22 Nisan 2017 Cumartesi

Nifakatöre rağmen...

Saf mıydık neydik bilmiyorum ama mutluyduk biz. 
Yağan yağmurlarda kaldırım kenarlarından oluk oluk akan sularda kağıttan kayıklar yüzdürürken mutluyduk mesela. Ya da sıçan uçurtmasının havada savrulan kuyruğunda. Aydöndüden tekerleği çevirirken, tahta tekerden yaptığımız bilye arabaya binerken mutluyduk. Çamura sapladığımız çividen, bulduğumuz beton bir düzlük üzerinde ayağımızla sürüklediğimiz kiremitten, denizde iç lastikten yapılma şambriyelden mutluyduk. 3 taş, 5 taş, 40 taş ile mutluyduk.
Derslerde öğretmeni dinlemekten, ondan yepyeni şeyler öğrenmekten, teneffüslerde delice koşarak terlemekten, sonra da ağzımızı çeşmeye dayayarak su içmekten mutluyduk.
Varlık yokluk bilmiyorduk. Bazen ağlıyor bazen gülüyorduk. Sınıfları bazen geçiyor bazen kalıyorduk. Bazen süpürge sapıyla, bazen de terlikle haşlanıyorduk. Her şeye rağmen içimize mutluluk zerk edilmişcesine mutluyduk.
Şimdi büyümüş olan o çocuklara bakıyorum da; onlar yine mutlu. Ekonomik sıkıntılara katlanmaktan, ailenin yükünü taşımaktan, çocuklarına ve büyüklerine köle olmaktan şikâyetlenseler de içlerindeki mutluluk onların en sağlam kalesi. 
Yine gülümsüyorlar hayata. Yine sevgi dolular. Yine heyecan dolular.
Türkiyemin aydınlık yüzüdür işte o mutlu çocuklar.

Hep gülen insanlar yaşıyor değildi o zamanlarda da, biliyorum. Ülkemin karanlık yüzünde hep haset, hep kavga, hep nefret, hep fesat vardı. Bu karanlık içinde yaşayan çocuklar da vardı. Onlar da büyüdüler bizimle aynı zaman diliminde. Gün geldi, mutsuzluklarının kaynağı sandıkları her şeye vahşice sahip oldular. Edindikleri zaman mutlu olacaklarını düşündükleri her şeyi edindiler. Lakin hâlâ haset, hâlâ kavga, hâlâ nefret, hâlâ fesat içindeler.
Edinim ile değildi ki mutluluk, kazanım idi.
Türkiyemin karanlık yüzüdür işte o mutsuz çocuklar.

23 Nisanlar ayrımsız tüm çocuklara armağan edilmişti oysa. Neden bazıları kendilerini bu armağanın dışında görmüş ya da öyle görülmüş ya da öyle gösterilmişlerdi?
Armağana sahip çıkanlar Cumhuriyet'e nasıl sarıldıysa, Atasının kendisine verdiği bu özel bayram ile nasıl kutsandıysa her çocuk bu kucaklanmayı yaşamalıydı. Haset içindeki ana babalarının mutsuzluğunu yeni yetişen bebeler sırtlanmamalıydı.

Atatürk biliyordu ki çocuklara verilen değer, ülkenin geleceğine yapılmış en doğru yatırımdı.
Şimdi de biliniyor elbet. 
Ancak o çark şimdi tersine işliyor...

Bir türlü rayına oturtulamayan eğitim sisteminin dişlileri çocukları kıyım kıyım kıyıyor. Kapitalist yaşam alınacak milyonlarca çeşit ürünü önlerine sererken, onları almak için kazanılması gereken parayı doğru düzgün yollardan kazanmaya fırsat vermiyor. Masraflar artıyor, kazançlar yetmiyor, ürünün biri eskimeden bir yeni modeli piyasaya sürülüyor.
Sınavlar zorluyor, derslerin yoğunluğundan hayatı yaşayıp zenginleşmeye zaman kalmıyor. 

Televizyon desen, evlerin her odasına kadar girmiş kötülük saçan bir hain. 
Eğitimde izlenen politika toplum mühendisliğinde de izleniyor ve tersine işleyen o çark yetişkinleri de lime lime ediyor.
Gülen yüzler soluyor, meraklı gözler endişeyle gölgeleniyor.
Mutluluk azalıyor, mutsuzluk çoğalıyor.
Geleceğe duyulan endişe en mutlu insanı dahi hasta ediyor.

Görülmeyen bir el durmaksızın dört bir yanımıza nifak tohumları saçıyor.
Tohumlar büyüyor fidan oluyor, fidanlar ağaca dönüşüp nifak meyveleri vermeye başlıyor.
Aklımıza gelmeyenler başımıza geliyor.
Nifakatör yoluna çıkan ne varsa ezip geçiyor.
****
Yazıya bakıp da mutsuz olmayın hemen, tedirgin olmayın.
Geçmişin mutluluğu öğrenmiş çocukları umutlarını yitirmiş değiller hâlâ. Onlar sımsıkı bağlılar Cumhuriyet'e ve kazanımlarına.
Onların çocukları da neşeyle gülümsüyorlar hayata.
Kin, nefret, düşmanlık nedir bilmiyorlar.
Kültür, sanat, spor, eğitim, insan hakları, hayvan hakları, çevre, doğa ve evrensel değerler peşindeler hepsi.
Onlar olduğu sürece nifakatör ne kadar dökerse döksün yüzünü, ne kadar ağartırsa ağartsın gözlerini, ne kadar bakarsa baksın öyle aşağıdan aşağıdan, ne kadar haykırırsa haykırsın umutsuzca;
O da bilsin ki dünyayı iyilik ve güzellik kurtaracak.
İyi düşünen güzel olur, kötü bir nifakatör olacağına daha geç olmadan iyi bir insan olsun. 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı içindeki o mutlu çocuğu taşıyan tüm insanlara kutlu olsun...

