24 Kasım 2013 Pazar

Öğretmen öğretir...

Ah öğretmenim,
En güvende hissettiğimiz evimizden çıkıp da bir başımıza kaldığımız okulda ilâh gibi gördüğümüz öğretmenlerimizdiniz siz bizim.
Biliyorum, üzdük zamanında.
Bazen de üzüldük çocukça.
Anamızdan babamızdan daha çok gördünüz siz bizi. Onların görmedikleri yanlarımızı gördünüz üstelik.
Artık çocuk değil, bireysiniz dediniz.
Önce birey olmayı öğrendik sayenizde.
Şanslıydık...
Büyüdükçe gördük ki herkes bizim kadar değilmiş...
Elinizden geçen kim bilir kaç yüzüncü çocuktuk.
Sizse bizim biricik öğretmenimiz.
Göz göze gelerek özel bir bakış, özel bir gülücük yakalamak için heyecanla beklediğimiz.
Saçınızdan ayakkabınıza kadar incelediğimiz.
Şimdiyse;
Değişen toplumun yarattığı öğrenci ve öğretmen profillerinden kâh mutlu, kâh kederliyim.
Aralarında üslendikleri görevin bilincinde olup da ışıl ışıl ışık saçanları da var, geleceğin yapı taşı o minicik çocukları umursamayarak geleceğimizi karartanları da.
Bu hikâyenin neresindeyim diye sorgulamıyor da değilim.
Bir yerlerde bir yanlış var da...
Oysa biz;
Ya bu ağaca gözümüz gibi bakacak, yeşil yapraklarının yarattığı gölgesinde soluklanıp, yüzlerce, binlerce dalında yaşayacağız;
Ya da her bindiğimiz dalı keserek çırılçıplak hale getirdiğimiz ağacın dibine düşüp, orada kavrulacağız.
Seçim hepimizin...
****
Öncelikle ilkokul öğretmenim Aynur Vardarlı Bolposta olmak üzere, üzerimizde emeği olan tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyor, hepsinin ellerinden öpüyorum.
Onları kutlarken de yeni nesil öğretmenleri ve mücadelelerini görmezden gelmiyorum...
Unutmayın,
Öğretmen öğretir,
A,
B,
C....

21 Kasım 2013 Perşembe

Paramparça bir Ahmet Kaya

Ne olduysa oldu Başbakan Erdoğan birdenbire Ahmet Kaya hayranı oldu.
Bir sahiplenmek, bir beğenmek, bir duygu, bir hislenme.
Aynı neslin çocukları ikisi de. Yakın yaşları.
1957 doğumlu Ahmet Kaya. Başbakanımız 1954.
Kaya 2000'de vefat etti. Başbakanımız'a Allah ömür versin.
Gençliğinde hiç Ahmet Kaya şarkısı söylemiş miydi bilmem.
Herhangi bir parçasının bir dizesini bilir miydi mesela?
Mesela gerekirse "su gibi akıp" gider miydi?
Bir şey bilmesine de gerek yok aslında. Dünü dünde bırakmadan getirip Gezi'ye bağlasın yeter...
Başbakan'ın ardından Kemal Kılıçdaroğlu aldı sazı eline. Erdoğan'ın Ahmet Kaya’yı istismar ettiğini söyledi. “Ahmet Kaya bugün yaşasaydı o da bugün yanımızda olurdu, hâttâ Gezi eylemcilerinin yanında olurdu ve şimdi hapisteydi.” dedi...
Ahmet Kaya'ya bir sarıldı pir sarıldı.
Cevapsa cevap, kapaksa kapak...
Devlet Bahçeli de her zamanki sertliğiyle iki kelam etmekten geri durmadı.
Hayatları boyunca şehitlere tek bir damla gözyaşı dökmeyenlerin, Ahmet Kaya’nın ağıdını ölümünden 13 yıl sonra yakmalarına bir anlam veremiyordu. 
Sağ olsun üzerine düşen muhalif söylemi yerine getirdikten sonra o da yerine döndü.
Vazifemizi yaptık, şimdi işimize bakalım...

Ya Ahmet Kaya kendisi ne düşünürdü acaba şu durumda.
Birdenbire oluşan bu alâkaya çay demler miydi...
Ya da Kaya'nın yakınları yıllardır kendileriyle kanlı bıçaklı olan Başbakan'ın bir anda sevgi kelebeğine dönüşmesini ne kadar samimi buldular.
Samimi olmadığına ama mecbur kaldığına ve o yüzden madem mecburuz(!) havasında zevkten dört köşe olduğuna kim bilir ne kadar mutlu oldular...
****
Bir figürün sahiplenilmesi üzerinden yaşanan tartışma bugünlük gündemi epey bir meşgul etti.
Biri bir kuyuya taş attı, ardından hepsi çıkartıyormuş gibi yaptı.
Ne yeni bir taş, ne de yeni bir deniz.
Hamam da eski, tas da, natır da, tellak da...
Diğer yanda ise şarkılar çalınıyor yine bağır bağır...
Türk'ü de dinliyor o şarkıları, Kürt'ü de.
Toplumlar şarkılarda birleşiyor.  Tepedekiler ise bu birleşmenin çok ama çok dışında kalıyor...

