29 Aralık 2022 Perşembe

Mehmet Ali Sanlıkol ile Müzikal Bir Yolculuk

Müzik Tarihi ve Müzikoloji Profesörü Mehmet Ali Sanlıkol, New England Konservatuarı (NEC) Direktörü, NEC’te Kültürlerarası Enstitü Direktörü, aynı zamanda kurduğu Dünya Kültür Sanat Vakfı’nın Başkanı, “Dreams and Prayers” albümü ile 2015 Grammy Ödülleri’nde finalist olmuş bir müzik insanı. 22 Kasım 2022 tarihinde BBDSO eşliğinde gerçekleşen Karagöz Orient Ekspres’in dünya prömiyeri için Bursa’daydı. Mehmet Ali Bey hazır Bursa’da iken rahmetli babası Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol’un adını taşıyan, Nilüfer Belediyesi Dr. Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesi’nde buluştuk ve böyle bir sohbete imza attık. Keyifli izlemeler diliyorum.
29 Aralık 2022 / M.E.M.
29 Aralık 2022 / M.E.M.

Nilüfer Belediyesi Dr. Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesi üzerine yazdığım yazım: Müzikal Bir Yolculuğa Çıkmaya Var Mısınız? / 23 Eylül 2021 

26 Aralık 2022 Pazartesi

Barbershop İstanbul Nilüfer’de Açıldı

Barbershop İstanbul, Nilüfer Çoksesli Koro ve Nilüfer Oda Orkestrası, Yeni Yıl Özel Konseri'nde biz Nilüferlilerle buluştu. Nilüfer Belediyesi tarafından Nazım Hikmet Kültürevi'nde düzenlenen geceye katılım yüksekti. Salon en üst koltuklara, hatta balkona kadar dolmuştu.

Nilüfer Çoksesli Koro'yu ve Nilüfer Oda Orkestrası'nı sahnede defalarca izlemiş, defalarca anlatmıştım, ancak Barbershop İstanbul ile ilgili bir fikrim yoktu. Konser Barbershop İstanbul'un sahne almasıyla başladı. Birbirinden farklı seste, birbirinden farklı fizik yapısında, adeta 1930'lardan çıkıp gelmiş dört genç adam sahnede Acapella tarzında, tek enstrümanları olan seslerini kullanarak şarkı söylüyorlardı. 

Bir Berber Bir Berbere
Barbershop isminden yola çıkarak ve 1930'ları resmeden filmlerden esinlenerek kafamda bir senaryo oluşturdum hemen. ABD'de içki yasağının olduğu günlerde küçücük bir berber dükkanındayız. Koltuğa uzanmış, boynundan aşağısı beyaz örtü ile örtülmüş, berberin elindeki usturaya teslim olmuş halde traş olan bir adam, diğer sandalyelerde sırasını bekleyen bir-iki müşteri, sokağa bakan pencerenin önünden gelip geçenler, karşıda siyah bir Cord 810, koltuktaki adamı özenle ve dikkatle tıraş eden berberin müşterisini rahatlatmak için söylediği müzikli ufak cümleler, cümlenin devamını getiren diğer müşteriler, bir tempo, bir hareket, bir gevşeme ve bir anda kopan kıyamet, kırılan camlar, kaçmaya çalışan ama kaçamayan berber, olduğu yerde yığılan bir-iki müşteri, uçuşan köpükler, örtünün altında elinde tuttuğu silaha davranamadan kanlar içinde kalan "baba" ve kopan tozun dumanın ardında belli belirsiz seçilen, ellerinde dumanı tüten Thompson'ları ile Cord 810'larına binip hızla uzaklaşan gangsterler.
Çok mu karamsar oldu? Çok mu gangster filmi izlemişim?
O zaman değiştirelim.

Virtual Barber Shop
Bu kez kulağımda kulaklık var ve YouTube'dan on beş yıl öncesine ait bir ses kaydını dinliyorum. Virtual Barber Shop'ta, bir berber dükkanında olabilecek tüm sesler beynimin içinde bir berber dükkanı oluşturuyor, berberin makası bir sağ kulağımın üzerinde bir sol kulağımın üzerinde gidip geliyor, traş makinesi kulağımı kaptı kapacak, konuşan ses bir uzaklaşıyor bir yakınlaşıyor; öyle ki, işittiğim o seslerden konuşan kişinin berber dükkanın neresinde olduğunu ve ne yaptığını biliyorum. Sonra ses kulağımın dibine geliyor ve fısıldıyor, istemsizce gülümsüyorum. Sanal berber dükkanının kapısını çekip gidiyor. Ben berber dükkânında tek başıma kalıyorum.