18 Nisan 2017 Salı

Liderini söyle bana

Kahveye girdi mi herkes toparlar kendini şöyle bir. 
Kahveci kapar getirir çayını. Kahvesinin orta şekerli olacağı bilinir mesela. Derdi olan ona danışır. Söylediği sözler okkalı, kendisi hep oturaklıdır. Gülüşü de saygı uyandırır, kaşlarını çatışı da. Varlığı huzur verir, yokluğu derinden hissedilirNe zenginse zenginliğini, ne de fakirse fakirliğini dile getirir. Onun derdi parayla pulla değil, akıl ve his iledir. Köyün ağası dahi ondan akıl dilenir.  
Ağalık başkadır, hocalık başka.

Kadınlar arasında da böyledir bu. Bir araya toplandıkları zaman konuşup gülüşen o kadınlardan birisi niyeyse diğerlerinden öndedir. Ne kibirli bir duruşu ne de fazla alttan alışı vardır oysa. Dozunda tevazu, kadim dostluk, akılla yoğrulmuş hislerle doludur o da. Gencinden yaşlısına, çocuğundan bebeğine tüm kalplere dokunur görünmez eliyle. Nedendir bilinmez en çok onun sözü dinlenir. Nedendir bilinmez ondan hafiften çekinilir. Kızmaz oysa öteye beriye. Sakindir, dingindir. Derdi parayla pulla değildir. Boynunda dizi dizi incileri, kolunda sıra sıra burma bilezikleri olan kadınlar dahi onun dizinin dibindedir. 
Hanımlık başkadır, sultanlık başka.

Çocuk dünyasına bakalım bir de. Top kiminse patron o olurdu hani eskiden. Hani çocukların sokakta oynadığı günlerde. Mahallenin çocukları topun sahibine eyvallah etse de kaptan diğer çocuktur aslında. Topun sahibi de bunu bildiğinden oyunun en sıcak anında mızıkçılık eder, alır topunu eve gider. Bu tavrıyla patronun kim olduğunu gösterir hepsine. Geride kalan çocuklar kaptanın etrafını sararlar hemen. Yeni bir oyun bulur onlara kaptan. Yan taraftaki arsada çelik çomak oynayalım der mesela, kimse ikiletmez. Ya da evlere dağılalım der, herkes evine döner.
Patronluk başkadır, kaptanlık başka.
****
Şimdilerde lider diyorlar onlara. 
Liderliğe özenenler için de lider olmanın şartlarını sıralıyorlar bir bir. Liderlik seminerleri düzenliyorlar. Liderin özelliklerini anlatıyorlar bu seminerlerde. Bir de liderliğin öyle parayla satın alınabilen bir olgu olmadığını... 
Büyümekle lider olmuyor insan. Bilirkişiler liderliğin kitabını yazıyorlar... 

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi tarafından liderlik konusunda seminer vermesi için Bursa'ya davet edilen, Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi MBA programında öğretim görevlisi olan (kendisinin kişisel ve akademik geçmişini buraya sığdırmak epey zor, bu kadarla yetininiz) Hakan Okay'ı dinleyince liderlik hakkındaki düşüncelerimin bazılarını teyit ettim, farklı bakış açıları edindim, bir çok da bilgi öğrendim.

Öğrendiklerimi ve teyit ettiklerimi kısa kısa başlıklarla anlatmak isterim size de:
Herkesin şu an aklından geçen "Lider olunmaz lider doğulur" lafını ilk başta söyleyelim ve sonrasında da Hakan Okay'a kulak verelim. 
"Entelektüel Sermaye Yönetimi"
Akşam dükkanı kapattığınızda evinize götüremediğiniz her şey "Yapısal Sermaye"nizdir. "İnsan Sermayesi" ve "Müşteri Sermayesi" de bir şirketin yönetilebilmesi ve işleyebilmesi için gereken sermayelerdir.
Geçmişi yüz yıldan fazlaya dayanan sadece 67 şirket var ülkemizde. Türkiye'nin uluslararası boyutta bir markası yok. Bunun olması için bizim "Entelektüel Sermaye"ye ihtiyacımız var. Entelektüel sermaye olmayınca kurduğunuz işletmeyi işletemiyorsunuz ve bir süre sonra da yok oluyorsunuz. Bütün amaç gelecekte olabilmenin kurgusunu yapabilmekte. Entelektüel sermaye ölçülebilir bir şeydir. 100 milyonluk şirketi 500 milyona taşıyan güç entelektüel sermayedir. Entelektüel sermayenin değeri 400 milyondur. Bunu yapamazsanız şirket defter değerinden satılır, geriye de pek bir şey kalmaz. 

