27 Mayıs 2022 Cuma

Ellere var, Bize Yoh!

Bursa Valiliği dün gece 27 Mayıs - 2 Haziran tarihleri arasında yapılacak gösteri ve etkinlikleri yasakladı. Bir hafta dışarı çıkmayın, ses çıkartmayın, kırın dizinizi evinizde oturun dedi. 
Hem paranız cebinizde kalsın, yatın uzanın dinlenin, bakın keyfinize dedi.
Toplanmayla, çadır kurmakla, bildiri dağıtmakla yormayın kendinizi dedi.

Bizi düşündüğünüz için çok teşekkür ederiz. Ne kadar haklısınız, bir haftacık çıkmamakla ölmeyiz ya.
Büyüklerimizden daha iyi bilecek değiliz sonuçta.
Baksanıza, biraz şarkı söyleyince huzur ve güvenlik, kişi dokunulmazlığı, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliği, milli birlik ve beraberliğimiz, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü bozuluyor, ortaya suçlar ve müessif olaylar çıkıyormuş.

Allah affetsin, insanın aklına o malum fıkra geliveriyor:
Hoca efendinin biri köylüleri köy meydanında etrafına toplamış onlara dini konular hakkında bilgiler veriyordu. Bir ara İslam’ın şartının 5 olduğunu ve bunlardan birinin de namaz kılmak olduğunu söyledi ve ekledi. Namaz kılmak için abdestli olmak gereklidir dedi. Ondan sonra son sözünü söyledi.
- Cemaat unutmayın, abdest dinin temel direğidir.
O sıralarda konuşmayı dinleyen Bektaşi dayanamayıp sordu;
- Hoca efendi bu nasıl direktir ki bir yellenmede yıkılıveriyor.

Valilik bu açıklamadan önce 29 Mayıs’taki Mem Ararat ve 31 Mayıs’taki Aynur Doğan’ın konserlerini iptal etmişti.
Valilik’ten yapılan açıklamada, “ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması, milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provakatif eylemlerin önüne geçilebilmesi, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, müessif olayların yaşanmaması amacıyla” il genelinde açık ve kapalı yer toplantıları, yürüyüş, basın açıklaması, oturma eylemi, stant açma, çadır kurma, bildiri dağıtma, protesto gibi her türlü eylem ve etkinliğin yasaklandığını bildirilmişti.

Şimdi de iki konserin iptalini büyük bir yasaklar torbasına atarak sündürme ve yedirme, ‘bakın sadece onları değil, hepsini yasaklıyoruz’ diyerek akıllarınca kendilerini temize çekme derdindeler.

Gece 01:00'den sonra müzik yassah, şarkı söylemek yassah, festival yassah, toplanma yassah, basın açıklaması yassah, yassah kardeşim yassah, “hepisi” yassah!
Aklıma düştü, düğünler, cenazeler, günde beş vakit kılınan namaz, toplu edilen dua ve okunan mevlitler, altın günleri, mantı-pilav günleri gibi düzenli buluşmalar için de bir fikriniz var mıdır acaba?

Üç kişiden fazla bir araya gelince, hele o kişiler bir de şarkı söyleyince eyvah ki eyvah, ahlâk namus vatan millet din gitti elden diyorsunuz.
Allah Allah, biz bu kadar mı zayıfız, bu kadar mı temelsiziz, bu kadar mı çürüğüz, bu kadar mı akılsızız da hemen, hem de devleti yıkacak dereceye geliveriyoruz.

Yurdu istila eden (mültecisi, sığınmacısı, adına ne derseniz deyin) gruplar kendi müzikleri eşliğinde İstiklâl’in göbeğinde halaya duruyor, ses yoh!
Yine o gruplar kendilerine dokunan en ufak bir olayda bir araya gelip Voltran’ı oluşturuveriyor, ses yoh!
Cuma’dan çıkan müslüman din kardeşlerimiz slogan ata ata yollarda yürüyor, ses yoh!
Millet düğüncüyüz ya da asker uğurluyoruz deyip konvoy oluşturuyor, bangır bangır açtıkları müzik ile desibel sınırlarını zorluyor, yetmezmiş gibi trafiği alt üst ediyor, ses yoh!

İnsanlar şurada iki konserde şarkılara eşlik edecek, iki kermes yapacak, derdini anlatmak için iki cümle kuracak, YOH!
Anladık anladık, ellere var, bize yoh!

27 Mayıs 2022 / C.E.Y.

26 Mayıs 2022 Perşembe

Şarkılar Bizi Özlemiş

Bursa Barosu Türk Müziği Korosu sizi "Şarkılar Sizi Özledi" diyerek konserine davet eder de gidilmez mi hiç...
Bursa Barosu Türk Müziği Korosu Şefi Filiz Furuncuoğlu Başıbüyük 24 Mayıs gecesi gerçekleşecek olan konserin afişini yolladığında, seve seve, hatta koşa koşa gideceğim dedim kendi kendime.
Ne de olsa farklı mecralardan müzik dinlemek konserin yerini tutmuyor, o hazzı yaşatmıyor.
Pandemi sebebiyle 2020'nin Mart ayında bir anda bıçak gibi kesilen etkinlikler hepimizi nefessiz bıraktı.
Meğer ne kadar da özgür, ne kadar da pervasız yaşıyormuşuz.
Sergiler, konserler, sempozyumlar, tiyatrolar, paneller, sinema, seyahatler, buluşmalar hepsi kendini beklemeye aldı.
Adeta zaman durdu. Geçen bu iki sene yaşanmamış sayıldı...

Pandemi öncesi herkes sosyal hayatın bir tarafından tutuyordu.
Mesleklerinin ağırlığını müzik ile hafifletmek isteyen insanlar korolarda buluşuyor, şarkılar çalışıyor ve bu çalışmalarını bir konser ile taçlandırıyorlardı.

İki yıllık hasretin ardından yavaş yavaş başlayan açılma, son düzlükte bir anda atak yaptı ve insanlar ardı ardına yapılan etkinliklere akın akın akmaya başladılar.
Öyle bir boğulma, öyle bir sıkıntıydı ki yaşanan, şimdi bu çıldırma haline pek de şaşırmamak lazımdı.
İntikam alışverişleri, intikam gezileri, intikam sosyalleşmeleriydi yaşanan. Maskeler ardında yaşanan bir hayatın telafisi yapılıyordu sanki.
Son günlerde Kültürpark Açık Hava Tiyatrosu'nda ardı ardına konserler veriliyor, ünlü sanatçılar sahne alıyordu.
Neredeyse her hafta bir amatör koronun yıl sonu konseri vardı.
Bursa Barosu Türk Müziği Korosu'nun konserinin olduğu gece Bursa'da beş ayrı salonda beş ayrı konser vardı mesela.
Ve eminim ki her salon son koltuğuna kadar doluydu.

İki bölümden oluşan konserde korodan beraber ve solo şarkılar dinledik.
Sololarda;
Ali Eryılmaz, Ah Le Yar Yar
İsmail İşyapan, Aşığım Sana
Figen Cönk, Özlem Önen Kayalı, Zeynep Akaras, Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme
Sebahat Erdoğan, İsmail Eren, Ne Sen Beni Gördün Ne De Ben Seni
Yahya Şimşek, Samanyolu
Özlem Önen Kayalı, Bir Sevda Geldi Başıma
İsmail Eren, Sen Nisansın Daha Ben Sarı Eylül
Figen Cönk, Kalbi Kırık Serseri
Cemal Akkoyunlu, Aheste Çek Kürekleri Mehtap Uyanmasın
Mustafa Metin Sezgin, Yine Bir Gülnihal 
Tülin Sarıbay, Neden bilmem bu iptilâ günden güne hâlim fenâ
Melike Gökçe Ak, Gözleri Aşka Gülen
İhsan Bölük, Öpücük
İhsan Bölük, İsmail Eren, İsmail İşyapan, Yemeni Bağlamış Telli başına
Zeynep Akaras, Ay Gız ve Kızlar Mahlası 
Zeynep Hanım'ın yeğeni Kübra, Mavi Boncuk
Serhat Yıldırım, Asla Vazgeçemem Senden Asla
Büşra Taşdemir, Melike Gökçe Ak ve Nurcan Zeytinciler, Benim Gözüm Sende eserleri ile sahne aldılar. 
 Figen Cönk, Zeynep Akaras, Özlem Önen Kayalı
Tülin Sarıbay şarkısına kendi çaldığı akerdeon ile başladı.
Yahya Şimşek, rahatsızlığı dolayısıyla konsere katılamayan Ali Arabacı'nın yokluğunda rakipsiz kaldı.
Zeynep Akaras Azerbaycan ezgilerini seslendirirken, İsmail Eren ve Tülin Sarıbay sahneye gelerek birlikte dans etti.
İkili ve üçlü söylenen şarkılarda enerji sahneden izleyicilere öyle bir geçti ki, haliyle izleyiciler de yerinde duramadı.
İhsan Bölük şarkısını eşine seslenerek söyledi.
Koroya, kanunda Murat Süslerer, kemanda Şahin Özçelik ve Ali Çalanlı, utta Sercan Erenler, klarnette Tümay Sarıgül, ritim sazlarda Burak Çalanlı, darbukada Dağhan Toparlak ve Serkan Toparlak eşlik etti.
Bursa'da gezek feneri temsilcilerinden olan Dostlar Gezeği grubu gecede koroyu yalnız bırakmadı.
Şef Filiz Başıbüyük'ün koro ve sazlar üzerindeki hakimiyeti, bir yandan da izleyici ile olan iletişimi, kıyafet seçimi, saç ve makyaj tuvaleti yine hayranlık vericiydi. 
Konser ilerledikçe koro sadece sahnedeki koro olmaktan çıkıp, izleyicinin de katılımıyla kocaman bir koroya dönüştü.
Birlikte söylenince şarkılar daha anlamlıydı. 
Ve hepimizin bu anlama çok ama çok ihtiyacı vardı.
Figen Cönk 
Geceyi başarıyla sunan Figen Cönk, Talha Cebeci'ye ait "Hicazkâr Makamında" şiirini seslendirince, "Ne kadar güzel bir şiirmiş, neden daha önce duymamışım..." diye hayıflandım.