Barbershop Nedir? 
Barbershop İstanbul ile başlayıp, Barbershop İstanbul&Nilüfer Çoksesli Koro ile devam eden, ikinci bölümde Nilüfer Oda Orkestrası'nın sahne aldığı, konser sonunda da tüm grupların sahneye gelerek umut dolu "Yılbaşı Şarkısı"nı seslendirdiği konserin bitiminde, Nilüfer Çoksesli Koro Şefi Zeynep Göknur Kara Yıldız'a "barbershop" ile ilgili sorular soruyorum. "Barbershop İstanbul"un ülkemizde bir ilk olduğunu anlatıyor. Konserden eve döndüğümde her şeyi bilen Google'a "Söyle bakalım, Barbershop müziği nedir?" diyorum. Şöyle anlatıyor:
"Berber dükkânının canlanma döneminde kodlandığı şekliyle berber vokal armonisi, esas olarak homoritmik bir dokuda her melodi notası için ünsüz dört parçalı akorlarla karakterize edilen bir acappella, yakın armoni veya eşliksiz vokal müzik tarzıdır. Barbershop, 1930’larda Amerika’da ortaya çıkan, erkek vokallerin yer aldığı, eşliksiz bir vokal müzik türü."
Barbershop Müziği konusunu biraz daha araştırınca, bu kez de Gönenç Hongur tarafından "Barbershop Müziği ve Popüler Kültürde Pratiği" başlığı ile yazılmış ve dergipark.org.tr'de yayınlanmış bir makaleye rast geliyorum. Makaleyi okuduğumda 1930'lar senaryom da, sanal berber dükkanı sesleri de yerini buluyor.

Türkiye'nin Barbershop tarzı ilk quarteti
Berber dükkanından çıkıp sahnemize geri dönelim. 
Barbershop İstanbul, Tenor (en tiz partidir, melodinin üstünü armonize eder) Onur Zorluuysal, Lead (melodiyi söyler, diğerleri, melodi çevresinde armoniyi oluşturur) Erdinç Hasılcıoğulları, Bariton (geleneksel düzenlemelerde melodinin altını armonize eder, modern düzenlemelerde bazen Lead’in üzerinde veya Bas’a yakın olacak şekilde geniş bir ses aralığında dolaşır, çoğunlukla akora lezzetini veren sesleri söyler, bu yönüyle SATB düzenindeki altoya benzetilebilir) Kaan Bayır ile Bas (en pes partidir, akordaki en alt sesi söyler) Enis Turhan tarafından, klasik ve modern Barbershop tarzı acapella müziğini icra etmek amacıyla, uluslararası sahne deneyimine sahip müzisyenler tarafından 2014 yılında kurulmuş.
 Barbershop İstanbul
Barbershop İstanbul Türkiye'nin Barbershop tarzı ilk quarteti ve Barbershop Harmony Society'nin Türkiye'deki ilk üyesi. Kuruluşunun ilk üç yılında Chuck Hunter koçluğunda çalışan quartet, icra ettiği müziği uluslararası kaliteye taşımış. 2017 yılında ABD Nashville'de gerçekleşen Harmony University - Quartet College'den davet almış ve her yıl düzenlenen Barbershop kampına katılan ve sahne alan ilk Türk quartet olmuş.