Kürek Yarışı mı Rafting mi?
Kürek yarışında kürek çekenler nereye gittiklerini bilmezler. Hepsinin sırtı gittikleri yöne dönüktür. Bir kişi ileriye bakıyordur sadece ve tüm talimatları o veriyordur. Takım ona güvenir ve onun verdiği komutlarla yarışır.  Kürekçiler birbirleri ile birbirlerinin omuz hareketlerini izleyerek senkronize olurlar. Ekip birbirini tanır. Her hareket belirlidir, denenmiştir.

Raftingde ise o anda oluşuveren bir takım vardır. Takım tek tip değildir. Kimse kimseyi tanımaz. Daha önceden tecrübeleri yoktur. Riskler anlık gelişir ve risk kimin tarafında oluştuysa inisiyatifi o alır ve müdahil o olur. 
Değişken koşullar, farklı disiplinler, farklı insanlar, farklı riskler, farklı liderler iş hayatını raftinge döndürdü. İş hayatı artık raftinglerle yol alıyor.

Uçun kuşlar uçun
Kazlar üçgen şeklinde uçarlar. En öndeki kaz hava perdesini yarar ve bir hava koridoru oluşturur. Böylece arkadaki kazlar daha az kanat çırparak, daha az enerji harcayarak yol alırlar. Öndeki kazın yorulmaya başladığını anlayan arkadaki kazlar önce ona tempo veriyorlar. Kaz biraz daha devam ediyor, artık daha fazla kanat çırpamayacağı hale gelince ardından gelen kaz liderliği alıyor, eski lider sürünün en arkasına geçiyor. Üçgen şeklinde uçmaktan sıkılıp da kafasına göre takılmak isteyen kaz kafalı bir kaz olursa, karşılaştığı rüzgarlarla beş edemeyip üçgenin içine nasıl katılacağını şaşırıyor. (Şirketten ayrılıp tekrar geri gelenleri düşünün) Bazen bir kaz ya yorgunluktan ya da bir avcının saçmalarına hedef olup yere inmek zorunda kalıyor. İki kaz da ona refakat ediyor. Yorgun kaz dinlenene ya da iyileşene ya da ölene kadar arkadaşlarını yalnız bırakmıyorlar. Yorgun kaz kendini toparlarsa üçü, ölürse diğer ikisi havalanarak arkadan gelen bir kaz sürüsüne katılıyorlar. Yeni katılımcılar sürü tarafından dışlanmıyor.
Doğa bize her şeyi öğretiyor aslında. Biz şimdi bayrak yarışlarında ya da bisiklet yarışlarında doğayı kendimize örnek alıyoruz. Sporun dışında iş dünyasında da liderliği, liderin zaman zaman değişmesinin faydalarını uyguluyoruz.

Tek sıra marş!
Bir doğa fotoğrafçısının çektiği bu fotoğrafta göç eden bir kurt sürüsünü görüyoruz. Fotoğrafa dikkat edecek olursak kurtlar tek sıra bir dizilim ile ilerliyorlar. Bunun bir amacı var elbet. 
Sıranın en başında ilk saldırıda kurban verilecek yaşlı ve yaralı üç kurt yer almakta. Onların ardından beş genç erkek savaşçı kurt yürüyor. Onların ardında sürünün devamlılığını sağlayan on dişi kurt, onların ardında yine beş savaşçı genç erkek kurt ve en arkada da lider yürüyor. Lider en arkadan yürüyor çünkü takımı önden görüyor. Daha önemlisi, bir sürünün en zayıf noktası arkadan gelecek saldırılardır. En güçlü birey olarak lider sürünün en zayıf noktasında yer alır.

Liderlik network işidir
Lider şirketi batıracaksa kendi şirketin de de atılabilir. (Bknz Steve Jobs) Şirket iyiye gitmiyorsa lider de gider. Liderliği sizden büyük bir şey olarak düşünmeyin. Biz burada dünya liderliğini konuşmuyoruz. Şirketler için liderliği konuşalım. Liderliğin tanımı için üç soru soralım.
1- İş modeliniz ve hayatınızdaki bir sonraki değişimi tahmin etmek için nereye bakıyorsunuz? (Liderler öngörü yapabiliyor mu? Bu sorunun cevabı liderin günlük hayat ajandasında saklı.)
2- Kişisel ve mesleki paydaş ağınızdaki farklılığın ölçütü nedir? (Daha farklı iletişim ağlarına sahip olmak için neleri kullanıyorsunuz, kimlerle konuşuyorsunuz? Liderlik bugün network işidir.)
3- Geçmişte size başarı getiren bir uygulamadan vazgeçebilecek kadar cesaretli misiniz? (Neden risk alıp bunu değiştirelim, böyle geldi böyle gidecek demeyin. Böyle gitmeyecek. Şartlara uyum göstermeniz ve ölçülebilir risk almanız gerekir. Yoksa ilerlemez, hâttâ geriye düşersiniz.)

