31 Ekim 2023 Salı

Cumhuriyet Çocuklarından 100. Yıl Konseri

BAOB Türk Sanat Müziği Topluluğu'nun Cumhuriyet'in Yüzüncü yılına ithafet verdiği konserin şefliğini inşaat mühendisi Suat Ayan, sunuculuğunu Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Sanatçısı Nalan Höke Turan yaptı. 18 Ekim tarihinde gerçekleşen "Cumhuriyet'in 100. Yılı Konseri"nin konuk sanatçısı Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Ses Sanatçısı ve İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim görevlisi Güzin Değişmez idi.

Cumhuriyet Çocuklarından 100. Yıl Konseri
Tangolardan oluşan konserin ilk bölümünde, her biri kendi dalında bir değer olan, Cumhuriyet sayesinde okuyup meslek sahibi olmuş BAOB Korosu üyelerinden beraber ve solo şarkılar dinledik. 
Repertuvarda yer alan "Mazi Kalbimde Bir Yaradır" Mürsel & Hatice Büyükçoban, "Akşamı Süzme Deniz" İpek Alpan Akman & Mehmet Kırka, "Ben Solmuş Bir Yaprak" Emel Güniçen & Eray Polat, "Her Emelim Her Arzum Yine Sensin" Simge Ertaş, "Sana Nerden Gönül Verdim" Üner Varal, "Sevdim Bir Genç Kadını" İnci Şen Yılmaz & Umut Ünsal Göktaş, "Gönül Bu Neden Söz Dinlemez Ağlar" Şükriye Çelikollu & Tahsin Tar, "Papatya Gibisin" Senem Karakaş Er & Enver Kır, "Sanma Ki Yokluğunda Senin İçin Ağlayacağım" Selda Aykırca, "Bir Çapkına Yangınım" eserleri Necla Özkaplan Yörüklü & Mehmet Uğur Özdeniz tarafından seslendirildi.
 Necla Özkaplan Yörüklü & Mehmet Uğur Özdeniz
Saz Heyeti
Koroya klavyede Görkem Ediz, kemanda Mesut Caşka, klarnette Mehmet Günç, akeordeonda Cavit Gazigil, kanunda Murat Yamangüç, perküsyonda Alperen Kırhan eşlik etti.
Tango Grubu ve Yıldız Çağla
Nilüfer Belediyesi Dans Atölyesi eğitmeni Ahmet Gezen'in öğrencilerinden oluşan Tango grubu zaman zaman dansları ile sahnede yer aldı. Uludağ Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Görevlisi Yıldız Çağla'nın sergilediği tango performansı büyük alkış aldı.

Konserin ikinci bölümünde "Senden Öğrendim" Aytül Küçüközdemir Aydın, "Bahar Oldu Düştün Dile" Mustafa Er, "Aldattın Beni Seviyorum Diye" Anıl Çalışkan Tezel, "Aşk Ne Zaman Kalbe Girer Bilinmez" Koro Şefi Suat Ayan tarafından seslendirildi. Koronun son şarkısı olan "Benim Yarim Gelişinden Bellidir" eserleri ise Suat Ayan, Aytül Küçüközdemir Aydın, Anıl Çalışkan Tezel, Mustafa Er tarafından söylendi.

Sıra, gecenin konuk sanatçısı, Bursalı, Bursa'ya her davet edildiğinde koşarak gelen, hemşehrimiz Güzin Değişmez'e geldi...
Mustafa Er eşliğinde sahneye gelen Değişmez, Bursa'ya olan özlemini; anılarını ve dostluklarını, büyükbabası (Arap Şükrü sokağına adını veren) İstiklâl Gazisi Şükrü Değişmez'in Atatürk'ün "silah arkadaşı" olduğunu öğrendiği zamanki şaşkınlığını, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e olan bağlılığını ve vatan aşkını dile getirdi. Muhteşem sesi ve sahne duruşuyla herkesi kendisine hayran bırakan Güzin Değişmez, bu akşamki repertuvarında, her birinin ardında hazin hikâyeler olan Rumeli ezgilerine yer vermeyi ihmal etmemişti...
Suat Ayan - Güzin Değişmez
Kanada Yolcusu Güzin Değişmez
Güzin Değişmez bir büyük proje için yapacağı bir büyük yolculuk öncesi gelmişti Bursa'ya. Labyrinth Ontario’nun kasım ayındaki atölye ve konser programının konuk sanatçısı Güzin Değişmez idi. "Cumhurbaşkanlığı korosu ses sanatçısı olan Güzin Değişmez, Labyrinth Ontario müzisyenleri ile 4 Kasım 2023’de Toronto (Kanada) şehrinde Aga Khan müzesinde, Türk Müziğinin 17. Yüzyıl'dan günümüze uzanan örneklerinin sergileneceği geniş bir repertuarla büyük bir konser gerçekleştirmeye hazırlanıyordu. Bu konser haricinde, 29 Ekim Cumhuriyet balosunda Türk Konsolosluğu'nda 'Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar'dan bir konser verecekti." (Murat Kuter bu güzel haberi 17 Ekim tarihli yazısı ile Bursalılara duyurmuştu.)

CUMHURİYET RÜZGÂRI
Her Yaştan 15 Milyon "Genç"
Kurtuluş Savaşı sürerken, Gazi Mustafa Kemâl savaş sonrası Türkiye'nin profilini çiziyordu kafasında. Kendisine askerlik ve rençberlikten başka yaşamı alanı tanınmayan, yoksul ve cahil bırakılmış, üstelik hastalıktan kırılan biçare halkı nasıl kalkındıracağını, bu umutsuz insanları muassır medeniyetler seviyesine nasıl getireceğini düşünüyordu. Ekonomiden eğitime, sağlıktan kültüre her ama her alanda büyük çalışmalar yapmak gerekiyordu. 
Yapıldı da. 
Genç Cumhuriyet 10 yılda her savaştan alnı açık çıktı, 10 yılda her yaştan 15 milyon "genç" yarattı. 

Ne Vardı Ki Acıdan Başka 
Savaş yorgunu, gidip de dönmeyenlerin acısı ile kavrulan ülke insanı neşesini kaybetmiş, eğlence nedir bilmez hale gelmişti. Mustafa Kemâl Avrupa'yı da, Ortadoğu'yu da görmüştü. Batılı halklarının neşesi ile doğu halklarının neşesizliğini mukayese etmiş, bizim insanımız neden gülmesin demişti.
Ki yıllar sonra Mark Twain Cemiyeti'nin Atatürk'e verdiği ödülde şu sözler yazar: "Türk milletine yeniden gülmeyi ve neşe içinde yaşamayı öğrettiniz." Tarih, 4 Kasım 1937'dir.
Atatürk'ün 17 Mart 1937'de Ankara Palas'ta söylediği şu sözler de O'nun mutluluk anlayışını anlatır:
"Okuduğum kitaplarda şöyle diyorlardı: Mademki; sonu nasıl olsa sıfırdır, hiç olmazsa yaşadığımız sürece şen ve neşeli olalım. Bence bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar zavallıdır. Herhangi bir kişinin, yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve mutluluk ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir."