15 Kasım 2013 Cuma

Ruhsar Demirel BUİKAD’a konuk oldu


BUİKAD'ın düzenlediği Zirveden Gelen Topuk Sesleri paylaşım toplantılarının 19.sunun konuğu MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel idi.
Toplantıya gitmeden önce kendisini tanımak amacıyla kısa bir dolandım Google'da. Aynı yaşlarda olduğumuzu görünce aynı dönemin çocuklarıymışız demek dedim.
Kendisini dinlediğimde de 60'lı yılların çocuklarına sihirli bir değneğin değmiş olduğuna olan inancım kuvvetlendi.
Hakkında sert yazılar da vardı yazılan.
Toplantı esnasında bunların kaynağını da açıkladı. O meşhur "cahil cühela, garip gureba" söyleminin gerçek çıkış noktasını ve yanlış ifadelerle nasıl yayıldığını anlattı.
Medyada olanların başına çok gelen bir durumdur bu. Konuşmanızın içinden alınarak farklı anlamlar yüklenen bir cümle peşinizi bırakmaz bir türlü...
****
Açılış konuşmasını yapan BUİKAD Başkanı Özlem Baş Bayraktar, konuşmasının ve barkovizyondaki BUİKAD tanıtımının ardından sözü Ruhsar Demirel'e bıraktı.
Ruhsar Demirel sözlerine kendisini tanıtarak başladı. Akademik kariyeri sınırları zorlayan bir doktor kendisi.
Çocukluğundan beri edilgen değil etken olmayı istemiş Demirel. Yıllar sonra karşılaştığı ilkokul öğretmeni kendisine "zaten sen hep böyleydin" demiş.
İnsan 7'sinde neyse....
Hayatın bir tercih olduğundan ama son zamanlarda tercihlerin dikte ediliyor olmasından ziyadesiyle rahatsız.
Bütün kadınlar gibi o da önce bir insan olarak sonra da bir kadın olarak kendi tercihlerini yaşamak istiyor.
Ne kadar doğuracağımız, nasıl doğuracağız, nasıl yaşayacağız biz karar verelim diyor.
Türkiye'yi bir ebeveynin yönettiği bir eve benzetiyor. Her odasına dalıp çıkan, her anına müdahil olan bir ebeveyn.
Ve o biri sürekli ne yapıp yapmayacağımızı söylüyor.
Siyasete girme sebeplerimden biri de tek ebeveynli aileye isyanımdır diyor. İleride ben elimden geleni yaptım demek istiyorum diyor.
Demirel kadınların artık daha fazla görünür olmalarından yana.
Erkeklerin de kadınların güçlenmesinden yana olduklarını söylüyor. Ama o kadın kendi kızları olduğu sürece geçerli bir fikir bu. Karıları ya da gelinleri için değil...
Kürtaj lafının ilk kez bu iktidar döneminde böyle uluorta konuşulduğuna dikkat çekiyor.
Ne mahrem kaldı ne özel. Hem de mahremiyete en önem verenler tarafından diyor...
Üstelik artık katılımcı demokrasi konuşuluyor ve siyaset artık sadece mecliste değil her yerdeyken...
Kadının Türkiye'deki ve Meclis'teki yerine geliyor söz.
Sade ve şık giysiler içindeki Ruhsar Demirel konuşurken hem çok rahat, hem sakin ve hem de esprili. Çok hoş örneklemeler yapıyor.
Türkiye'de babalar rahattır, her işe anneler koşar. İşte her işe koşan o anneler veli toplantılarında, okul aile birliklerinde, derneklerde böyle organize olmayı öğrendiler diyor.
Kadınların pratik zekasının yüksekliğini, pek çok işi birarada yapabiliyorlar olmalarıyla açıklıyor.
Kendi deneyimlerinden sentezler yapıyor.
Erkekler iktidarlarının kaybından korkuyorlar, erkek dünyasına girdiğinizde önce sizden ürküyorlar. Size inandıktan sonra da size 'kapıyı açacak' hale geliyorlar diyor
Erkekler de haklı aslında, biz onların hep annesi olmuşuz, arkalarını toplamışız, onlarla hiç iş arkadaşı olmamışız diyerek kadını kadınlığıyla yüzleştiriyor..
"Bir anda karşılarına çıkan bu yeni tip kadından ürkmelerine şaşırmamak da lazım. Bir yandan da hem iş kotaran kadının rahatlığını ve kendisine iş bırakmamasını seviyorlar, hem de 'koltuk elden gidiyor mu' düşüncesinden rahatsız oluyorlar." diyor