İlk kez Bursa'da
Konserde dokuz eser seslendiren Barbershop İstanbul, son üç eseri Türkçe şarkılara ayırmıştı. İlk olarak bu akşam Bursa’da söylenecek olan, düzenlemeleri Kaan Bayır’a ait, Kaan Tangöze’nin Köprü Altı, Ozan Çolakoğlu’nun Deli Mavi ve Cemal Reşit Rey’in Lüküs Hayat eserlerini dinleyecektik. Yine Barbershop İstanbul ve Nilüfer Çoksesli Koro’nun birlikte seslendirdiği What a Wonderfull World ile Swing Low, Kaan Bayır tarafından, koro ve Barbershop İstanbul için düzenlenmiş. 
Nilüfer Çoksesli Koro & Barbershop İstanbul
Zeynep Göknur Kara Yıldız - Nejla Aslan
Nilüfer Oda Orkestrası
İlk bölümün ardından ikinci bölümde sahne, Deniz Tan şefliğinde Nilüfer Oda Orkestrası'nın idi. Scent of a Woman, Love Story, La La Land, Harry Potter, Pirates of the Caribbean gibi bilinen film müziklerinden oluşan repertuvarda iki eser solistler tarafından seslendirildi. The Fifth Element parçasının solisti Özlem Yazıcı, Phantom of the Opera parçasının solistleri Seda Mintaş Ergen ile Mehmet Eğri idi. 
 Özlem Yazıcı
 Seda Mintaş Ergen & Mehmet Eğri
Özellkle de Aşk Hikâyesi'nde Ryan O'Neal ile Ali MacGraw'ın canlandırdığı Oliver ile Jennifer, Kadın Kokusu'nda Al Pacino'nun canlandırdığı emekli Albay Frank Slade, Karayip Korsanları'nda Johnny Depp'in canlandırdığı Jack Sparrow karakterleri zihnimin derinlerindeydi. La La Land'ı bir yazlık sinemada izlemiştim. Harry Potter filmlerine mesafeliydim. Operadaki Hayalet müzikal filminin yeni versiyonunu Netflix'te birkaç gün önce izlemiştim ve hâlâ etkisindeydim. Repetuvar öyle akıyordu ki, devamında Carmen müzikalinden L'amour ve Notre Dame De Paris müzikalinden Belle eserlerini de dinlemek istedim.
Orkestra çalarken ve solistler performans sergilerken arkada da filmden görüntüler aksaydı diye düşündüm. Kendi düşünceme muhalefet edip, görüntülere odaklanırsak müziği kaçırırdık belki dedim. 

Noel Baba'dan Şef olur mu? 
Nilüfer Oda Orkestrası'na bir ara Noel Baba şeflik etmek istedi ancak elinde baget olmadan şef olunmuyordu. Neyse ki Deniz Tan bageti Noel Baba'ya verdi de güzel bir yılbaşı şarkısı dinledik.
Bu minik esprinin ardından Nilüfer Çoksesli Koro sahne önüne gelerek, sözleri Hasan Erkek’e, bestesi Nedim Yıldız’a ait Yeni Yıl şarkısını seslendirdi. Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nejla Aslan'ın şeflere ve solistlere yılbaşı çiçeği takdim etmesinin ardından Yeni Yıl şarkısı bu kez Barbershop İstanbul ile birlikte bir kez daha söylendi.

Nilüfer Çoksesli Koro'nun ve Nilüfer Oda Orkestrası'nı yıllardır izlerim ve başta şefleri Zeynep Göknur Kara Yıldız ile Deniz Tan olmak üzere, koroya ve orkestraya emeği geçen her bir kişiye ayrı ayrı teşekkür ederim.
 Nilüfer Oda Orkestrası
Konser sonunda, nasıldı güzel miydi diye soranlara, sarhoşum dedim. Sanal berber dükkânını kulaklıkla dinlerken nöronlarımın hissettiği gibi, yine dalgaların hareketiyle bir o yana bir bu yana ahenkle salınan yosunlar gibiler dedim. Kısacası, sanatın iyileştirici gücü ile "iyi olma hâli" içindeyim dedim.
Kültür ve sanatın gittikçe azaldığı son yıllarda, bizi kültür ve sanatla buluşturduğu için Nilüfer Belediyesi Sanat'a ve Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nejla Aslan'a ayrıca teşekkürler.
 Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nejla Aslan ve Nilüfer Oda Orkestrası Şefi Deniz Tan ile konser sonrası

26 Aralık 2022 / C.E.Y.

Gecenin fotoğraf ve video kayıtlarına buradan ulaşabilirsiniz:
https://www.facebook.com/media/set/?vanity=canan.e.yilmaz&set=a.10160175581258592


Nilüfer Çoksesli Koro, Nilüfer Oda Orkestrası, UÜ Müzik Eğitim Fakültesi
Kan tadında türküler / 31 Aralık 2015
Nilüfer'in Gözbebekleri / 30 Mayıs 2018
Aşk Varsa Sanat Var / 21 Mart 2019
"Koro BİZ olmaktır" / 29 Kasım 2021 
Anlat Atam, Sen Anlat! / 18 Mart 2022

15 Aralık 2022 Perşembe

Had Safhada Ahmaklık Dönemi

Had safhada saçmalamahad safhada kötülük ve had safhada vahşet üçüzlerine had safhada ahmaklık adında bir kardeş daha ekleyelim de dördüz olsunlar.

Öznelerden çok yüklemleri önemseyen bir yazar olarak gelin sizi bir okula götüreyim. Bir tanesi parlak ve sevilen, diğeri ise hırçın mı hırçın bir çocuk arasındaki ağız dalaşına ve sonrasında olanlara bakalım.