Modernleşmenin Bir Yüzü de "Tango"
Neşelenmenin en büyük sırrı sanatta yatar. İnsan ruhunun yaralarını sanat ile sarar. Müzik ile açar kalbini, sözcükler ağzından dökülürken, notalar portede oradan oraya atlarken iyileşir fark etmeden.
Danslar da müzikle şekillenir. Halay, horon, karşılama, bar... 
Ve şimdi bambaşka bir müzik, bambaşka bir dans, TANGO!

Tango Tarihi
Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi'nde, Bahar Sarıboğa tarafından yazılan "Tango Müziğinin Tarihsel Süreci ve Türkiye’de Tango Müziğine Genel Bir Bakış" makalesinde tango konusu detaylıca ele alınmış. (www.dergipark.org.tr)  
"Tango; içinde dans, müzik, edebiyat gibi birçok öğeyi içinde barındırdığı için farklı kültürlerden etkilenerek gelişimini sürdürür. Sosyal, kültürel ve toplumsal öğelerin birbirini tamamlamasıyla tango, uluslararası bir üne kavuşur. Hemen hemen her toplum kendi tango stilini yaratır. Bu yüzden tango literatüründe Fransız tangosu, Arjantin tangosu, İtalyan Tangosu, Türk tangosu gibi stiller ortaya çıkar. Türkiye’de tango, toplumdaki batılılaşmanın müzik üzerindeki etkisi olarak ortaya çıkar. Atamert’e göre tango, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni görüntüsünü temsil etmek için, özellikle Cumhuriyet'in kuruluş yıldönümü kutlamalarında bulunan yabancı konuklara, Türkiye’nin modernleşme sürecinin başarısını kanıtlamak çabasıyla resmi müzik haline getirilmiştir. Çağdaşlaşma sürecinde olan yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin inşasında, küresel bir malzeme olan tango, yerelleştirilerek kullanılır. 
Kadın ve erkeği gündelik hayatta yan yana getirmenin yollarını bulmaya çalışan Cumhuriyet yönetimine, hiçbir şey tango kadar yardımcı olamamıştır. Denebilir ki; hiçbir popüler müzik akımı Türkçe sözlü tangonun sağladığı başarıyı sağlayamamış, uzun ömürlü olamamıştır. Türk tangosu, bütün yenilikçi çaba ve yaklaşımların üstüne çıkmıştır. Henüz kendine ait bir kent eğlence geleneği ve dansını yaratamamış Türk toplumu, tangoyu kolaylıkla benimsemiştir. İlk yıllarından itibaren cumhuriyet baloları, resmi davetler, nişanlar, düğünler tangosuz açılmaz olmuştur. Kadın ve erkek aynı topluluk içinde, el ele, diz dize olabilmiştir."

Ah O Yıllar
Tango, Cüneyt Özdemir'in son çalışmalarından biri olan "Ah O Yıllar" belgeselinde de Türkiye'nin müzik yolculuğundaki yerini bulur.
Belgeselde, Türkiye'nin sosyo kültürel değişiminin müziğe de yansıdığı anlatılır. Zülfü Livaneli bu bölümdeki konuşmasında Konfüçyüs'ün şu sözlerini söyler: "Bir toplumun müziği bozulmuşsa her şeyi bozulmuştur." Ve ilave eder; "Bu, müzik toplumu bozar demek değil, müzik halkın doğrudan doğruya göstergesidir. Halk ne ise müziği de o olur.
****
Atatürk halkı müzik ile değiştirmek istemişti, değiştirmişti de. Ancak zaman içinde halk değiştikçe müzik de değişmişti. 
Değişim kaçınılmazdı. 
Lakin, keşke kötüye değil de iyiye değişseydi...

31 Ekim 2023 / C.E.Y.

Gecenin fotoğraf ve videolarının bulunduğu albüme ulaşmak için tıklayınız:

29 Ekim 2023 Pazar

Yüz Yıllık Cumhuriyet

Dört bir yanı ateşlerde yanarken serin kalmayı başaran Cumhuriyet şimdi artık 100 yaşında. 
Dalya!
Türkiye henüz çok genç bir Cumhuriyet iken patlak veren İkinci Dünya Savaşı'na dahil olmadı. Ki Atatürk ömrünün son yıllarında yaklaşan bu büyük savaşı ön görmüş ve böyle bir savaşa girmememiz gerektiğini söylemiş; İsmet İnönü de büyük irade göstererek, halkın öfke oklarını üzerine çekmek pahasına savaşa girmemizi önlemiştir. Lakin neyi neden yaptığını halka bir türlü anlatamamıştır. (Ve o gün bugün CHP derdini anlatamıyor...)

Türkiye'yi ateş çemberine alan İran, Irak, Kuveyt, Afganistan, Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Libya, Ukrayna, İsrail, Filistin, Lübnan (iç-dış) savaşlarından savaş beğenirken ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılış süreci sancılı geçerken Türkiye böyle bir coğrafyada itidalli davrandı, Cumhuriyet'i korudu. 

Alt akıllarla üst akıllar el ele verip durmaksızın çalışarak ve Mustafa Kemâl Atatürk'ün "Sulh" üzerine söylediği sözleri kulak arkası ederek, milleti çarpanlarına ayırmaya çalışan "bir bölen"lere pirim verdiyse, oraya buraya burnunu soktuysa da, halkın iradesi hepsinin üzerinde olduğu için Cumhuriyet'i yok edemedi.
Cumhuriyet'i var eden, halkın yaşadığı acılardı.
Bu ülkeyi Gazi Mustafa Kemâl önderliğinde halk kurtarmış, halk kurmuş, halk yaşatmıştı. Ülke Cumhur'undu. Cumhuriyet bir anda gökten düşmemiş, kendiliğinden doğmuştu. 
Bugün yine CUMHUR tarafından çılgınca kutlanıyor.