Hicazkâr Makamında
Sözlerin vardı en derin duygularında
Sevmelerin vardı nazlı bakışlarında
Bir hayal gibi varlığında yokluğunda
Aradım seni ahh Muhayyer makamında

Gözlerin vardı gözlerimde mana bulan
Ellerin vardı ellerimde beni saran
Bir hülya gibi aklımı başımdan alan
Bekledim seni ahh Nihavend makamında

Kalbin vardı kalbimde tahtına kurulan
İsmin vardı dudaklarımda mırıldanan
Bir ateş gibi bütün benliğimi saran
Dinledim seni ahh Hicazkar makamında
 Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun
Birbirinden kıymetli hukukçuların seslendirdiği şarkılara doyamasak da, her şey gibi konserin de bir sonu vardı.
Konserin sonunda Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun sahneye gelerek hem koro şefine, hem koristlere, hem de izleticilere ayrı ayrı teşekkür etti.
Konseri izlerken Gülten Akın'ın bir şiirini anımsadığını söyleyerek şu kısacık dizeleri seslendirdi.

Yağmur yağar akasyalar ıslanır 
Bulutlar uçuşur geceleyin 
Ben yağmura deli buluta deli 
Bir büyük oyun yaşamak dediğin 
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Pandemi günlerinde hayatın, yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş, canımız çok yanmış, çok can vermiştik. Her şey insanla güzeldi, insanla anlamlıydı.
O günlerde salonlar boş, sokaklar boş, ofisler boş, okullar boş, hayat bomboştu.
Bu vesileyle, hayatın anlamını bir nebze dahi olsa idrak edenler dünyaya başka pencerelerden de bakmaya başladı, öğrenmeyenler ise yıllardır hep aynı yöne bakan pencerelerine yapışıp kaldı. 
Hayat şarkısını söylemekten vazgeçenler ile vazgeçmeyenler ister istemez birbirinden ayrıldı. 
Yaşanan günlerle yaşanamayan günler birbirine karıştı.
Bizim özlediğimiz kadar, hayat da, şarkılar da bizi çok özledi...

26 Mayıs 2022 / C:E.Y. 

25 Mayıs 2022 Çarşamba

Ben Seçerim, Beni Seç

"Yeni bir siyasal iklime ihtiyacımız var." sözleriyle yola çıkan bir dernekle tanıştım bugün. 
Kurucuları arasında 24. dönem CHP Milletvekili Sena Kaleli'nin de olduğu dernek üyeleri, derneklerini tanıtmak için düzenledikleri toplantıların Bursa ayağında Bursalı kadınlarla buluştu.
Erkeklerin siyaseti masaya yatırdığı, memleket kurtaran kararların alındığı Kültürpark Özgen Çay Bahçesi'nde, sadece kadınlara özel düzenlenen, tanıtım toplantısına her kesimden Bursalı kadın katıldı. Bizler, STK temsilcisi kadınlar, İYİ Parti, Demokrat Parti, HDP, Deva ve Gelecek Partisi'nden kadınlar, kadın muhtarlar, iş kadınları, akademik odalardan Mimarlar Odası Bursa Şubesi Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Ülkü Mercan Küçükkayalar, gazeteci kadınlar Yasemin Güler, Sevda Kurul, Elif Görgün Kaplan ve ben, Özgen'in bahçesini doldurduk ve "Ben Seçerim Derneği"ni, kurucularından dinledik.

Ben Seçerim Derneği
Ben Seçerim Derneği fikir annesi ve kurucu başkanı (Siyaset İletişimcisi) Nilden Bayazıt, 24. Dönem CHP Milletvekili (Boğaziçi Üniversitesi-AkademisyenProf. Dr. Binnaz Toprak, 24. Dönem CHP Milletvekili (İş Kadını) Sena Kaleli ve Siyaset Danışmanı Hilal Dokuzcan "Ben Seçerim Derneği"ni, anlatmak için masadaki yerlerini aldılar.
Hilal Dokuzcan, Nilden Bayazıt, Binnaz Toprak, Sena Kaleli
"Şimdi daha çok korksunlar!"
Bir Bursalı olarak ilk konuşmayı yapan Sena Kaleli, aktif siyaset hayatından çekildiğini ve görünmez olmaya, kendisinden korkanları korkutmamaya çalıştığını söyledi ve kadınların aktif siyaset hayatına atılmaları için çalışacak olan "Ben Seçerim Derneği"ni kast ederek, "Şimdi daha çok korksunlar, tek başıma değilim, birçok kadınla geliyorum!" dedi. 
Sena Kaleli
Konuşmasını, "Kendim için değil sizler için çalışma ihtiyacı duyuyorum, her kadın benden ve derneğimizden yardım istemeye hazır olsun. Hem 'Ben seçerim' deyin, hem de 'Beni seç' deyin." sözleriyle nihayetlendirdi.

"Türkiye'nin esas Ana Muhalefet Partisi 'Kadın Hareketi'dir"
Başkan Nilden Bayazıt, 11-12 senelik aktif siyaset hayatı olduğunu söyleyerek başladı konuşmasına.
Nilden Bayazıt
Bayazıt, derneğin doğum öyküsünü şu sözlerle anlattı:
"Bunca yıl sonra bazı şeylerin değişmediğini ve değişmeyeceğini, siyasetin içinde ve dışında duran kadınları bir araya getiremezsek pek çok şeyi başaramayacağımızı düşündüm ve bunu çevremdeki arkadaşlarımla paylaştım. Yuvarlak masalarda oturan sizleri görünce, ABD'nin altmış dördüncü Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın 'Eğer yuvarlak masanın etrafında değilseniz o zaman menüdesiniz' sözlerini anımsadım. Bu masalar bizlere menüde olmadığımızı gösteriyor. Bugün kuruluş günümüz ve henüz bir senelik çok yeni bir derneğiz. Bu bir yıl içerisinde yaklaşık 14-15 ile ziyaretlerimiz oldu. Ben Seçerim Derneği iki amaçla kuruldu. Bir tanesi, siyasetin içinde yaptığımız mücadeleler ve sadece cinsiyetimizden dolayı duvarlara çarpmalarımız ve o duvarları aşamamalarımız. Mesela, bir oluşum doğarken 'Şuraya bir kadın yakışır' deniyor ve sonrasında akla sizin adınız geliyor. Kadının diğer erkeklerden daha donanımlı ve daha liyakatli olmuş olması hiç önemli olmuyor. Anadolu'da hiç kadın milletvekili çıkartmamış, siyasetle ilgisi olmayan kadınların yaşadığı şehirlere gidip kaldığımda oradaki kadın potansiyelini gördüm. Bu zor bölgelerde siyaset yapan kadınların on yıllar boyunca genel başkana, hatta genel başkan yardımcısına dahi ulaşamadığını gördüm. Burada bir şeyler değişmeliydi ve bunu İstanbul'dan yapamazdık. Bu değişimi ancak oradaki kadınlarla el ele verip yapabilirdik. Bunu çevremdeki akademisyen, siyasetçi, hukukçu ve gazeteci kadın arkadaşlarımla paylaştım. Türkiye'nin esas Ana Muhalefet Partisi 'Kadın Hareketi'dir. Çünkü kadınlar sokaktalar. İşin siyasi tarafına baktığınızda ise hiçbir şey değişmiyor, her şey aynı. Bu kadar donanımlı kadının olduğu on yedi ilçeye sahip Bursa'da bir tane bile kadın belediye başkanı yok. Biz bunlara kafa yoruyoruz. Kadınlarla bir ağ oluşturarak bu konularda baskı kurmak istiyoruz. Derneğiz ancak kendimizi bir 'baskı grubu' olarak konumlandırıyoruz. Ben seçerim demek şu demek, madem siz kadınları seçemiyorsunuz, biz seçeceğiz demek. Türkiye'nin hangi bölgesinde olursa olsun bir şeyleri değiştirmeyi kafasına takmış, bunun için mücadele eden kadınları görünür kılmak istiyoruz. Bu konuda her türlü desteğimizi sağlamak istiyoruz. Önümüzdeki genel seçimlerde her muhalefet partisinden bir kadını meclise sokabilmeyi hedefliyoruz. Biz akademik odaların da, baronun da, spor kulüplerinin de seçimlerine katılmak istiyoruz. Belediye ve yerel seçimlere de katılmak istiyoruz."

