26 Şubat 2014 Çarşamba

‘Çanakkale 1915’ okuyucusuyla buluştu

Gazeteci yazar Tayfun Çavuşoğlu, "Çanakkale 1915-İftiralar, Yalanlar, Polemikler" adlı kitabını okurları için imzaladı.
Çanakkale Zaferi'nin 99. yıldönümünde kaleme aldığı Çanakkale 1915 kitabını Ezgi Kitabevi'nde okurları için imzalayan Tayfun Çavuşoğlu, "Çanakkale 1915 kitabımız raflardaki yerini aldı. Tarih kitabı yazmayı tercih ettim. Çünkü, tarih bilincine katkı koymayı istiyordum. Özellikle Çanakkale Savaşı'na ilişkin birçok tartışmalar var. Tartışmalar içerisinde de Mustafa Kemal'in Çanakkale'de Gelibolu'daki rolü, o rolün küçüklüğü ya da büyüklüğü ön sırada yer alıyor. Hem eleştirileri, hem de bu eleştirilere verilecek cevapları bir araya getirdim. O dönemki rütbesiyle Albay Mustafa Kemal, 8 Ağustos'tan sonra Anafartalar Grup Komutanlığı'nı üstlendikten sonra çok önemli rol oynamıştır. Kitapta tüm detayları anlattım. Yakın tarihi aydınlatmak adına umuyorum çok yararlı bir kitap olur" dedi.
"Çanakkale 1915" kitabını imzalatmaya gelen MHP Bursa İl Başkanı Hasan Toktaş da, "Çanakkale'de Türk'ün destansı mücadelesi üzerine çok senaryolar yazılmıştı. Çanakkale 1915 kitabının birçok iftira ve polemiklere aydınlık getireceğini düşünüyorum. Kendisini tebrik ediyor, devamını diliyorum" diye konuştu.
MHP Bursa Milletvekili Necati Özensoy, CHP Bursa İl Başkanı Metin Çelik, MHP Yıldırım Adayı Ali Yazır, Bursa Barosu Başkanı Ekrem Demiröz de imza gününe katıldı.
Kastaş Yayınevi'nce yayınlanarak raflarda yerini alan 320 sayfalık esere kitabevleri ve internet kitap mağazalarından ulaşılabilir.

Crowne Plaza Bursa ‘Çocukların Hayallerine Dokundu’


Crowne Plaza Bursa bünyesindeki Nymphaea Termal Spa, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da adına yakışacak bir organizasyona imza attı. Nymphaea Termal Spa tarafından geçtiğimiz yıl içerisinde düzenlenen ve "Biz bir dilek tuttuk" sloganıyla Bursalı hayırseverleri bir araya getiren sosyal sorumluluk projesinin ikincisi olan "Sizin Hiç Hayaliniz Oldu mu?" projesi, Crowne Plaza Yönetimi himayesinde, Crowne Plaza Bursa'da gerçekleştirilen geceyle yeniden hayat buldu.

KANSERLİ ÇOCUKLARA UMUT OLMAK
2013 yılında ‘Biz bir dilek tuttuk' sloganıyla yola çıkan Nymphaea Thermal Spa ekibi, kısa süre içerisinde birçok bağışçıya ulaşmış ve kanserli çocuklara önemli bir katkıda bulunarak, Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV) tarafından desteklerinden dolayı özel bir plaketle ödüllendirilmişti.
2014'te "Sizin Hiç Hayaliniz Oldu mu?" sloganıyla yeniden yardımseverlere ulaşmayı amaçlayan Nymphaea Termal Spa, 25 Şubat 2014 tarihinde düzenlenediği özel yardım gecesi ile kanserle mücadele eden çocuklara destek ve birliktelikle umut olmayı amaçlıyor.

Biz de bu sosyal sorumluluk projesine tam kadro katılarak projeye bir nebze de olsa destek olduk.

Yoğun katılımın olduğu gecede Nil-Fit dansçıları danslarıyla, orkestra eşliğinde birbirinden güzel şarkılar söyleyen Bengü Beker de müziğiyle konuklara coşkulu ve keyifli dakikalar yaşattı.

