22 Mayıs 2015 - İstanbul |
Mahşer yerine dönen Gülhane Parkı'nda ezilen çiçekler mi dersiniz, İstiklâl Caddesi'ni etten duvar ile örmeler mi dersiniz, Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya çevresini çöplüğe çevirmeler mi dersiniz, "selfie" çekiyorum bahanesiyle arkadaki gençlerimizi kadın erkek ayırmaksızın kadraja alıp sergilemeler mi dersiniz, seks peşinde kapılarda ulumalar mı dersiniz, yolda yürüyen insanlara sataşmalar mı dersiniz...
Yıllardan beri akın akın gelen ve evlere sığamayan sığınmacılar bu bayram adeta bir anda sokağa çıktı ve sanki ülkenin profili bir anda tak diye değişti.
Müslüman din kardeşlerimiz sokaklarımızı istila edip, biz müslüman din kardeşlerini sokağa çıkamaz hale getirdi.
Kardeş deyip bağrımıza bastıklarımız taş çıktı, göğsümüzü bağrımızı parçaladı.
Konukseverliği ve hoşgörüsüyle bilinen Türk halkı özlük haklarını savunmak için konuştukça ırkçılıkla suçlandı.
Kısacası aklarla karalar birbirine karıştı.
İnsan zor durumdaki komşusuna evini elbette ki seve seve açar. Ancak zor durumdaki kişi geçici olarak barındığı evin altını üstüne getirip, ev sahibini evden atmaya kalkınca ev ahalisi "Hop! Dur bakalım!" demez mi? Biz sana geçici barınak sağladık, sokağa atmadık, sen geldin postu bizim eve serdin, bak artık senin evinde sular duruldu, haydi artık evli evine köylü köyüne" demez mi?
Bu bile suç oldu, ne diyeyim...
Lakin burada başından beri hatalı olan evin babası. Çünkü gelen konuğu belli sınırlar içinde tutmamış, duygusallığa kapılıp kendi ailesini mağdur etmiş, ev halkı işinden, aşından, sıcak yatağından olmuş, kısacası ilk düğme doğru iliklenmeyince diğer düğmelerin hepsi yanlış iliklenmişti.
Şimdi aç açabilirsen, çöz çözebilirsen...
Oysa diğer komşular nasıl da kılı kırk yararak açmışlardı kapılarını.
Diğerlerinin bu titizliklerini kınayıp bir de yargılamıştı kapıyı ardına kadar açan "Tamamen Duygusal" baba.
Keşke Cübbeli Hoca'nın satrancı lanetlemesine kanmayıp, biraz satranç oynamayı öğrenseydi zamanında. Hani üniversite yıllarında falan.
Bu sayede attığı adımların, verdiği kararların yıllar sonra nereye varacağını taa o günlerden görür ve oyunun başında doğru hamleyi yapardı.
Şimdi gün geldi, yanlış hesap Bağdat'tan değil, İstanbul'dan döndü.
İstanbul diyorum. Çünkü maalesef ve ne yazık ki bu istila (deprem gibi) İstanbul'a ulaşana dek pek kimse umursamamıştı.
Oysa Anadolu'daki şehirlerin pek çoğunda sığınmacı nüfusu yerel nüfusun üzerindeydi ve sokaklarda kâh yerel halkla, kâh diğer sığınmacılarla kıyasıya çatışmalar yaşanıyordu.
Davulun sesi her zaman olduğu gibi uzaktan hoş geliyordu.
Şimdi davul Türkiye'nin kalbi İstanbul'da çalmaya başlayınca ve İstanbul'u alan Türkiye'yi alır sloganı hatırlanınca şöyle bir kıpırdanma oldu.
Da, galiba biraz geç oldu.
Sırtına torbasını vuran Üsküdar'ı çoktan geçti...
Misafir misafir istemez, ev sahibi hiçbirini istemez
Malum; ekonominin yerlerde sürünmesinin, hepimizin gözle görülür şekilde ve hızla fakirleşmesinin en büyük sebeplerinden birisi kontrolsüz mülteci akını.
Suriye'den kopan geliyor, Afganistan'dan kopan geliyor, Pakistan'dan kopan geliyor, Açık Kapı Festivali mübarek, duyan geliyor, duyan geliyor, memleket kaçak mülteciden geçilmiyor.
Tamam da;
Kimse geldiği yere uymuyor. Uymak bir yana, geldiği yeri kaçtığı yere benzetmeye çalışıyor.
Üstüne üstlük sığınmacıların ülkemizde doğan çocukları ile ülkenin profili hızla tersine evriliyor...
Hâl böyle olunca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nihayet bir açıklama yaparak 1 milyon Suriyelinin geri döndürüleceğini söyledi.