Atatürk'e ve Cumhuriyet'e düşmanlık edenler önce kendi dedelerine, kendi ninelerine ihanet ediyorlarsa, varlıklarının sebebinin Cumhuriyet olduğunu idrak edemiyorlarsa; bu, halkı cahilleştirme ve yeni bir tarih yazma projesinin ürünüdür. 
Zayıf halka kapanın elinde kalır ve her zaman çok kullanışlıdır. 
O yüzdendir ki Atatürk halkın yücelmesi ve güçlenmesi adına, daha savaş meydanlarında projeler üretiyordu.
Kendi başınıza ayakta kalın, gücünüzü kendinizden alıp, kimseye muhtaç olmayın diyordu.
****
Gabriel García Márquez'in "Yüz Yıllık Yalnızlık" romanı gibiydi Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnızlığı da. Cumhuriyet yalnızlığından güç alıp, yalnızlığı ile besleniyordu. Bir başına ayakta kalabilmenin gücü ile dünyaya kafa tutabiliyordu.
Lakin sonra birileri çıkıp "sizi daha iyi yapacağız" diyordu.
Yüz yıldır devam eden Cumhuriyet'in altını oyma çalışmalarına rağmen Cumhuriyet ruhu her geçen gün daha devleşiyorsa; bu, hem Atatürk gençlerinin hem de Cumhuriyet ile inatlaşan şahısların eseri. Kendilerine ne kadar teşekkür etsek az...
****
Bilmezler mi ki geçmişle inatlaşılmaz, geçmiş yeniden yazılmaz, geçmiş "kitabına" uydurulmaz. 
Tarih an be an kendi kendine yazılır. Alınan doğru-yanlış kararlarla, coğrafyayla, doğayla, akılla, zamanla sonsuz bir yolculuktur. Sağ omuzdaki ve sol omuzdaki melekler gibi, kimilerini iyi deftere, kimilerini kötü deftere yazar.
Zaman bir nehir gibi kıvrıla kıvrıla akarak, taşların üzerinden, vadilerin arasından kendine yol bulur. Tarih akışkandır. Durmaz, durdurulamaz. Bazen yatağı darlanır, sular azgınlaşır, bazen yatağı genişler, sular sakinler, durulur.
Zaman nehrinde akarken akışla uyumlanmak ama oradan oraya savrulmamak, akıntıya kürek çekmemek, gerisin geriye, tersine tersine akmaya çalışmamak lazımdır.
Hayat geriye değil ileriye yaşanıyorsa,
Nice 100 Yıllara Türkiye'm!

29 Ekim 2023 / C.E.Y.

25 Ekim 2023 Çarşamba

"Çünkü Hayat Musikidir"

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı kutlamaları kapsamında Bursa İTÜDER tarafından düzenlenen "Bursa İTÜ Mezunları Derneği Türk Müziği Korosu Konseri" iki bölüm halinde gerçekleşti. İTÜ'nün kuruluşunun 250. yılıydı ve konser, İTÜ Öğrencileri Burs Fonu yararına gerçekleşti. 
Konserin ilk bölümünde Atatürk'ün sevdiği şarkıları korodan dinlerken, Resul Turan, Aygül Çetik, Faruk Bakışkan, Sibel Becerikliler ve Ali Özdemir ile Enver Kır koro eşliğinde solo eserler seslendirdi.  
İkinci bölümün konukları ise ikisi de İTÜ'lü olan, TRT İstanbul Radyosu sanatçısı Melihat Gülses ve TRT İstanbul Radyosu Türk Müziği Sanatçısı Nusret Yılmaz idi. Gecenin sunuculuğunu Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu Sanatçısı Nalan Höke Turan, koronun şefliğini ise Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Devlet Türk Müziği Korosu Çello Sanatçısı Tuğberk Çelikkol üstlendi. 

İTÜ 250 Yaşında
Konser, saygı duruşu ve İstiklâl Marşı'nın söylenmesiyle başladı.
Bursa İTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Tuğcu yaptığı konuşmada, ulusumuzun kaderini değiştiren Kurtuluş Savaşı'na ve Cumhuriyet'in "Kimsesizlerin kimsesi" oluşuna değinerek, Cumhuriyet'in inşasında İTÜ'nün yer aldığını, mezunların Cumhuriyet'e olan bağlılığını, 250. yaşını kutlayan İTÜ'nün yaptığı etkinlikler ile öğrencilere destek sağladığını belirterek, konserin oluşmasında emeği geçen herkese teşekkür etti.
 Bursa İTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Tuğcu
İçinden geçtiğimiz üzücü dönemde "Ya İstiklâl ya ölüm!" diyerek yola çıkan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ü, silah arkadaşlarını, tüm gazi ve şehitleri İTÜ ailesi olarak, saygı, minnet ve rahmetle andı.
Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem
Konsere, kendisi de bir İTÜ'lü olan Nilüfer Belediye Başkanı Mimar Turgay Erdem ve eşi, Devlet Sanatçısı Kutlu Payaslı, TEV Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Eski Başkanı Mehmet Çalışkan ve eşi, merhum Erdinç Çelikkol'un eşi Neriman Çelikkol, şair ve yazar Dr. Hüsamettin Olgun ve eşi ile pek çok musikişinas katıldı. 

"Müzik Devam Etmeli, Hayat Devam Etmeli"
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bugünlerde ne yazık ki İsrail ve Filistin halkı çok büyük bir yangının ortasında kaldı. İki tarafın (Filistin çok daha vahim olmak üzere) yaşadığı büyük kayıplar üzerine 29 Ekim kutlamalarının "müzikli" kısımları belediyelerce süresiz "ertelendi". "Körün İstediği Bir Göz Müydü?" bilmem ancak olan bizim Yüzüncü Yılımız'a oldu. 2023 yılına girer girmez estirilmesi gereken "Yüzüncü Yıl" rüzgârı zaten estirilmemiş, üstelik Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş destanı yıllara yayılan bir çalışmayla an be an silinmeye, üzerine yeni bir destan yazılmaya çalışılmıştı.
1800'lerin sonlarında doğanların kurduğu Türkiye Cumhuriyeti 100. yılına ulaşmışken ve 2000'lerde doğanların büyük bir kısmı bu ülkenin nasıl kurulduğundan bihaberken eğlenceler yasaklanmış çok mu?
Lakin, müzik sadece eğlence değildir, müzik hayatın ta kendisidir.

"Musikisiz hayat var olamaz"
Nalan Höke Turan'ın konser sunumlarının her biri birer ders niteliğindedir. Şarkıların hikâyelerini ve dönemin ruhunu kendisinden dinleriz. Turan'dan dinlediğim, Atatürk'ün "müzik" ile ilgili görüşlerini ben de sizlerle paylaşmak isterim:
"Mustafa Kemal Paşa’nın 14 Ekim 1925’de İzmir Kız Öğretmen okulunda yaptığı konuşmada öğrencilerden birinin sorduğu 'Hayatta musiki lâzım mıdır?' şeklindeki soruya verdiği yanıt dikkat çekicidir: 'Hayatta musiki lâzım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlûkat insan değildir. Eğer mevzu-i bahis olan hayat, insan hayatı ise musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nevi şayan-ı mütalaadır.'” 