"Ahmaak Ekrem, ahmaaak Ekrem"
"Sizsiniz ahmak Süleyman, ben değil!"
"Örtmenim örtmenim, Ekrem size ahmak dedi!"
"Örtmenim önce Süleyman bana ahmak dedi, sonra da ben ona dedim!"
"Gel bakiim buraya Ekrem! Sen bana ahmak mı dedin Ekrem?"
"Örtmenim size değil Süleyman'a!"
"Hımm, inceleyeyim bir. Haklı olabilirsin!"
"Öğretmen bey öğretmen bey, Ekrem hem öğretmene hem okula ahmak demiş, sen çekil, biz Ekrem'e haddini bildiririz."
"Öğretmen Bey, yanlış anlamışsınız, çocuklar kendi aralarında ağız dalaşı yapmışlar. Müzevirci çocuğun ağzına bakıp da evladımızı hırpalamayalım!"
"Sen çekil, git başka okulda öğretmenlik yap, işimize karışma!"
"Gel bakalım Ekrem, sana şöyle okkalı bir şamar atalım da gör okula ahmak demek neymiş."
"Eveeet, gördüğüm lüzum üzerine Ekrem'in 2 yıl 7 ay 15 gün okulun bodrumunda aç susuz bırakılmasına..!"

Haydaa, sen kalk Ekrem'in saçını çek, gözlüğünü kır, lafla sataş, sonra da sana aynı laf iade edilince (saçın bile çekilmeden üstelik) köpür, tepin, öğretmene şikayet et, bana değil size ahmak dedi de. 
E sen de ağabeyin de baban da yıllardır sınıfta, hatta okulda kim varsa altından girip üstünden çıkmıyor mu? Küfür kıyamet gitmiyor mu? Kaşının üzerinde gözü olan herkese saldırmıyor mu?
Haa, diyorsun ki bu okul bizim, biz ne dersek o olur...
Olmaz paşam olmaz, siz ne derseniz o olmaz. Çünkü doğru yoldan ayrılıp, "zorla, kumpasla, oyunla" oldurmaya çalıştığınız için olmaz.

Biiir; kimse evladını yolda bulmadı. Sen sevsen de sevmesen de oradaki her çocuğun bir anası babası var, ağabeyi ablası var, dayısı amcası var, halası teyzesi var, büyükannesi büyükbabası var, ezcümle bir Ata'sı, bir Hak'kı var...
İkiii; okul hancıdır, öğretmenler okulun uzun, öğrenciler ise -Hababam değillerse eğer- kısa koşu misafirleridir. 
Üüüç; kadrolarınız akıl'la değil de çıkar'la çalıştığı için sürekli kaş yapayım derken göz çıkartıyorsunuz. 
Dööört; kararı veren öğretmen efendiye soralım, 1 'ahmak' 2 yıl 7 ay 15 gün ediyorsa, binlerce hakaret kaç yıl eder?

Ne kadar basite indirgedin diyeceksiniz. Meclis TV'yi bir açın da görün. Sanki ders boş geçiyor gibi uğultulu bir hava, kürsüde konuşan kişi gürültüden ve sataşmadan konuşamıyor, öğretmeni de başkanı da takan yok, taraflar pozisyon almış birbirine saldırmak için bekliyor.
Canlarım, siz okul hayatınızda münazaraya katılmadınız mı hiç? En azından izlemediniz mi?
Hani "tez-antitez", hani "savunma", hani "jüri"...

Abesle iştigal
Ülkenin ekonomik olarak dibin dibini gördüğü ve daha da dibe sürüklendiği bir dönemde, bir bardak suda kopartılan şu fırtınaya bakıyorum da, bu felaketi tanımlamak için 'abesle iştigal'den başka söz bulamıyorum. 
Verilen bu karar "acz içinde" olduklarının, o yüzden de abuk subuk ayak oyunlarına kadar düştüklerinin bir göstergesi.
Yerel seçimlerden bu yana beğenmedikleri başkanları değiştirip, yerlerine kayyum atayıp duruyorlar. (dogrulukpayi.com'dan İrem Doğanışık'ın yaptığı araştırmaya göre, 31 Mart 2019 yerel seçimleri sonrasında Türkiye’de yaklaşık 4 milyon 723 bin kişilik bir nüfus, seçtiği belediye başkanı tarafından yönetilmiyor.) Baktılar bu iş tuttu, bir de İstanbul'u değiştiriverelim dediler. Neresinden tutsak da İstanbul'u tekrar elimize alsak diye çıldırırken nur topu gibi bir "ahmak davası" yaratıverdiler.
(Lakin burası İstanbul. Başka şehre benzemez. Hiçbir şey olmasa da bakmışsınız çok şeyler oluvermiş. 13 bin 729 oy farkı az gelmişse, fark 800 bine yükselivermiş.)