Onların kafası kadın hakkında karışık iken, aslında kadının kafası da kendi yeri için karışık.
Her ne kadar aktif hayata karışıp dışarıya açılsalar da genlerine kodlanan eziklikle başarılarını paylaşmaktan dahi imtina ediyorlar. Belki biraz kadın kurtluğundan olsa gerek, birbirlerini desteklemiyorlar.
İş dünyasında yer alan kadınların örgütlenmeye başlamaları kendilerine güç kazandırıyor.
Ki BUİKAD da bu örgütlenmelerde epey ciddi yol almış durumda.
Kadınlar siyasete küsüyor mu? diye bir soru geliyor.
"Küsmüyor ama defalarca seçime girme şansları yok. Seçildi seçildi, bir dönem idare ediliyor. Çocuklar, analar babalar, eşler bir dönem ses etmiyor. Kadın ikinci dönemde seçilmemişse üçüncü dönem için deneme yapamıyor. Mecburen dönüyor evine." diyor
Kadın olarak siyasette var olmak zor. Her yerde olduğu gibi siyasette de öncelik erkeklerde.
Buna en iyi örnek, CHP Vakfıkebir Belediye Başkanı aday adayı emekli hemşire Sevcan Pank'ın, partisinin ilçe için erkek aday göstereceğini öğrenince, sosyal paylaşım sitesinde takma bıyıklı bir fotoğrafını paylaşarak kararı protesto etmesi olsa gerek.
Partilerde yer alan kadınların ülke genelindeki görev dağılımına dikkat çekiyor Demirel.
Kadın olarak il başkanı hiç yok, sağlam ilçelerde ilçe başkanları var ve sadece '1' kadın belediye başkanı var diyor.
Kadının siyasetteki yeri genelde milletvekilliğine kilitleniyor. Bir partide kaç kadın milletvekili olduğuna bakılıyor." diyor.
Şirketlerdeki özürlü kadrosu gibi neredeyse.
Bir tane kadın olsun sembolik olarak bizi kurtarsın mantığı hakim.
Kadın olarak seçim dönemlerinde yaşadıklarını anlatıyor.
Cem Yılmaz'ın da dediği gibi kadının olduğu yere ister istemez düzen ve nizam geliyor.
Yine kadınların siyasete girişlerindeki şartlara geliyor söz.
Erkek siyasetçiler için fazla kriter istenmese de kadınlar için donanım çok önemseniyor diyor.
Kaç diploma, kaç dil, hangi okul, hangi iş.....
Erkeklere sorulmayan ne varsa kadınlara soruluyor diyor...
Kadının siyasette kalabilmesi için hem ailesi tarafından desteklenmesini hem de çok dolu olması gerektiğini söylüyor.
Mızmızlanan, sürekli yakınan ve sitemkâr olan aile fertleri de kadını eve çekiyor. Dolayısıyla bir erkek kadar rahat çalışamıyorlar.
Hele de milletvekilliği gibi uyanılan yerde uyumama gibi bir ihtimal varken....
İş kadınlarından oluşan gurupla ettiği bu sohbette kadının sadece siyasette ve iş dünyasında üretici olarak var olmadığını.
Aynı zamanda dünya ekonomi piyasasında önemli bir figür olduğunu söylüyor..
Çünkü tüketimde ipler kadının elinde.
Başarı nedir sorusuna, "başarı sizin kendinizi görmek istediğiniz yerde olup olmadığınızdır, insana göre değişir ve görecelidir." diye cevaplıyor.
Siyasette teşkilattan gelinerek yapılmalı ve en az "1" kez kongre yaşanmalı diyor.
"Siyaset ne diyecek olursanız;
Siyaset bir iş değil. hobi değil.
Bir amaç ve bir uğraş" diyor.
Son olarak "hayatı dengeli götürmeli" diyerek sözlerine son veriyor.
BUİKAD Başkanı Özlem Baş Bayraktar geceye katılımına istinaden kendisine kadın figürlü bir heykelcik armağan ediyor.
Konuşmasının bitiminin ardından hepsi kendi dallarında isim yapmış kadınlar tarafından etrafı çevriliyor Demirel'in.
Kadınların soracak ve anlatacak o kadar çok şeyleri var ki.
Çıkışta birebir tanışıyoruz kendisiyle. Kısacık ettiğimiz özel sohbetten ve ayrıca tanışmış olmaktan memnun vedalaşıyoruz.
Onları lobideki sohbetleriyle baş başa bırakıp ayrılıyorum.
Ve her toplantıya birbirinden özel isimler davet ederek kadınlara farklı bakış açıları sunan BUİKAD'ın bir sonraki konuğunu merak ediyorum.