"Üç K adını verdiğimiz bir projemiz var"
Nilden Bayazıt'tan sonra söz alan Hilal Dokuzcan, bir senede yaptıkları çalışmalardan bahsetti. 
Hilal Dokuzcan
"İlk etapta yaptığımız ağ oluşturma ve bir araya gelme. Türkiye'de güçlü kadınlar olduğunu ancak bunun siyasete yansımadığını görüyoruz. Geçmişteki deneyimleri süzgeçten geçirerek gelecekteki kişilere doğru aktararak bir eşiği atlamak istiyoruz. Buradaki amacımız, çıkacak adaya direk ismi üzerinden destek vermek. Kadınlar örgütlülük göstererek 'Bizim adayımız bu.' diyerek çıkmıyorlar. Erkek adayların çıktığı odalardan ya da hemşehri derneklerinden kadın aday çıkmıyor, çıkartılmıyor. Biz bunu aşmak istiyoruz. Çalıştığımız bölgedeki güç ilişkilerine ulaşmak ve o gücü büyütmek istiyoruz. Erkeklerle çalışmaya açığız. Kadın hareketini önemseyen erkekleri de içimize katarak büyümeyi hedefliyoruz. Üç K adını verdiğimiz bir projemiz var. Üç K, Kars, Kırklareli ve Kahramanmaraş. Bu üç ilde siyasette kadın temsili çok az, hatta hiç yok. Bu üç bölgeden çıkacak kadın aday üzerine çalışıyoruz. İkinci çalışmamız anket ve araştırma çalışması. Bir diğer çalışmamız da illeri dolaşarak bu örgütlülüğü arttırmak. Pastada bize biçilen paya teslim olmak yerine pastayı yeniden yapıp, bunu adil ve eşit bir şekilde dağıtma mücadelesi veriyoruz."

"En büyük ihracatımız, beyin ihracatı"
Prof. Dr. Binnaz Toprak, "Boğaziçi Üniversitesi'nde otuz iki yıl Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde hocalık yaptım. 2011'de CHP'den davet aldım. Daha önce bir örgütte çalışmışlığım yoktu. 2011-2015 yılları arası milletvekilliği yaptım. O dönemden sonra bir daha aday olmak istemedim. Çünkü, erkek egemen bir mecliste kadın olarak bir şeyler yapabilmek son derece zor." sözleriyle başladı konuşmasına.
Binnur Toprak
Kadınlara 8 Mart gibi kadın günlerinde söz verildiğinin, siyaset bilimi hocası olmasına rağmen sadece kadın konusunda konuşmasının istendiğinin altını çizdi. 
Bir 23 Nisan'da koltuklara oturtulan çocukların hepsinin erkek olmasına bakarak, "Egemenlik kayıtsız şartsız erkeklerindir" başlıklı bir yazı yazdığını söyledi. (Ki Mustafa Kemâl Atatürk kadınlara "seçme ve seçilme" hakkını birçok Avrupa ülkesinden önce, 1934 yılında vermiştir.)
Toprak'ın konuşmasından birkaç cümle alıntılayacak olursak:
* Meclis'te ne kadar çok kadın olursa değil, ne kadar nitelikli ve dönüştürebilecek kadın olursa iyi. 
* En büyük ihracatımız, beyin ihracatı.
* Ülkeden gitmek isteyenler arasında sadece muhalif cenahın gençleri yok. 
* Bugün Türkiye'de en güçlü hareket kadın hareketi.
* Kadın konusunda eleştirilemeyecek tek parti HDP. HDP çok zor bir coğrafyada kadınları dönüştürmeyi başardı.
* Erkekler kadınların siyasetle ilgilenmediğini söylüyor. Bu hiç doğru değil. 
* Kadınlar aday olmak için para ödüyorlar ancak listelerde sıranın en altlarına konuyorlar.
* Bizim eskisine de benzemeyen yeni bir Türkiye kurgulamamız lazım.
* Halk kadınların siyasete girmesini istiyor. 
* Adaylıkla ya da gönüllülükle ilgili düşünceleriniz varsa Ben Seçerim Derneği'ne başvurun. 

Ben seçerim, beni seç
Bir şeyler olmak için değil, bir şeyleri değiştirmek için siyaset yapan insanları daha görünür kılmak adına yola çıkan "Ben Seçerim Derneği", bizi boğan, nefes almamızı günden güne zorlaştıran politikaların değişmesi konusunda mücadele edecek siyasetçileri seçeceğini, siyaset tarafından görmezden gelinen kesimleri siyasete taşıyacağını, siyasetin dilini, kimliğini, üslubunu, siyaset yapma şekillerini değiştireceğini, siyaset dilinin yeniden ve daha kapsayıcı olması için çalışacağını söylüyor. 

Bursa'nın Kadınları
Ben Seçerim Derneği kurucularının konuşmalarının ardından katılımcılar (maalesef ki fotoğraflarda her katılımcıya yer veremedim) kendilerini tanıtarak yeni tanıştıkları dernek ile ilgili düşüncelerini ve temennilerini dile getirdiler. 
 Lotus Kadın Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Nergiz Döner, Norm Haber Yasemin Güler, İYİ Parti Kadın Politikaları Başkanı Hüsniye Salkı Pıtırlı, İYİ Parti Uluslararası Politikalar Başkan Yardımcısı Birgül Yıldız Günay
Bursa Tabip Odası 2016-2018 Dönemi Başkanı Güzide Elitez
 Gelecek Partisi Kadın Kolları Bursa İl Başkanı Av. Arife Tuğba Çetinkaya, İYİ Parti Yurdanur Oktay, MHP Kadın Kolları eski başkanı Hatice Deniz

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Bursa Şubesi Başkanı Aylin Sabancı
Gölyazı Balıkçı Kadınları Yardımlaşma Derneği Başkanı Nurten Üner
Karaağaç Mahallesi Muhtarı Sema Pamukçular
HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Zeynep Bozkurt 
HDP Bursa İl Eş Başkanı Ceylan Erol Erdoğan
Kükürtlü Mahallesi Muhtarı Canan Akın Erdem 
2018 CHP Milletvekili adayı, İş Kadını Meral Altuntaş
DEVA Partisi Kadın Politikaları Başkanı Neslihan Aydınoğlu, DEVA Partisi Bursa İl Başkan Yardımcısı Sıdıka Sayılır
DEVA Partisi Bursa İl Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Zeliha Sevim
Ben Seçerim Derneği tanıtım buluşması 
Ben Seçerim Derneği tanıtım buluşması 
Hepsi birbirinden kıymetli ve birbirinden güçlü kadınları gören İstanbul merkezli dernek üyeleri Bursalı kadınlara hayranlıklarını dile getirmeden duramadı. 
Son kare fotoğrafa aramızdan ayrılanlar giremedi. Çünkü hepsinin yetişecek bir programı vardı.