Hepimiz Atatürk'tük
Bursa İTÜ Mezunları Derneği Türk Müziği Korosu Konseri'nde Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün sevdiği şarkıları dinlerken O'nun sanata, sevdaya, hayata ve doğduğu topraklara olan bağlılığını bir kez daha yaşadık. Rumeli türküleri onun vazgeçilmeziydi. Manastır'ın ortasındaki havuz ile çeşme, Dimetoka kızları, altın kafesteki bülbül, zeybek, harmandalı... 
Şahane Gözler Şahane, Fikrimin İnce Gülü, Yanık Ömer ve hastalığını öğrendiği andan itibaren sıkça dinlediği söylenen, bestesi Hacı Arif Bey'e, güftesi Nâmık Kemâl'e ait, "Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme"... 
Dinlerken bizi zaman zaman hüzünlendiren, zaman zaman da neşelendiren eserler. Tıpkı hayat gibi.
Lento, allegro, andante, allegro, andantino, lento, moderato, allegretto, allegro, andante, vivace ve presto…
 Bursa İTÜ Mezunları Derneği Türk Müziği Korosu ve Koro Şefi Tuğberk Çelikkol
"Çünkü hayat musikidir"
Ata'mızın da dediği gibi "Çünkü hayat musikiydi". Bazen ağır bazen hızlıydı. Bazen neşeli bazen hüzünlüydü. Gidip de dönmeyenler de vardı şarkılarda, vatan toprağından kopartılanlar da, boynu bükük göç yollarına dökülenler de, arkalarında bıraktıkları yavuklular da. 
Hani Onbeşliler Tokat'ın taşlı yollarında düşe kalka ilerlerken gözyaşı döken kızlar gibi. Hani mübadelede gidenlerin arkasından  "Kardeş Nereye?" diye seslenen, kalanlar gibi. Hani 10. Yıla her savaştan alnı açık çıkan Cumhuriyet çocukları gibi. Hani 50. yıla ulaştığının müjdesini toprağa taşa veren Cumhuriyet gençleri gibi.

Yasaklara Dair
"Şarkılar hep eğlenmek için mi söylenir? Ağıtlar da şarkıya dahil değil midir? Acılar, ayrılıklar, hasretler, özleyişler gelmez mi dile şarkılarda, türkülerde? Yemen Türküsü, Çanakkale Türküsü, Kırım Türküsü ve daha niceleri yok mudur geçmişimizde?" (Aldığım her nefeste boğulurken…)
Nusret Yılmaz & Melihat Gülses
"Büyük felaketlerde ilk hesap önce sanatçılara kesiliyor. Acılı zamanlarda insanın içinden 'eller havaya' davranmak gelmiyor elbet. Lakin her kişi işine gidip mesaisine devam edebiliyor, müziğin ise müzisyenlerin 'işi' olduğu atlanıyor. Sanatın sadece eğlenme amaçlı olmadığı, en çok da insan ruhunu otadığı ıskalanıyor. Acılı insanların acılarına saygısızlık edilerek, 'kör kör parmağım gözüne' misali eğlenmek değil dediğim. Sanat, müzik, şifa, deva, geçim, kaygı, sektör kelimelerinin bir araya geldiği bir anlayıştan bahsediyorum." (Ne testi kırılsın, ne yas tutulsun)

Bizlere Yeni Bir Marş Lâzım
100. Yılda dillere dolanmış bir marş "henüz" ortaya çıkmamışken konserler yine 10. Yıl Marşı ile nihayetleniyor. Gençlik Marşı ve Memleketim yine gözümüzün bebeği eserler. 50. Yıl Marşı ne yazık ki yeterince ilgi görmüyor.
Bu arada; Kenan Doğulu, kendi çalışması olan 100. Yıl Marşı'nı 27 Ekim sabahı dinleyici ile buluşturacak. Umarım ki 10. Yıl Marşı gibi, 100. Yıl Marşı da dilimize dolanacak, Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişini ve geleceğini kapsayacak bir marş olur.

Gümbür Gümbür Bir Konser
Yazının sonunda iki kelam da Bursa Akademik Odalar Birliği BAOB Oditoryum'a edelim. Son günlerde izlediğim birkaç konserde ses düzenindeki aksaklıklar epey göze çarpıyordu. Konseri sunan Nalan Höke Turan mikrofonla ve ses kabiniyle nazik nazik cebelleşirken, üzerine sahnenin mayın tarlasına dönüşmüş olması eklenmişti. Sahnedeki kutucuğa ezkaza basıldığı anda salona adeta bomba patlıyordu. Kısacası bu gece "gümbür gümbür" bir konser oluyordu. 
Elektrik Mühendisleri Odası'ndan Makine Mühendisleri Odası'na kadar her türlü mühendisliğin yer aldığı yerleşkenin oditoryumunda bu aksaklıkları yaşamak elbette ki biraz "garip" kaçıyordu. 
Böyle bir mekânda biz izleyicilere "Makinist seees!" diye haykırmak yakışmazdı değil mi?
****
"Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar." der Friedrich Nietzsche. Dışınızdaki müzik zaman zaman susturulsa da içinizdeki müzik hiç susmasın…

25 Ekim 2023 / C.E.Y.

Gözünü aç Türkiye! / 29 Kasım 2016
Orada Duruverdi Zaman / 6 Mart 2019
"Beni Hatırlayınız" / 11 Kasım 2019