Kristal Kuşak geliyor
Dünyaya X ve Y kuşakları geldi, şimdi iki binliler, yani Z kuşağı ve dahi Z Plus kuşağı, yani Kristal Kuşak geliyor. Bu kuşaklar faksın, teleksin, çevirmeli telefonun ve bunun gibi pek çok şeyin ne olduğunu bilmeyen, gözünü dijital çağa açmış çocuklar. 
7,2 milyarlık dünyada Google'da bir ayda yüz milyar soru soruluyor. Bu demektir ki Google'a günde 3,5 milyar soru soruluyor. 2002'den bu yana Google'a sorduğumuz yüz milyar soruyu 2002'den önce kime soruyorduk dersiniz? En net cevap, bugün bildiklerimizi bilmiyorduk. Bugün bilgi var. Yeni nesil bu bilginin içine doğuyor. Biz bu kuşakları nasıl yönlendireceğiz, nasıl yöneteceğiz, onlara nasıl liderlik edeceğiz onu düşünüyoruz.
Büyük liderler dünün rahat görülebildiği öngörüden değil, bugünün gerçekleri, aynı zamanda yarının bilinmeyenlerine karşı kendini hazırlayan kadın ve erkeklerdir. 
Yarının gerçeklerine kendimizi hazırlamamız çok önemli. Çünkü "yarın" çok farklı geliyor.

İşler planladığınız gibi gitmiyorsa
İşler planladığınız gibi gitmediğinde bunu nasıl açıklarsınız? Başkaları kimsenin yapmadıklarını yaparak bunu başardı? Kendilerinden önce deneyenlerin arasından onlar nasıl sıyrıldı? Sır neydi?
Mükemmel ve ilham verici liderler şirketlerde aynı şekilde düşünüyor, hareket ediyor ve haberleşiyor. Bu insanlar diğer insanların yaptıklarının tam tersini yapıyor. Peki bu tam tersini yapmaya çevrelerini nasıl ikna ediyorlar? 

Altın Çember
Burada Altın Çember devreye giriyor. Simon Sinek'in "Mükemmel liderler bir harekete nasıl ilham verirler?" konuşmasında dediği gibi liderlik çemberdeki "Neden(merkez), Nasıl(orta) ve Ne(dış)" sorularında gizli. Şirketlerde düşünce, hareket ve haberleşme dışarıdan içeriye doğru başlıyor. Oysa liderlerdeki işleyiş içeriden dışarıyadır. 
Altın Çember beyinde de vardır ve beyin de içten dışa çalışır. Beyinde Neokorteks bölgesi mantıksal ve analitik düşünce ile dilin kontrolünden sorumludur ve Altın Çember'deki NE seviyesine denk gelir. Limbik beyin ise güven, sadakat gibi duygularımızdan sorumludur ve karar verme mekanizmaları ile insan davranışlarını kontrol eder. Ancak dili kontrol edemez. Bu yüzden, beynin duygularımızı kontrol eden bölümü dili kontrol edemez ve biz de bu yüzden duygularla ya da içgüdülerle alınan kararların sebeplerini çoğu zaman net bir şekilde ifade edemeyiz. 
Bu doğrultuda, şirketler müşterilerinin NEDEN sorusuna cevap olup ondan sonra NE'yi sorgulatmalılar. Yani önce kalbi, daha sonra aklı kazanmalılar. 
İnsanları manipüle etmek kolaydır, ama bu bize hem kurumsal hem de bireysel anlamda uzun süreli başarı sağlamaz. Büyük liderler, çevrelerindeki insanları manipüle etmezler; onlara ilham verirler ve kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam oluştururlar.
Her şeye bir NEDEN'le başlayın. O işi yapmaktaki amacınızı, sebebinizi ve inancınızı belirgin kılın. Neden'iniz ile neyi nasıl yaptığınız birbiriyle tutarlı olursa insanlar size güvenirler ve size sadık kalırlar. İnsanları sadece o işi iyi yaptıkları için işe alırsanız onlar da sadece maaş için çalışırlar. 
İnsanlar sizin ne yaptığınızı satın almazlar; onu sizin yapma nedeniniz için satın alırlar!

İnanmakla başlar her şey
Martin Luther King'in, "Bir hayalim var!" diyerek ardından 250 bin kişiyi ardından sürüklemesi gibi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Bazıları başardıklarımıza hayret etti. Oysa ben yapacağımız işlerin ne olduğunu ve nasıl olacağını o kadar açık görüyordum ki, bu milletin bu neticeye ulaşacağına kat'i inancım vardı" demesi ve ülkenin Kurtuluş Savaşı'ndan zaferle çıkması gibi. 

Kusursuz kul olmaz
Zayıf taraflarınızı açığa vurmaktan çekinmeyin. Kimse kusursuz bir lider istemez. İtiraflar ekip içinde güven ortamı yaratır. Sizi "O da bizden" yapar. Sizi koruma altına alır. Zaaflarınız sizin yumuşak karnınızdır. Zaaflarınızla yüzleşip onları paylaşmazsanız rakiplerinizin sizi zaaflarınızdan ve korkularınızdan vurmalarına zemin hazırlamış olursunuz. Lakin hangi zaafınızı açığa vuracağınızı bilmek de bir sanattır. Vahim görülebilecek bir kusur varsa onu kendinize saklamalısınız. 

Lider iyi sezer
İyi lider örtük verileri iyi değerlendirir. Sinyalleri koklar, lider büyük sezicidir. Çalışanlarıyla katı empati yapar. Katı empati insanlara istediklerini değil ihtiyaçlarını vermektir.