14 Kasım 2013 Perşembe

‘Bitmişi 159’ bir Nazan Öncel

Aralıksız iki saat süren bir konserin ardından yorgun ama mutlu bir kadındı kulisteki o kadın.
Birkaç şarkıdan sonra ara vermemiş, şarkıları birbirine kâh sohbetle, kâh dansla bağlamış, konseri bölmemişti.
Karşılığında da izleyiciler gözlerini bir an üzerinden alamamış, bütün şarkılar hep bir ağızdan söylenmişti.
Üstelik hasta hasta söylemişti bütün şarkılarını.
Biraz terleyerek, biraz burnunu çekerek.
Bunu da izleyicisiyle paylaşarak, gayet doğal ve olağan bir şekilde.
Kuliste görüştüğümüzde hastalığı daha belirgindi. Gözleri hâlâ çakmak çakmaktı ve üşümüştü.
Sahne kostümünü değiştirmiş, koltuğuna yerleşmiş bekliyordu bizi.
Sevgilerimizi ve hayranlığımızı sunduk kendisine.
Tabii ki teşekkürlerimizi de...
Kırıklığına rağmen konser boyunca performansında zerre kadar eksiklik olmamıştı.
Hele de şarkı aralarında ettiği sohbetler ile izleyicileri kendisine hayran bırakmıştı.
Kimden bahsettiğime geleyim;
Nilüfer Belediyesi'nin Kültür ve Sanat etkinliklerine verdiği değeri biliyorsunuz. Türkiye'nin ve dünyanın önde gelen sanatçılarını Bursalı hayranlarıyla buluşturan Nilüfer Belediyesi, "Ustalar Nilüfer'de" etkinlikleri kapsamında, Fethiye Kültür Merkezi'nde Nazan Öncel'i ağırladı dün gece.
Sanat hayatına adım attığı 1975 yılından itibaren söylediği şarkılarla ve yazdığı sözlerle her zaman hit olan Nazan Öncel, kendi tabiriyle 'bitmişi 159' bir kadındı...
Lâkin tüm gerçek sanatçılar gibi o da sahnede devleşmiş, bildiğimiz Nazan Öncel olmuştu.
İsyankâr, davetkâr, zaman zaman da sitemkârdı şarkılarında...
'Gitme kal bu şehirde' derken şarkıya eşlik eden keman içimizi titretti.
'Güya' şarkısı Gezi kokuyordu...
'Ceylan' şarkısındaki ceylan Gezi'de dolanıyordu.
Zaman zaman yaptığı ince göndermelere aldığı karşılıkla izleyicinin profilini de çıkartıverdi.
Göndermeleri yerini buluyordu.
'Erkekler de Yanar'ı 'kızlı erkekli' söyledik mesela.
Kendisini izlemek için Kıbrıs'tan gelen dahi vardı. Vatandaş Bursalı arkadaşına yapacağı ziyaretini bugünü de kapsayacak şekilde denk getirmiş ve kalkmış Kıbrıs'tan gelmiş.
Fanatik hayranları sahneye sürekli seslenerek ne kadar sıkı birer hayran olduklarını haykırıyorlardı.
Öncel hepsine cevap veriyor, çok istedikleri bir şarkıyı programında olmamasına rağmen seslendiriyordu.
"Bu havada gidilmez"
O şarkılarını söylerken sanatın insana kattığı ölümsüzlüğü görüyorduk.
Şarkılar ölmüyordu... 
Şarkılarla aşık olup, şarkılarla ayrılıyorduk.
Bir nesil için anlamını kaybeden bir şarkı, diğer nesil tarafından hemen sahipleniliyordu.
Hangi ruh hali ile yazdığını belki kendisinin bile hatırlamadığı o şarkıları hep bir ağızdan söylerken yüreğini açıp acısını-tatlısını paylaşmış olmanın pervasızlığındaydı.
Bursa'ya ve Bursalı izleyiciye olan sevgisini dile getirirken söylenen bütün şarkıları ezbere bilen koro karşısında saygıyla eğilmeyi de ihmal etmedi.
Hepsi birbirinden değerli orkestra üyelerini tek tek tanıtması sırasında en büyük alkış, yeni albümün dinleyiciyle buluşması için keyfi beklenen 'Büyük İskender' İskender Paydaş'a gitti.
Öncel, orkestrası ile bir aile olduklarını söylerken, 'Ben nereye onlar oraya' dedi.
Gördüğümüz kadarıyla anne de, aile de, izleyici de halinden epey memnundu...
Yaklaşık iki saat süren konserin sonunda ayakta alkışlandı Öncel.
Daha bir iki saat olsa dinlenirdi doğrusu. O kadar çok şarkısı vardı ki bilinen ve söylemesi istenen.
Ama biz izleyiciler dinlerken yorulmuştuk,
Ya Nazan Öncel...
Kuliste işte o yorgunluk üzerinde, yine de mutlu ve keyifli bir haldeydi.
Hayranlarından biri olarak bizi odasına kabul etti ve kameralara bu güzel kareyi vererek o geceyi ölümsüzleştirdi.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Behzat Ç.’ye Ankara’yı yaktıran adam


Geçtiğimiz gün Kent AVM'de düzenlenen Behzat Ç. Ankara Yanıyor filminin galasına katıldık arkadaşlarımızla.
Galaya filmin yönetmeni Serdar Akar, başrol oyuncusu Erdal Beşikçioğlu ile, oyuncular Seda Bakan, Fatih Artman, Berkan Şal ve davetliler katıldı.
Erdal Beşikçioğlu yanımdan geçerken Atilla İlhan'dan bir dize düştü dilime;
Çöp gibi bir oğlandı ipince....
Konukların ve gazetecilerin yoğun alakasıyla karşılaşan film ekibi adına yönetmen Akar ve Beşikçioğlu gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Akar, kendilerine ve filme gösterilen ilgiden memnun olduğunu söyledi.
Filmin başrol oyuncusu Beşikçioğlu da gişeyi yapımcıların değerlendirmesi gerektiğini belirtti. Bir marka haline gelen "Behzat Ç" dizisinin her bölümlerini sinema duyarlılığında çektiklerini ifade eden Beşikçioğlu, sinemada da aynı duyarlılıkta davrandıklarını kaydetti.
Konuşmaların ardından oyuncular davetlilerle birlikte filmi izlemek için salona geçti.
Davetlilerin salona girmelerinin ardından filmin yönetmeni Serdar Akar ile sohbet etme imkanı bulduk uzunca.
Yazarlarımızdan Suat Sapan'ın askerlik arkadaşı olan ve aralarında derin bir dostluk bulunan Akar'a sinema dünyasıyla ilgili merak ettiğim pek çok şey sordum.
Sıkılmadan cevapladı hepsini.
Film setlerinde, biz izleyicilerin gördüğü dünyadan bambaşka bir dünya olduğunu söyledi en çok.
Nesinin başka olduğunu ifade etmekte zorlandı. Neresinden anlatsam diye düşündü belki de ve sadece başka dedi...
Medyada ünlenen başrol oyuncularının çekimlerde herkes gibi çalıştıklarını, ekiplerin yeni nesil çalışanlarının neyi nasıl yapacakları hakkındaki rahatlıklarını, İstanbul'da yaşamanın, özellikle de çalışmanın sıkıntılarını, küçük şehirlerin rahatlığını anlattı.
Filmin faturası kime çıkar dedim.
İyiyse tüm ekibe, kötüyse yönetmene dedi.
Ben yazarken gözümde bir sahne kurulur ve ben o sahnede gördüklerimi yazarım, peki ya siz çekeceğiniz sahneleri görüyor musunuz dedim.
"Ben zaten tüm her şeye o gözle bakıyorum. Hayat bir sahne ve biz hepimiz oyuncularız. Şu an bile oynuyoruz" dedi....
Oyuncuları idare etmenin zorluğunu sordum, "İnsan yönetmek zor lakin kişiler üzerlerine düşeni doğru yaparlarsa değil" dedi.
Tıpkı bir orkestrayı yönetir gibi, herkes kendi çalgısını doğru ve içindeki müziğe kulak vererek çalarsa ortaya çıkan eser genelde doyumsuz olur.
Pek çok kişinin severek izlediği Elveda Rumeli dizisini sordum biraz da.
Oraları ne kadar sevdiğini ve oralarda ne kadar sevildiğini, hâttâ Makedonya vatandaşı olduğunu söyledi.
Bursa-İvazpaşa'da geçen gerçek bir öyküyü anlattığı Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmini ve yaşanan o günleri Suat Bey'le birlikte hasretle yad etti.
Gelecek projenin ne zaman geleceğini bilmediğini. Doğal yollardan gelmeden birşey yapılamayacağını söyledi.
Galaya gitmezden önce filmografisine bir göz atınca;
1989 yılında henüz daha öğrenciyken Mahinur Ergun'un yönettiği Med-Cezir Manzaraları filminde yönetmen yardımcılığı,
1999'da Gemide,
2000'de Dar Alanda Kısa Paslaşmalar,
2001'de Maruf,
2005'de Kurtlar Vadisi Irak,
2006'da Barda,
2009'da Gecenin Kanatları,
2011'de Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm,
2013'de Behzat Ç. Ankara Yanıyor filmleri çıktı karşıma.
Kankardeşi, Gemide, Maruf ve Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmleri ile aldığı ödüller hatırı sayılacak derecedeydi.
Sinema dışında unutulmayan dizilerde de imzası vardı.
Cennet Mahallesi, Mor Menekşeler, Behzat Ç., Kurtlar Vadisi, Sağır Oda, Elveda Rumeli, 2 Yaka 1 İsmail...
Anlaşıldığı üzre hayatı sinemayla ve haliyle kamerayla geçmiş ve geçmeye devam etmekte.
Dedesinin sinema salonuna ve çocuk yaşlarında orada çalıştığına bakacak olursak, sinema virüsü o zamanlardan bulaşmış olmalı.
Sinemadan başlayan sohbetimiz memleket meselelerine, askerlik anılarına, çoluk çocuğa kadar uzandı.
Küçük farklılıklar olsa da, dertlerimiz de aynıydı, endişelerimiz de, sevinçlerimiz de.
Keyifli geçen birkaç saatin ardından vedalaşıp ayrıldık.
****
Başrolünü kendimizin oynadığı kendi hayatlarımızın filmindeki sahnelerden birinin o geceki konuğu Serdar Akar olmuştu.
Ve biz de o gece Akar'ın hayat filmindeki bir sahnede figüranlık etmiş, sonra da çıkıp kendi hayatlarımıza dönmüştük.
Her zamanki gibi, ev'li evine, köylü köyüne...

5 Kasım 2013 Salı

Şeytan bu işin neresinde?


Ey üniversitede okuyan, üç beş yıl sonra bu memleketi emanet edeceğimiz genç evlatlarımız!
Tam türban işini de hallettik artık derken piyango şimdi de size çıktı.
Bundan böyle 1+1 ev tutamayacaksınız, kızlı erkekli kalmayacaksınız, ertesi gün hapı kullanmayacaksınız, el ele tutuşmayacaksınız, göz göze bakışmayacaksınız.
Ola ki yaptınız da hamile kaldınız, daha önceden buyrulduğu gibi zinhar kürtaj olamayacaksınız, hamile hamile sokağa çıkamayacaksınız. Doğurursanız sezaryenle değil, normal yoldan doğuracaksınız.
Doğurduğunuza kendiniz bakmak istemiyorsanız devletin şefkatli kollarına bırakacaksınız.
Bu arada; öğrenciyken evlenirseniz ne kadar kredi borcunuz varsa hepsini tümden sileceğiz.
Hele bir de üstüne üç bebe yaparsanız sizi çok ama pek çok seveceğiz.
****
Kızlı erkekli evlerde kalanlara bu taşlar yağarken, kalmayanlar kızlı-kızlı, erkekli-erkekli mi mutlu mesut yaşıyorlar acaba.
Ki bu daha vahim!
Hem sanki aynı evde yaşayan nikâhlı ya da nikâhsız bütün çiftler 7x24 seks mi yapıyorlar?
Ya da kadın-erkek ilişkisi sadece seksten mi ibaret?
****
Hatırlıyorum da; bizler karışık sistem olan okulumuzda okurken erkek arkadaşlarımız bizlerden ziyade okulumuzun karşısındaki, sadece kızların okuduğu, okula dikerlerdi gözlerini.
O okulun kızları da teneffüs zili çaldı mı tünerlerdi pencere kenarlarına.
Bir bakışma, bir kesişme.
Belki bazen buluşma, belki öpüşüp koklaşma…
Bizlerse pek çoğu ile kanka.
Arada sırada da manita…
Kadın-erkek birarada yaşamanın ilk adımları oralarda atıldı aslında hep.
O günler cinsiyetini öne çıkartma yerine, özeline saklamayı öğretti bizlere.
Yaşadıkça şahit olduğumuz her şey, iki cinsi birbirinden ne kadar uzaklaştırırsanız birbirlerine o kadar cazip geldiğini gösterdi.
Ve açlıkla yaşanan her şeyin ne kadar çirkinleştiğini.
Genel olarak tecavüzcülerin; yasakların eseri, iletişim kuramayan, sağlıklı ilişki yaşayamayan kişiler olduğuna bakarsak…
Kadına/erkeğe doygun ve alışık tarafların birlikteliği ise daha bir dozunda, daha bir sağlam.
Karşı cinsin doğal farklılıklarına saygılı ve özenli.
Bahsedilen evlerin bahsedilen öğrencileri ise genel olarak baskılı ortamlardan gelip de özgürlüğü tadan ve o özgürlüğün dozunu ayarlayamayanlar belki.
Aile ilişkilerinde kadın mefhumu değer bulmayan, dişi olan her mahlûkata ağzının suları akan.
Yoksa o yaşlarda hormonlar kız-erkek demeden hepsinde tavan.
Ama bazılarında bilgiden ve öngörüden ibaret fren mevcut,
Bazılarındaysa nerdeeee…
Alt benlik, üst benlik, daha alt benlik, daha üst benlik kavramları yok.
Olmayınca da,
Başbakanın dediği gibi rezilliğin bini bir para.…
Da;
Şeytan bu işin neresinde....?

4 Kasım 2013 Pazartesi

Saçının teli mi daha kıymetli, biyerinin kılı mı?


Birkaç gündür bir türban vak'asıdır gidiyor.
Ey Allahım yine mi döndük başa…!
Patinaj çekmekte üstümüze yok malum.
Yapılacak onca iş varken.
Diyeceksiniz ki üstlenilen görevdeki işler başı örtülü yapılsa n'oluuuur, başı açık yapılsa n'olur.
Doğrudur, önemli olan işin doğru yapılmasıysa eğer gerisi teferruattır.
Bu arada türbanla meclise giren kadınların yüz ifadelerine bakıyorum da, bir sevinç, bir neşe, bir mutluluk.
Yeni alınmış bayramlık kıyafetleriyle bayrama çıkan çocuklar misali.
Ya da bir çeşit Nirvana'ya erme halleri...
Bu kadar mı mutsuzdular başları açıkken?
Bu kadar mı günahkâr hissediyorlardı kendilerini?
Bu kadar mı arzuluyorlardı örtünmeyi?
Bu mutsuzlukla iş güç göremez haldeydiler belki de…
Bizlerse onların saçlarının farkında bile değildik.
Saçları ne renk, boyu nasıl, kesimi nasıl, fönlü mü, dağınık mı, toplu mu, kirli mi, temiz mi?
Şimdi saçlarını kapattılar ve muratlarına erdiler çok şükür..
Artık 'saç' dertleri de bitmiştir.
Bakımlı da olsa bakımsız da olsa fark etmez.
Yıka ve çık yerine, tak ve çık.
E ama gözleri, kaşları, kirpikleri, dudakları, hepsi ortada.
N'olcak şimdi?
Yaradanın özene bezene yarattığı şu başımızdaki tek suçlu niçin sadece saçlar oldu çıktı bir anlamadık.
Saç denilen şey başı sıcaktan soğuktan korumak için yaratılmış kıldan başka bir şey değilken üstelik.
İnsana görsel olarak yakıştığı ve süslenmeye meyilli nisa taifesinin elinde renkten renge, şekilden şekile girdiği doğru.
Ama kadın milleti bu, saçını örtersin, örtüsünü en renklisinden seçer, şekil şekil bağlar, düğün dernek kuruldu mu da gider kuaförlerde saç yaptırır gibi türban yaptırır. İncik boncuk, çiçek böcek ne varsa türbanının üzerine kondurur.
Üstüne bir de kuaföre tonla para yatırır.
Dedim ya, kadınız biz.
Açık da olsak, kapalı da olsak süslenmeyi severiz.
Ha, zorlama bir açtırma ile zorlama bir kapatma başa baş güreşir, ona sözümüz yok.
Kimin nasıl giyindiğiyle de zorumuz yok.
Örtündüğüyle ya da açıldığıyla ona keza.
Kriter sadece hislerle müsemma davranışlarla alakalı.
Ki kendisini her anlamda açık hissedip de sadece saçını kapatanlarda görülen abukluk mesela.
Üzerine giydiği marka kıyafetlerle kendisini Paris Hilton zanneden ama içinde tamamen yerli malı yurdun malı bir kızceğiz görünen kızlarımız mesela.
Daha fazla kapanabilmek adına daha fazla özgürlük talebi mesela…
Özgürlüklerin rabbena hep bana istenmesi mesela.
Türbanı takınca kendini cennette first class rezervasyon yaptırmış vatandaş görme hissi mesela.
Saç açma-kapatma bahane edilerek yıllardır sürdürülen mağduruz da mağduruz edebiyatı mesela.
Meclis’te türbana izin çıkmasının ardından Şafak Pavey'in protez bacağı ve kendisine özel bir mevzuat talep etmeden Meclis'e döpiyesiyle gelmesi ve dolayısıyla kadın vekillere pantolon mevzusu gündeme geldi.
Ah ne olay olmuştu Şafak'ın eteği...
O günlerin üzerinden iki yıl geçti ve pantolonun esamesi okunmazken, türban ipi göğüsledi.
Demek ki saç her şeyin üzerinde imiş…
Bu masumane türban tartışmalarını bir kenara bırakıp saç saça baş başa girmeyelim şimdi.
İşin diğer tarafında 'türban meclise, sarı saçlı mavi gözlü dışarı' karikatürleri ile birlikte esas verilmek istenen mesajlar ortaya çıkmaya başladı.

Alper Tüydeş’in vizöründen Karacabey Longozu


T.C. Karacabey Belediye Başkanlığı'nın katkılarıyla düzenlenen Alper Tüydeş Doğa Fotoğrafları Sergisi "Karacabey Longozu Diye Bi Yer Var!" başlığı altında Bursa'da Tayyare Kültür Merkezi, Cemal Nadir Sanat Galerisi'nde sanatseverlerle buluştu.
Açılışını Karacabey Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Naci Güncü'nün yaptığı sergi 9 Kasım'a kadar açık kalacak.
Sergide Karacabey Longozu'ndaki doğal hayat fotoğrafları yer alıyor...
Avrupa'da örneği kalmayan, dünyada ise bir elin parmaklarını geçmeyen longoz ormanlarından biri olan Karacabey Longoz Ormanı, son yıllarda doğaseverler tarafından yoğun ilgi görmeye başladı.
Türkiye'de longoz ormanları içerisinde ünü en az olan Karacabey Longozu, son yıllarda yapılan çalışmalarla adından sıkça söz ettirmeyi başardı.
Çektiği fotoğraflarla kamuoyuna Karacabey Longozu'nu tanıtmak için yoğun çaba sarf eden doğa fotoğrafçısı ve Karacabey Belediyesi basın danışmanı Alper Tüydeş, açtığı serginin bu tanıtıma katkısı olmasını hedefliyor.
Longoz Ormanları: bir diğer adı "subasar ormanı" olarak da anılır.
Dünyada sayıları 6-7 olduğu bilinen ve bu sebeple nadir görülen bir orman yapısıdır. Longoz ormanı deniz seviyesi altında olduğu için ve sulak alan kenarlarında oluştuğu için yağışlarla birlikte kış aylarında tamamen sular altında kalır. Yılın büyük bir bölümünü bu şekilde su altında geçiren orman tabanı, yazın suyun yerini yeşil alanlara bırakmaktadır. Her yıl bu döngü içerisinde yer alan longoz, delta oluşumlarında görüldüğü için nehirlerin taşıdığı alüvyonlarla kaplı bir arazi yapısına sahiptir. Bu sebeple zengin ağaç ve bitki çeşitliliğini ve bununla doğru orantıda geniş bir yabani hayvan popülasyonuna ev sahipliği yapan longozlar, yaban hayatında büyük bir öneme sahiptir. Karacabey Longozu'nun yanısıra Türkiye'de Acarlar ve İğneada Longoz'u yer almaktadır.

3 Kasım 2013 Pazar

Nilüfer Kadın Korosu bildiğiniz gibi ‘değil’


Değil çünkü kendilerini son gördüğümden beri epey yol almışlar ve iyice profesyonelleşmişler.
Nilüfer Kadın Korosu 2013-2014 Sezonu'nu "Türkü-Pop-Alaturka-Roman" adını taşıyan gala konseriyle açtı.
Konser Fethiye Kültür Merkezi'ndeydi ve salon hıncahınç doluydu.
Konsere gelen o kadar fazlaydı ki, davetlisi, protokolu, basını hepsi iç içe geçmişti.
Kısacası erken gelen beğendiği yere oturmuştu.
Bin kişi kapasiteli salonda boş yer kalmamış, merdiven boşlukları, sahne önü hep dolmuştu. Konuklardan bir bölümü ise konser salonuna giremeden geri dönmüşlerdi.
Anlaşılan o ki davetlinin ''salonun kapasitesinden fazlası" biraz sorun yaratıyor.
Sunuculuğunu Aynur Özpazarbaşı'nın yaptığı konserin başlangıcında Aynur Öztan, Aysel Gürel, Figen Şenyüz, Gönül Aka, Güler Tarımeri, Nevriye Yılancı, Safiye Kurtaraner, Songül Günay, Yünel Zorlubaş, Zühre Çil ve Zümrüt Sanlı'dan oluşan Nilüfer Kadın Korosu Ritm Grubu bir gösteri yaptı.
Birinci bölüm Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği'ne ayrılmıştı.
Renk renk kaftanlar içindeki koristler ve solist Vildan Öztürk halk müziği eserlerini söyledikten sonra kıyafet değişmeye gittiklerinde
'Karadenizli Kadın' tiplemesiyle izleyenleri epey güldüren Hülya Veziroğlu alkışları topladı.
Kadınların kıyafet değiştirerek yeni kostümleriyle sahnedeki yerlerini almaları esnasında Nilüfer Belediyesi Halk Oyunları Ekibi bir gösteri sundu.
Sanat müziğinin değişmezi olan siyah tuvaletlerine bürünen koristler ve solist Gülay Sürücü, zaman zaman salondaki izleyicilerle düet yaparak sanat müziğinden eserler seslendirdiler.
Birinci bölümün nihayetlenmesinin ardından verilen onbeş dakikalık aranın sonunda ikinci bölüm pop şarkılarıyla başladı.
Kostümler yine değişmiş, bu kez sahne adeta gökkuşağını anımsatır hale gelmişti.
Solist Aynur Öztan ve koristler herkesçe bilinen pop şarkılarını seslendirdikten sonra, Roman Havalarına geçmeden önce yine bir kıyafet değişim arası verildi.
Roman Havaları bölümüne geçme arasında, Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi Eğitmenleri sahne aldı ve keyifle izlediğimiz bir tango gösterisi sundular.
Tangoların ardından Roman havaları söylemek için rengarenk kıyafetlere bürünen kadınlar ve solist Müşerref Şen birbirinden kıvrak şarkılarla izleyenleri şenlendirdiler.
Nilüfer Kadın Korosu-Müşerref Şen-Çiçekçi Kız - Video
Konser sonunda Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Koro Şefi Dr. Aysel Gürel'e çiçek verdikten sonra, Roman bölümündeki son şarkıyı koristlerle birlikte söyledi, ardından da korist kadınlarla birlikte sahnede Roman havası oynadı.
Nilüfer Belediyesi Kadın Korosu-Roman Havası-Video
Konser boyunca dört kez kıyafet değişen koristler gibi şef Aysel Gürel de dört farklı renkte ve genel hatlarıyla aynı modelde tuvaletler giydi.
Bu arada koristlere eşlik eden müzisyenlerin de hakkını teslim etmek lazım.
Çünkü dört farklı tarzı da aynı ekip çaldı.
Nilüfer Kadın Korosu 7 Aralık'ta Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği yararına düzenleyecekleri konserle birlikte, bu sezon da sosyal sorumluluk projelerine verdikleri destekleri sürdürecekler.

2013'ten 2022'ye Bursa Nilüfer Kadın Korosu yazılarım
Var mı böyle bir koro? / 31 Ocak 2017
Su Gibi Aziz Olun... / 17 Mart 2017