20 Ekim 2023 Cuma

Belediye Binası Karacabey'e Yakışmıyor

Bursa istikametinden gelip Karacabey'e girdiğinizde dümdüz ilerlerseniz Cumhuriyet Alanı'na ulaşırsınız. Alan'a yaklaştığınızda meydanda sizi bir Gulyabani karşılar. Karacabey Belediyesi'nin camlı binası…
1990 yılında yerli yerinde bıraktığım eski belediye binası, daha sonra yıkılarak yerine bu modern(!) bina yapılmış. (Erol Onur dönemi. 1994-2004)
Karacabey Belediye binasının Karacabey ile olan uyumuna(!) gıcık olan bir tek ben değilimdir diye ilk olarak belediye binası ile girdim söze. 
Eski belediye binası, o dönemde belediye reisi olan İbrahim Bey tarafından 1933 yılında açılmış. 14 Eylül 1922'de Yunanlar kaçarken bütün Karacabey'i ateşe verdikleri için daha önceki belediye binası ortada yok.
Kurtuluşun ardından Karacabey, adeta küllerinden doğarak, güzel bir planla yeniden şehirleştirilmiş.
Sekiz yolun kavuştuğu Cumhuriyet Alanı'na iki katlı, merdivenli girişli, yanları yumuşak dönüşlü, üst katı boydan boya balkonlu, kiremit çatılı şirin mi şirin bir belediye binası yapılmış. Lakin bu güzel bina yıkılıp da yerine yapılan yeni bina öyle kötü görünüyor ki, gıcık olmamak elde değil. Nasıl kıydılarsa...
Bayramlarımızı kutlarken fotoğraflarımızın arkasında görünen bu tatlı bina artık yok.
1963'ten önce Cumhuriyet Alanı ortasında hemzemin bir "daire" yer alıyor. Daha sonra buraya heykeltraş Nusret Suman'ın hazırladığı Atatürk heykeli yerleştirilmiş ve anıt, Karacabey'in kurtuluş gününe ithafet 14 Eylül 1963'te törenle açılmış. Daha sonra Mustafakemalpaşalı Necati İnci'nin çalışması olan (atlı) heykel ile değiştirilmiş. (Eski heykel Yeniköy'de.) 
Neyse ki yine bir Cumhuriyet dönemi yapısı olan Hükûmet binası yerinde duruyor ve şimdilerde yenileniyor. 
Belediye binası da eski mimarisine uygun inşa edilip, belediye tüm birimleriyle "otoparkı olan" bir yere taşınabilir aslında. Yeni yerleşimler ya eskiyen ve köhneyenlerin yerine ya da verimsiz, kayaç arazilere yönlendirilebilir. 
Cumhuriyet Alanı Karacabey'in vitrini olabilir. Hem kent sakinine hem de dışarıdan gelenlere parmak ısırtabilir. Şehir hafızasının korunması için kıymetli binaların korunması taraftarıyım. Karacabey, M.Ö. 12'nci yüzyıla kadar giden bir tarihe sahip.
2 Ağustos 2013 tarihinde yayımlanan bir haberde, 2014 yerel seçimlerinde Karacabey Belediyesi başkanlığı için adaylığını koyan eski başkan Ergün Koç, "Belediye Binası’nı yıkmadan ölürsem gözlerim açık gider!" demiş ve Karacabey'deki çarpık yapılaşmaya dikkat çekmiş. 2023 tarihine geldiğimizde Ergün Koç'un belediye başkanı olmadığını, Karacabey'in içinin de "Fransız Balkonlu" apartmanlarla dolduğunu görüyoruz. Kısacası, ülkenin betonlaştırılması üzerine uygulanan politikalardan Karacabey de nasibini almış. 
Malum, bir şehrin karakteri, özü ve kökü olur. Değerli binalar yıkıldıkça hafıza da, karakter de, öz de yok oluyor. Zaten Yunan zulmü görmüş, yanmış ve yeniden yapılanmış bir şehir Karacabey, ki pek çoğumuzun dedesi ninesi bu yapılanmada birer tuğla olmuşlardır, bu özü daha fazla değiştirmeye kimsenin hakkı yok, değil mi? 
Karacabey'de tek tük kalan apartmanlaşmamış binalardan biri.
Bursa Okulu Grubu Karacabey'de
19 Ekim Perşembe günü, Bursa ve ilçeleri hakkında araştırmalar yapan ve kitaplar yazan isimlerden oluşan Bursa Okulu grubumuzdan Mimar Aytül Dursunoğlu, Diş Hekimi ve Tarih Doktoru Alper Can, Yazar Uğur Ozan Özen ve bendeniz kısa bir Karacabey gezisi yaptık. Karacabey Belediyesi Kültür Müdürü Alper Tüydeş'i, Karacabey Yörem Gazetesi İmtiyaz Sahibi Şaban Önen ve gazeteci Nevzat Çakır'ı, Karacabey Halk Eğitim Merkezi Müdürü Şaban Vural'ı, Karacabey Sadık Yılmaz İlçe Kütüphanesi Müdür Vekili Fatih Şahiner ve belediyeden Berrin Can'ı yerlerinde ziyaret ederek kurumları ve çalışmaları hakkında kendilerinden bilgi aldık. Cafe Atölye'de Erva Akdemir'in kahvesini içtik. İmaret Camii, Ulu Camii, Çamlık ve Karacabey Parkı'na gittik. Sokaklarda yürüdük. Coşkun Izgara'da köftemizi yedik. Her gittiğimiz yerde sevgi, ilgi ve saygıyla karşılandık. Hepsinin çaylarını içtik.

Karacabey Tarihi Fotoğraf Galerisi
Karacabey'e gelip Yaban Hayat Fotoğrafçısı Alper Tüydeş'i görmeden olmaz. Aynı zamanda Karacabey Belediyesi Kültür Müdürü olan Alper Tüydeş bizlere, uzun zamandır üzerinde çalıştığı “Karacabey Tarihi Fotoğraf Galerisi Projesi” ve yakında açılacak olan “Belediye Müzesi” hakkında bilgiler verdi. Tüydeş, Karacabey halkının ellerindeki eski belge ve fotoğrafları kendileriyle paylaşmalarını beklediğinin altını çizdi. Fotoğrafları dijitale aktardıktan sonra sahiplerine teslim ettiğini özellikle belirtti. Kimse "Fotoğraflarım ne olacak!" diye korkmasın dedi.
Alper Can, Aytül Dursunoğlu, Canan Ekinci Yılmaz, Uğur Ozan Özen, Alper Tüydeş
Alper arşive alınan fotoğrafları ekrana yansıtırken içinde annemin ve pek çok tanıdığımın olduğu fotoğraflara rast geldim. Alper bize, renklendirilen siyah beyaz fotoğraflarda ortaya çıkan şaşırtıcı ayrıntıları; küçücük bir fotoğrafın teknoloji kullanılarak çalışıldığı zaman nasıl büyük bir kıymete dönüştüğünü gösterdi.
Ben de elimdeki fotoğrafları kendisine teslim edeceğimi söyledim. Karacabey tarihine benim ve ailemin de katkısı olsun istedim.
Alper Tüydeş'in Karacabey için yaptığı çalışmaları, Yaren Leylek'i, Adem Amca'yı, Longoz'u, tanıtmak için verdiği emeği, harcadığı mesaiyi, doğa hayatına olan sevdasını, astroid yağmurlarını ya da yıldız gözlemlerini izlemek için kurduğu kampları, yüzlerce insanın o kamplara koşa koşa gelişini ve en çok da her daim gülen yüzünü takdir etmemek mümkün değil. Alper Tüydeş Karacabey tarihine imza atan önemli isimlerden birisidir. Net...