Lider iyi dinler
Yöneticiler kendilerini ekip kuran paylaşımcı lider gibi görür. Çalışanlar ise yöneticinin iş odaklı ve hiyerarşik ekip kurduğunu, insana önem vermediğini ve kendilerini dinlemediğini söyler. Oysa iyi lider konuşmaktan çok dinlemeyi tercih eder. 
Liderler kişilere doğru sorular sorup, cevapları alıp, bundan sonuçlar çıkartırlar. Yaratıcı fikirler basit sandığınız insanlardan çıkmıştır hep. O insana söz hakkı veren, o insanı dinleyen ve söylediğini değerlendirendir lider. 

Lider farklı olma cesareti gösterir
Geleceğin yöneticileri işini iyi yapanlardan değil işini farklı yapanlardan çıkacaktır. Aşırı farklılaşma da doğru değildir. Gereğinden fazla mesafe sizi iyi sezici olmaktan uzaklaştırır.

Kriz ve Fırsat
Krizler ansızın gelebilirler. Krizlerden çok iyi bir fırsat yaratabiliriz. Başımıza gelen felaket için kendimize acımak yerine yönümüzü başka bir yola çevirebiliriz. 
* Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer var der bizim büyüklerimiz. Herhangi bir alanda başarılı olmuş kişilerin hayatlarına baktığımızda, geçmişlerinde tamamen başka bir alanda olduklarını ama o alanda yaşadıkları bir olumsuzluk ile o yolda ilerleyemediklerini, tıkalı o yolda çaresizce beklemek yerine başka bir yola girdiklerini ve o yolda parladıklarını görürüz. O yola vurulan ket belki de kişiyi olması gereken doğru yola sokmak için vurulmuş bir kettir. Kim bilir... Kimisi fırsatı görür ve alır, kimisi oturduğu yerde kalır ve sızlanır.

Dipsiz kuyu 
Bugün hâlâ bilmediklerim öğrenmeye, bildiklerimi öğretmeye devam ediyorum. Kendimi beslemekten vazgeçmiyorum. Şartların her an değişebileceğini biliyorum.

Lider mutfağı iyi bilir
İşinizin her alanını çok iyi bilmek zorundasınız. "Her şeyin bir şeyini ama bir şeyin her şeyini bilmek zorundasınız" der Sakıp Sabancı. "Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp" değil artık. Bilmemek de ayıp artık. Bilmediğinizi de bileceksiniz ve bunu öğrenmek için çaba göstereceksiniz. Peter F. Drucker "Bilgi işçileriyiz biz" der . 
* "Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir" diyen Sokrates miydi?
* "O kadar okursun, o kadar yazarsın, ne bilirsin?" sorusunu "Haddimi bilirim" diyerek cevaplayan Mevlana mıydı?

Bilgi tek başına yetmez
Eğer kişinin başarısına tek başına bilgi yetecek olmuş olsaydı bugün dünyanın en zengin adamları bilim adamları olurdu. Peki onlar kimler? Bilgiyi doğru değerlendirebilenler ve kullanabilenler, yani liderler... 

Dürüst, tutarlı, net
Özü sözü bir, yaptığını yapmadığını söyleyebilen, kendi içinde tutarlı, sözünü tutan, tutamayacağı sözleri vermeyen, adildir lider. Yuvarlak konuşan, oyalayan, aldatan, takım arkadaşları arasında adaletsiz davranan yönetici modeli artık demode. 

Hayal edin ama gerçeği bilin
"Fazla hayal vizyondan çıkıp illüzyon olur, bu da gerçekliğini yitirir" der Rahmi Koç.

İşinize heyecan katın ama rakamları unutmayın
Ayaklarınız yere sağlam basmadan coşkuya kapılmayın.

IQ, EQ, CQ
Görülebilen ve ölçümlenebilen Intelligence Quotient, yani 'mantıksal akıl' yaş ile birlikte gerileyebiliyor bazen. İnsan yönetmek için sert güç olan IQ'nun çok yüksek olması hiçbir şey ifade etmiyor. Yumuşak güç olan Emotional Quotient, yani 'duygusal zeka' bu konuda daha başarılı. Cultural Quotient'e gelecek olursak, yani 'kültürel zeka'ya, bu da farklı kültürleri ve farklı kültürdeki insanları yönetebilme becerisidir. Buz dağının en altında da bu yatar. Buz dağına çarpan bir gemiyi buz dağının üstü değil altı batırır. 
Liderlik güç birimleri
Biçimsel güç birimleri verilir liderlere. Müdürlük, oda, masa, araba gibi. Ödüllendirme güçleri verilir. Cezalandırma güçleri verilir. Uzmanlık gücü verilir. İnsanları peşinizden sürüklemek için ise karizmatik güce sahip olmanız gerekir. 

Azı karar çoğu zarar
İşinizde insana fazla yönelik olursanız işi, işe fazla yönelik olursanız insanı kaybediyorsunuz. Bu ikisi arasındaki dengeyi sağlamak önemli.

Destekleyici mi yönlendirici mi?
Çalışanlarını alkışlamaktan ziyade yol gösterici olan bir lider daha başarılıdır. Gösterilen hedefe herkes yürür, lakin öncelik hedefin ne olduğunu tespit edendedir.  