Ben DE Seçerim
Doğanın seçicisi dişidir. 
Erkekse dişiye kur yapan, kendini beğendirmeye çalışan, kabul bekleyen taraftır. Daha süslü, daha becerikli, daha albenilidir. Ta ki dişi tarafından kabul görene dek sürer bu çabası. 
Seçimin insan tarafına geldiğimizde, modern toplumlarda kadın yine hem özel hayatında hem de siyasi hayatta seçen ve seçilendir.
Gelişmemiş toplumlarda ise kadın ne seçendir ne de seçilen...
Üreme organları dışında akıl olarak erkek ve kadının birbirinden pek bir farkı yoktur aslında. 
Erkek fiziksel olarak daha güçlüdür, lakin genelde sadece mesleği ile ilgili işi yapmaya odaklıdır.
Kadın fiziksel olarak güçlü olmasa da yeri geldiğinde güç gerektiren işleri yapabilir. 
Üstelik kadın birçok işi bir arada yapabilecek donanımdadır.
Kadın, doğasındaki anaçlık ile barışı korumaya çalışır. Bir evlat dünyaya getirmenin ve yetiştirmenin ne demek olduğunu bildiğinden her şeyi çok yönlü düşünür. Alevlenen karmaşanın sonrasında çıkacak bir kavganın düzenini bozup ailesini darmadağın edeceğini bilir. Çıkan savaşta evlatlarını kaybedebileceğini bildiğinden savaş çığlıkları atmaz. Uzlaşmacıdır.
Erkekler gibi milyonlarca tohum saçmaz doğaya. Rahmine her ay birer birer düşen yumurtaları kıymetlidir. Nadidedir. 
Bu yüzden olsa gerek, doğa katliamı için, kadına şiddet için, kadın hakları, hayvan hakları, insan hakları, doğa hakları için, kaynamayan tencereler için, kısacası; toplumda aksayan her şey için yollara dökülen hep kadınlardır.

Kadınlar burada erkekler nerede?
Bursa'da, başkanlığını Hasan Ertürk'ün yaptığı Siyasi Dürüstlük Hareketi Derneği olduğunu biliyorum.  Ancak şu sıralarda ne kadar aktifler onu bilmiyorum.
Başkanlığını Nur Ger'in yaptığı ve üyelerinin erkek olduğu Yanındayız Derneği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışmaları devam ettiğini internet sayfalarında gördüm.
Erkeklerin kurduğu Boşanmış Mağdur Babalar Derneği'ni de unutmayalım tabii ki.
Bunlar dışlında erkekler genellikle ya iş dünyası ile ilgili SİAD'larda ya spor kulüpleri ve taraftar derneklerinde ya da siyasi derneklerde yer almayı seviyorlar.
Biz kadınlar ise dünyayı daha güzel hale getirecek her yerde.

Kavga istemiyoruz
Biz öncelikle, kadınların siyasete uzak durmalarının altındaki sebeplerin ortadan kalkmasını istiyoruz.
Siyasete girecek kadının gözünün arkada kalmaması için çocuklarının güvende olmasını istiyoruz.
Eril dilin değişmesini istiyoruz.
Kadınların sadece kota doldurmak için seçildiği ve etkisiz elaman olarak yaşayıp maaş aldığı bir meclis istemiyoruz.
Sözünün dinlenmesi için "Erkek Fatma" olmak zorunda bırakılmayan, kadın gibi kadın milletvekilleri ve yöneticiler istiyoruz.
Kadın haklarının kadının olmadığı oturumlarda konuşulmasını istemiyoruz.
Kadınların kadın konusunun dışında da konuşacağı uzmanlık alanları olduğunun anlaşılmasını istiyoruz.
Siyaset dünyasındaki fotoğraf karelerinin erkeklerden ibaret olmasını istemiyoruz.
Biz aslında pozitif ayrımcılık ve destek de istemiyoruz.
Biz, erkeklerin arkasında ya da önünde değil, erkeklerle yan yana yürümek istiyoruz.
Ve biz farklılıklarımızla güçlenmek varken arkaya itilmek, görmezden gelinmek, eve tıkılmak, yokmuşuz gibi davranılmak ve haklarımız için bu kadar kavga etmek istemiyoruz.
Bizi bir salın, bir rahat bırakın, bir gölge etmeyin,
Yeter...

25 Mayıs 2022 / C.E.Y. 

Siyaset ve kadın üzerine yazdığım bir kaç yazıyı paylaşmak isterim sizlerle:
Meclis'te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011 
Baştan Ayağa Mobbing! / 20 Şubat 2021 

20 Mayıs 2022 Cuma

Zamansız Kadın Anadolu

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği (TÜKD) Bursa Şubesi tarafından 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nda, Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde, Araştırmacı-Yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı'nın hazırlayıp sunduğu "Düşten Düşünceye - Bursa'nın Zamansız Kadınları" isimli "Defile Konferans"ı izledim.
Bir anıcı, aracı ve anlatıcı olarak İlknur Güntürkün Kalıpçı, güçsüzlükleri güce dönüştürebilen kadınları zaman tünelinden günümüze taşımak için otuz yılı aşkın süredir geçmişe ait belgeler arasında çalışıyor ve bu kadınların sadece yaptıkları işleri ve ilklerini anlatıyor.
 İlknur Güntürkün Kalıpçı
Atatürk'ü En İyi Anlatan Kadın olarak anılan İlknur Kalıpçı tarafından hazırlanan ve sunulan gösteride, Cumhuriyet tarihinin önemli Bursalı kadınları, yine Bursalı kadınlar tarafından canlandırıldı. Kadınlar, canlandırdıkları kişilerin birebir dikilen elbiseleri ile adeta zaman tünelinden geçerek sahneye geldiler.
Kadınların sahneye gelişlerine, unutulmaya yüz tutmuş kadın bestecilerin şarkıları eşlik etti.
Ve en güzeli; geceden elde edilen gelir ile üniversiteli kızlara burs desteği sağlandı.