Dijital Arşiv
Bursa Okulu grubu olarak, benim de yazılarımın yayımlandığı Yörem Gazetesi'ni ziyaret ettik. Yörem Gazetesi İmtiyaz Sahibi Şaban Önen ile gazete arşivlerinin dijital arşiv haline getirilmesi üzerine görüş alışverişinde bulunduk. Şaban Yalazı'nın Karacabey kitabından öğrendiğime göre Karacabey'de gazetecilik tarihi 1952'ye uzanıyor. 1952 yılında Mehmet Özgür'ün sahibi olduğu Karacabey Gazetesi, 22 Eylül 1958'de de Malik Kırımlı'nın Meltem Gazetesi, Karacabey'de ilk yayımlanan gazeteler imiş. Meltem gazetesi ilk çıktığında 10 kuruşa satılıyormuş. Şaban Önen ellerinde ciddi bir arşiv olduğunu söylüyor ve bize arşiv odasını gösteriyor. Doğrusu ya, bu işi kim kotarırsa Karacabey tarihine büyük bir hizmette bulunmuş olacak.
Arşivi elektronik ortama alabilmek için neler gerektiği üzerine bilgi paylaşımı yaptıktan sonra ikram edilen çaylarımızı içip, veda etmeden önce birer hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.
Aytül Dursunoğlu, Alper Can, Şaban Önen, Uğur Ozan Özen, Canan Ekinci Yılmaz
Karacabey Halk Eğitim Merkezi
Karacabey Lisesi'nde okurken üç yıl üst üste rol aldığım tiyatro oyunlarının ikisi Halk Eğitim Merkezi'nde sahnelenmişti. 19 Nisan 1975'te Topuzlu, 22 Mayıs 1976'da Bir Yol oyununu oynadığım sahneyi, 1979 yılında "10 parmak daktilo" kursuna geldiğim salonu bir kez daha görmek, geceleri kestirmeden (Şimdi Kızılay İş Hanı'nın olduğu yerden geçiş vardı.) koşturduğum provaların heyecanını bir kez daha hissetmek istedim. Uğur Ozan Özen'in Bursa ve ilçelerindeki tiyatro tarihi üzerine o kadar çok çalışması ve basılmış kitapları vardı. O da bu salonu ve sahneyi görmek istedi. Grup olarak Halk Eğitim Merkezi'ne girdik. Halk Eğitim Merkezi Müdürü Şaban Vural bizleri konuk ederek salonu ziyaret etmemizi sağladı.
O zaman bana çok büyük gelen bu salonda şu anda kadınlara özel kurslar düzenleniyor. Kısa sohbetimizden edindiğim izlenime göre, Halk Eğitim Merkezi, Şaban Vural ile daha yaratıcı etkinliklere ev sahipliği edecek gibi görünüyor. 
Ayrıca bu bina da Karacabey'in korunması ve yaşatılması gereken tarihi binalarından birisi. Ki balkonunda İsmet İnönü konuşma yaparken çekilmiş fotoğraf var ve o fotoğraf da Alper Tüydeş'in arşivinde var, 

Sadık Yılmaz İlçe Halk Kütüphanesi
İlçe Halk Kütüphanesi, Karacabey Belediyesi tarafından Esentepe Mahallesi'nde yaptırılan Gençlik Merkezi’nin birinci katında hizmet vermeye devam ediyor. Sadık Yılmaz İlçe Halk Kütüphanesi Müdür Vekili Fatih Şahiner ve Karacabey Belediyesi'nden Berrin Can bizlere kütüphaneyi gezdirip, kütüphane çalışmaları üzerine bilgilendirdiler. 
İlçe kütüphanesi dört bölümden oluşuyor. Kütüphane içerisinde yetişkin, çocuk ve bebek kütüphanesi ile teknoloji salonu bulunuyor. Okullar bölgesine yakın olan kütüphane öğrencilerin uğrak yeri olmuş. 3600 civarında üyesi olan kütüphanede kitap sayısı, yeni gelecek kitaplarla birlikte, 14 bin 700'e ulaşacak. 
Kurum Kütüphanecisi Fatih Şahiner emeğini esirgemeyen genç bir arkadaşımız. Saat 17:00'den sonra kütüphane Berrin Can'ın sorumluluğunda.
Uğur Ozan Özen, Fatih Şahiner, Canan Ekinci Yılmaz, Berrin Can, Alper Can, Aytül Dursunoğlu

Sabah Karacabey'e geldiğimiz gibi İmaret Camii ve Ulu Camii'yi ziyaret etmiş, yine bir Cumhuriyet dönemi yapısı olan, annemin ve benim eğitim gördüğümüz, 29 Ekim 1926 yılında Karacabey'in ilk ilkokulu olarak eğitim vermeye başlayan Cumhuriyet İlkokulu önünde fotoğraflarımızı çekmiştik.
Kütüphane ziyaretimizin ardından, hazır Esentepe'ye kadar gelmişken Çamlık Mesire Alanı’nı da görelim dedik. Okulun son günlerinde ya da Hıdırellez'de geldiğimiz zaman bana çok büyük ve çok uzak gelen Çamlık'ta mesafe yine uzak, ancak sanki ağaçlar eskisinden az. Sanki Çamlık küçülmüş. Sanki binalar Çamlık'ı yemiş. Sanki birkaç sene sonra geldiğimde Çamlık bitmiş olacak.
Çamlık'ın bir yanından Bursa'ya giden yolu, diğer tarafından Yeniköy'e giden yolu görebilirsiniz. 
Yeniköy Yolu'na doğru
Çamlık'ta kısa bir yürüyüş yaptıktan ve birkaç kare fotoğraf aldıktan sonra aracımız ile Bursa'ya döndük.

BURSA OKULU HAKKINDA
Kurucuları arasında Bursa hakkındaki çalışmaları ile dikkat çeken Raif Kaplanoğlu’nun da bulunduğu Bursa Okulu, düzenli olarak toplanarak Bursa’nın yakın tarihine şahitlik etmiş ve Bursa hakkında çalışmalar yapmış değerli konukları sık sık ağırlıyor. Bunlar arasında; Kekil Şimşek, Ceyhun İrgil, Sait Alper, İsmail Kemankaş konuklardan sadece birkaçı.

20 Ekim 2023 / C.E.Y.

Karacabeyliyim Ben! / 28 Mayıs 2016 

** Tarihi bilgiler için Karacabeyli büyüğüm, Yazar Şaban Yalazı'nın KARACABEY isimli kitabından yararlandım.

18 Ekim 2023 Çarşamba

Açgözlü Bir Yangın Bu Savaş

Ve iki yüzü keskin bir bıçak bu savaş...
Elini iki tarafına da değdiremediğin, iki tarafı da etine değer değmez etini yaran çift taraflı bir bıçak gibi.
O tarafa dönüyorsun o taraf haklı, bu tarafa dönüyorsun bu taraf haklı.
O tarafa dönüyorsun o taraf haksız, bu tarafa dönüyorsun bu taraf haksız.
Haklıyken haksız duruma düşmek, haksızken haklı konuma yükselmek ise iki yüzlü bıçağın sapını tutan elin işi olsa gerek.