Gelince mi gidince mi? 
İnsanlar siz gelince mi daha mutlu oluyorlar yoksa siz gidince "Oh kurtulduk!" mu diyorlar? Diliniz zehirli mi sevecen mi? Aranan mısınız, bıkılan mı? Değişen zaman içerisinde sizin de kendinizle yüzleşmeniz ve değişmeniz kaçınılmazdır. Değişin...

Sorun-Dinleyin-Gelişin
1- Yapılması gereken nedir diye sorun.
2- Kurum için doğru olan nedir diye sorun.
3- Eylem planları geliştirin.
4- Kararların sorumluluğunu üstlenin.
5- İletişimin sorumluluğunu üstlenin.
6- Problemlerden çok fırsatlara odaklanın.
7- Üretken toplantılar yürütün.
8- Ben yerine biz diye konuşun.
Liderlik raftan alıp üzerinize geçirebileceğiniz bir elbise değildir, kendi dilinizi oluşturmaktan geçer. 
Hakan Okay'ın yaptığı sunumun ardından soru cevaplar ile sunum zenginleşti ve TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Lale Yıldız'ın plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimi ile program sona erdi. 
Yazıyı kısaca özetleyen ve internette yıllardır dolaşan şu iletiyi paylaşmadan da geçmeyelim.

Yönetici ve lider arasındaki farklar
* Yönetici ve lider kişiler yenilikçi olmalıdır. Ancak lider ayrıca yaratıcı olmalıdır.
* Yönetici ve lider kişiler bir vizyona sahip olmalıdır. Ancak liderler vizyon oluşturma yeteneğine sahip kişilerdir. İnsanlara ilham vermelidir.
* Yöneticiler doğru olanı yapar.
* Liderler yönetimi sürekli geliştirir ve yönetir.
* Yöneticiler bir kopyadır. Liderler ise orijinal.
* Yöneticiler yapı üzerinde uğraşır, liderler ise insanlar üzerinde.
* Yöneticiler kısa bir vizyona, liderler ise uzun bir vizyona sahiptir.
* Yöneticiler statükocudur. Liderler ise statükoya meydan okur.

15 Nisan 2017 Cumartesi

Çocuktan al hayat dersini

Bursa Kent Konseyi Müzik Eğitim Çalışma Grubu ve Dünya Müziği Derneği - DMD'nin işbirliği ve Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin katkı ve destekleri ile Merinos ATATÜRK Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen ‘8. Bursa Ulusal Piyano Günleri’ bu yıl da yoğun bir katılımla gerçekleşti.
14 ve 15 Nisan günlerinde, 09:00 - 21:00 saatleri arasında, toplamda 700 minik piyanist dünyaca ünlü eserleri seslendirerek yeteneklerini sergiledi. 
Amatör ruhla, engin yürekler ve sakınılmayan emeklerle hazırlanan etkinlik geçtiğimiz senelerde üç güne yayılmıştı ve katılımcı rakamı daha fazlaydı. 
Bu yıl pazar günü gerçekleşecek referandum sebebiyle katılımcı sayısı 700 ile sınırlanmış, gün de ikiye inmişti. 50'şer dakikalık programlar halinde sahneye gelen genç çalıcılar kendi seçtikleri parçalarını icra edeceklerdi.

Bu etkinliğin 14 Nisan'daki ilk gününe katılarak, o gün içerisindeki katılımcıların üç seansını dinledim ben de. Salona girdiğimde sahnede olan çalıcıları izleyici koltuğundan, daha sonraki çalıcıları kulisteki DMD üyesi arkadaşlar ile birlikte, saat 15:00 seansı olan üçüncüsünü de (DMD Başkanı Sezan Kaya'nın ricasını kırmayarak) o seansı sunduğum için mikrofon başından, yani sahneden yakinen izledim. 
 
İki seans arasında DMD Başkanı Sezan Hanımla kısacık bir sohbet ettik. Buyrun izleyin.
Benim sunacağım seansta 17 genç çalıcı vardı. Adını okuduğum çocuk piyanonun başına geliyor ve eserini çalıyordu. En küçüğü 5, en büyüğü 17 yaşında olan çalıcılardan bazı çocuklar heyecandan olsa gerek, bazen eserlerini çalmaya başlamadan önce, bazen çaldıktan sonra, bazen de hem başında hem sonunda izleyicileri selamlamayı unutuyorlardı. Sezan Hanım da bu ufak detayı kulağıma fısıldamış, benden bu hatırlatmayı yapmamı rica etmişti. 
Önümdeki listedeki sırada Behiç vardı. Daha sonra 5 yaşında olduğunu öğrendiğim Behiç'in adını okuyarak onu da diğerleri gibi sahneye davet ettim ve kendisinden izleyicileri selamlamasını rica ettim. Ben bunu söyler söylemez Behiç'in yüzü asılmaz mı... Sonra da piyanonun başında donup kalmaz mı...
Hay Allah! Keşke ona hiçbir şey demeseydim. Bana mı alındı acaba? 

Behiç piyanonun başına oturdu oturmasına ama kollarını kaldırıp ellerini piyanonun tuşları üzerine bir türlü koymadı. O durdu, biz bekledik, biz bekledik, o durdu, adeta zaman dondu. İzleyiciler destek için alkışladı birkaç kez. Lakin Behiç açılmadı. 
Saniyeler geçti, saniyeler dakikaya döndü, Behiç yine çalmadı. Öğretmeni yetişti imdada. Gözyaşları içindeki Behiç'i sahneden aşağıya aldı. Behiç yanımdan geçerken nasıl etsem de onun gözyaşlarını dindirsem dedim çaresizce, ancak şu anda ona annesinden başka kimsenin iyi gelmeyeceğinin de bilincindeydim. Sustum ve onu sadece gözlerimle kucaklayarak teselli ettim.
Sahneden inen Behiç izleyiciler arasındaki annesinin kollarına sığındı koşa koşa. Ne de olsa henüz beş yaşında bir anne çocuğuydu o. 
Onun annesinin güvenli kollarında olduğunu gördükten sonra programa kaldığımız yerden devam ettik biz. 
Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası tarafından bu etkinlik için özel olarak sağlanan ve tuşlarına pek çok önemli piyanistin dokunduğu piyanonun başına oturan her çocuk kendi seçtiği parçasını çalıyordu.
Bazı çocuklar tuşlara tedirgin tedirgin dokunurken, bazılarının vücudu adeta piyanoyla bütünleşmişcesine ahenkle dans ediyordu. İlgi, merak, yetenek, çalışma, zaman ayırma, deneyim ile yorumlanıyordu parçalar. 

Yanlış anlamayınız; bu bir piyano yarışması değildi. Kimse kimseyle yarıştırılmıyordu. "En"ler seçilmiyordu. Buradaki amaç çocukların öz güvenlerini perçinlemek, onlara öğrendiklerini sergileme fırsatı vermek, sahne adabını öğretmek, sahne tozunu tattırmak, çocuklarıyla gururlanan ebeveynlere de çocuklarını müziğe yöneltmekle ne kadar doğru bir iş yaptıklarını görme fırsatını vermek.
Gözlerini çocuklarının üzerinden ayırmayan anne babalar, sahnedeki torunundan başkasını gözü görmeyen büyükanneler büyükbabalar, sahneden ailelerine el sallayan çocuklar ve tabii onlara emek veren müzik öğretmenleri. Herkese değen bir tatlı heyecandı bu...
****
Benim sunduğum seansın sonuna geldiğimizde, Behiç'in annesinin elini tutmuş halde merdivenlerden sahneye doğru ilerlediğini gördüm. Annesi "Biz çalacağız" dedi karşıdan usulca. Mikrofondan anons etmedim onu tekrar ürkütmemek için. Behiç yavaşça sahneye geldi, öğretmeni bir yanında, annesi bir yanında olarak piyanonun başına geçti. Sonra da parçasını çaldı ve alkışın büyüğünü kaptı.
Behiç'in de parçasını çalmasının sonrasında tüm liste tamamlanmıştı. Her seans sonrası olduğu gibi katılımcıların boyunlarına madalyaları takıldı, teşekkür belgeleri ve armağanları takdim edildi, fotoğrafları çekildi. 15:00 seansı katılımcıları ve öğretmenleri ile birlikte ben de bir fotoğraf aldım elbette. Bu da bana bugünden kalacak anıların görsel kısmıydı.
Fotoğraf çekimin ardından çocuklar aileleri ile birlikte salondan ayrıldılar. Ben sahneden inerek Behiç'i bulmak için koşturdum hemen. Lakin bulamadım. 
Bulabilseydim eğer, sahneye dönüşünden ve eserini çalışından dolayı onu da annesini de kutlayacaktım.
Behiç ürküp kaçmamıştı, kaçıp saklanmamıştı, çalmaktan tamamen vazgeçip bu güzel fırsatı kaçırmamıştı. Annesi de onu sakinleştirmiş ve salondan çıkartmamıştı. 
Belki o anki heyecanı, belki de benim ettiğim söz ile dağılan dikkati onu o anda çalmaktan alıkoymuştu lakin Behiç pes etmemiş ve sahneye gelip gereğini yapmıştı. 

Bugünün hikâyesinden alınacak hayat dersi buydu işte. Kişisel gelişimcilerin, yaşam koçlarının, tüm öğretilerin dediği buydu. Düşmek varsa da, pes etmek yoktu...
Ben salondan ayrılırken diğer seans başlamıştı bile.
Belki başka başka hikâyeler yaşanacaktı iki gün boyu. 
Onlardan birisi bugün bana denk gelmişti.
Bu hikâyenin kahramanı Behiç benim kalbimi işte böyle fethetmişti...

* Geçen yılın hikâyesini minik Melis yazdırmış, geçen yılın dersini o vermişti bana. 
O yazıya buradan ulaşabilirsiniz...

9 Nisan 2017 Pazar

Konuşan Fotoğraflar

Yaşanılan anları unutmamanın en olası yanının fotoğraf çekmek ve zamanı o anda durdurmak olduğunu düşünürüm hep. Albümleri karıştırmak da bir çeşit zamanda yolculuğa çıkmak oluyor o zaman.
Gerçi; her âna bin karenin düştüğü günümüze göre yıllar öncesinden çekilmiş fotoğrafların daha kıymetli olduğu aşikâr. Çünkü artık fotoğraf makineleri mekanik değil, elektronik. 
Böylece de ne film bitti derdi var fotoğrafçılıkta, ne de film yandı. En büyük problem ise, bu kadar fotoğrafı hangi terabaytlara sığdıralım ve aradığımız bir fotoğrafı bu koskoca arşivde nasıl bulalım...