Nymphaea Thermal Spa üyelerinin dostluklarını perçinlediği gecede iki adet Bursaspor forması açık arttırım ile satılarak KAÇUV'a destek sağlandı.

Benim seçmenim işini bilir

70’li yıllarda bir yaz günü, Cehennem Sıcağında (The Long Hot Summer) dizisindeki sahneleri aratmayan bir film karesine andıran Karacabey'e gelen seçim konvoylarını hatırlarım.
Kliması olmayan arabalarda, koyu renkli takım elbiselerinin içinde, terden sırılsıklam olmuş beyaz gömleklerini ve boyunlarını sıkan kravatlarını çekiştirerek gevşetmeye çalışmalarını, ellerindeki mendillerle alınlarını, boyunlarını silişlerini hiç unutmam. Çevrede hafiften robotvari dolaşmalarıyla diğerleri arasında seçilen ‘siviller’ ise çok gizemliydiler..
Davul zurna eşliğinde bangır bangır çalan seçim marşları o dönemde de var mıydı, hatırlamıyorum.
Hatırladığım, onlarca arabayla bir tantana gelişleri, bir tantana gidişleri.
Sonra. Sonrası yok... Geliş o geliş... Gidiş o gidiş...
****
2014, bahara andıran bir hava ve yine bir seçim dönemi. Yine sokağa çıkışlar, yine meydanlara akışlar, yine ziyaretler, yine yüzlerce, binlerce el sıkmalar ve yeni moda kafa tokuşturmalar.
Bütün amaç kendini tanıtma, bir çeşit pazarlama...
Adayların fotoğraflı haberleri servis ediliyor basına.
Meydanlar; adayına can-ı gönülden destek çıkanlar, beğense de beğenmese de aday görme sevdasıyla kalabalığa karışanlar, organize olarak gelenler, organize edilerek getirilenlerle dolu. Bazısı umutla bakıyor kameraya, bazısı ise küskün.
Aday samimi görünmeye can atıyor lâkin vatandaş koymuş tepkisini. El elde ama yürek bedende değil. Bakışlar yerde, vücut geride.
Belli ki “Daha önceleri nerelerdeydiniz?” şarkısı çalıyor zihinlerde...
Seçim bürosu açılışlarında ise partiye özel marşlar ve kıvrak müzikler eşliğinde çekilen halaylar çıkıyor öne. Bir coşku, bir eğlence, bir sinerji. Seçim kazanılınca nasıl bir kutlama yapılacak, şimdiden belli...
De, birileri de kaybedecek. O gece mağlup seçim bürolarında ışıklar sönecek, boyunlar bükülecek, yenilgiye bahaneler üretilecek.
Parti ideolojisine vakıf olmayıp, o yola baş koymayıp, seçimi kârlı bir yatırım olarak görüp, destek verdikleri adaya bel bağlayanlar ise suya düşen hayallerini kurtarmaya bakacaklar. Belki de yanlış ata oynadıklarına hayıflanıp için için kahrolacaklar.
****
“Seçimle millet kendine hizmetkâr seçer” desem yanlış söylemiş olur muyum bilmem...
Hizmete talip olanlar hizmetkâr olmayı baştan anlamalı, ellerini taşın altına koymaktan sakınmamalı.
Niyet, ‘hizmet vermekten’ ‘hizmet almaya’ kaymamalı.
Sadece ‘alma’ niyetinde olanlar sahaya hiç çıkmamalı.
Koltuğun gücünü kendi gücü zannederek hayallere kapılmamalı.
Seçime kadar merhaba, seçim sonrası elveda mantığı çok eskilerde kalmalı.
Devir değişti, e tabi seçmen de değişti. Dolayısıyla seçilenler de değişti.
Lâkin seçim söylemleri bir türlü değişmedi...
Yüksek Seçim Kurulu’nun açıklamasına göre bu seçimlerdeki seçmen sayımız 52 milyon 695 bin 831 kişi imiş...
Yaklaşık 53 milyon farklı karakter, bir o kadar fikir, bir o kadar hayat, bir o kadar düşünce. Geçen seçimden bugüne ölenler, geçen seçimden bugüne seçmen olma çağına gelenler...
O gün büyük çoğunluğu evlerinden çıkıp kafalarındaki adaya yönelecekler.
Kendilerine hizmet etmesi için kendilerine bir baş seçecekler.
“Akılsız başın cezasını onu kendine baş seçenler çeker” denir.
Memleket bir bedense ve seçilen baş da yeterince iyiyse; seçen de olsa seçmeyen de olsa kol da, bacak da, ayak da rahat eder...