Sadece bıçak değil ki, dünya da ikiyüzlü. İkiyüzlü bir dünyada ölüler çarpıştırılıyor durmadan.
"Sizin ölüleriniz leş, bizim ölülerimiz şehit.", "Sizin askeriniz terörist, bizim askerimiz kahraman."…

Dünya devletleri bazı bölgelerdeki savaşlarda üç maymunu oynarken, bazı bölgelerde baş veren en ufak bir aykırılığa şahin kesiliyor. Ne kadar askeri, ne kadar teçhizatı, ne kadar  mühimmatı varsa getirip kapısına yığıyor. Koç başıyla ülke içine girip, taş taş üstünde, baş baş üstünde bırakmıyor. Darmadağın ettiği ülkeden arkasına bakmadan çıkıyor. Kalanlar birbirini yemeye devam ediyor.
****
İsrail Milat Öncesi'ne uzanan bir tarihe sahip. 
Ortadoğu deseniz, yüzlerce yıldır Büyük İskender'den Roma İmparatorluğu'na, İngiliz'inden Fransız'ına kadar sömürgeci batı devletlerinin iştahını kabartmış koskoca bir bölge. 
İsrailoğullarının "Eretz İsrael / Vadedilmiş Topraklar" doktrini malum. Yahudilik'te Tanrı YHVH tarafından İbrahim'e ve soydaşlarına vadedilmiş, Fırat Nehri'nden Nil Nehri'ne kadar uzanan, ülkemizin güneydoğusunu, yani Bereketli Hilâl'i de kapsayan büyük bir bölge. Onlar da bu doktirine tutunmuş ve o bölgede yaşayan diğer halklara yaşama hakkı tanımıyor. 
Ben kendimi bildim bileli "Filistin Kurtuluş Örgütü, Yaser Arafat, Golan Tepeleri, Gazze, Batı Şeria, Kudüs, savaş, terör, bomba, saldırı, işgal, yerleşimci, görüşmeler" gibi haberler radyolarda, gazetelerde, televizyonlarda eksik olmadı.
1964 yılında FKÖ'nün kurulmasına destek veren Mısır (Nasır dönemi) ve Filistin topraklarına sınırı bulunan müslüman Arap devletleri, şimdi Gazze'den sürülmek istenen Gazzelileri ülkelerine kabul etmeyeceklerini açıklıyorlar. Hatta, 'Filistinliler evlerini terk etmemeli' diyorlar. İsrail öldürmeye devam ettikçe, onlar da "kınamaya" devam ediyorlar. 

Dönüp kendime bakıyorum, "Yok, ülkemde daha fazla mülteci istemiyorum" diyorum. Kime üzüleceğimi, kime hak vereceğimi, kimi savunacağımı, kimi kınayacağımı bilmiyorum. Zaman zaman kendimle çelişip, kendimden utanıyorum. Derin suların karanlıklarında neler dönüyor bilmiyorum. Hayatta kalma güdüsü ile yüzeyde kalıp boğulmamaya çalışıyor, dibe çekilenleri görmezden geldiğimi fark ediyorum. 
Dönüşüm marifetiyle mahalleler el değiştiriyor, göç marifetiyle şehirler el değiştiriyor, savaş marifetiyle ülkeler el değiştiriyor. Tarihî bir yolculukta yol aldığımı görüyorum, durdurun dünyayı ineceğim diyemiyorum. 

Ülkemizde yıllardan beri Filistinlilere büyük destek var. Hem mazlum ve güçsüz oluşları hem de müslüman oluşları bu desteğin en büyük sebebi.
Lakin şimdilerde bu destek şekil değiştirerek amacından uzaklaştı ve Hamas terör örgütünü desteklemeye evrildi. İsrail'in politikalarına karşı dursun ya da durmasın Türkiye'de yaşayan Musevi vatandaşlarımız İsrail ile aynı kazanda kaynatılmak isteniyor. 
"Mehmetçik Gazze'ye" sloganlarıyla yeşil bayrak açanlara bakıyorsun, çoğu kendi ülkesinden kaçmış mülteci. İsrail menşeli diyerek oraya buraya saldıranlara bakıyorsun, hiçbirisinin neye saldırdığından haberi yok. Sokağa çıkmayanlar İsrail'i desteklemekle yaftalanıyor, anlayamıyorsun. Müslüman din kardeşim diye kucak açtıkların senin çanına sürekli ot tıkıyor, zinhar isyan edemiyorsun, çünkü hemen "ırkçı" oluyorsun.
O yana bu yana dönerken kan ter içinde nefessiz kalıyorsun. 
Hani kâbus görürken ağzını açar ve bağırmak istersin de sesin çıkmaz ya, tam da öyle...

Sonra dönüp savaşın ve terörün katlettiği insanlara bakıyorum;
Gecenin karanlığında ölüm yağdıran bombaların kızıllığına bakıyorum;
Bombanın ateş topu olup insanları yakışına bakıyorum;
Yerle bir olmuş şehirlere bakıyorum;
Enkaz altından canlı birini arayan çaresiz insanlara bakıyorum;
Getirilen yaralılara o kargaşa içinde müdahale etmeye çalışan doktorlara bakıyorum;
Korkudan konuşamayan çocuklara bakıyorum;
Paramparça olmuş evladının parçalarını poşetlerde taşıyan babalara bakıyorum;
Evlerinden atılmak bir yana, evleri başına yıkılmış insanlara bakıyorum;
Yıllarca insanca yaşamasına izin verilmeyen insanlara bakıyorum;
İnsanca yaşayamayan insanları kurtarma işini vahşi bir terör örgütünün üstlenmesine bakıyorum;
Dans ederken, tuvalete saklanmışken, kaçarken vurulan, bazıları da kaçırılan gençlere bakıyorum
Bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum...

Her şey bir anda yok oluyor, koca dünya bir çocuğun korku dolu gözlerine giriyor. 
Kim haklı kim haksız düşünmüyorum 
Kazanan kim, kaybeden kim, ilgilenmiyorum.
Bedenler küle dönüşüp havaya savrulurken, insanlar kökünden sökülmüş ağaçlar gibi birbiri üzerine devrilirken hiçbir "savunmanın", hiçbir "doktrinin", hiçbir "dinin", hiçbir "tarihi bilginin" anlamı kalmıyor.
Şimdi artık bütün 'ama'lar kifayetsiz, bütün 'hak'lar geçersiz...
****
Savaşlar masada başlar masada biter. Savaşı daha çok öldüren değil, daha akil davranan kazanır. 
Mustafa Kemâl Atatürk bir komutan olarak, 'Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir' demiştir. Ömrü cephelerde geçmiş bir asker olarak, "Yurtta sulh, cihanda sulh" demiştir. Savaşın her halini yaşamış biri olarak her daim barışı savunmuştur.

Atatürk'ümüze ve Cumhuriyet'imize bir kez daha sarılıp, aklın yolundan ayrılmayalım derim ben. Her anlamda zaten zor koruduğumuz dengemizi daha fazla bozdurmayalım.
Yoksa bu yangın herkesi yutacak büyüklükte koca ağızlı bir yangın olmaya aday açgözlü bir yangın... 
18 Ekim 2023 / C.E.Y.

17 Ekim 2023 Salı

"Körün İstediği Bir Göz" müydü?

Siz ne şanslısınız maşallah böyle. Beklediğiniz bahane kendiliğinden ortaya çıkıverdi.
Filistin (Hamas) - İsrail (Netenyahu) meselesini bahane edip 29 Ekim 2023'te 100. yaşını kutlayacak olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına "eğlenceli" kutlama yasağı geldi. 

