29 Temmuz 2016 Cuma

Komutan!

Günlerdir ekranlarda Ali Türkşen ve Semih Çetin'i izleyince,
Daha sonra dönüp geçmişlerini ve yaşadıklarını bir kez daha inceleyince,
Kısacası gerçek askerleri görünce, askeriyenin içinde yuvalanan hainlerin askeriyenin saygınlığını bitiremeyeceğini anladık değil mi?
Adeta beyinleri yıkanmış insanların palazlanmaları esnasında kendilerinden olmayanları nasıl saf dışı ettiklerini gördük.
Askeri okullarda yetişmelerine engel oldukları vatan sevdalısı çocuklara ettikleri eziyetler bir yana, bir de yetişmişlere ettikleri ezaları al baştan dinledik.
İade-i itibar bile istemiyordu bu onurlu askerler, "Çünkü biz itibarımızı hiçbir zaman kaybetmedik" diyorlardı.

Ali Türkşen bu süreçte maruz kaldığı tüm haksızlıklara rağmen o kadar güzel düşünüyor ki; 
"Hakkımı helâl ediyorum" diyor ve insanlığa zirve yaptırıyor.
"3,5 senede yaşadıklarımın hepsini çöpe attım, hepsini unuttum" diyor.
"Bu olayda gördüm ki, kötülüğün de bir seviyesi varmış" diyor.
"Bugün yaşadıklarımız karşısında bizim yaşadıklarımız çok küçük kaldı" diyor.
"İnsanları kendi halkına bomba atar hale getirdiniz" diyor.
"Bu kadar büyük kötülüğü benim aklım almıyor" diyor.
Ve tüm samimiyetiyle "Onlar için üzülüyorum" diyor.

Sonra da diyor ki;
"Neden çoluğumuzla çocuğumuzla sakince yaşayamayalım ki?"
Sonra hainlere sesleniyor: "Bu kadrolaşma ile kötülükler için hazırlanıyormuşsunuz. Ne gereği vardı ki?"

Benim için esas olan şu düşüncedir.
"Neden çoluğumuzla çocuğumuzla sakince yaşayamayalım ki?"
Bu söylemi romantik ve sıradan bulabilirsiniz.
Evet katılıyorum, romantik ve sıradan... 
İşimiz olsun çalışalım, aşımız olsun aç kalmayalım. 
Yöneticileri biz seçelim, ülkeyi seçtiklerimiz layıkıyla yönetsin, gidip gelip işlerine karışmayalım. 
Asker askerliğini yapsın, çiftçi çiftçiliğini. 
İsteyen okusun, isteyen esnaf olsun. Yeter ki herkes kendi ayakları üzerinde dursun.
İşçisiyle, işvereniyle, memuruyla, sanatçısıyla, sporcusuyla yaşayalım huzur içinde... 

Siz bu güç ile ne yapmak isterdiniz?
Ülkeyi ele geçirelim, ülkenin hayrına bir iş işlemeyelim, her gece dünyanın başka bir yerinde vur patlasın çal oynasın geçsin, her gün en üst seviyede heyecanlı, en üst seviyede düşüncesiz, eğlenceli ve tembel olalım, yenmeyecek kadar çok yemeğimiz, giymeyecek kadar çok kıyafetimiz olsun, ev ev üstüne, arabalar sıra sıra, mücevherat sandık sandık, kadınlar, erkekler, tüm dünya senin kölen, kainat, evren falan falan falan...
Belki fazlası vardır, bilmiyorum.
Çünkü gerçekten BİLMİYORUM!
Çünkü hayal bile edemiyorum...
Böyle bir güç benim elimde olmuş olsaydı eğer yapacağım tek şey; bu gücü, huzur ve adaleti sağlamak için kullanmak olurdu. 
İnsanlara eziyet etmek için değil...

