeye, borca yordum
Adalet öldü, ucu bana dokunana dek sustum ve ortak oldum
Şimdi tweet atmaya bile çekiniyorum
Kendi ülkemin polisinden korkar oldum
Üzgünüm ama senin eserin ülkedeki umutsuz nesil
Senin eserin bu mutsuz kesim ve bu kurşun sesi!
Sebebi nedir bilmeden hapiste çürüyen o suçsuz sefil
Senin, senin eserin, senin eserin bu korkunç resim
Bu yorgun sesim
Fakirin vergisiyle yatına, katına katana salak
Haşere geri yolsuz vekil seni, senin eserin!
Sen hiç yıkanmadın
Ölümle bi' kez bile tıkanmadın
Elinde 3. dalga karton bardak kahve
Tek derdin o özenti "Start-Up"ın
Şimdi kapını kollaması gereken adalet gelir acımaz
Vurur kırar kapını
Çünkü çocuk öldü vuran memurdu diye "Haklıdır" dedin
Sesini çıkarmadın, yani suçlusun!
Çünkü iki gün üzülüp sonra gözündeki nehri kuruttun
Tuğçe ve Büşra'nın katilini serbest bırakan hakimin adı neydi unuttun!
Şimdi başına bi' şey gelse şeh'rin hukuk mu?
Bi' gece haksızca alsalar içeri seni
Bunu haber yapıcak gazeteci bile bulamazsın
HEPSİ TUTUKLU!

Salınan katillerin aldığı canlar (Geri gelmeyecekler!)
Haksız yere hapiste geçen yıllar (Geri gelmeyecekler!)
Sen sustun, ses etmediğinden bindiler tepene
Haklarını elinden aldılar ve güzellikle geri vermicekler

[Hayki] (Adalet)
"Adalet" sözde mülkün temeli
Tıkamış kulağını duymaz ne dediğini
Âdeti, töresi, geleneği söyle
Giden kötüydü de gelen iyi mi?
Bu medeni mi?
Biz yiyemiyo'ken senin kürkünün bile yemediğini
Sizin polisiniz silahını çekip güpegündüz ortalıkta vuramaz dilediğini
Medya, basın, hukuk, asker hepsi sizin için çalışırken
Aslen güneş bile üzerine doğuyo bu çocukların
İşe gidip geliyolar canlarına kasten
Silahınızı kin!
Bu çektiğimiz bizim günahımız değil
Planınız iyi!
Ben bilmem bunun inananı kim?
Ama bilirim, gel
Silahımız dil!

[Server Uraz] (Hukuk)
(Bu Server Uraz)
Ben sesiyim kayıp neslin
Sansürü olamam ayıp resmin
Ekibimi bu mezardan çıkarabilmek için hep gözlerim açık, uyanık ayık gezdim
Sopa, bıçak ne yazar ki? Zayıf hepsi!
Öncelikle olmalı akıl keskin
Sabır bey'nimi yiyip bitirirken yağmur gibi yağanları yakıp geçtim!
Müzik yapmak dışında bi' bok yemedim!
Polis tutukladı bi' şeyleri problem edip
Yine duruşmadayım sen konsere git
Ben aynı takım elbisemle 10 senedir
Biri dönüp desin bana "Çaban boş yere değil"
O gün kalbimi, ruhumu komple veriyim ama
Yargı gelip arıyor bedeli
Yaşıyorum cehennemi, yanıyor bedenim

[Beta] (Türkiye)
Merhaba Türkiye (3B)
Bende var hüviyet (T.C.)
Yaşamaya çalışıyoruz hasbelkader gitmeden katakulliye
Ekrana süs diye çıkan şarlatan, hep fanatik biri!
Fesatlık, kötü niyet salgın gibi
Eder daha manipüle!
Bu bir temsil ya da piyes!
Bu uçaksa bu türbülans!
Komşumuzdu Suriye
Şimdi bu gemideki vatandaş mı? (Yurttaş mı?)
Huzurda değil ölü bile topraktakilerin ahı var
Sadece gazeteydi "Hürriyet"
Sen olabildiğince özgür ol!

[Asil Slang & Zen-G] (İstanbul)
Hepimizi bi' lokmada yutuveriyo'
Pis boğazlı İstanbul!
En iyi zamanları törpülüyo'
Çözülemeyen gizemli esrar bu!
Taşı toprağı altın (altın)
Eli verdim, kolu kaptı (saldır)
Ulaşım, eğitim, yargı (yardım)
Şeytan zehrini saldı (saldı)
Paranız olmalı, ya da birileriyle aranız olmalı
Kodamanlarda numaranız olmalı
Aksaray'da bir adamınız olmalı
Bizim yatımız katımız bi' de yalımız olmadı
Kumbaramız dolmadı da bununla doğmadım
Ki metropolde biraz amacın olmalı
Yapıcı olmadın, yakıcam ormanı
Beton ormanda hayvan olman normal
Tutsak göz altların yine morlar
Yönetenler çağ dışı dinozorlar
Bu ormanda herkese göre rol var
Sustukça sıra sana gelecek
Aydın beyinleri bekliyor karanlık gelecek