Bir devlet kurumu olan TRT bir açıklama yaparak kutlamaların "ertelendiğini" söyledi. 
TRT'den yapılan açıklamada şöyle diyor:
"TRT, Cumhuriyet'in 100. yılı kutlamaları çerçevesinde düzenleyeceği ve tüm hazırlıkları biten eğlence odaklı konser ve gösterileri, Gazze'de yaşanan endişe verici insanlık dramı nedeniyle ileri bir tarihe erteledi. Ertelenen konser, gösteri ve diğer etkinliklerin gerçekleştirileceği tarihler daha sonra açıklanacak.".

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından gönderilen basın mailinde de şöyle diyor:
"Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Cumhuriyetin 100. yılına özel düzenlenen 17 Ekim 2023 tarihli Muhtarlar Korosu Cumhuriyet Konseri ve 22 Ekim 2023 tarihli Yavuz Bingöl Konseri, Filistin'de yaşanan endişe verici insanlık dramı nedeniyle ertelenmiştir."

Ne kadar zaman sonraya ertelendi mesela? Ya savaş büyürse, ya deprem olursa, ya sel basarsa, ya yağmur yağarsa, ya şimşek çakarsa, ya patron ateşlenirse, ya bağırsakları bozulursa, ya başı ağrırsa... 
Ki olmuşluğu vakidir. 2013 yılının 23 Nisanında yazdığım Başbakanım, Geçmiş Olsun yazısını hatırlayın. Hani o yıllarda bayramlarda bir haller gelirdi hepsinin üzerine...

Kırk Yılda Bir Değil, Yüz Yılda Bir
"100. Yıl" kutlamalarına uzun zaman önce hazırlanmalı ve 2023'e girer girmez "100. Yıl Etkinlikleri" başlamalıydı. Ne de olsa bir ülke 100 yaşına kırk yılda bir değil, yüz yılda bir giriyor. Zaten bizler 29 Ekim 2123'ü göremeyeceğiz, bari 2023'ü görmenin hazzını yaşasaydık.
Yılbaşı kutlamalarını Hıristiyanlık adına değil yeni bir yıla adım attığımız için yaptığımız gibi, bizim için çok ama çok kıymetli olan bu özel günü Filistinliler ya da İsrailliler birbirini öldürüyor diye değil, Cumhuriyetimiz 100 yaşına ulaştığı için kutlayacaktık. Ne güzel ölüyorlar, iyi ki ölüyorlar diyerek el çırpmayacak, halaya durmayacaktık.
Koca kafalar yine elmalarla armutları karıştırdı ve sonunda ortaya böyle bir garabet çıktı. Gençler buna "duyar kasmak" diyor. -mış gibi yapmak, zevahiri kurtarmak diyelim biz.
(Hoş, bu saat olmuş, 100. yılla ilgili büyük çalışmalar yapılmamış, yer yerinden oynatılmamış. İki konser yasaklansa ne olur yasaklanmasa ne olur. Bu da ayrı mevzu.)
Yoksa insanlara ve tarihlerine saygımız sonsuz. Bizim duyduğumuz kadar onlar da bizim tarihimize saygı duysun ama mümkünse...

Bize ne değil, bize çok şey, bize örnek, bize ibret
Gazze'de yaşanan vahşeti görüp de "Bana ne!" dememiz mümkün değil. Ancak bilelim ki, kendi içlerinde ne tüm Filistinliler Hamas'ı destekliyor ne de tüm İsrailliler Netenyahu'yu. Masum insanlar yöneticilerin verdikleri kararlarla ölüyor. Bomba düştü mü yandaş, candaş, taraftar, muhalif dinlemiyor. Patladı mı herkesi paramparça ediyor.
Bütün  bu vahşet yaşanırken biz oturup hangi yönetici daha haklı diye mi tartışacağız? Şunların yasını tutalım, bunlara da lanet okuyalım mı diyeceğiz? 
Biliyoruz ki acının rengi olmaz, dini olmaz, dili olmaz. Gözyaşları hep aynı akar...

Devletimiz, bu savaşla ilgili devlet katında ülkemiz adına gereğini yapacaktır. Bu yükü de milletin sırtına yüklemeyecektir. Zaten hepimiz tek tek insanlar olarak ayrı ayrı hepsine üzülüyoruz. 
Ancak dünyanın derdi bitmez. Dünyada savaş bitmez, felaket bitmez. Dünya hali bu; acıyla tatlı hep bir arada. İnsan doğdu doğalı bir gözü ağlarken bir gözü güler. En sevdiğinin cenazesini kaldırdıktan sonra bile, insani ihtiyaçlarını gidermeye devam eder.

Yasakları Bırakın, Cumhuriyet'e Sarılın
Sadece üzülmek, sadece slogan atmak ve sadece eğlenceyi yasaklamakla olmuyor. Biz daha büyük düşünüyoruz. Ülkemize akın eden düzensiz göçmenlere, mültecilere peynir ekmek gibi dağıtılan T.C. kimliklerine, yabancılara pahalı pahalı satılan mülklere bakıp; gün gelip üzülünen duruma düşmekten korkuyoruz. (Ki bize üzülen olmayacaktır.) O yüzden de Cumhuriyet'imize dört elle sarılıyoruz.
Bırakın da Cumhuriyet'imizin yüzüncü yılını doya doya kutlayalım. 
Görmüyor muyuz sanki; Cumhuriyet'in kuruluş destanını yeni nesillere anlatmıyorsunuz, kendinizce yeni bir tarih yazıyorsunuz. Tarih içinde kaybolup giden kahramanların öykülerini filmlere, oyunlara, belgesellere konu etmiyorsunuz. Osmanlı tarihini ise büyük abartılarla ve her sözü siyasete alet ederek anlatıyorsunuz. 
Bırakın da tarih sizi yazsın demiş miydim daha önce?
Hah, işte bırakın...

Aklımda deli sorular
Önce yasaklamaları bir kenara bırakın ve onlarca yıldır memleketi yönetenler olarak 100. Yıl Nutku'nu ve 100. Yıl Marşı'nı düşünün siz. 100. Yıl Marşı'nı bestelettiniz. 100. Yıl Nutku'nu da yazdırdınız mı? 100. yılda ülkenin esas sahibi olan millete hesap verecek misiniz? 100 yılda neler kazandık, neler kaybettik, neleri var, neleri yok ettik, Cumhuriyet'i yoktan var edenlerin kazanımlarını nasıl yerle yeksan ettik diye anlatacak mısınız? Kendinizle yüzleşecek misiniz? 
Yoksa körün istediği bir göz Allah verdi iki göz diyerek her fırsatta Cumhuriyet'in altını oyacak mısınız? 
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." demişti Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, 
Peki ya siz Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar kalmasını sağlayacak mısınız?
Söyleyin bir;
Ne yaptınız, ne yapıyorsunuz, ne yapacaksınız?

17 Ekim 2023 / C.E.Y.