Ya siz gücü ele geçirseydiniz ne yapacaktınız?
Ülke bizim, güç bizim, her şey bizim diyerek vatandaşa etmediğinizi mi bırakmayacaktınız?
Daha işin başında bile kendi kardeşlerinizin üzerine Allah yarattı demeden sıktınız. Ya bir de başarsaydınız kim bilir neler yapacaktınız.
Yanlış yaptınız.
Halkınıza karşı kalkıştınız.
Üstelik iyilik için değil kötülük için kalkıştınız.
Yıllardır bu kötülük için çalıştınız, yıllardır masum insanların ahını aldınız, yıllardır insanları kandırdınız.
****
Hook (Kanca) filminde, artık bir yetişkin olan ve uçamayan Peter Pan ancak güzel bir düşünce yakalaması ile tekrar uçabilmişti.
Şimdi güzel düşünceyi yakalama zamanıdır. 
Şimdi arınma ve temizlenme zamanıdır.
Şimdi birlik olma zamanıdır.
Şimdi sıradan ve sakin yaşama zamanıdır...

28 Temmuz 2016 Perşembe

İlişkisi yok, aldatıldı, özür diliyor!

"AFFET CANISI"
Darbe kalkışması başarısız olup da FETÖ örgütünün adı ünlendiğinden beri örgütle işi olsun olmasın pek çok insan kendisini "YOK VALLAHİ İLİŞKİM YOK" demek zorunda hisseder oldu.
Hani Facebook'taki gibi "İLİŞKİSİ YOK" seçeneği olsa inanın oraya peş peşe milyon kere tıklayacaklar.
Örgütle işi olanlar hele nasıl döneceklerini şaşırdılar. "SPİN" atmanın alâsını attırıyorlar.
Onlar "İLİŞKİSİ YOK" seçeneğinin yanına bir de "ALDATILDIM" kutucuğu konduracaklar ki, suçsuzlukları garanti olsun.
Hele bir de "ÖZÜR DİLERİM" yazdılar mı yanına, onlardan rahatı yok.
Verilen "ÖZÜR üzerine ÖZÜR!" ilanlarını gördükçe gözlerim yaşarıyor zaten.
Hem aldatıldım, hem ilişkim yok, hem özür dilerim derlerse herhalde tutamam kendimi fena ağlarım.

Bu arada örgütle işi olmayanların pek çoğu "BİZ DEMİŞTİK!"çi takılıyor, pek çoğu da "ŞAŞKIN!"
"BU KADARINI DA BİLMİYORDUK!" bakışlarıyla cümbür cemaat ağızlar açık izleniyor olanlar.
Bilmiyorduk hakikaten de. 
Şimdi de 'bakalım daha neler çıkacak' merakı içinde izlemelerdeyiz...
'Bitmedi, daha devamı var' diyenlere kulak kabartanlar ise daha bir temkinli, daha bir sessiz ve derinden yol alıyor olmalılar.
Neme lazım, ne şiş yansın ne kebap..
****
'Aldatıldım' diyen sade vatandaşın aldanması kabul edilebilir bir nebze. (çok küçük bir nebze)
Lakin aldatıldıklarını 'samimiyetle' itiraf edenlerin konumlarına bakıyorum da; 
Ülkenin en tepesinde oturan, tüm yetkilere sahip olmasına ve kendisi aleyhine çıkan en ufak bir sesi dahi duymasına rağmen Cumhurbaşkanı bile aldatılabiliyorsa sıradan bir vatandaşın aldatılmış olmasına kim nasıl ses çıkartacak şimdi diyorum.
Hal böyleyse, mahkemedeki savunmasına "Aldatıldım!" diyerek başlayanlara inanılmak durumunda mı kalınacak diyorum.
Hakim Bey "Olmaz öyle şey" deyip sanığı cezalandırmaya kalkınca; sanık, "Ama bakın Sayın Cumhurbaşkanımız bile....." mi diyecek diyorum.
Hani Nasrettin Hoca'nın meşhur Kazan Doğurdu fıkrasının sonunda, "Bre zındık, doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niçin inanmıyorsun?" dediği gibi, "Kendinin aldandığına inanıyorsun da diğerlerinin aldanışlarına niçin inanmıyorsun?" demezler mi insana diyorum.
O zaman neresinden tutulacak bu davalar diyorum.
"Aldatıldım" sözü, tüm davalarda emsal teşkil etmez mi diyorum...
****
İnsanın kendisiyle yüzleşmesi ve özür dilemesi bir erdem olsa da, bu kadar büyük bir zarar "Yemin etsem karnın ağrımaz" mantığı ile edilen özürlerle telafi edilemez. 
Kimse de baştan savma edilen o özürlere itibar etmez.

Bu felaket durum nasıl bertaraf edilecek, bu kanser nasıl temizlenecek bilmiyorum ama herkes işe önce kendini temizlemekten başlasın diyorum.

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Zamansız kadından zamansız şarkılar

Sevgili Hakan Eren sosyal medya üzerinden "Bu albümü otur dinle." diyerek yollamıştı bana Işıl Yücesoy'un yeni albümünü. Ardından da, "Büyümedim şarkısında ağlamak yok ama!" diye eklemişti.
Anlamıştım ki ağlayacaktım... 

Hangimiz büyümüştük ki? Nasıl ağlamayacaktım...

Işıl Yücesoy ki güçlü bir ses, güçlü bir yorum, güçlü bir duruş...
İlk gençliğimin efsane "Ya seninle ya sensiz" şarkısı zihnime kazılı.
Yıllardır sinema, tiyatro ve televizyon dizilerine imzasını atmış.

Hele Çağan Irmak'ın yönetmenliğinde, 'Unutursam Fısılda' filmindeki Hanife karakterine verdiği can ile zirve yapan oyunculuğu...
O söyler de biz dinlemez miyiz...

37 yıl ara verdiği müziğe döndüğü 'Zamansız' albümündeki şarkılarını dinledim tek tek.
Tanıdık isimlerin imzalarını gördüm şarkılarda. 
Ossi Müzik'ten ve Hakan Eren prodüktörlüğünde çıkmıştı albüm.
'Anlamı yok' şarkısında İskender Doğan'ın yazdığı sözleri gördüm mesela. 
Aşkın Tuna, Suat Suna, Seda Akay, Yonca Lodi, Fikret Şeneş, Sadettin Dayıoğlu, Necla Acemi de sözleriyle yer almışlardı albümde.
Işıl Yücesoy'un bazı şarkıların müziklerine attığı imzaları gördüm. 'Anlamı yok' şarkısında mesela. 'Niye düşünüyorsun?' şarkısında mesela. 
Ki 'Niye Düşünüyorsun?' şarkısı Işıl Yücesoy'un albümde yer alan tek cover'ı. Bu şarkıyla ta 79 yılından sesleniyor bugünlere Yücesoy. Hafızanızı bir yoklayın, hatırlayacaksınız...
Sonay Yağız, Cenk Taşkan, Aydın Sarman müzikleri ile hayat vermişler yazılan sözlere. 
Düzenlemeler Tansel Doğanay'a ait...
Hepimizin hafifçe gözlerinin dolduğu Sezen Aksu'nun o nahif şarkısı 'Ağlamak güzeldir'i Işılca yorumlamış Yücesoy.
'Meğer'de Yeşim Salkım ile, 'Güneşimi Kaybettim'de Cenk Eren ile, 'Zamansız'da da Çağan Irmak ile paylaşmış mikrofonu. (Bu arada Çağan Irmak'ın performansı da epey bir kayda değer demeden geçemeyeceğim.)
Sanki "Söylenmiş şarklıları bir de benden dinleyin" demiş bu albümde Yücesoy. 
Tüm şarkılara imzasını atmış geçmiş... 
****
Işıl Yücesoy'a karşıdan bakınca;
Yaş olmuş 70 lakin, Yücesoy'a ve albüme bakınca görülen, hayat da, şarkılar da, yani her şey tam kıvamında demlenmiş...
Kısacası, eskilerin dediği gibi 70'e gelince iş bitmemiş.
Akıp giden hayat içerisinde yaşlılık ötelenmiş, geçip giden yıllar düşünülmemiş.
Şarkıları söyleyen sese, yaşanmışlıklarla birlikte daha dingin bir anlam yüklenmiş. 
Benden söylemesi; albümü dinlerken hafiften ağlamak serbest...
**** 
Eklemeden geçemeyeceğim;
Yine Ossi Müzik'in çocuklar için çıkardığı "Çocuk Diskosu" albümünde de 'Fış Fış Kayıkçı' şarkısını söyleyerek yer almış Işıl Yücesoy.
O bizim bildiğimiz gerçek çocuk şarkılarıyla dolu albümde parçalar birbirinden ünlü isimler tarafından seslendiriliyor.
'Kırmızı Balık' mı ararsın, 'Ki ki ki ko ko ko' mu, 'Yağ satarım bal satarım' mı, 'Baltalar elimizde' mi, 'Bak postacı geliyor' mu, 'Küçük Ayşe' mi, 'Mini mini bir kuş' mu...

Bazen insan küçük bir çocuk için ne hediye alsam diye düşünür ya hani, işte buyrun size bir hediye fikri.
Albümü hem siz dinler eski günleri yad edersiniz, hem çocuklar dinler, ileride sizi yad ederler...
Bundan alâ hediye mi olur...

26 Temmuz 2016 Salı

Ayıkla cininin taşını

On gündür yaşadıklarımızın gülünecek bir tarafı yok ama verilen beyanatlar hakikaten komedide zirve yapıyor.
CİN demekten dahi kokarak 'üç harfliler' olarak dillendirdikleri cinlerin zaptına uğramış aslında bu münafık insanlar.
Ben demiyorum bunu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek diyor.

Bu konuşmadan anladığım şey, "İleride benim de ortaya çıkacak hatalarım, günahlarım olursa eğer, sebebi hep bu cinlerdir."...
Of başkanım, ama böyle yapmayın. Milleti bu kadar da hafife almayın...

Bakın Bülent Arınç bile kendisini halkın karşısında nasıl sorguladı. 

"Bana ahmak diyebilirsiniz ama......" diye başladı sözlerine.
"Yok efendim estağfurullah, ne demek, der miyiz hiç?" dedik.

"Aman yeter ki siz üzülüp ağlamayın" dedik. 

Herkes "aldatıldım, kandırıldım, mağdurum" deyip duruyor göğsünü gere gere, siz niye cinlere yüklediniz ki her bir şeyi? Bir çarpsalar mazallah!
Kıvırmada çığır açtınız inanın, böylesini de hiç görmemiştik ömrü hayatımızda...
****
Bilirkişilerin(!) dediğine göre beden cinler tarafından ele geçirilmişse eğer, bu da tespit edilmişse, bundan sonra yapılacak tek bir şey vardır.
"CİN ÇIKARTMA!" 
Cin çıkartma seansları görüntüleri düştü aklınıza hemen değil mi?
****
Bekir Coşkun Cumhuriyet Gazetesi'nde 1 Haziran 2011 tarihinde yayınlanan CİN başlıklı yazısını almış ve Sözcü'de yayınlanan bugünkü köşesine taşımış. O günden bugüne seslenerek, "Yetti gayrı ettiğiniz cinlikler" demiş.
Ne de güzel demiş... 

Yazıdan devam edersek; 
Cin çıkartma seansları ile yıllardır kılcal damarlarımıza kadar işlemiş olan cinleri çıkartmaktır şimdiki işimiz.
Cin çıkartma seanslarında olduğu gibi döve döve mi olur, başka türlü mü olur bilemem ama artık o cinler girdikleri yerlerden "itinayla" çıkartılmalı.
Lakin, cin çıkartılırken sadece cinler hedef alınmalı ve diğer organlar "itinayla" korunmalı.
Ki cin çıktıktan sonra geriye kalan beden daha sağlıklı yaşasın.

Yoksa cin çıkartacağım diye kesip attığın damardan akacak kan bedeni kansız bırakır. Beynin kıvrımlarına yerleşen cinleri çıkartacağım derken beyni akıtırsan tüm devreler yanar ve tüm sistem devre dışı kalır. Kalbe yerleşmiş cini alacağım derken kalbi parçalarsan o kalp nasıl çalışır? 
O yüzden fırsat bu fırsat deyip saldırma tüm bedene. 
Vur dediysek öldürme!
İyi bak, iyi incele, bedeni zayıf düşürme.
Bazı cinler mutasyona uğrayarak şekil değiştireceklerdir şimdi.
Onlar ki, özlerine dönüp saldırıya geçmek için bedenimizde uykuya yatacak ve bağışıklık sistemimizin zayıflamasını bekleyeceklerdir. 
Bakınız geçmişe...
****
Ah işte, zamanında hakkınızla gelecektiniz iş başına, gelemediyseniz de gelmek için daha çok çalışacaktınız, şeytanla pazarlığa oturmayacaktınız. Üç harflileri başımıza hiç sarmayacaktınız...
Da, bu hayıflanmalar da nafile...

Hadi şimdi ayıklayınız üç harflilerin taşını.
Hadi ayıklayınız ayıklayınız, biz bir yere gitmiyoruz, buradayız...

22 Temmuz 2016 Cuma

Üç deyince atlıyoruz

Kınadığı her ne varsa yaşamadan gitmezmiş bu dünyadan insan.
1919'dan başladığını kabul etmediği T.C. tarihinin değerlerine sıkı sıkı sarılmakla sınanırmış mesela. 
Daha düne kadar şehit askerin üzerine bayrak örtüp, üzerinde bayrak çıkartması gördüğü arabalara saldırırken ve mitinglerde bayrağı popo altına yaygı yaparken, bugün masum erlere nasıl saldırıp bayrağa nasıl sarılacaklarını bilemezlermiş mesela.
O popo korkusu var ya o popo korkusu, ah işte o korku insanı böyle bir anda ters yüz eder.
Bak iş dünyasına, bak sanat camiasına, bak sağına soluna, popodan muzdarip kim varsa bayrağın gölgesine saklandı şimdi.
Gel vatandaş gel, burada hepimize yer var gel...
(Darbe kalkışması başarılı olmuş olsaydı hangi bayrağın altında görecektik kendilerini merak da etmiyor değil insan ya neyse.)

Popo korkusuyla değil de vatan aşkıyla yıllardır o bayrak altında gururla yaşayanlar yeni "bayrakçı-demokrat-vatanseverler"in cansiperane hallerini görünce şaşırmış olsalar da ne yapsınlar, "Biz demiştik!" mi desinler..? 

Bir musibet bin nasihatten iyidir desinler en iyisi.
Hem nasihat en çok vereni eğlendirir, verilene fayda etmezmiş.
Fayda etmesi için insanın illa musibetle karşılaşması gerekirmiş. 

O zaman;
İşte hendek işte deve, işte nasihat işte musibet. 
Haydi;
Üç deyince atlıyoruz hep beraber...

19 Temmuz 2016 Salı

Sadesi kalmadı, kakaolu verelim!

Darbe analizlerinden darbeder olan kulunuz analiz yapmayacak bu yazısında.
Televizyonlar bir yandan, gazeteler bir yandan, sade vatandaş bir yandan darbenin didiklenmedik tarafını bırakmadı nasılsa.
Sosyal medya desen, bildiğiniz gibi değil; Çok Ciddi Çok...

Neyse;
Tankların üzerine çıkan kahramanlarımız demokrasiye sahip çıktılar çok şükür de, darbe başlamadan bitti.
Bu görüntüleri gördükçe herkesin aklından geçen benim de aklımdan geçmedi değil tabii; yıllardır Güneydoğu'da verdiğimiz şehitler olsun, sokaklarda öldürülen kadınlar olsun, tecavüz vak'aları olsun niçin hiç bu kadar büyük eylem yaptırmamıştı insanımıza dedim.
Birkaç "Şehitler ölmez vatan bölünmez" lafı edip evlerine dağılmıştı vatansever insanlar.
Başımız başkomutanımız insanları demokrasiyi korumak için sokaklara çağırınca, e ulaşımı da beleş yapınca, kahramanlarımız da attılar kendilerini sokaklara 
elbette

208 kişinin öldüğü darbe kalkışmasının ardından neredeyse 40 gün 40 gece kutlama yapılıyor şimdi. Silah sesleri ile salâ sesleri birbirine karışıyor.
Ölen insanların ailelerinin acıları zerre kadar umursanmıyor. 
Başbakan Binali Yıldırım “Ölenlerin 60’ı polis, 3’ü asker, 145 tanesi sivil kahraman şehitlerimizdir. Sivil şehitlerimiz derken şunu da söyleyeyim, bunlar Türkiye’deki şehitlik mertebesinin en üst mertebesine çıkmışlardır.” demişti. Demek ki ölen sivil vatandaşların yakınları kayıplarının şehitlik mertebesinin en üst katına sahip olmasıyla avunacak. Hatta mutlu olacak...
Soralım o zaman: Mutlu musun ey ahali?

Neyse;
Bir kısım sokağa çıkarak demokrasiye sahip çıkıyor, bir kısım da çıkmayarak...
Çıkanlar sorgulamıyor ki sahip çıktıkları demokrasi midir, devlet midir, millet midir, yoksa hükumet midir? 
Çıkanlar tarafından darbeci bellenen çıkmayanlar ise suların durulmasını bekliyor. 
Yoksa mazallah!

Neyse;
Jet hızıyla başlayıp jet hızıyla biten darbenin ardından gelen tutuklamalara bakınca, iki gün içinde nasıl bu kadar hızlı hazırlandı bu listeler acaba diye sormadan edemedim.
Aslında bu isimler biliniyordu da tutuklamak için bahane mi gerekiyordu?
Bahanemiz de var artık evelallah. Şimdi temizlik vakti!
(Bakınız 
Tutuklanan generaller listesi.)
Göz altına alınan hakim ve savcılar ona keza.
Vali, vali yardımcıları ve kaymakamlar ona keza.
Kamuda izinler de tümden kalkmış.
Aksak aksak "Daha önceleri neredeydiniz?" diye sitem ediyor içimde Müzeyyen Senar...

Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, 2016 yılında "halife" olarak Türkiye'ye giriş yapmak niyetinde olduğunu söylediği Fethullah Gülen'in, Cumhurbaşkanı'nın en yakınına iki adam yerleştirdiğini söylüyor bak. Biri Başyaveri Ali Yazıcı, diğeri Muhafız Alay Komutanı Albay Muhsin Kutsi Barış. Şimdi ikisi de gözaltında.
Bu kadar yakına ha! 
Şaşırdım. Sonra da şaşırdığıma şaşırdım. 

Neyse;
Sade vatandaşın aklı bu çetrefilli işlere ermez. 
Sade vatandaş kapalı kapılar ardında iş çevirmez. 
Sade vatandaş önünü ardını sorgulamadan biat etmez. 
Sade vatandaş darbe istemez.
Sade vatandaş cinayet istemez.
Sade vatandaş ezmek/ezilmek istemez.
Sade vatandaş polisini üzmek istemez.
Sade vatandaş askerini hırpalamak istemez.
Sade vatandaş birbirini yemek istemez...
Lakin;
Elimizde sadesi kalmadı, biz en iyisi size kakaolu verelim!