Hele de sosyal medya ve akıllı telefonlar icat olduğundan bu yana fotoğraf çekmek adeta bir delilik hali oldu. 
Fotoğrafın nasıl çıktığı da pek öyle kimsenin umurunda değil üstelik. Önemli olan o ânı hemen o anda, acilen, geç kalmadan, çabucak sosyal medyada paylaşmak ve sonrasında da büyük bir iştahla gelen beğenileri "saymak". Hâttâ öyle ki; acaba sadece fotoğraf çekinmek için mi buluşuluyor, artık sadece bu yüzden mi bir yerlere gidiliyor diye de düşünmüyor değilim.
Yalnızca fotoğraf için gülümseyen, fotoğraf için eğlenen, fotoğraf için gezen, fotoğraf için etkinlik takip eden "KEYFİ" bir dünya olduk sonunda.
Kendi kendini çekme (selfie) sevdası sebebiyle artan ölümleri ve yine aynı sayede talep edilen estetik müdahaleleri de yazının burasına eklemeden geçmeyelim. (Telefon kamerasının ön kamerada kalması sebebiyle kim bilir kaç kez koskoca burnunuzla karşılaşmışsınızdır siz de.)
Hadi bunlara bir şey demeyelim ve fotoğraf paylaşım yoğunluğunu herkesin kendi keyfinin kâhyasının eline verelim...

Ama şu duruma bir iki lâf edelim:
Hani tarihi ya da turistik bir yerlerde fotoğraf çekip onu da sosyal medyada öylesine paylaşıyorsunuz ya, olmuyor. Lütfen paylaştığınız fotoğraflar hakkında bir iki satır da olsa bir şeyler yazın. Mesela orası neresi, bu yer sizde nasıl bir duygu yarattı, o mahâl ile ilgili neler öğrendiniz, bizim gitmemizi de tavsiye eder misiniz, etmez misiniz gibi yazılabilecek pek çok şey varken fotoğrafı öylece ortaya atıp kaçmak biraz kolaycılık oluyor kanımca.
Ben bir fotoğrafa bakarken bu karenin nerede çekildiğini merak ediyorum öncelikle. Hadi hikâyesini geçtim, hadi neresi olduğunu yazmak da zor geldi, yer bildirimi yapın en azından bari de biz de Google'a bir çabuk soruverelim burası neresidir diye.
Ha; öyle bir fotoğraf çekersiniz ki, tüm sorular kifayetsiz kalır, o başka...
****
Benim gibi düşünen ve çektikleri fotoğrafları anlatarak tanıtan iki fotoğrafçının sunumunu izlemek benim için işte bu yüzden kıymetliydi.
Daha önce Bursa'da yaşayan lakin şimdi Antalya'ya kaptırdığımız ziraat mühendisi ve yedi yıllık fotoğraf sanatçısı Teberik Kölgeli ile yine yedi yıllık fotoğraf sanatçısı ve İngilizce öğretmeni Birgül Yıldırır çektikleri fotoğraflarını leziz bir söyleşi ile sundular bize.
Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği BUFSAD tarafından Nazım Hikmet Kültür Merkezi / Balaban Salon'da düzenlenen söyleşide Küba ve Vietnam arasında gidip gidip geldik.
Teberik Kölgeli kendi gözünden Vietnam'ı ve dahi Mekong'u, Birgül Yıldırır da Küba'nın arka sokaklarını, (kendi tabiriyle İkinci Küba'yı), anlattı fotoğraflarıyla.
Üstelik Teberik Kölgeli'nin Vietnam'da çektiği bir fotoğraf Anadolu Hayat Emekliliğin'in düzenlediği "Kadın Gözüyle Hayattan Kareler" fotoğraf yarışmasında 6 bin 501 fotoğraf arasından sergilenme ödülü almıştı. İşte o fotoğraf:
Kölgeli ve Yıldırır'ın sunumları boyunca bir yandan o ülkelerin tarihi, bir yandan kültürü, bir yandan sosyal yaşamı, bir yandan da fotoğrafçıların orada yaşanan anılar aktı perdeden. 
Sabah gün doğmadan başlayan fotoğraf maratonu gece sona ermeden nihayetleniyor, en güzel kareler ancak böyle yakalanıyordu. 
Işık, renkler, hisler, kompozisyon, doğallık, fotoğraf kalitesi, fotoğrafı çekenin gözü derken o fotoğraf karesine binlerce dokunuş gizleniyordu.
****
Fotoğrafları seslendirdiler bize demiştim ya; 
Boşuna mı demişler "Gören gözün görmeyen göze borcu var" diye, ya da "Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat" diye; 
Tabii ki görenler görmeyenleri işte böyle konuşan fotoğraflar ile bilgilendirsinler diye...
Bu keyifli ve verimli sunumların ardından BUFSAD tarafından teşekkür plaketi takdim edildi kendilerine. 
Bir teşekkürler de benden size gelsin o zaman sevgili Teber ve sevgili Birgül.
Fikrinize sağlık...