Gerçi, ülkede 8 milyondan fazla sığınmacının olduğu söyleniyor. Bu insanlar 8 milyon olana kadar neredeydiniz diye soracağım ama çok sordum, artık susayım, sizi daha fazla kırmayayım.
Aldığınız kararla 1 milyon sığınmacının gönderilmesi devede kulak kalacaktır diyeceğim ama çok sordum, artık susayım, hiç yoktan iyidir deyip teselli bulmaya çalışayım.
Yani, yetmez ama evet evet evet!
Tüm imkanlar elinizdeyken şu işi kotarın artık!
Yoksa göreceksiniz, siz kotaramazsanız Zafer Partisi gelecek ve ciddi ciddi kotaracak.
Görünen o ki, bu düğümü kim çözerse kahraman o olacak...
Ümit Özdağ o gün ne dediyse bugün o!
20 Ekim 2016 tarihinde MHP Genel Merkezi tarafından parti tüzüğünün bazı maddelerini ihlal ettiği gerekçesi ile ve kesin ihraç talebiyle Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilen, 15 Kasım 2016 tarihinde partiden ihraç edilen, 26 Ağustos 2021 tarihinde Zafer Partisi'ni kuran ve Genel Başkanlığını yürüten Prof. Dr. Ümit Özdağ, babası Muzaffer Özdağ'ı anmak için başlatılan Türk Strateji Günleri'nin 15.'si kapsamında Şubat 2017'de Bursa'ya gelmiş, yaptığı konuşmada Suriyelileri patlamaya hazır bir bombaya benzetmiş, "Şaka yapmıyorum, korkuyorum!" sözleriyle Türkiye'nin içeriden ve dışarıdan kuşatıldığına dikkat çekmiş, başkanlık sistemine niçin karşı olduklarını birkaç maddede özetlemişti.
* Başkanlık Türkiye'nin bölünmesinin önünü açacak.
* Başkanlık tek adam rejimidir ve tek adamı kontrol altına alan ülkeyi de kontrol altına alır.
* Başkanlık Türkiye'yi kolayca savaşa sokabilir.
* Başkanlık ülkeyi bir ekonomik çöküşe sürükleyecek.
* Başkanlık bürokratik vesayeti arttıracak.
* Başkanlık sistemi Türk devletlerinin tarihine aykırıdır.
C.E.Y. o gün ne dediyse bugün o!
15 Eylül 2015 tarihli Onlar mı, onlar Suriyeli başlıklı yazımı şu paragraf ile bitirmişim..
"Buradan çıkacak olan sonuç ne derseniz;
Öncelikle; ülke olarak ne olursa olsun savaştan kaçınacak, savaşa bulaşmayacaksınız.
Taş yerinde ağırdır ve en nadide cevher dahi olsa insan başka bir ülkede sığıntıdır...
Bir sözüm de el altından savaşa destek verenlere;
Siz siz olacaksınız bir ülkeyi savaşa gark ederken savaştan kaçanları da hesap edeceksiniz.
Bu öyle ilahi bir adalettir ki, savaştan kaçanlar gider bu savaşta az da olsa çok da olsa tuzu olanların kapısına dayanır.
Bu öyle bir paradokstur ki, savaştan kaçanlar gider savaşı çıkartanların ülkesine sığınır.
Savaş acıdır, savaş yıkıcıdır, savaş akılsızdır, savaş yangındır.
Ve o yangından sıçrayan her kıvılcım gider herkesin eteğine yapışır..."
Aklın yolu bir
Aklıselim insanlar bugünlerin geleceğini çok zaman öncesinden gördü, sezdi, anladı, yazdı, çizdi, söyledi, belgeledi, ancak kimse karar vericiye dinletemedi...
Karar verici kişi akil insanlara kulak vermeyip, dediğim dedik çaldığım düdük politikasında ısrar edip, birer birer tökezlerken ülke olarak çok üzüldük, çok yorulduk, çok ama çok zaman kaybettik, çok ama çok kan kaybettik.
Hatayı tek kişiye yükleme diyeceksiniz.
Nasıl yüklemeyeyim. Ben demiyorum, onlar diyor.
Kurulan her cümle "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla..." sözleriyle başlıyor.
O, OLSUN diyor oluyor, OLMASIN diyor olmuyor.
Bir yandan da insanın aklına Özdağ'ın, "Başkanlık tek adam rejimidir ve tek adamı kontrol altına alan ülkeyi de kontrol altına alır." sözleri düşüyor.
Ve tüm gözler bir sokaklara bir saraya, bir sokaklara bir saraya çevriliyor...
5 Mayıs 2022 / C.E.Y.
Kapak fotoğrafı 22 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul’da benim çektiğim bir fotoğraf.
Sığınmacıların yazıya konu olan hallerinin fotoğraf ve videolarını sosyal medyada görebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder