31 Mart 2016 Perşembe

Zevk alıyor muyuz?

Bir çocuğun küçük oluşuna bakıp da o çocuğun hep çocuk kalacağını, hiç büyümeyeceğini düşünerek çocuğu kale almayan ve her türlü ateşini o küçücük beden üzerinde söndüren insanların yarattığı bir cehennemde yaşıyoruz.
Ahlâkını, merhametini, vicdanını, insanlığını yitirmiş, 'din' dediği ama aslında hiç bilmediği bir kavramı kendisine siper etmiş insanların, hiçbir lisan ile anlatılamayacak 
'marifetleri' ile karşı karşıyayız. 

Hani hamam böcekleri ya da tahta kuruları bir duvarın sıvası ile duvar arasında yuvalanırlar, hani orada çoğaldıkça çoğalırlar, sıva şiştikçe şişer, sen ne olduğunu anlamazsın, sonra şişmiş ve kabarmış sıvaya şöyle bir fiske vurursun da dökülen sıvadan bir anda ortaya yüzlerce böcek dökülür ya; ya da kolunun üzerinde bir ağrı, bir sızı, bir kabartı olur, acı gittikçe artar, sonra bir gün bir yerden baş verir ve ufacık bir sıkma ile o tepeciğin içerisinden cerahat akar ya; ya da sinsi sinsi başlayan bir yangın ortamdaki ısının artmasıyla birden harlar ya, işte aynı öyleyiz.
Duvar ile sıva arasına yerleşmiş binlerce böcek saçılıyor şimdi etrafa. Memleketin dört bir yanından irin akıyor. Harlayan ateşi kimse söndüremiyor.

Savunmasız, güçsüz, sessiz, suskun, biçare oluşlarından faydalanıp yükleniyorlar masum çocuklara. En gizli, en iğrenç, en olmaz emellerini deniyorlar üzerlerinde.
O çocukların büyüyeceklerini düşünmeden, büyürken üzerinde gezinen ellerin kömür karası izlerini ölene dek yüreklerinde taşıyacaklarını düşünmeden, o izlerle yaşamaya çalışırken nelerle savaşacaklarını düşünmeden.
Emel dediğin bir anlık, heba olan ise koskoca bir ömür...

Kim bilir yıllardır kimlerin canını yaktı bu hainler.
Kim bilir canı yananlar nerelerde, nasıl yaşadılar.
Bitti mi sanki;
Memleketin kaçta kaçı kaçta kaçına tecavüz ediyor hâlâ? 
Yurtlar, okullar, sokaklar, iş yerleri, oyun alanları ve en çok da, en güvenli denilen "hane"lerde mi yaşanıyor bu hayasızlık?
Bu vahşeti yaşayan kız çocukları mı sanki sadece; y
uva bildiği evinde babasının, dayısının, eniştesinin, ağabeyinin, amcasının ya da eve rahatça girip çıkan herhangi bir erkek kişinin tecavüzüne uğramış ne kadar "suskun" erkek var aramızda?
Ne kadarı cebelleşiyor kimliğiyle? Ne kadarı çıktı çığırından? Ne kadarı kaldı hayatta?
O suskunlar bir haykırmaya başlarlarsa kapatır mıyız kulaklarımızı, yumar mıyız gözlerimizi?
Çığlıkları yankılanırken göklerde delice, "...... ama o da....." cümleleri mi geçer zihnimizden?
El kadar bir çocuğun rızasının geçerli olmayacağını bilmeden, onun aklı ile hareket eden yetişkinin tüm suçu çocuğun rızasına yüklediğini fark etmeden mi veririz kararımızı?
Yaşanan pisliğin sorumluluğunu kendimizden uzaklaştırmak için midir o karar?
Kalkan kabuğun altından akan kanın çokluğuna bakınca benim aklımdan geçen ise;
"Ama belki sen de...."

Bilmeli ki;
Bu tecavüzler bireylere ediliyor gibi görünse de, aslında ülkemizin geleceğine ediliyor...
İnsanlığımıza, onurumuza, gelmişimize, geçmişimize, geleceğimize, hayallerimize, heveslerimize ediliyor.

Şu anda toplum olarak geldiğimiz nokta, tecavüz edilen bir insanın geldiği noktadır.
Soralım o zaman ne durumdayız diye
"Zevk alıyor muyuz?"

28 Mart 2016 Pazartesi

VATAN'da ZATEN her şey BEDAVA

Uludağ Üniversitesi İşletme Topluluğu ULİT tarafından düzenlenen 11. Ulusal Profesyoneller ve Başarılı Yöneticilerle Sektörler Kongresi’nin son günü konuklarından ikincisi Vatan Bilgisayar CEO'su Hasan Vatan idi.
İlk konuk olan Sadettin Saran'ın ardından ikinci konuşmacı olarak yer almasını 'talihsizlik' olarak nitelendirip de öğrencileri gülümsetince, gülümsetmek az kalır aslında, güldürünce sunumun nasıl geçeceği o an anlaşılmıştı.
Öğrenciler eğlenirken öğreneceklerdi. Öyle de oldu...
Beden dilini gayet iyi kullanan Hasan Vatan, yaptığı işin çevresi tarafından nasıl göründüğünden söz ederek başladı sunumuna. 'Müşteriler para bastığımı sanıyor' deyince, 'Doğru aslında' diye atıldı gençlerden biri. Haksız da değildi.
Vatan devam etti: "Annem çok çalıştığımı düşünüyor, çalışanlarım yattığımı düşünüyor, arkadaşlarım Ferrarimle dolaştığımı düşünüyor, bense oyun oynuyorum" diyor.
Ve görüldüğü üzere eğlence başlıyor...


"Sihir değil, zaten vardı"
Sunumunun adını böyle koymuş Hasan Vatan. Anlatıyor:
"50 bin liralık sermaye ile başladık. Daha büyük sermayesi olanlar battı, biz hâlâ aynı sermaye ile para kazanarak büyüyoruz. Bunu fikirlerimizle yapıyoruz. Biraz da sihirbazlıkla yapıyoruz. Şapkadan tavşan çıkartan sihirbaza çok şaşırırız ama tavşanın zaten aslında şapkanın içinde var olduğunu ıskalarız. O vardır ama biz farkında değilizdir. Hayatımızın her alanında da bu böyle. Fark etmediğimiz pek çok şey var. Bunları görüp hayatımıza kattığımızda, para olarak, değer olarak geri dönüyor." diye başladı sözlerine.
Sunumunun devamını da başına taktığı sihirbaz şapkası ile bir sihirbaz olarak getirdi.
"Hikaye 2001 yılında geçiyor. O tarihte kriz vardı ve biz o tarihte mağaza açtık. Bunun için (mağaza kiralamaktan reklama kadar) para lazım dersiniz ama aslında hiçbir şeye gerek yok. Biraz fikriniz varsa, biraz da hokus pokus biliyorsanız bunların hepsini parasız halledebiliyorsunuz." 

Bedava kira: Topkapı'daki mağazanın kiralanmadan önceki sefil görüntüsü geliyor perdeye. Yol ile bütünleşmiş ve kimsenin fark etmediği, ZATEN 12 senedir boş duran bir bina bu.
"12 senedir kiralanmamış bir binayı kiralarken tüm avantaj sizde oluyor elbet. İşte fırsat bu! Biz de onu değerlendirdik. Mal aldığımız firmalar ZATEN bina duvarlarına reklam veriyordu. Para ile herhangi bir duvarda yer almak yerine ürün vererek mağazamızda yer aldılar. Duvarda gördüğü reklamı unutur müşteri. Fakat mağazanın içinde tam satın alacağı yerde görürse reklam etkili olur. Markalar, ceplerinden fazladan para çıkmadan, aynı parayı harcayarak ama faydası daha çok olacağını görünce teklifi mantıklı karşıladılar. Böylece mağazanın içinde ve dışında görülen reklam alanlarını aylık olarak kiraladılar. Firmalardan alınan reklam kirası parası da Vatan Bilgisayar'ın mağaza kirasını karşıladı. İlk sihir de bedava kira ile gerçekleşti."


Bedava Dekorasyon: "3 bin 500 mağazayı dekore etmek zor elbet. Ankara'da ofis mobilyaları üreten bir arkadaşımın ürünlerini sergilemek için bir showroom'a ZATEN ihtiyacı vardı. Kriz var dşye fikrini erteliyor, bir yandan da kriz nedeniyle az imalat yapıyor ama ZATEN kira ve personel maliyetine katlanıyordu. Benim raflarımı, masalarımı, tezgâhlarımı yap, buna karşılık mağazanın içinde sana 250 m2'lik yer vereyim. Sen de böylece ürünlerini İstanbul müşterisine tanıtmış olursun. Onun da onaylamasıyla dekorasyonumuz bedavaya geldi. İşte bir sihir daha..."

Çalışan Maliyeti: "Kriz nedeniyle mal aldığımız firmalarda ZATEN çalışan fazlalığı vardı. Firmalar da yetişmiş bu elemanları gözden çıkartamıyorlardı. Fazla elemanlarını bizim mağazaya yollayıp ürünlerini bizim mağazamızda tanıtmalarını istedim. Onlar satışlarını arttırdı, biz de çalışan maliyetimizi düşürdük. Firmalar artık boş duran elemanları değil, bunun için aldıkları elemanları(promatörleri) bize yolluyorlar." (Vatan mağazalarında yaka kordonu sarı olanlar promatörler, lacivert olanlar Vatan'ın kendi satış elemanları imiş.) 

Bedava Stok: "Kriz nedeniyle dağıtımcıların depolarında ZATEN milyonlarca liralık mal vardı. Sizin depo ile bizim mağazayı bilgisayar hattıyla birbirine bağlayalım dedim onlara. 2002'de böyle çalışan yer sayısı çok azdı. Dağıtıcının deposunda bir model yazıcıdan 40 adet varsa bunun 3'ünü alıp 1'ini bizim raflara koyduk. Mal satıldığında dağıtıcı kurulan ağ vesilesi ile satışı gördü, biz de parasını hemen ödedik. Mal bizde satılmaz ve sizdeki stok tükenirse, bizdeki 37 taneyi size hemen göndeririz dedik. Tüm malları cebimizden hiç para çıkmadan aldık ve mağazayı doldurabilmiş olduk."
Yarı fiyatına reklam: "Gazeteler reklam satsalar da satmasalar da ZATEN tüm giderlere katlanıyorlar. "Benim için gazetenize ilave bir sayfa ekleyin teklifiyle gittim gazetelere. Bu sayfanın size maliyeti sadece mürekkep ve kâğıt olacak. Bu sayfayı bana 10 yerine 5 liraya verseniz bile siz hala çok iyi kâr edeceksiniz. Üstelik fiyatı 5 lira yaparsanız, biz senede 10 tane yerine 100 tane ilan verebiliriz. Biz bu kadar çok reklam çıkınca rakiplerimiz de daha fazla reklam çıkacaktır, siz sayfayı onlara 10 liradan satabilirsiniz." dedim ve böylece reklamları yarı fiyatına almış oldum."

Bedava Reklam: "Malları aldığımız firmaların stokları artmıştı ve ZATEN reklam çıkmaya ihtiyaçları vardı, çıkıyorlardı da. O yıllarda Acer'a dedim ki; para ile pahalıya reklam vermek yerine, reklam bedelinin yarısı kadar ürünü bize verin, reklamı ortak çıkalım dedim. Gazeteye 10 lira vereceğinize bana 5 liralık ürün verin, hem cebinizden para çıkmaz, hem de reklamınız çıkar. Ben zaten reklamı 5 liraya almıştım, 5 liralık da mal alınca benim reklam bedavaya geldi. Sonuç: Tedarikçiler ürünleri depolarda bekleteceğine iki katı değerinde reklam yeri alarak ürünlerini eritti. Biz de aldığımız ürünler sayesinde reklamı bedavaya getirdik."

Üstüne Para: "Biz ZATEN tüm sektörlerde Türkiye'nin en fazla gazete ve reklam çıkan firmasıyız. Reklam firmaları bize gelerek reklam tasarımlarımızın felaket olduğunu söylemeye başladılar. Bu arada tasarımlar bana ait. Hangi ajansla çalışıyorsanız bırakıp bizimle çalışın demeye başladılar. Ben de bu işi yapamadığıma ikna olup ajans çağırıp pazarlık etmeye başladım. TV'de ilk 3'te olup gazete ilanlarında 10. sırada olan bir ajans dikkatimi çekti. Yüzden fazla (inanmadım) çalışanı varmış. Hepsi boş yatıyormuş. Boş duracaklarına bedavaya bizim reklam tasarımlarını yaparlar dedim. Üstüne bir de 100 dolar para istedim. Çünkü benimle çalıştıklarında gazete sıralamalarında 1. olacaklardı. Tamam deyip tarihe geçmek istediler ama maalesef gazetelerin tutumu yüzünden hayata geçiremedik." 

Peşin Fiyatına Vade (yalanı): "Niye yalan? Mesela bir buzdolabı 1500 liraya mal oluyor. 1700'e bayiye verip, bayinin 2000 liraya sattığını düşünün. Pazarlama müdürü müşteri için 2 bin lira nakit ödemenin zor olacağını söylüyor. 'En iyisi biz ürüne 2400 lira nakit diyelim, bunu da taksite bölelim, adına da peşin fiyatına taksit diyelim' diyor. Fiyat bir anda 2 binden 2 bin 400'e fırlıyor. Biz de üzerine atlıyoruz."

"İlk gerçek peşin fiyatına vadeli satışı biz başlattık. Nasıl mı yaptık?"
"Bankalar ZATEN kredi kartlarını duyurmak için yüksek bedeller ödeyerek imaj ilanları çıkıyorlardı. (Benim 5'e alıp, gazetenin 10'a sattığı reklam sayfalarını bankalar 20'ye alıyorlardı) Bizim de ilanlarımızın parasını ZATEN tedarikçiler ödüyordu. Biz Cardfinans'a dedik ki, bizim reklamların üzerinde sizin reklamınızı yapalım,. Kredi kartı ile peşin fiyatına vadeli ilanlar çıktık. Bankaya vade farkı vermek yerine ilanlarda onlara yarı fiyatına yer verdik. Diğer banka kartlarıyla tek çekimde alabileceği malı aynı paraya Cardfinans ile vadeli aldı."

Bedava Uçak Bileti: "Kış aylarında uçaklarda ZATEN bir çok koltuk boş olur ve boş uçarlar. Hava yolu firmalarının da ZATEN reklama ihtiyaçları var. Parası tedarikçilerimiz tarafından ödenen gazete reklamlarımızın üst kısmındaki alan ZATEN kampanya başlığı duyurmak için kullanılıyor. Hava yolu firmasının reklamını yaparak, karşılığında müşterilere vermek üzere boş olan koltuklarını bedavaya aldık. Onların cebinden hiçbir şey çıkmadı. Herkes kazandı... Bir ayda 7 bin tane uçak bileti aldık."

Bedava Ürün: "İnsanlar ZATEN her ay düzenli olarak pek çok harcama yapıyorlar. Bankalar da insanlar kendi kartlarını kullansın diye ZATEN puan vs veriyorlar. Müşterilere nakit veya başka kart ile ZATEN yapmış oldukları harcamaları, 12 ay boyunca Cardfinans ile yapmaya söz vermeleri karşılığı, istedikleri ürünü baştan bedava verdik. Müşteriler ekstre bakiyelerinin yarısı değerinde istedikleri ürüne bedavaya sahip oldular. Cardfinans 12 ay boyunca yapılacak harcamaları kendi kartı ile yaptırdı. Bedelini ürün olarak ödedi." 

Bedava: "Biz ZATEN 10 markadan birinden 20 bin, diğerinden 30 bin, diğerlerinden 40 bin olmak üzere toplam 300 bin adet Notebook satıyoruz. Bu markalardan az sattıklarımıza bu sene kaç adet satmamızı beklediklerini soruyoruz. 'Pazar %20 büyürse, Vatan da pazarın %50 fazlası büyürse, ben de %30 fazla beklerim' diyor. Peki diyorum, beklentinden fazla büyürse bana Ferrari alır mısın? Alırım diyor. Biz satışı %40 arttırıyoruz. Arabayı veren işleri arttığı ve artan kısım Ferrari'den fazla olduğu için mutlu oluyor. O yüzden işe Ferrari ile gidip gelen tek kişi benim.. Bedava olunca bol bol kullanıyorum. Bir rivayete göre dünyanın en çok kullanılan Ferrarisi imiş..."
Hasan Vatan "'Çok benzin yakıyor mu?' diye soruyor arkadaşlar" deyince, tüm salon hep bir ağızdan "Siz onu da bedavaya getirmişsinizdir" diyor...
"Ferrari'nin gitmesi değil durması daha pahalı. Vale benzinden daha çok para istiyor. O yüzden ilk sponsor olarak vale, sonrasında da benzin sponsoru buldum" diye cevaplıyor espriyle.
 
Ulaşılabilir yerlere Ferarrisiyle geldiğini ve çıkışta kendisini izleyenlerin Ferrari ile fotoğraf çekimlerinden de para topladığını ama Ferarrisi serviste olduğu için yerine geçici olarak Mustang verildiğini, arzu edenler olursa 2 lira karşılığı fotoğraf çektirebileceğini söylüyor. (Ferrari ile fotoğrafın bedeli 10 lira imiş)

"Güvenilirliğimiz ve fikirlerimiz ZATEN vardı" diyor sunumunun sonunda.
"O yüzden de Türkiye'nin en sağlıklı büyüyen teknoloji parakendecisi olduk" diye ekliyor... 

KAMERA ARKASI'na geçelim ve bakalım orada neler oluyormuş?
Anlatıyor Hasan Vatan:
30 Nisan için 'Dünya Kankalar Günü'nü biz icat ettik. O gün mağazamıza kankasıyla gelene indirimler, hediyeler vs sağladık.
Sevgililer Günü'nde Sevgilisi OLMAYANLARA indirim verdik. O taraftaki pazar daha büyüktü çünkü. 
Yeşilköy semt pazarında ilk Notebook tezgâhını biz açtık. 'Babalara notebook!' diye bağırdık. Amaç satış yapmak değil, 'Notebook'ta fiyatlar o kadar düştü ki pazarda bile satılıyor' demekti. Her yerde haber olduk. (Yine bir bedava reklam)
Notebook'un pazara düşen imajını ayağa kaldırmak için bu kez aldık onu gece kulübüne soktuk. Dünyanın ilk Notebook Festivali'ni biz yaptık. Victoria's Secret tarzı mankenler ellerinde notebooklar ile yürüdüler podyumda.
Steve Jobs öldüğünde dünyada gazeteye ölüm ilanı veren tek firma bizdik. Haber olmasını beklerken hiçbir yerde çıkmadı ve paralar boşa gitti.
Twitter'da sizden de buna benzer bir performans bekliyorum: "Ülkeyi Hasan Vatan yönetsin bence, Amerika'nın, İsrail'in donuna kadar alır, üstüne para ödetir." 
Son söz olarak, "İşimizi severek, eğlenerek ve oyun oynar gibi yaptık" dedi. Sahnenin en uzak köşes,ne giderek büyüüükçe bir selfie çekti ve 'bu sayede takipçi sayım artıyor' dedi.
Sonra da tüm ULİT öğrencilerini sahneye alarak 
 hakikaten de eğlenceli bir fotoğrafın altında bir hatıra fotoğrafı çektirdi.
Daha sonra fuayeye indiğimde kendisiyle sohbet etmek isteyen çocuklara şu soruyu sorduğu çalındı kulağıma: "Çocuklar, Mudanya'ya, feribota ulaşmak için hangi toplu taşıma aracını kullanacağım?"

Bu da mı espriydi bilmiyorum ama itiraf edeyim ki; eğer Hasan Bey Mudanya'ya gerçekten toplu taşıma ile gittiyse, gidene kadar Bursa'daki ulaşım sisteminin her tarafında yayınlanacak reklamları bedavaya getirme işini kesin ayarlamıştır diye düşünmeden edemedim. 

ZATEN nasılsa her yerde kimi boş, kimi dolu bir çok reklam panomuz var.

Kısacası; Hasan Vatan ve ürünlerini panolarda boy boy görürsem şaşırmayacağım...

Ve gün gelir de bir yerlerde 'Sinek Yağı' reklamı görürsem, altındaki imzaya dikkatle bakacağım...

27 Mart 2016 Pazar

Düşmek var, pes etmek yok!

‘İşletme’ okuyan öğrencilerin en büyük hayali okulu bitirir bitirmez bir şirketin CEO’su olmak ya da en azından üst düzey bir müdür koltuğuna oturmak olmalı.
Okullar okunuyor, sınavlar geçiliyor, gün geçtikçe hedefe daha yaklaşılıyor. Karşıdan görüp özendikleri hayat orada ve ona bir an önce kavuşmak için yeterince çalışılıyor.
Da; her zaman yeterli olmuyor. Kimse yeni mezun bir işletmeciye altın tepside bir koltuk sunmuyor.
İşini layıkıyla yaparak yukarılara tırmananların öyküleri, kurulan hayalleri suda boğulmaktan kurtarıp hepsinin ayağını yere bastırıyor.
Zaman zaman öğrencilerin feyiz alması için bu öykülerin sahiplerini okullarında konuk ederek, başarıya giden yolculuklarını paylaşmasını istiyor üniversiteler.
Bu amaçla Uludağ Üniversitesi İşletme Topluluğu ULİT tarafından düzenlenen 11. Ulusal Profesyoneller ve Başarılı Yöneticilerle Sektörler Kongresi’nin son günü konukları birbirinden ünlüydü.

Kongreye gitmeden önce günün ilk konuğu olacağını bildiğim Sadettin Saran‘ı şöyle bir Google’a sordum önce.
O da bana dedi ki;
Sadettin Saran 1964 doğumlu bir Türk iş adamı. ABD’nin Kentucky Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği Eğitimi aldı. Daha sonra Türkiye’ye geldi ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığında çalıştı. Daha sonra Saran Grubunu kurdu ve tanınmış birçok markanın temsilciliklerini üstlendi. 1990-1995 yılları arasında Martin Marietta’nın Ankara Ofisinde Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlüğü yaptı. ABD’de eğitim gördüğü zamanlarda okulun yüzme takımında takım kaptanlığını yaptı ve iki yıl En Değerli Sporcu seçildi. 1984-1985 yıllarında da Türk Milli Yüzme Takımı kaptanlığını yaptı ve bu dönemde 50 metre serbest yüzme rekorunu kırdı. Sportstv, Radyospor, Slow Time, Radyo Müzik ve Radyo Trafik gibi Medya Kuruluşları ve bazı sanal bahis siteleri de Sadettin Saran’a ait.
Bu bilgileri yanıma alıp kongrenin yapılacağı U.Ü. Prof.Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi’ne Saran’ı taşıyan helikopter ile aynı anda vardım.
Üç konuktan ilki olan Saran Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sadettin Saran, kendisini dinleyen öğrenciler ile kendi eğitim ve  iş hayatından örnekler vererek sohbet etti. Moderatörlüğünü Doç. Dr. Aydem Çiftçioğlu‘nun yaptığı sohbet öğrencilerin sorularıyla nihayetlendi.

“Başarılı bir öğrenci değildim”
Akademik açıdan lise yıllarım pek parlak değildim. Spora olan meylim sebebiyle spor bursu ile ABD’de eğitim hakkını yakaladım. Dört erkek kardeşiz. Hepimiz sporla iç içe yaşıyoruz. Annem Amerikalı ve annemin vizyonu bu şekilde. Babam devlet memuru olduğundan imkânlarımız kısıtlıydı. ABD’deki üniversite yıllarım zor geçti. Hele bir de aile hasreti eklenince… Şimdiki gençler gibi ABD’ye eğitime gidip iki ay sonra tatile gelmek yok, iki sene sonra gördüm ailemi. Telefonlar da yazdırmalı idi malum.

“Rekabetçi bir yapım var” 
Okurken biliyordum ki sporda başarılı olamazsam bursum kesilecek.  Günde 4-5 saat antrenmanım vardı. 05:45’de kalkar, yüzmeye gider, hava ısısı -11, -12 derece, zor bir antrenmana girip, ardından zor bir alanın zor derslerine girer, sonra tekrar antrenmana gider, sonra akşam derslerini çalışırdım. Bir de üzerine bir-iki saat bir işte çalışırdım. Cankurtaranlık, matematik dersi vermek gibi. Gece 12’de yatıp, 5’de tekrar aynı tempo ile güne başlardım. (bir 3 dakika daha fazla uyuyabileyim diye diş fırçamın üzerine diş macununu geceden koyardım)

“Fedakarlık yapmadan olmuyor” 
Havuzdan sonra okula giderken sabah soğuğunda donan saçlarım derse girdiğimde erir ve defterimin üzerine damlardı. Fakat hiç pes etmedim. Açıkçası üniversite yıllarım geçmesi gerektiği kadar keyifli geçmedi. Biraz daha rahat olup birkaç partiye katılsaydım daha iyi olurdu. Ama o disiplin bana çok şey kattı.

“Niye döndüm?”
Yüksek lisansımı “Isı Transferi” üzerine yaptım. ABD’de bir yıl çalışıp Türkiye’ye döndüm. İyi bir işim vardı aslında orada. Fakat toprak çekti. ABD okyanusunda küçücük bir balık olacaktım dönmeseydim. Ben Türkiye’de büyük balık olmayı tercih ettim. 80’li yıllardaki ekonomik şartlara bakıp babam bile “Dönme istersen” demişti. Döndüm. Döndükten altı ay sonra ‘Eyvah ben ne yaptım’ dedim ama sonuçta çalışmaya başladım. Orada kalmış olsam bu kadar fark yaratan biri olacağımı düşünmüyorum.

“Şimdiki aklım olsa mühendis olmazdım”
Başarılı olmak için vereceğim tavsiyelerden birisi: Sevdiğiniz işi yapacaksınız. Sevdiğiniz işi sevdiğiniz insanlarla yaparsanız iki kere şanslısınız. Mühendisliği seçmemdeki etkenlerden birincisi; babam mühendisti. İkincisi, kızlar en çok doktor ve mühendisleri seçiyordu. (gülüşmeler) Mühendisliğin bana çok getirisi oldu. Sorgulama, mantık, yaklaşım, problem çözümleri. Çok sevdiğim bir şey değildi mühendislik. Altı ay mühendis olarak çalıştım. Sonra girişimci yanım ortaya çıktı.

“Benim başarılı olma faktörlerinin içinde şans da var” 
Bana biri bir şans verdi. O bana bu şansı vermemiş olsaydı bugün burada olmazdım.

“Sporsuz yaşam olmamalı”
Spor yapmak demek sporcu olmak değil illa ki. Ama sadece öğrenci olmak da olmamalı. Üniversiteye hazırlanırken sporu bırakırlar çocuklar mesela. Oysa hayattaki en önemli şey zaman yönetimidir. Ben başarılı olduysam eğer en çok da zaman yönetiminden olmuşumdur. İşinize, aile bireylerine, arkadaşınıza, patronunuza, hepsinden önemlisi kendinize zaman ayıracaksınız. Bunların hepsi zaman yönetimidir. Patronunuz sizden bir şey istediği zaman şu anda ben eşimle sorun yaşıyorum, gelemem deme lüksünüz yok.
“‘Büyük yolculuklar küçük adımlarla başlar’ der Konfüçyüs” 
30 şirkette 4 bin çalışanı olan bir holding var şimdi. Ben hep ticaret yapmak istedim. Mc Donald’s ın Türkiye’de iş yapabileceğini görmüştüm ama sermaye bulamadım.
Medya sektörüne girdim. Sporun büyüyeceğini öngördüm. Sektör büyüdükçe biz de büyüdük. Doğru yatırımlar yaptık.

“Büyük düşünün, hayal kurun, hayalsiz hiçbir şey olmuyor” 
Büyümeyen  şirketler yok olmaya mahkûmdur. Yumurtaların hepsini aynı sepete koymadık. Riskler aldık. Şimdi dünyanın en büyük üç-dört içerik firmasından biriyiz.
Bugün yedi sektördeyiz. Esas işimiz medya içeriği. Kanallara gidip elinde kasetle program satmaya çalışırken, bugün dünyanın en zengin içerikli spor kanallarından birinin sahibiyiz.

“Bir insan yere düştüğünde değil, pes ettiğinde kaybeder”
Bunlar bir hedef belirleyerek, büyük düşünerek, kendimize güvenerek ve hiçbir zaman pes etmeyerek gerçekleşti.
Çok darbe yedim, çok hata yaptım, çok düştüm, ancak hep tünelin sonundaki ışığı görüyordum. Zor günleri böyle atlattık.

“İş için başvuranlarla görüşmüyorum”
Bu konuda İnsan Kaynakları’na söylediğim şu; Sadece derslerinde başarılı olup da kendisine başka alanlarda yetiştirmemiş insanları değil, kendisine ve topluma zaman ayıran, başkaları için de bir şeyler yapabilen insanları seçin.
“İstediğim yerde miyim?”
Medyada büyümeye devam ediyoruz. Farklı ülkelerde varız. Başka sektörlere de giriyoruz. Turizm sektörüne girdik. Yurt dışında otel aldık. Radyolarda da büyüyoruz.

“Patron detaya karışmamalı”
Bir şeyi doğru yaptığımı görüyorum. Kendi içimizde güzel bir sinerjimiz var. Bir aile yaratmışız.

“İyi bir patron kompleksiz olmalı” 
Etrafımda kendimden daha akıllı adamlar bulundurmaya özen gösteririm. Fikrime aşık değilim, fikrimi değiştirebilirim.
Bu saatten sonra ilk önceliğimiz kazanacağımız paralar değil. İyi liderler yetiştirmek, arkamızdan Allah razı olsun diyecek nesiller yetiştirmek bizim önceliğimiz.

“Sosyal sorumluluğu erken öğrendim”
Annemin Amerikalı olmasının etkisi ile sosyal sorumluluğu küçük yaşlarda öğrendim. Bir gün eve ağlayarak gelmiştim. Annem de “Kendini kötü hissettiğinde git birine iyilik yap” dedi. Çok saçma gelmişti o zaman. 15-20 yıl sonra onun dediğini anladım. Para kazanmaya başlayınca aldığım terbiye ile bir şeyler vermek gerektiğini gördüm. Kazandıkça vermeye başladım. Projelere önce memleketim Kırıkkale’den başladım.

“İlk 20’deyiz”
Benim en büyük gurur kaynağım; iş adamı olarak ilk 100’de, ilk 200’de ya da ilk 300’de değilim, ama hayır işlerinde ilk 20’deyim. Ben bundan mutlu oluyorum. Bu bana güç veriyor.

“Burs vermiyoruz, staj imkanı sunuyoruz”
Bu konuda da gerçekten fark yaratacağına inanan insanlara, bir de özellikle sigara içmeyen insanlara odaklanın diyorum. Yeni iş dalları seçerken ticari kârdan ziyade istihdama önem veriyorum.

“Hata konusunda toleranslıyım”
Ben kaybetmekten korkmam. Risk aldım ama hep hesaplı risk aldım. Çok hata yaptım. Hata yapmaktan ders aldım. Şirkette hata yapmış adamı işten atmadım. Herkes ikinci şansı hak eder. İlki hata değildir ama bir kez daha yaparsa o hatadır. Hatanı tekrarlamazsan bu tecrübedir.

“Açık kapı politikam var”
Bana herkes ulaşabilir. Genel müdürlerimle sene başında hedef belirliyorum, sene ortasında üzerinden geçiyorum, sene sonunda da değerlendirme yapıyorum. Onun dışında yöneticilere karışmam. Çoğu detayı bilmem. Bilmemeye de özen gösteriyorum.

“Kendimi gereksiz kılmaya başladım”
İyi bir orkestra şefi kendini gereksiz kılandır. İyi bir patron da kendini gereksiz kılandır. Ben de kendimi yavaş yavaş gereksiz kılmaya başladım.

“Başarıyı takdir ederiz”
Başarısızlığı nasıl cezalandırıyorsak başarıyı da takdir etmek lazım. Prim sistemimiz var. Başarıya endeksli bir takdir sistemimiz var. Sektörlerimiz zor zamanlarında birbirlerine destek oluyorlar. Şirketlerin bir aile olması mefhumunun önemsenmesini önemsiyorum.

SORU-CEVAP
İkinci nesil bir aile şirketi olacak mısınız?
Çocuklarımın iyi insan olarak yetişmesine özen gösteriyorum. Ailenin çocukları şirkete uzak. O yüzden orada bir endişem var açıkçası.
Çocukları hayırlı evlatlar değilse bence o adam başarılı değil. O yüzden ne olmak istiyorlarsa onu olacaklar.

Hangi dil?
Kendini geliştirmek konusunda dil öğrenmek önemli. Çince ve İspanyolca öğrenin derim.


Holdingde çalışan kadın oranı nedir? 
Kadın müdürlerin oranı % 60’ın üzerinde.

Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Türkiye’yi çok seviyorum. Bugüne kadar çok teklif geldi, hayır dedim, ama ileride olabilir.
Fenerbahçe’ye başkan olmak ister misiniz?
Şu anda görünürde seçim yok. İlerde bir sıkıntı olmazsa, Fenerbahçe’nin başkanlığına ilk fırsatta talibim.
****
Öğrencilerin spor ve iş hayatıyla ilgili merak ettikleri soruları tek tek, hatta kendisine soru soranların isimlerini unutmadan ve yeri geldiğinde o kişiye de ismiyle atıfta bulunarak cevaplayan Saran’a, bu samimi sohbetin sonunda ULİT yöneticileri tarafından bir teşekkür plaketi takdim edildi.



Sohbet esnasında olsun, soru-cevaplar esnasında olsun, ULİT Anı Defteri’ni imzalarken olsun, daha sonraki fotoğraf çekimlerinde olsun samimi ve esprili tavırlarıyla öğrencileri kendisine hayran bırakan Saran, eminim ki onların hayatlarında bir yerlere dokundu.
Bu verimli ve keyifli sohbeti yazarak anlatmak isterim dedim.
Madem öyle, ‘Bir de fotoğraf ekleyelim üzerine o zaman’ diyerek kameraya gülümsedik.
Sohbetin bitiminde Sadettin Saran’ın birkaç madde halinde öğrencilere önerileri olmuştu.
Bu dakikaları kaydettim ve You Tube’a yükledim. İzlemek için tıklayınız:

23 Mart 2016 Çarşamba

Bilişim kaçıyor, hukuk kovalıyor

Ortalık her karıştığında internetin frenine asılarak iletişim askıya alınıyor malum. Ortalığın karışmasına engel olunamıyor, lakin karışık ortamın konuşulmasına bal gibi engel olunuyor. Bunun için de en kolay yol olarak burnumuza "yasaklar"dayanıyor.
"Yasaklara uyalım, uymayanları sallandıralım" diyeceğim ama millet "Yasaklara uymak yasaktır" demiş ve "VPN'yi alan, ZenMate'yi geçmiş".
Çitleri olmayan bahçenin kapısına kilit vurmak gibi bu yasaklar yani... 
Kapıdan geçmek YASSAH!
İnsan nerede yaşıyorsa oraya hukuk gerekiyor. Çünkü insanın olduğu her yerde adaletsizlik baş gösteriyor.
Güçlüler ile kurnazlar, güçsüzler ile akıllıları bir punduna getirip alaşağı ediyor. İyilik baş tacı olsa da kazanan hep kötüler oluyor. Bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için de adalet sistemi gerekiyor.
* İç sesinizin ne dediğini duyar gibi oldum. Hangi ADALET? Kime ADALET? Neye ADALET?

Türk Dil Kurumu'nda hukuk kelimesi, "Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür" olarak tanımlanıyor.
Günümüzde en çok kabul edilen tanımı ise: "Belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet yaptırımına bağlanmış kurallar bütünüdür".

Eskiden bilişim yoktu ki hukuku olsun. Şimdi var ama kafalar epey bir karışık, "Bu hukuk nasıl olsun?"
İnternetin icat olmasıyla ve bilişimin yaygınlaşmasıyla suçun sanal ortama kayması sonunda Bilişim Hukukunu yarattı elbette. Lakin yarattığın kanunu oradan çekiyorsun burası açık kalıyor, oraya bir patch (yama) atıyorsun buradan deliniyor. Al bu yasayı şuraya tıka, al oradan bir fıkrayı öte tarafa uygula derken hukuk sisteminin de feleği şaşmış durumda. 

Sözlük tanımında Bilişim Hukuku: Sayısal bilginin paylaşımını konu alan hukuk dalıdır. İnternetin kullanımına ilişkin yasal çerçeveyi belirleyen internet hukukunu kapsamaktadır. Gizlilik ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar da bilişim hukukunu ilgilendirir. 

Bilişim Hukukunun Bilinmeyenleri'ni iki bilenden dinledim geçtiğimiz günlerde.
Bursa Adalet Sarayı Konferans Salonu'nda yapılan panelin konuşmacıları, Bursa Barosu'ndan Dr. Av. Ş. Cankat TAŞKIN ile Yer Sağlayıcı-İnternet Veri Merkezi İşletmecisi Dağhan UZGUR idi.
İlk konuşmacı olan Cankat Taşkın bu konu üzerine doktorasını yapmıştı ve en ince detayına kadar konuya vakıftı. Kendisini dinleyen meslektaşlarına meslekî bir dille uzun uzun anlattı yeni yasaları. Öyle oldu ki, o bile zaman zaman muallakta kaldı. 
(Bilişim Hukuku Uluslararası Uyuşmazlıklar - Dr. Av. Ş. Cankat Taşkın)
Dağhan Uzgur:
Girdiğiniz güvenli internet sitelerinde URL tabanlı kapatma uygulaması teknik olarak mümkün değil. (Google, Twitter, Facebook, sosyal medya mecralarında güvenli site üzerinden iletişim kuruyoruz) İş böyle olunca Facebook'un altında yayınlanmış bir sayfanın ya da twitter'ın ilgili kişinin yayınladığı bir içeriğin engellenmesi sadece o şirketlerin içeriği sayfalarından çıkartmasıyla mümkün oluyor. Mahkeme bu konuda ilgili sayfayla ilgili bir çıkartma kararı aldıysa, site küçük ve Türkiye'de ise karar burada uygulanabiliyor, gerekli kurumlara ulaşılamıyorsa ya da bu kurumlar bu içeriğin kaldırılmasını gerekli görmüyorlarsa, (Twitter'da olduğu gibi. çünkü ABD'deki hukuk sistemi bizden daha farklı) o zaman bizim yerel mahkemenin aldığı karar uygulanmıyor gibi oluyor.
Eğer gündem oluşturabilecek bir sosyal medya mecrası ise bu, sitenin tamamının kapatılmasını Anayasa Mahkemesi bile iptal edebiliyor. Yasa diyor ki teknik olarak imkanı yoksa tamamını kapatın. Buradaki mahkemenin aldığı kararı uygulamayan bir şirket söz konusu ise doğal olarak şirketin de bundan zarar görmesi doğal bir sonuç oluyor. Sosyal medya da şöyle bir çözüm öneriyor. Siz bu sayfaları Türkiye'den ziyaret ediyorsanız buradan göremiyorsunuz. Herhangi bir ülkeden görebiliyorsunuz. Aslında içerik yerli yerinde duruyor.
(İki yıl Youtube yasaklıydık bir ara hatırlayın. Bizim ulaşamadığımız her siteye bizim dışımızdaki herkes ulaşabiliyordu. Uygulanan yasaklar ile bizim kendimizi savunma hakkımız elimizden alınmıştı sadece. Bu konuyla ilgili Türkiye AİHM'de mahkûm olmuştu.)
Yer sağlayıcılar, içerikleri barındıranlardır. Erişim sağlayanlar da bu içerikleri internete ulaştıranlar. Bir de bizim şirketimiz gibi yer sağlayıcılara yer sağlayanlar var. Bizim verilere müdahale etme şansımız yok. Sağladığımız yerde ne yapıldığını bilemeyiz.
(Kiraladığınız PTT posta kutusunda sakladığınız yasa dışı bir evrak ile ilgili PTT'nin suçlanması gibi.)

Bu konuyla ilgili BTK tarafından yeni düzenlemeler hazırlanıyor.
Çıktığında 'izlenecek miyiz' endişesi yaratan kanunda tanım ve kapsam çok tartışılıp tam netleşmediğinden, sadece nereden nereye bağlandığınız bilgisini değil, girdiğiniz siteleri de kayıt altına aldı bazı servis sağlayıcılar. Olaylar olduğunda sosyal medya mecrasındaki yavaşlamanın en büyük etken de, girdiğiniz bütün sitelerin bir takım cihazlar içinden geçirilip, hem URL engelleme ile ilgili hem de girdiğiniz sitelerin tespiti ile ilgili bir takım uygulamalardan geçiyorsunuz.
Evinizdeki internetinizi paylaşıyorsanız ve sizin ağınızdan bir suç işlenmişse ilk olarak aboneye gelecektir soruşturma. Bilgisayarınızda yapılan incelemede suç teşkil eden bir şey bulunmaz ise suçu işlemiş sayılmıyorsunuz. Ağa bağlı diğer bilgisayarlar sonradan tespit edilip incelenecektir. O yüzden arkada ağı kullananlarla ilgili detaylı bir kayıt tutulması gerekmekte.
Sadece IP numarasından hakim ve savcılar mahkumiyet verebiliyor.
* Bence bu da karar vericilerin teknolojiyle olan yakınlığı/uzaklığı ile ölçülebiliyor.
Özel hayatınınızın gizliliğinin ihlal olduğunu düşünüyorsanız ve içeriğin engellenmesini istiyorsanız doğrudan TİB'e başvurabiliyorsunuz. Başvururken ihlale neden olan URL'leri yazmayı unutmayacaksınız. TİB'in kararının size bildirildiği saatten sonraki 24 saat içinde kararı Sulh Ceza Hakimine bizzat sunacaksınız. O da kararını en geç 48 saat içinde açıklayıp kararı doğrudan başkanlığa yollayacak. Gecikmede sakıncalı hal olduğu hallerde TİB başkanı kararıyla içerik erişim yasağı konulabiliyor. (TİB'in Bakanlar Kurulu yapılanması olduğunu ekleyelim. Bazen kişisel ya da siyasal amaçlarla uygulanması mümkün)
Global bir internet hukuku var mıdır? diye soruyorum panele ara verildiğinde.
"Avrupa Konseyi Siber Suçlar Sözleşmesi var. Bu sözleşmeye taraf olan ülkeler için bağlayıcı. Ve sadece soruşturma usulleri bakımından düzenlenmiş. Uluslararası Mahkeme gibi bir şey yok.
Her ülkenin değerleri farklı olduğu için ortak bir hukuk da oluşamıyor." diyorlar. 
Unut beni GOOGLE
Cankat Taşkın ve Dağhan Uzgur dönüşümlü ve sohbet tadında anlatıyorlar:
Unutulma Hakkı ilk olarak Arjantin'de, sonrasında AB'de kabul edilmiş bir hak. Kişisel bilgilerin arama motorlarından silinmesini isteme talebine unutulma hakkı diyoruz. İçerik kaldırılmıyor, sadece aramalarda çıkmıyor. Biz AB üyesi olmadığımız için bunu talep etsek de Google bunu yapmak zorunda değil. (Sorun çıkartmadan kaldırıldığına dair bir örnek geldi izleyiciler arasından)
Her türlü verimiz işleniyor. Bununla ilgili bir engelleme kararı yok. Mecliste böyle bir çalışma da yok. Çünkü ucunun nerelere dayanacağı meselesi olduğundan bu yüzden de böyle bir yasa hazırlanmıyor.
".tr" adreslerinin tümünün tahsisi ve yönetimi ODTÜ'de bulunuyor. ODTÜ bundan bir gelir elde ediyor.
14 Aralık'ta sonu .tr ile başlayan tüm sitelere saldırıldı ve siteler çalışamaz hale geldi.
İnternetteki bir çok kaynak yurt dışında barınıyor. Biz hep yasaklamayı biliyoruz. Sadece engellemek ve yasaklamak üzerine sistem kurduğumuzdan Facebook gibi kurumlar Türkiye'de sunucularını yerleştirmiyor. Çünkü biliyor ki Facebook/Google/Twitter Türkiye'ye bir yetkili atarsa, o yetkili nezaretten çıkamaz. Ve dünyaya bunu açıklayamazsınız.
Tüm içerikler yurt dışında olunca bizim kapasitemiz buna yetmiyor. Bir de üzerine yurt dışı kaynaklı DDOS saldırılar gelince Türkiye'nin internet erişiminde çok ciddi problemler yaşanıyor.
 
Bizim internet bağlantımızın bu kadar pamuk ipliğine bağlı olması esas sorun. Ve yurt dışına bu kadar gebe olmamızdan. Bir DDOS saldırısıyla eller kollar bağlanıyor, hiçbir iş yapılamıyor. Onları durdurmak mümkün değil ama engel olabiliriz. Bunun da devlet eliyle çözülmesi lazım.
1 Temmuz-31 Aralık 2015 Türkiye Twitter raporunu sunuyor Cankat Taşkın. Rakamlar ilginç.
Tüm ülkelerden yapılan toplam 4618 başvurunun 1761'i Türkiye'den yapılmış. Türkiye'nin başvurularından % 23'ü haklı bulunmuş. 486 mahkeme başvurusundan 450'si Türkiye'den gitmiş. Toplam 4131 idari başvurudan 1761'i Türkiye'den yapılmış. Toplam 11 bin 92 içerikten 8092'si hakkında Türkiye ihlal ve çıkarma talebinde bulunmuş. Toplam 402 hesap engellemesinden 414'ü Türkiye'den gerçekleşmiş. Toplam 3353 twit engellemesinin 3003'ü Türkiye'ye ait. 
13 Temmuz 2014 Vatan Gazetesi'nde yayınlanan bir habere göre; Türkiye Net Crime adlı perdelemeye yarayan bir programa 40 milyon euro harcamayı göze almış.

Katılımcılarının hukuk insanlarından oluştuğu panelin hukukî terimlerle anlatıldığı kısmını hukuk insanlarına bırakarak, biz sade vatandaşların anlayacağı dilden olan taraflarını anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce.

Değişen dünyanın değişen değerlerinin ne kadar değişmiş olduğunu tek bir söz ile anlatan Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi'ye bırakarak bitirelim yazımızı:
"Türkiye’deki tüm şeker fabrikalarını toplasan bir Candy Crush etmez"

Sosyal Medya ve Dijital Dünya Yazılarım
Teknoloji / 16 Ekim 2010
İnternet Çocukları / 10 Mayıs 2011
Kaset sardı! / 3 Ağustos 2011
Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?
 / 7 Nisan 2012
Her çıkışın var inişi / 16 Ekim 2012
Dijital Teşhir Çağı / 19 Ekim 2012
İnternet Çocukları ‘TIK’ladı / 2 Haziran 2013
Star Wars ‘OUT’, Siber Wars ‘IN’ / 28 Eylül 2013
İnterneti değil elektriği yasaklayın, rahatlayın!
 / 17 Ocak 2014
Ey ahali, bir bakın buraya!
 / 30 Ocak 2014
Yasaklara uyalım, uymayanları sallandıralım! / 8 Şubat 2014
Sosyal Medya Çöplüğü / 29 Mart 2015
Örgüden ayakkabı, kumaştan kaporta, ağdan bahçe / 12 Nisan 2015
X, Y ve Z’nin değerlerini bulunuz
 / 24 Mayıs 2015
Facebook Mezarlığı / 22 Temmuz 2015
Duyarsız Duyarlı / 12 Eylül 2015
Takdir alsan ne yazar / 27 Ocak 2016
Like and Share
 / 2 Şubat 2016
Zaytung dükkânı kapatsın! / 3 Mart 2016
Bilişim kaçıyor, hukuk kovalıyor
 / 23 Mart 2016
1. Robot Kaynakları Zirvesi ne zaman abi? / 1 Haziran 2016
Ne çektin be dostum!
 / 3 Haziran 2016
Dış çekim şeysi / 2 Ekim 2016
Çuvaldız Lazım Çuvaldız!
 / 24 Aralık 2016
Ey inananlar, korkmayın!
 / 9 Ocak 2017
İnternetime dokunanı buldum! / 25 Ağustos 2017
Roadster’ı alan Üsküdar’ı geçti / 7 Şubat 2018
Dijitalleşmeye Mecburuz! / 14 Kasım 2018
Bugünün Ötesi Neresi? / 31 Ekim 2018
Öğretmenler, dünya koptu gidiyor! / 22 Kasım 2018
‘Misinformation’larınızı kendinize saklayınız / 2 Aralık 2018
Kozan Demircan ile Geçmişten Geleceğe / 13 Aralık 2018
ZOOM’dan ZONK’a / 13 Mayıs 2020
Eyyy Sosyal Medya! / 2 Temmuz 2020