22 Şubat 2014 Cumartesi

Meleklerin en hızlısı Azrail ise...

Bu da nerden çıktı diyecekseniz; siz gaza yüklenmiş asfaltı ağlatırken, sağlı sollu numaralar çekip beni kimseler geçemez derken, ne kendi canınıza ne de taşıdığınız canlara aldırmazken, ensenize yetişip sizi alaşağı ediveren melek Azraildir hatırlatması yapayım dedim.
Kuş olup uçsanız da kaçamazsınız ondan, jet olup fırlasanız da.
Siz hızlandıkça o eğlenir.
"Daha hızlı daha hızlı!"
Bir kaçma kovalamaca, arada 'Ebe!' diyerek dokunmaca, sonra geri salmaca ve en sonunda da yakalamaca!
Her kaza hız yüzünden olmaz ama her hız kazaya açık davetiye çıkartır. Arabanın arkasına Allah Korusun yazarsınız da, o kadar gaza basmaya sizi Allah bile korumaz.
90'a kadar arabayı siz kontrol edersiniz, (ki onu bile zor edersiniz), 90'dan sonra araba gemi azıya alır, içindeki beygirler şaha kalkar, Azrail'le oynaşır.
Keyiflidir de oynaşması. Heyecanlıdır. Adrenalin tavan yapar, ego da.
"Yakalayamaz ki, yakalayamaz ki..."
Azrail güler kıs kıs.
"Gel gel, az kaldı..."
Hız tutkusu başka bir şeye benzemez. Hayata kafa tutma vardır içinde, dibine kadar yaşadığını anlama vardır.
Direksiyon titrer ellerinde, motorun sesi kamçılar içindeki vahşi duyguları. İbre yükseldikçe yükselir duygular. Sanki dağların en yüksek tepelerine tırmanıyor ya da okyanusun en derin yerlerinde kulaç atıyor, gizemli derinliklere dalıyor, sonra tekrar bulutlara değiyorsundur.
Ya da cahilce bir 'yarıştırmadır'. Serserice bir sürüş, kuralsız, kitapsız, duyarsız, olasılıksız...
Direksiyonunda olduğu aracını Schumacher gibi kullanırken, Renç Koçibey'in trafik kazasından öldüğü bir memlekette yaşadığını unutur insan.
"Ölmek için hız gerekmez ama usta olmak da yetmez" diye düşünmez...
Bütün özgüveni cebine doldurup çıkar yola ve -hani kendi hiç yapmaz da- başkalarının hata yapabileceğini de hesaplamaz.
Yollar da, arabalar da, sürücüler de kusursuz var sayar. Hem, ona bir şey olmaz!
"Ecel gelince bedene, ötesi berisi bahane" deyip duymaz ya hani söylenenleri, hesaplayamaz ya ihtimalleri.
Önüne çıkan bir hayvan, tekerlekten fırlayan bir taş, hatalı bir sollama, çalan telefona kayan bir göz...
Ve sonra hızın derecesine yakışan bir savruluş...
Azrail hızlı olduğu kadar ekabirdir de. Davet edilen her kazaya gitmez mesela.
Bekler vakti zamanını. Belki 10 yıl, belki 50 yıl sonrayadır onun randevusu.
O zamana kadar kazadan yaralı kurtulan bir insan ne yaşar, nasıl yaşar, bir Allah bilir, bir kendisi, bir de anası, babası, kardeşi, evladı, karısı, kocası, eşi, dostu, sevgilisi, arkadaşı.........
****
Kurallarla sınırlandırılmak istemeyiz hiçbirimiz.
Lakin kuralların bizim can güvenliğimiz için olduğunu da artık içimize sindirmeliyiz.
İnatlaşmanın alemi yok, pazarlık etmenin hiç yok.
De, anlamadığım ufak bir nokta var.
240 km hız yapamayacaksak niçin 240 km hız yapan sıradan araçlar üretiliyor.
Polis miyiz biz hırsız kovalayalım, yoksa hırsız mıyız polisten kaçalım?
"Allah akıl fikir irade vermiş, kendinize hakim olun efendim" demeyin.
Olanlarda zaten sorun yok, mesele olmayanlarda...
Ha bir de; ömrümüzce sınırları aşmamışsak ama acil bir durumda gaza basmışsak ve bir güzel de yakalanmışsak bunu polise nasıl anlatalım?
Her hareketimiz kayıtlı olduğuna göre, Memur Bey de trafik CV'mize bakıp kanaat kullanabilir mi?
Ya da kuralları düzenli olarak ihlâl edenler için extra extra cezalar uygulayıp trafikten ilelebet men edebilir mi?
Özellikle de Tofaş'ın kuş serisi ve sürücü profilini tedavülden kaldırılabilir mi?
İstek ve öneriler bitmez...
Neyse;
Gözünüz yolda, kemeriniz belde, ayağınız tetikte olsun...

20 Şubat 2014 Perşembe

Ka.Der kadını kaderine terk etmiyor

30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere ramak kalmışken Ka.Der; kadın ve siyaset, kadın ve medenî kanun üzerine bir toplantı düzenledi. Yazılarımda her daim bahsettiğim kadın sorunlarını farklı bir açıdan dinlemek için edilen davete icabeten toplantıya ben de katıldım.
KA.DER Bursa Şube Başkanı Fatoş Birinç’in ev sahipliğinde Wamtes tesislerinde düzenlenen toplantının konukları AÇEV Müdürü Nuray Öner ve AÇEV öğrencileri, Nilüfer Belediye Meclis Üyesi Semra Doğan, Bursa Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Kadriye Sarıbıyık, konuşmacı konuğu ise Bursa Barosu Avukatlarından ve Baro Kadın Komisyonu Üyesi Av. Nevin Canbaz idi.
Toplantının başlangıcında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Bursa temsilcisi Elif Karan kısa bir konuşma yaparak, katılımcıları 27 Şubat Perşembe 19:00’da Nilüfer Belediyesi Dernekler Yerleşkesi Konferans Salonu’nda yapacakları ve Platform Genel Temsilcisi Dr. Gülsüm Kav, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur ile, 6 Aralık 2012 gecesi uyurken kocası tarafından baltayla öldürülen Kadriye Menkeş’in yeğeni Gülşen Menkeş Günay’ın katılacağı “Kadın Öldürülmesin Diye” buluşmasına davet etti.
Toplantı, İstanbul’dan gelen Ka.Der Danışma Kurulu üyesi Gönül Karahan’ın Ka.Der hakkındaki tanıtıcı konuşması ile devam etti.
4 Mart 1997 yılında kurulan Kadın Adayları Destekleme Derneği Ka.Der, kadınların toplumdaki biçare kaderlerini değiştirip kadına eşit temsilde kimlik kazandırmak için yola çıkan bir kadın derneği. Toplumu ve bireyleri ilgilendiren kararlar alınırken, seçimler ve atamalar yapılırken kadının da söz hakkı olsun diyor.
O sebeple de siyasetin toplum üzerindeki etkisinden yola çıkarak siyasette kadın sayısını arttırmaya yönelik çalışmalar yapıyor. Öncelikle kadın-erkek eşitliği bilincini yükseltiyor. Kadına yönelik ayrımcı söylemleri yasa ve düzenlemelerden çıkartıyor. Kadınların politikaya girmesindeki engelleri ortadan kaldırıp destek sağlıyor. Açtığı Siyaset Okulları’nda kadınlara siyaset eğitimi veriyor.
1999 seçimlerinde 550 milletvekilinden 23’ü kadın iken (%4,2), 1997 yılında Ka.Der’in kuruluşunun ardından yükselmeye başlayan rakamlarda 2011 seçimlerine gelindiğinde 550 milletvekilinden 79’u kadın oluyor (%14,36).
Hedeflerine 275 kadın milletvekilini koyan Ka,Der seçilmek için bıyık şart mı diye soruyor? Siyasette ideolojinin ve partinin yanında değil, sadece ama sadece kadın adayın yanında duruyor. Yasaların kabul ettiği her partiden aday olan her kadına destek veriyor. Yeter ki o aday ‘kadın bakış açısına’ sahip olsun, yeter ki kadınların ve halkın gerçek temsilcisi olmak istesin…
Karahan; “Feminist bir örgüt değiliz ama feminist yöntemleri benimsiyoruz ve uyguluyoruz. Erkek demokrasiden gerçek demokrasiye geçebilmek için kadının da sahneye çıkması gerekiyor” diyor.
Ki kadınların nasıl yaşayacaklarına ‘kadını anlamaktan çok uzak’ erkekler karar vermesin. Seçilen kadınlar da Meclis’e girdiklerinde kadınlıklarından uzaklaşıp erkekleşmesin.
Kadın adayların azlığını ve talepsizliğini vurgulayan ve kadına sadece ‘kota’ olarak yer veren partiler, bu seçimdeki kadın adaylaşması karşısında epey bir şaşıracaklar. Yeter ki aday olan kadın kadar sandık başına giden kadın da bilinçli olsun…
Ka.Der kadın adaylar için “Kadın Aday Kiti” hazırlamış, bir yandan da montörlük çalışmalarına başlamış.
Kısacası kadınlar önlerindeki camdan duvarları yıkmış geliyorlar.
Engellemelere bakarsak da, bu gelişten erkekler “birazcık” korkuyorlar…
Ka.Der’in tanıtımın ardından günün konuğu Av. Nevin Canbaz sözü alıyor.
Söze Medenî Kanun ile başlayan Canbaz eski ve yeni kanunları karşılaştırarak, kendinden ve meslekî deneyimlerinden örneklendirmeler yaparak sürdürüyor konuşmasını. Evlendikten-boşandıktan sonra kadının soyadının değişmesine, çocukların babalarının soyadını taşımasına, erkeğinse soyadında hiçbir zaman hiçbir oynama yapmaya gereksinim duymamasına değiniyor. Çocuğun eğitiminden tut da her konuda babanın yetkin olduğu 2002 öncesinde, annenin çocuğu için tek başına söz sahibi olamadığını, babanın imzası ya da muvafakatnamesi olmadan bankada hesap dahi açtıramadığını anlatıyor.
Çocukların büyüdükleri evleri baz aldıklarını, “bizde varsa herkeste var, bizde yoksa kimsede yok” diye bir algı taşıdıklarına dikkat çekiyor ve kadına verilen değerin kitaplardan önce ‘yaşatmakla’ olacağını söylüyor.
Kadınların ne kadar çok ‘camdan tavan’ları olduğuna çarpıcı bir örnekleme yapıyor.
Dört farklı erkeğe dört farklı yaşta kadın etiketi yapıştırıyor.
15 yaş, 25 yaş evli, 35 yaş dul, 65 yaş…
Ve soruyor. Gece 11’den sonra dışarı çıkar mısınız?
‘65 yaş’ çıkıyor…
Erkeğin verdiği bu cevaptan anlıyoruz ki (erkeğe göre) kadının cinselliğinin bittiği yerde özgürlüğü başlıyor…
65 yaşında artık önemsenmeyen ve salınıverilen kadın, ergen olduğu 13 yaşlarından itibaren evlendirilmeye başlanıyor. Eğitim haklarıyla birlikte sağlıklı yaşam hakları da ellerinden alınan bu kız çocukları, toplumdaki her 3 evlilikten 1’ini oluşturuyor. 16 yaş altı çocuklarını evlendirebilmek için yargıya başvuran 20 bin aile var ve çocuk gelin sorunu için çok fazla uzağa bakmaya da gerek yok. Canbaz’ın ifade ettiğine göre Bursa-Mustafakemalpaşa bu konuda epey sorunlu. Okuldan alınarak evlendirilen bir kızın ‘çocuk gelin’ olduğu doğum için hastaneye gittiğinde farkediliyor. Böyle bir durumda evliliği yapan erkek en az 3 yılla cezalandırılıyor.
Kadına şiddete aranılan çözümlerin kifayetsizliğine ve bu konuda artık farklı bir dil geliştirilmesi gerekliliğine geliyor söz.
Canbaz’ı dinleyen kadınlarla birlikte, kökten çözüme hiçbir katkı sağlamayan kadın sığınma evleri yerine erkek rehabilite tesisleri kurulması gerekliliğinde hemfikir olunuyor. Kadın sığınma evlerinde kendisi gibi problemli kadınlarla bir arada yaşamak zorunda kalan kadın, hem evinden-düzeninden, hem ailesinden ayrı kalmanın acısını yaşayıp aidiyet duygusunu yitiriyor.
Fakat evinde kalmanın bedelini de şiddetle ya da canıyla ödemek istemiyor.
En ufak bir anlaşmazlıkta dayağı yiyen kadın, evden atılan kadın, atılıp da boşanmak isteyince öldürülen kadın, atıldığı halde gidecek yeri olmadığı için evde kalarak o kâbusu her gece yaşayan yine kadın…
Şiddet göstermek için pek çok nedeni olan erkekse, öğretilmiş çaresizliği içinde nelere sebep olduğunun hiç farkında değil.
Böyle durumlarda ‘her şeyin başı eğitim’ deriz, yuvayı dişi kuş yapar deyip kadının eğitimine dikkat çekeriz ve
her şeyi kadının sırtına yükleyerek kadının yanındaki erkeğin eğitimini hep ihmal ederiz. Üstelik eğitimi diplomaya bağlayarak diplomalı çiftler arasındaki şiddete işaret ederiz.
Öfke kontrolü olmayan insanların yıkıcılığı kadından başlayarak tüm topluma yayılıyor aslında. Şiddet sadece yumruk ya da tekme olmuyor. Bir kadının sosyal yaşama hakkı, çalışma hakkı, kendini ifade edebilme hakkı, mutlu olma hakkı, onuru ve gururu gasp edilerek de şiddet uygulanıyor.
Kadına ‘erken evlen ve bolca çocuk doğur’, ‘tecavüze uğrasan da kürtaj olma ve doğur’ denilerek, toplumda kendine yer bulmaya çalışan kadın evine hapsedilmeye çalışılıyor. Rapunzeldi, Sindirellaydı derken masallarla dahi zihinlere kadının zayıflığı, evde oturması ve beyaz atlısını beklemesi kazınıyor.
Nevin Canbaz konuşmasını sonlandırdığında aklıma mukayeseli sorular takılıyor.
Sanki çalışmayan kadın kalmayan memleketlerdeki aileler aç yaşıyor, sanki çocukları okula gitmiyor, sanki hayat duruyor.
Sanki evde oturan her kadın mükemmel ‘anne’.
Sanki nisa taifesi tüm ihtiyaçlara cevap verir ve fakat hiçbir şeye ihtiyaç duymaz.
Sanki o hiç acıkmaz, susamaz, üzülmez, kızmaz…
Ve kadını yok sayan erkekler; -kendilerinin hiçbir zaman vermek zorunda olmadıkları- kadınların verdiği bu ‘var olma’ mücadelelerine bakıp kendilerinden utanmalılar.
Soruyorum sizlere, erkek olmanın da, kadın olmanın da kişi tarafından seçilmediği, erkeğin ve kadının dünyanın devamını birlikte gerçekleştirdiği bu düzende; kim, neden ve kimden daha üstündür?
Yaratan yaratacağını yaratmıştır, gelişimi ise bize bırakmıştır…
O da engellemekle değil desteklemekle mümkünse eğer, yollara döşenen bu taşlar niyedir?