Bursa'nın Zamansız Kadınları
Kurtuluş Savaşı Kadınlarını temsilen sahneye gelen dört kadını Saitabat Köyü Kadınları Dayanışma Derneği Üyelerinden Sevim Uluçınar, Emriye Arı, Emine İrten ve Ayşe Ülker canlandırdı.
* Atatürk tarafından 43 kadın ve 700 erkekten oluşan bir müfrezenin başına getirilen ilk kadın müfreze reisesi Fatma Seher Erden'e, nam-ı diğer Kara Fatma'ya (1888-1955) TÜKD Bursa Şubesi Başkanı Aylin Sabancı can verdi. 
Aylin Sabancı
* Çanakkale Cephesi'nde 70. Alay Komutanı olan Halit Bey'in çocuk yaşta annesiz kalan, dört yıl boyunca cephede büyüyen, 12 yaşında onbaşı rütbesi alan kızı Nezahat Onbaşı'yı (1908-1994) İrem Burkay
* Üniversite mezunu ilk Türk kadını, şair, romancı, öğretmen ve Türkiye'nin ilk gezi yazarı Şükufe Nihal'i (1826-1973) Mihrimah Kocabıyık
* Türkiye'nin ilk eğitim almış fotoğrafçısı, "Görüntünün izini derinleştiren kadın" Yıldız Moran'ı (1932-1995) Şirin Yenginer
* 1919 yılında "Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi-Naciye"yi kadınların hizmetine sunan ve tabelayı asar asmaz fotoğraf çektirmeye gelen on kadının fotoğrafını çeken Türkiye'nin ilk fotoğrafçısı, Naciye Suman'ı (1881-1973) Burcu Çalhan,
* 1928 yılında avukatlık ruhsatını alarak Türkiye'nin ilk avukatı olan, ayrıca kadınların lokantada yemek yiyebilmesinin önünü açan Süreyya Ağaoğlu'nu (1909-1989) Nalan Tüzel
* 1932 yılında katıldığı güzellik yarışmasında, 28 jüri üyesinin 25'inin verdiği oy ile Dünya Güzeli seçilen Keriman Halis Ece'yi (1913-2012) İncifer Egel Polat
* 40 yaşında ve 7 çocuklu iken katıldığı bir parti toplantısında "İkinci evlilik hakkı isteriz!" diye bağıran bir erkeğe, "Şeran hakkınız dört iken, bu fedakârlığınızı neye borçluyuz beyefendi?" diye soran, il bazında ilk kadın belediye başkanı olan Mersin Belediye Başkanı Müfide İlhan'ı (1911-1996) Aysın Komitgan
* 18 yaşında iken, dünyada ilk ve tek olmak üzere, takım kaptanı olarak beş erkekle voleybol sahasına çıkan ve takımını şampiyon yapan, Türkiye'nin ilk inşaat mühendisi ve Anıtkabir inşaatı başmühendisi Sabiha Gürayman'ı (1919-2003) Ülkü Mercan Küçükkayalar,
* 1936 yılında, henüz 22 yaşındayken Erciyes Dağı'nın zirvesine tırmanarak zirveye ulaşan ilk Türk kadını İlmiye Bergman'ı (1914-2015) Nalan Erdem
* Dünya bilim tarihine adını "Güneşi zapt eden kadın" olarak yazdıran, güneşle ilgili kabul gören bir yanlışı düzelten ve NASA'da çalışan ilk Türk bilim kadını Dilhan Eryurt'u (1926-2012) Sevgi Saygın,
* Türkiye'nin ilk botanikçisi, ilk kadın Zooloji Profesörü ve Türkiye'nin profesör unvanlarına sahip ilk kadını Fazıla Şevket Giz'i (1903-1981) Zerrin Fırat, 
* 1932 yılında katıldığı tüm yarışlarda birinci gelerek tüm Türkiye rekorlarını eline geçiren yüzücü Leyla Asım'ı (1910-1988) Hanife Erol
* Türkiye'de mimarlık diploması alan ilk iki kadından birisi (diğeri Münevver Belen) ve İstanbul Mimarlar Odası’na kaydolan “Bursa Evleri” konulu tezi ile doçent unvanını alan, ilk kadın mimar Leman Cevat Tomsu'yu (1913-1988) Ayla Efe
* 1932 yılında, İstinye Köprüsü ile Zincirlikuyu arasındaki 9,5 kilometrelik parkuru birinci bitirerek tüm erkek yarışmacıları geride bırakan, daha sonra Avrupa'nın ilk kadın rallicisi olan Semiye Morkaya'yı (1897-1972) Şenay Akaltun,
* Bursa'da ilk araba kullanan, Türkiye'nin ilk kadın sanayicilerinden, iş hayatında 36 yıl başarıdan başarıya koştuktan sonra 80 yaşında Açık Öğretim Fakültesi'ne devam eden Muzaffer Tolon'u (1927- ....) Dilek Cesur,
* 24 yaşındayken Veliefendi'deki yarışlara Scpain isimli atıyla katılarak dünyanın ilk kadın jokeyi olan ve bu başarısından dolayı Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından kendisine özel bir ödül takdim edilen Esin Zembilci'yi Fatma Küçüker,
* Solo Türk Akrobasi Takımı'nın ve Türk Yıldızları'nın mimarı ve annesi, New York'ta toplanan 180 havacı arasında tek kadın pilot olan, Türkiye'nin ilk akrobasi pilotu ve paraşütçü Edibe Subaşı'yı (1920-2011) Ferah Aslanoba,
* Türkiye'nin ilk kadın spor kulübü başkanı, İnegöl İdman Yurdu Kulüp Başkanı öğretmen Vahide Birkey'i Müfide Karaduman,
* 16 yaşında Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü'ne kaydını yaptırabilen, Çankaya'daki Atatürk heykeli ile Mudanya Mütareke Meydanı'ndaki İsmet İnönü heykelini yapan Türkiye'nin ilk kadın heykeltıraşı Sabiha Bengütaş'ı (1904–1992) Şenay Şahin,
* İnas Kız Sanayii ve Nefise Mektebi'nin kurucusu ve ilk müdürü, 1922 yılında Atatürk'ü mareşal üniforması ile ayakta canlandıran üç metrelik  bir yağlıboya tablosunu yaparak Çankaya Köşkü'ne bizzat götüren, çağdaş resim sanatının öncülerinden Mihri Müşfik'i (1886-1954) Aysel Gürel,
Aysel Gürel-Aylin Sabancı
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım (1857-1923) Sermin Cakalıoğlu canlandırdı.
 Zübeyde Hanım-Sermin Cakalıoğlu
Yansız, Yalansız, Zamansız
İlknur Kalıpçı'nın dediği gibi;
"Onlar, göze girmek ile göze almak arasındaki farkı iyi bilen, yoklukta var olup, yokluktan var eden, yansız, yalansız, zamansız kadınlardı. Doğaları, doğruları ve doğallıklarını yitirmeyen, Kurgu İnsan olmayı kabul etmeyen değerlerimizdi. Yarışan değil kaynaşan, nazik olmanın acizlik olmadığını kanıtlayan, kendini beğenmiş değil kendini beğenilir kılan, zaaflarından çok metanetlerine şahit olduğumuz, kopmak yerine kucaklaşan, durmak yerine koşan, sonuçta değil süreçte çabalayan, bölmeden bölüşen, pay etmeden payidar eden, her şey ile hiçbir şey arasındaki fark olan, kendi benliklerine yakın oldukları için kendi bencilliklerine yabancı olan kadınlardı."
İlknur Güntürkün Kalıpçı ile
Gecenin sonunda yukarıda gördüğünüz fotoğraf için kameraya poz vermeden önce, İlknur Hanım'ın, bu programda canlandırılan 26 kadın dahil, yaklaşık 100 kadını anlattığı Zamansız Kadınlar kitabını benim için imzalamasını rica ettim. O heyecanlı kalabalık içinde imzamı da aldım, fotoğrafımı da.

Zamansız Kadın Anadolu
Konferansı dinlerken aklımda kalanlar ile aklımdan geçenleri yazacak olursam;
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kadınlarını kast ederek yaptığı bir konuşmada Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, "Efsane isimlerle buralara geldik. Bu insanların anıları Türk milletinin endişeli ve karanlık günlerinde birer umut ve hayat ışığı olarak parlayacaktır." demişti. 
O, tarih yorgunu Anadolu insanının içindeki cevheri savaş meydanlarında görmüştü.
Yıkılmaya yüz tutmuş imparatorluk, Saray'ı korumak adına Anadolu'yu gözden çıkartmıştı. Anadolu insanı eğitimsizdi, hastalıklıydı, açtı, yorgundu, bitkindi, dahası umutsuzdu.
Halk, Mustafa Kemâl'in ışığı ve yaydığı enerji ile canlandı, umutları yeşerdi dağına taşına, deresine denizine sahip çıktı. 
Türk halkı Kurtuluş Savaşı'nda vatanını kurtarmak için topyekun savaştı. Türk Komutanlarının stratejileri sayesinde Türk askerlerinin (Tekâlif-i Milliye Emirleri ile belirlenen yaptırımlar çerçevesinde) cephe gerisinde de savaşması bu topyekun taktiğe bağlı gelişti ve Türk askeri çok daha az kayıp vererek savaşı sürdürdü, nihayetinde de kazandı
Savaş yorgunu Anadolu'nun erkek nüfusu zaten azdı. Kurtuluş Savaşı'nda cepheye "yaşa bakmaksızın, eli silah tutan herkes" çağrılmıştı. 
Köylerinde olsun, evlerinde olsun erkeksiz kalan kadınların eli hamur yoğurduğu kadar toprağı da sürdü, silah kuşanıp namluya mermi de sürdü. Kimisi silahı omuzlayıp, atına atlayıp cepheden cepheye koştu, kimisi askere tayın, kimisi su, kimisi teçhizat taşıdı.
İsimsiz Anadolu kadınlarıydı onlar. 
Anadolu anaçtı, Anadolu doğurgandı, Anadolu kadındı...

Savaş bir ya da birkaç hatta değil yurt sathındaydı.
Ve o yurt sathında yaşayan her ama herkes o yurdun askeriydi.
Mustafa Kemâl parmağı ile Akdeniz'i işaret etti, bu işaret ile asker sivil her birey tek bir yumruk oldu, dev bir dalgaya dönüştü, şaha kalktı, düşmanın üzerine sağanak gibi yağdı. 
İçine yerleşen umut ışığı ile güçlenen bu büyük ordu karşısında hiçbir güç duramadı. 
Çünkü, işgalci olmak ile vatan sahibi olmak arasında çok farkı vardı.
Kadın erkek çoluk çocuk Anadolu halkı artık oradan oraya sürülmek, sürüklenmek, vatan bildiği topraklardan atılmak istemiyordu. Kararlıydı, yaşayacaksa Anadolu'da yaşayacak, ölecekse Anadolu'da ölecekti. 
Mehmet Akif Ersoy'un İstiklâl Marşı şiirindeki gibiydi her şey. 
Kim bu cennet vatanın uğruna olmazdı ki feda, şüheda fışkıracaktı toprağı sıksan şüheda.
Onlarınki atalarına, yüzyıllarca dökülen kanlara, tertemiz alnından vurulmuş, uzanmış yatan büyüyememiş delikanlılara ahde vefaydı.
****
Kurtuluş Savaşı'nda ve sonrasında verilen mücadelelerden bugüne gelecek olursak;
Ülkemizdeki kadın sorunu, zamansız kadınların hayat öykülerinden feyz ve ibret alınarak çözülür. 
İnsan kendi yaşadığı çağı en ileri çağ zannedip geride kalanların "geri" olduklarını düşünür.
Oysa bir bakarsınız, 50 yıl geriye gitmekle 100 yıl ileriye gitmişsiniz ve siz bile bu hâle şaşmışsınız.
Şaşırmayınız,
Onlar topyekun bir çağdaşlaşma savaşı veren genç Cumhuriyet'in öncü kadınlarıydı.
Biz ise gün geçtikçe gerileyen bir ülkenin gerilemesinin önünde baraj kuran kadınlarız. 
Bizler, Atatürk'ün bize verdiği haklara sıkı sıkı sarılmış, birbirimize sıkı sıkı tutunmuş, barajı daha güçlendirme peşindeyiz.
Atatürk, "Gelecek kuşaklar geçmişi unutacak kadar hafızasız, geleceği tasarlayamayacak kadar hayalsiz olmayacaklardır." demiş.
Bizler, hafızamızı ve hayallerimizi canlı tutma derdindeyiz...
22 Mayıs 2022  / C.E.Y.
TÜKD YK Üyesi Rezan Altunbaş, TOBB Bursa Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Sevgi Saygı, TÜKD Bursa Şubesi Başkanı Aylin Sabancı, TÜKD Saymanı Burcu Burkay, TÜKD YK Üyesi Ebru Akçalı, TÜKD Üyesi Nuray Özakgün