[Sokrat St] (Eğitim)
Mezun olucam
Cash para, diploma ver bana
Para yoksa ter dökmeliyim
Eğitimde fırsat eşitliğini fırsata çeviren bi' üniversiteliyim
Ben mezun oldum
Yarattığınız sistem yüzünden bi' serseriyim
Ben mezun oldum
Ya kasiyer olayım, ya da sinemada sana yer göstereyim
Sokak başı üniversite ama köy okulları çok terste
Başa gelenin ideolojisi neyse o anlatılır her derste
Zengin, fakir ayrı
Torpile ya da parasına göre kayırır
Eğitim endüstridir
İnşaattan rant sağlamaka aynı!
Kiminin kitap alıcak bi' parası yok
Öğretmen atanıcak ama "arası" yok!
Milletvekili bi' tanıdık mı, wow
Beni anlaman da bu mantıkla zor
Bari bi' köy okulunun yardımına koş
Her tarafı kaos
Sen de biraz boğuş
Bu gece uyudu zorla çocuk
Okula gidecek
YOL YAP!

[Ozbi] (Sorgulamak)
Neden bu gök, bu yıldızlar, bu galaksiler, gezegenler
Neden, neyden bu evren?
Neyden bu dünya?
Neden ben, neden sen, neden biz?
Sorgula, hele bi' sor lan bi' "Neden ben varım?
Nereden geldim ve neden bi' insanım?
Nasıl oldum? Nasıl olduk? Nası' oluyo'?
Nası' anlam kattık? Nası' doluyo' bu kafa?
Neye tapınıyo' hayat kimi kayırıyo'?"
Hasat ne doyuruyo' hesap
Anlasak, anlatıp her şeyi kavrasak da len
Anlamak mı yasak olabilir
Ama sadece bi' yanıtı yok bi' sürü cevap var koş git yanıt ara
Peşine düş mutlaka kanıt ara
Ruhunu demle hep yakıt ara lan
Kalbini tut ve de buna tanık ara
Hadi nefesini gör ve git sanat ara
Sorgula sorgula atomları
Işık hızını düşün ve de git kanat ara sonra
Uç uçabildiğin kadar
Uçabildiğin kadar
Uçabildiğin kadar uç
Uçabildiğin kadar uç
Bırak kendini

[Deniz Tekin] (Kadın Hakları)
Ben bilmem hiç kendimi korumak zorunda kalmadım
Bilmem ben bi' çocuğu düşünmek zorunda olmadım
Hiç evlendirilmedim
Evde dayak görmedim
Kendi evimde kendi odama zorla hapsedilmedim
Sözlerinizi kusmadım
Yurdumdan edilmedim
Nefretinizle yanmadım
Yakılarak can vermedim
Hiç kardeşim olmadı
Hiç abimden korkmadım
Okuldan alınmadım
Ben hiç öldürülmedim

[Yeis Sensura & Sehabe] (Kadına Şiddet)
Kadına el kalkmaz ulan beyinsiz
Erkeksin ama insan değilsin
Aslında o en iyiye layık
Kadına şiddete hayır
Ülkede erkek neden en üstte minibüste, evde ya da metrobüste
Taciz şiddeti hiç bitmiyo'
Kınamakla falan iş bitmiyo'
Uh, ah, adam olamadınız bu kalıbının adamı mı para babalarınız?
Beşiktaş'ta beş tokat, leş hareketler
Cebi dolu ciğerin beş para etmez
Yaşadığın kafa ne? İnsan mısın?
Biz utandık ulan! İnsan mısın?
İnsan mısın?
Bu hale nasıl gelir insan? Nasıl?

[Aspova] (Dünya)
Dünya, dönsün başım gibi
Aklımı kaybederek rüya
Nefesim, iç sesim
Düşerim derinlere

Dünya, dönsün başım gibi
Aklımı kaybederek rüya
Nefesim, iç sesim
Düşerim derinlere

[Defkhan] (Gurbet)
Kaptı kafamı çarptı duvara
Beni koruması gereken tenime bastı cigara
Kaldırdı geri bütün derileri kattı dumana
Yattım falaka motherfucker bu mu yargı burada
Hangi kurala denk? (denk)
Cenk için hazırım, karışır her yer
Öğretilen bu işte
Şiddeti sevmek ve ipleri germek
Bak Almanya buz gibi morg
Bana sor sana diyim
Gençlerin çoğunda amfetamin, tilidin ya da weed, kokain ya da speed, crack
Sana göre güzel ama bana göre değil
Bana göre değil, kafana göre yürü bas mayına geber
Ederi kaç? Kaç? Kaç?
Kaç paraya bedel?
Yeter artık dönme teker gibi
Dost ol yeter bana
Geliyorsan dosdoğru gel