Gözünü aç Türkiye! / 29 Kasım 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016



19 Mayıs 2022 Perşembe

Kalite Eşittir Ahlâk

Kalite Birliği Derneği KALBİR'in "Kalite Şehri Bursa" markası ile ilgili yaptığı çalışmaları ve düşüncelerini açıklamak üzere düzenlediği, KALBİR Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaman, KALBİR’in geçmiş dönem başkanı Prof. Dr. Erkan Işığıçok, Kayapa OSB Başkanı Yalçın Toy, Bursa Emekli Vali Yardımcısı İsmail Demirhan, basın mensupları ve 14. Kalite Ordusu öğrencilerinin katıldığı basın toplantısında "İlk'ler"in şehri olan Bursa'nın neden Kalite Şehri olarak anılması gerektiğini Kalite Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaman'dan dinledik.
Karaman "1502 yılında Sultan II. Beyazid Han döneminde 'Kanunname-i İhsisab-ı Bursa (Bursa Belediyesi Kanunu)' adlı bir standart bu topraklarda yayınlanır ve uygulanır. Bu ferman tarihte yapılan ilk tüketici kanunu olma özelliği taşımaktadır. Bugün dünyada kalitenin standartlaşmasında söz sahibi olan Uluslararası Standartlar Örgütü bunun ilk yazılı belge olduğunu kabul eder. Biz de diyoruz ki ilk standartı yayınlayan ve uygulayan bir milletin şehri olan Bursa, bundan sonra 'Kalite Şehri' olarak anılmalı, ismi 'Kalite Şehri' olarak değiştirilmelidir. Çünkü bu ismi derneğimiz Kalite Birliği Derneği tescil ettirmiştir. Bunu kamu ve kuruluşlarına devretmiş olan bir sivil toplum kuruluşuyuz. Biz de diyoruz ki Bursa'ya marka aramaya gerek yok. Bursa tarım, tarih, turizm, sanayi şehridir, bunlar doğrudur. Ama her şeyden önce kalite şehridir. Bugün ihracat rakamlarına, işsizlik oranlarına ve sosyal gelişmeye baktığımız zaman Bursa, kalite ile ilgili çok büyük adımlar atmış, bugün dünyada pazar bulan ve markaları bulunan bir şehir olmuştur" dedi.
Bursa milletvekillerini ziyaret ederek onların meclise önerge vermelerini talep eden, Bursa'da kalite algısının gelişmesi için başta ilkokullarda olmak üzere sanayi kuruluşları ve üniversitelerde faaliyetler düzenleyen, bugüne dek 227 konferans gerçekleştiren, kalite algısının yerleşmesi ve yaygınlaşması bilinciyle birlikte tüketicinin de kaliteli ürünleri tercih etmesi, sanayicisinin kaliteli ürünleri üretmesi noktasında ücretsiz çalışmalar yapan Kalbir, sanayiciye seslenerek, "Kaliteli ürünler üretin, TSE varken, yancıya, yabancıya gerek yok. Bu ülkenin milli kuruluşu olan TSE'den hizmet alın." diyor.

İnsan bozulursa her şey bozulur
Mehmet Karaman'ı dinlerken insan kalitesinin bu kadar düştüğü bir ortamda üretimde kalite nasıl sağlanacak diye düşündüm hep.
Türkiye'nin profilinin değişiminden kaynakla, Bursa da hem siluet hem de demografik olarak "yeşil ve temiz" olma özelliğini yitirdi.
Ne Bursa eski Bursa ne de Bursalı eski Bursalı.
Şehrin göbeğine yapılan inşaatlar şehrin bina profilini, şehre akın akın gelen mülteci ve sığınmacılar şehrin insan profilini aşağıya çekti.
Kalitenin ahlâk olduğunu içselleştirmemiş insanlar malzemeden çalmayı kaliteden ödün vermek olarak değil de, işi ucuza getirmek olarak algıladı. 
Akıl ve vicdan ile değil kurnazlıkla iş görmeye çalışanlar kalitenin yanından geçmedi. Merdiven altı işletmeler çoğaldı ve büyüdü.
Ekonomi darboğaza girince üretici fiyatları fazla arttırmamak için kaliteden ödün verir oldu.
Daha da kötüsü, bazıları kaliteyi düşürmesine rağmen fiyatları yükseltmekte bir sakınca görmedi.
Aç insan onurundan yer sözündeki gibi, ortada ne akıl, ne vicdan ne de ahlâk kaldı.
İnsan bozuldu, her şey bozuldu...

"Ucuz mal alacak kadar zengin değilim"
Pahalı ürün kaliteli ürün demek değil her zaman. Bunu ölçen ve denetleyen bir kurum olmalı. 
Kaliteyi yükseltmek için yapılan çalışmalar, kaliteyi bozan etmenleri iyileştirmekle paralel yürümeli.
Bir çocuk okulda malzemeden kısmanın, yani çalmanın, felaketlere yol açabileceği ve bu felaketlerden kendisinin sorumlu olacağını önce ailesinde, sonra toplumda öğrenmeli.
Bina yapan bir inşaatçı, demirden, betondan çalıp kuma yüklenirse binanın çökeceğini ve altında onlarca canın öleceğini idrak etmeli.
Süt sağımını hijyenik ortamda yapmayan bir hayvan sahibi, mikroplu sütten üretilen ürünlerin insanları hasta edip öldürebileceğini idrak etmeli.
Araç üreticisi bir kurum, elektrik aksamının malzemesinde kalitesiz ürüne kaçarsa arabanın alev topuna dönüp içindekilerle birlikte yanacağını düşünmeli.
Üretenler ve satanlar kadar satın almacılar da kaliteden ödün vermemeli. Şirketten kaliteli ürün parası tahsil edip, kalitesiz ürün alan ve aradaki farkı cebine indiren bir satın almacı, bu "kazancı" ile nelerin kaybına yol açacağını hesap etmeli.

Ben bunları düşünür ve not ederken, basın mensuplarına tek tek teşekkür eden Mustafa Karaman benim önüme geldiğinde bu düşüncelerimi kendisine de söyledim.
Karaman, benim düşüncelerimi destekler şekilde, "Kalite için pek çok tanım var. Ancak bunlardan en önemlisi 'Kalite eşittir ahlâk'" dedi.

KALBİR
2009 yılında Bursa'da kurulan ve bir sivil toplum kuruluşu olan Kalbir, kalite anlayışının Türkiye'de gelişmesi ve kalite ile beraber kalkınmanın sağlanması üzerine bir dizi projeler üretiyor. 
Kalite Birliği, sanayinin ve sanayicinin desteklenmesinin yanında, tüketicinin bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin ihmal edilmemesi gerektiğini düşünen sivil bir inisiyatif.
Kalbir'in internet sayfasında yazdığı üzere, tüketici bilinçli olacak, tüketici bilgili olacak, tüketici yerli ve milli ürünleri tercih ederek, milli ekonomiyi koruyacak, TSE markalı ürünleri satın alarak, israfı engelleyecek. Kalbir, okullarda "kalite dersi" konması ve okutulması üzerine çalışmalar yapıyor.
Kalite Ordusu
Kalite Ordusu Projesi'ne katılan 1216 üniversite öğrencisi, "Yönetim Sistemleri Uzmanı Sertifika Programı" ile kaliteci olarak yetiştirilmiş.
Kalite Birliği Onursal Başkanı Prof. Dr. Erkan Işığıçok liderliğinde yürütülen eğitimlerden başarı sağlayan öğrenciler, geleceğe daha iyi hazırlanıyor ve eğitimin faydasını görüyor.
Mezun olan öğrencilerin büyük bir kısmı, kurum ve kuruluşların kalite departmanlarında görev almış.
Kalite Birliği olarak, "Onur Projemiz" olarak isimlendirdikleri Kalite Ordusu Projesi, temiz kalite anlayışının yaygınlaşmasında da önemli rol oynuyor.
13. ve 14. Kalite Ordusu eğitimleri Mart 2022'de başlamış.
Bu öğrencilere sanayide staj ve iş bulma imkanını sağlanmış.
Yüzlerce konferans, panel, eğitim, seminer gibi faaliyetlerle temiz kalite anlayışı anlatılmış.
Kalite Ordusu eğitimlerine katılan öğrencilerin bir kısmına İngilizce, ileri Excel ve tamamına kişisel gelişim eğitimleri sertifikalı olarak verilerek, binlerce sertifika tanzim edilmiş.
Bu proje kapsamında şehir dışından eğitimciler Bursa'ya getirilmiş, Kalite Ordusu öğrencilerine ve sanayide görev yapan kalitecilere, sertifikalı eğitimler verilmiş.
****
Kalite Birliği yazısını yazmış ama henüz yayınlamamışken Evrim Ağacı kanalında "Titanic Gerçekten Neden Battı?" videosunu izledim. Çocukken babamdan masal gibi dinlediğim, daha sonra aşk filmi olarak izlediğim Titanic Faciası aslında bir hatalar silsilesiydi. Kaliteyi bir tık dahi düşürdüğünüz anda başınıza neler gelebilir, hiç önemsemediğiniz bir son eleman sizi nasıl yok edebilir siz de görün istedim.
O yüzden, Evrim Ağacı kurucusu ve baş editörü Çağrı Mert Bakırcı'nın anlatımını yazı haline getirdim.

TİTANİC FACİASI - HATALAR SİLSİLESİ 
Çıktığı ilk seferinde, 15 Nisan 1912 gecesi batan Titanic'in batmasının nihai nedeni olan buzdağı, Titanic'in inşa edildiği İrlanda'nın Belfast kentinden 3200 km uzakta Grönland'ın batısında, neredeyse Titanic ile eşzamanlı olarak doğdu. Buzdağı, 100 bin yıl öncesine kadar uzanan bir süre içinde yağan karların oluşturduğu 75 milyon tonluk devasa bir kütleydi. Her yıl oluşan 40 bin civarında buzdağı, okyanus akıntıları nedeniyle önce kuzeye yönelip, Grönland ile Kanada arasındaki Baffin Körfezi boyunca ilerleyip, önce batıya, sonra da güneye dönerek Atlas Okyanusu'na iniyorlar. Bu buzdağlarının çoğu körfezin sığ sularında takılıp kalıyor ve neredeyse hiçbiri Atlas Okyanusu'na ulaşamıyor. 
Titanic'in sefere çıktığı o yıl sıra dışı bir olay yaşanıyor ve güneye yoğun bir iniş gerçekleşiyor.
Titanic'in buzdağı ile çarpışmasından önce esas hatalar Titanic'in üretimi, suya indirilişi ve seyri halinde yaşanıyor.
* Bu üç hatanın ilki gemi üretime geçmeden iki yıl kadar önce geminin baş tasarımcısı Alexander Carlisle ile geminin yatırımcısı ve sahibi olan J. Bruce Ismay arasında gerçekleşen bir toplantıda ortaya çıktı. Ismay, filmde Kate Winslet'in indiği, merdivenlerin olabildiğince ihtişamlı olmasını istedi. Bu nedenle geminin yapısal bütünlüğü sınırlarına kadar zorlandı. Geminin farklı katlarını bölen ana duvarlar, merdivenlere daha çok yer açmak için alçak olacak şekilde inşa edildi. Oysa bir çarpışma halinde geminin batmaması ya da çok daha zor batması için alınan suyu hapsedecek şekilde tasarlanan kompartımanların su seviyesinden olabildiğince yüksekte olması istenir. Ancak şaşaalı merdiven gibi tasarımsal kararlar nedeniyle bu kompartımanlar su yüzeyinden sadece 3 metre yüksekte olacak şekilde inşa edilir. Bu hata geminin olması gerekenden çok daha hızlı su almasına neden oldu.
* İkinci tasarım hatası güverte tasarımında yapıldı. Titanic, 64 can kurtarma filikası taşıyabilecek kapasiteye sahipti. Bunların her biri tamamen doldurulmaları halinde (epey konforsuz olacak olsa bile) yaklaşık 65-70 kişiyi taşıyabilirdi. Gerektiğinde 4500 kişiyi filikalarla taşımak mümkündü. Geminin yolcu kapasitesi 3547 kişiydi. Lakin Ismay, Alexander Carlisle'ın modellerini incelerken, ilk etapta 64 değil de 48 tane olması planlanan filikaların güvertede çok kalabalık ve çirkin bir görüntü yaratacağını düşündü ve filika sayısının 16'ya indirilmesini istedi. (Carlisle, White Star Line yöneticilerinden J. Bruce Ismay ile konuyu resmi olarak tartıştığını söylemiştir. Bruce Ismay ise bunu reddetmiş, böyle bir görüşmenin olmadığını ve kendisine böyle bir uyarının gelmediğini ifade etmiştir.) 4 tane de açılır-kapanır Engelhardt filikası ile birlikte cankurtaran kapasitesi 1178 kişiye düştü. Bu Titanic'in batarken taşıdığı 2223 kişinin sadece %53'ü demekti. 
* Üçüncü hata ise geminin inşaatı sırasında yapıldı. 1912 yılı gemi üretiminde çelik kullanımının yeni yeni başladığı dönemlerdi. Ondan önceki dönemlerde gemiler demirden inşa ediliyordu. Demir, çeliğe rağmen çok daha yumuşaktı ve kolayca parçalanabiliyordu. Malzeme bilimciler demir atomları arasına %1-2 arasında bile olsa karbon atomu serpiştirmenin demirden kat kat güçlü bir alaşım yarattığını gördüler. Böylece, çelik dediğimiz malzeme doğmuş oldu. Fakat çeliğin bu sert yapısı inşaat malzemesi olarak kullanılmasını zorlaştırıyordu. Mesela, büyük plakaları birbirine bağlamak için perçin dediğimiz mantar görünümlü bağlantı elemanları kullanılır. Bu mantarın kuyruğu birbirine bağlanacak metallerden geçirilir ve baş kısmına kadar deliğe oturtulur. Baş tarafında  sabitlenip kuyruğuna büyük bir basınç uygulanır ve bu basınç altında kuyruk şişerek bir buçuk kat çapa ulaşır. Böylece metal plakalar birbirine perçinlenir. Perçin bir kez yerleşti mi kolay kolay çıkan bir eleman değildir, çıkartmak için birleştirilen plakaları parçalamak gerekir. Bu nedenle perçin kalıcı bir bağlantı elemanı olarak sınıflandırılır. Fakat bunun geminin üretimindeki hatası şu olur: O dönemde kullanımda olan yaygın perçin makineleri demir perçinler için üretilmişti. Çelik perçin için de makineler üretilmeye başlanmıştı ancak çok büyüktüler ve bu makineler geminin baş tarafındaki omuzluklara giremiyordu. Bu yüzden, geminin gövdesine kullanılan çelik perçinler, geminin yanlarında kullanılamadı, onun yerine demir perçinler kullanıldı. Bu çok daha yumuşak ve zayıf perçinler 5 mm'lik bir kayma altında bile parçalanabiliyordu ve bu, buzdağının gemi gövdesini bir fermuar gibi açmasına neden oldu.
Bu hatalar silsilesi tek bir kararla önlenebilirdi,
Ticari gemilerin sefere çıkabilmesi için İngiliz Ticaret Odası'ndan izin alınması gerekiyordu. O da filika kapasitesinin yolcu sayısının çok altında kaldığını söyleyerek gemiye seyahat izni vermeyebilirdi. Ama o zamanlarda minimum filika kapasitesi yolcu kapasitesine oranla değil, sabit bir sayıyla belirleniyordu. Ve o sayı, o dönemde 1060'tı. Dolayısıyla Titanic'te yeterli filika sayısı olduğuna kanaat getirildi ve gemiye seyir izni verildi. 
Titanic'in ilk yolculuğu için White Star'ın en güvendiği isimlerden biri olan ve milyonerlerin kaptanı olarak anılan Edward John Smith seçilmişti. 1912'nin Mart ayında John Smith kaptanlığında yola çıkacak bu ihtişamlı geminin yolculuğu, Titanic'in ikizi Olympic bir diğer İngiliz gemisi ile çarpışarak ağır hasar alır ve acil tamir için limana çekilir. Olympic üzerinde yapılan çalışmalar Titanic'in yolculuğu bir ay öteler. Bu gecikme Kaptan Smith'in çalışabileceği mürettebatın değiştirilmesini gerektirdi. Mesela üçüncü kaptan David Blair'in yerine Olympic'in üçüncü kaptanı Henry Wilde getirildi. Görevden alınan David Blair eşyalarını toplarken "Karga Yuvası" olarak da bilinen Çanaklık'ta ufku gözleyen mürettebatın eşyalarının olduğu odanın anahtarını yanlışlıkla yanında götürmüştü. Bu nedenle geminin tepesindeki gözcülere yeterli sayıda dürbün verilemedi. Aslında köprüde yeterince dürbün vardı ancak kimse çanaklığa dürbün götürmekle uğraşmadı. Bu hatalar buzdağının çok daha geç fark edilmesi ile sonuçlanacaktı.
10 Nisan 1912'de İngiltere'nin Southampton limanından Amerika'nın New York kentine doğru yola çıkan Titanic, 14 Nisan'ı 15 Nisan'a bağlayan gece bir buzdağına çarparak battı.