[Şanışer] (Hayvan Hakları)
Bi' kap su ver çok mu zor
Vicdanlı ol be lanet
Anlamak istemiyo'sun ama bütün bu canlar sana bana emanet
Lan bi' düşün:
"Soğukta kışta dışarda tek başına yaşıyo'sun
Dilini anlayan kimse yok hep tehlike, hep felaket, hep afet"
Kazanamazlar, ya yaraya rastlarlar
Âdeme bir türlü yaranamazlar
Vicdana bakar paraya bakmaz
Toplayıp ormana atmak çözüm değil
Bunlar kurt değil, ormanda kendi başlarına yaşayamazlar
Onları sen savun, onlar kendi haklarını arayamazlar
Barınaklar dolu
Memleket acı
Seması kara
Sokak hayvanlarına tecavüz etmenin, işkence etmenin cezası para
"Büyük ahlaksızlıklar için büyük aptallar lazımdır"
Bütün insanlar suçlu değildir ama
Bütün hayvanlar masumdur

[Şanışer]
Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!
Yenilir hiç olurum fark etmezler!
Susmam, susamam!
Korkma yanıma gel!

Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!
Yenilir hiç olurum fark etmezler!
Susmam
SUSAMAM!

[Sokrat St] (İntihar)
Gitme, Gitme, Gitme, Gitme
Daha çok şeyi değiştirebiliriz bu hayatta
İnat etme
Hepimiz pes ettik vaktiyle
Şimdi sık yumruğunu
Sustur şu suskunluğunu
Unutma kafan atınca nasıl da dimdik durduğunu
İçin dışın nefret
Gel
Hiçbir şeyi yaşamak kadar sevme
Sana bi dünya yaratamam da elini tutarım elbette
Varsın herkes terk etsin seni
Sen dünyayı terk etme
Seni yargılamıyorum
Acını tam olarak anlamam mümkün değil biliyorum
Kaldıramadığım yükleri bırakıp kendi yolumdan gidiyorum ben
Sen de aynaya bak lütfen
"Seni seviyorum" de

[Aga B] (Faşizm)
Ey! Faşizm ne mi?
En amiyane deyimiyle faka basacağız
Beynelmilel el birliğiyle
Tek bildiğiniz siz
Ve de pek çok kazanın asıl sebebi aşırı hırs
Bu hırs bi' ebedi his
Evde eşine kız
Sokakta kriz
Fıss, tokatla köpeği
Cins ise değil de miks ise tabii
Akılsız, ey
Kendinden çalan hırsız
Polisten tırs, ey
Ol ister sistem
Hiç çiğ sığ birey
Bir neyin ne olduğunu
Bi' de bizi bil
Biz façası pis de eli temiz bir nesiliz
Bu işin selesi siz de
Tekeri gidonu biz
Ey, e bi tabi biz de biz gibi bir nes'lin peşindeyiz
Ey, bu tek emelimiz saygı, tohum
Torun, ayna ol
Kaygı bol da yol
Ey, tam da bu
Ya boğul ya doğ
Tonla yanlışa, gırla doğru
Olsun torun, saygı tohum

[Mirac] (Sokak)
Yüzüne bakamam yüzüm düşer o yerlere
Ayakları çıplakken gözleri dalar düşlere
Başı önünde ama beden çıkıyor sefere
Yok mecal dizinde
Bak, her bi' günü sürgüne
Kaçamıyo' kovalıyo' zalimler
Ele güne, ele bakıyor o gözler
Kodamanın parasını ateşe ver
Ve de koyduğumun egosunu bi' yere ser
Sokağa bakanın adını değil
Yoksulumun, yetimimin adını ver
Zabıtaları seyyara değil
Gökdelenlere gönder

[Mert Şenel]
Fırtınadan kopup giden dalların bi' tanesiyim
Fazla yol almış ve yıpranmış
İçimde neler dönüp durur anlatsam tarifi yok
Bazen evsiz bi' çocuğun hikayesiyim

[Kamufle] (Trafik)
Can pazarı, otobanlar can pazarı
365 günün riskli
Bitmiyo' gamsız magandası
Öde kan parası
Bi' kaza bayrama matem düşürür
Yürek dağlar acılar cabası
Bir sela çınlar kulaklarında
Hiç dinmez yarası
Trafik terörüne eşlik eder alkol, şiddet, hız tutkusu
25 yaşında yüz binlik arabaya binen gençlerin yok korkusu
Önce emniyet sonra hoşgörü
Sabır, selamet gerekiyor insan
Ufacık bir hata her şeyi karartır inan yok dönüşü...

#Susamam videosuyla eş zamanlı olarak, rap dünyasının iki önemli ismi Ezhel (Olay) ve Ceza (Komedi V Dram) da toplumsal konularda eleştirel göndermeler yapan rap klipleri yayınladı.

Bakalım bu sözlerde hangisine katılmayacak, hangisine karşı çıkacak, hangisinde onları haksız bulacaksınız.
Hepimiz aynı kazanda kaynıyoruz, bakalım bunu ne zaman anlayacaksınız...