O gece gökyüzünde ay yoktu, okyanus aşırı durgundu ve soğuktan dolayı suyun üzerinde bir sis, adeta bir serap oluşmuştu. Gökyüzünde Ay olsa, hava biraz daha sıcak ya da deniz biraz çırpıntılı olsa buzdağını fark etmek daha kolay olacaktı. 
Elde olmayan bu sebepler, elde olan hatalarla birleşince ortaya çağın felaketi çıktı.
Elde olan hataların en büyüğü iletişim odasında yaşanıyordu.
Titanic teknoloji bakımından da çağının lideriydi. O dönemde var olan en gelişmiş kablosuz iletişim sistemlerine sahipti. Birçok geminin iletişim menzili 300-400 km ile sınırlıyken, Titanic'in iletişim menzili, 60 metrelik kulelerine yerleştirilen alıcı ve vericiler sayesinde 650 km'ye kadar çıkmıştı. Atlas Okyanusu'nu geçen gemiler için önemli olan bu iletişim ağı sayesinde gemiler birbirlerine, buzdağları başta olmak üzere, gördükleri tehlikeleri bildiriyorlardı. Kaptan Smith de buzdağı tehlikesini iyi bildiğinden Mart ayındaki rotasını değiştirerek, buzdağlarının inemeyeceği kadar güneyden bir rota çizmişti. Ancak yüzde birden düşük olduğu hesaplanan bir olay gerçekleşti ve o yıl onlarca buzdağı 48 derece kuzey enleminin güneyine inmeyi başardı. (Titanic faciasından sonra Uluslararası Buz Devriyesi kuruldu)
Yönetim, iletişim mürettebatına çok az para ödüyordu. Mürettebat esas görevi olan geminin güvenlik iletişimini sağlamaktan ziyade, esas gelir kaynağı olan gemideki zengin yolcuların karadaki akrabalarına göndermek istedikleri mesajları iletmek ve onlardan gelen mesajları yolculara aktarmak ve bahşiş toplamakla meşguldü. Mesaj trafiği akıl almaz derecede yoğundu. Bahşişler de o kadar yüklüydü.
Oysa yola çıktıklarından bu yana toplamda altı farklı gemiden buzdağı uyarısı almışlardı. Gemiler gördükleri buzdağlarının yerlerini, büyüklüklerini ve özelliklerini Titanic'e bildiriyorlardı. Bu gemilerden biri olan Californian buzdağları ile çevrilmişti ve olduğu yerde durmuş, sabahın olmasını bekliyordu. Californian bu durumu Titanic'e bildirdi. O anda  geminin tek iletişim mürettebatı olan ve yolcuların mesajlarıyla boğuşan Jack Phillips Californian'ın mesajlarını önemsemedi ve Californian'a "Kapa çeneni!" mesajını gönderdi. Californian'ın telsiz operatörü Cyril Evans bu kaba cevap sonrası Titanic'ten gelen sinyalleri kapattı. 
Gemi, kapkaranlık bir havada ve buzdağlarıyla dolu okyanusta, maksimum hızından 3.7 km az hızla, saatte 41 km hız ile ilerliyordu. 
14 Nisan 1912 gecesi saat 11:30 sularında geminin çanak mürettabatı buzdağını fark etti. Bir buçuk yıldır okyanusta yüzen ve 41 derece kuzey enlemine kadar inmeyi başaran buzdağı, 90 metre eninde ve suyun üzerinde 22 metre yüksekliğindeydi. Tahminlere göre 1,5 milyon ton kütleye sahipti. Çanak mürettebatı karaltıyı gördükten 9 dakika sonra, çarpışmaya sadece birkaç yüz metre kala tehlikeyi fark ettiler ve telefona sarılarak, acil haberi "Buzdağı, tam karşıda!" sözleriyle kaptan köşküne verdiler. 
Kaptan Smith o anda istirahatteydi ve kaptan köşkünde ikinci kaptan William Murdoch bulunuyordu. 37 saniye içerisinde alarmlar çalındı, motorlar tamamen durduruldu ve tersine çevrilmeye başlandı. Bu kararın doğru uygulanabilmesi ve devasa geminin durabilmesi için buzdağı ile arasında en az 800 m mesafe olması gerekiyordu. Oysa gemi ile buzdağı arasında sadece 274 metre kalmıştı. Gemi buzdağının yanından dönmeye çalışırken buzdağının suyun altında kalan çıkıntıları geminin suyun altında kalan kısmındaki demir perçinleri, bir fermuar gibi söküp attı. Gemiyi döndürme kararı verilmeseydi ve gemi sadece yavaşlayıp direk olarak buzdağına çarpsaydı gemi daha büyük hasar alırdı ancak muhtemelen batmazdı. Çünkü gemilerin ön tarafları daha ağır darbeler alabilecek şekilde tasarlanıyor ve darbeyi sönümlüyordu. 
Gemi buzdağına yandan çarptığı için aynı anda 5 kompartıman boyunca, toplamda 1 metrekarelik yarıklar açıldı ve gemiye saniyede 7 ton su dolmaya başladı. 
Sonrasını biliyorsunuz...
Batmaz denen Titanic sadece 2 buçuk saat içinde battı. 
Gemide yeterli filika yoktu. Çevredeki gemilere hızla yardım sinyalleri gönderildi ama en yakındaki Californian gemisi Titanic'ten gelen sinyalleri kapatmıştı. Ondan sonraki en yakın gemi olan Carpathia Titanic'e ulaştığında Titanic bir buçuk saat önce ortadan ikiye ayrılmış bir halde okyanusun dibine oturmuştu. 
Kaptan Smith'in "Kadınlara ve çocuklara öncelik tanıyın" emrini "Sadece kadınlar ve çocuklar" olarak algılayan mürettebat sebebiyle aileler birbirinden ayrıldı. Filikalar erkekleri almadan ve tam doldurulmadan suya indirildi. Bu hata ile birlikte ölü sayısı katlanarak arttı.
2224 yolcudan 710'u kurtarıldı, 696'sı mürettebat olmak üzere toplamda 1514 kişi okyanusun derin sularına gömüldü.
Titanic sadece buzdağına çarptığı için batmadı. 
Titanic tasarım hataları yüzünden battı. 
Titanic malzeme seçimi ve teknolojik hatalar yüzünden battı.
Titanic ekipman yetersizliği yüzünden battı.
Titanic iletişim eksikliği yüzünden battı.
Titanic işçilere hak ettikleri değerin verilmemesinden dolayı battı.
Titanic, çoğu önlenebilir yanlış kararlar silsilesi ile kötü talihin bir araya gelmesi yüzünden battı. 
Ve,
Titanic hırs yüzünden battı...
****
Yazının sonunda, üçüncü cumhurbaşkanımız Celâl Bayar'ın doğduğu köy olan Gemlik'e bağlı Umurbey köyündeki Celâl Bayar Müzesi'nde, 9 Temmuz 2006 tarihinde çektiğim fotoğrafı ve fotoğrafın altındaki notu paylaşmak isterim sizlerle.
Umurbey - Celâl Bayar Müzesi 
 
Umurbey - Celâl Bayar Müzesi 
Demokrat Parti'nin iktidara geldiği 1950 senesinde Kuruca Şilelilerin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'a sundukları hediyenin altına düştükleri not ne kadar da anlamlı değil mi?
"Sayın Demokrat Parti lideri Celâl Bayar, bir devlet gemisi şu andan itibaren sana teslim ve emanet edilmiştir. Dümeni iyi tut, Akdeniz'e sefer et, Karadeniz'de karaya oturma."Bartın-14 Mayıs 1950 
****
Kalitenin insandan ve ahlâktan başladığını unuttuğumuz anda her şey ardı ardına ve hızla çökmeye başlıyor.
Sonrasında da gemi ya karaya oturuyor ya da batıp gidiyor...
Bize de ya gemiyi denize geri döndürmek için çok çalışmak ya da boğulup gitmek kalıyor.
Bu memlekette yetişmiş kişiler olarak, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı kutladığımız bu özel günde bizlere düşen, gençlerimize yüzen bir gemi bırakmak ve o gemiyi yüzer halde tutmayı öğretmektir.

Hepimizin bayramı kutlu olsun.

19 Mayıs 2022 / C.E.Y.