Hukuka uyan hakimden iş çıkmayacağını anlayınca "joker" hakim kullandılar. Haydi bakalım, hukuk fakültesini bugünler için kazandırtılan ve okutulan öğrenciler vazife başına? 
Savulun, Joker Hakimler geliyor!

Rasyonel düşünenler Bizans oyunlarından zerre anlamadığı için "İyi olan kazansın" diyor. Kafalarını hep arkadan dolanmaya, hep kurnazlık yapmaya çalıştıranlar ise dolap üzerine dolap çeviriyor. Ancak o akılsız kafa bir şeyi atlıyor.
Oyun için de, yalan için de zehir gibi bir akıl lazım, ki eline yüzüne bulaştırmayasın, ki yalanın yalan olarak ortaya çıkmasın.
Had safhada ahmaklık döneminde olduğumuz için, herkes elinde tüyle gezip tüyü hangi "marifet"ine dikeceğini şaşırıyor.
****
Parti ve kulis işlerinden hiç anlamadığım için kim kimin arkasından ne çevirdi, kim kime ne dedi, kim kimin kuyusunu kazdı, kim kimin yerini yaptı üzerine hiçbir şey yazamam. 
En net gördüğüm, bu kararın muhalefetin üzerindeki ataleti kaldırdığı ve onlara adeta "canlılık" verdiği.
Öte tarafta; hukukun hiçe sayılarak gemin azıya alındığı.
Hatta sanki, bakın bunu da yaptık, hadi sokağa dökülsenize dendiği.

Kendimi bildim bileli tüm oyunlar hep hileli oynanıyor ülkemde. Zarlar hileli, taşlar hileli, oyun hileli...
Fakat ilk kez hileli zarları atan ellerin kendisi hileli. Yani kıt!
O yüzden de zar doğru gelse bile bu kafada oyunu doğru oynayacak akıl yok...

15 Aralık 2022 / C.E.Y. 

11 Aralık 2022 Pazar

Lahana

Yazının sonunda söyleyeceğimi yazıya başlar başlamaz söyleyeyim de, siz de ne okuyacağınızı bilin, ben de ne yazacağımı bileyim.
"Bıktım arkadaş bıktım, kadınların nasıl yaşayacakları hakkında erkeklerin konuşmasından BIKTIM!"

Şöyle giyin, şöyle soyun, şöyle uyu şöyle uyan, şöyle gül şöyle gülme, şöyle bak şöyle bakma, şöyle doğur şöyle doğurma, şöyle araba kullan şöyle kullanma, şöyle oku şöyle okuma, şöyle konuş şöyle konuşma, şöyle örtün şöyle örtünme, yap yapma, yap yapma, yap yapma!
Eeeeh AMA!
Bi susun! Siz kimsiniz de konuşuyorsunuz bu kadar? Siz de biz gibi bir kadının rahminden çıkmış, erkek olmayı seçmemiş insanlarsınız.
Siz önce kendi erkekliğinize bakın!
Başka zaman olsa insanlığınıza bakın derdim ama madem insanlığınız yok, bari erkekliğinize bakın! 
Kantarınız varsa, erkek doğmuşsunuz da adam olmuş musunuz onu tartın.

Bizi kendi işinize geldiği gibi biçimlendirip, "yok kadın şöyle kutsal, yok cennet analarının ayağının altında (anne olmayana cennet yok), yok iffetli analarımız bacılarımız" diye diye namusu ve iffeti ve yuvayı ve çocuğu ve dünyayı bizim sırtımıza yükleyip gidemezsiniz. 
Bizim bacaklarımızın arasındaki namus da sizin bacaklarınızın arasındaki ne?
Bizim kulaklarımızın arasındaki beyin de sizin kulaklarınızın arasındaki ne?

Lahana
İnsan gibi insan erkek taifesini tenzih ederek kendine hoca-koca diyen bir takım kafalaradır bu yazım.
Bu zatlar kadının ne olduğunu düşünüyorlar acaba?
Dişi doğmanın tercih olmadığını, kadının da kendileri gibi bir kadının rahminden çıktığını, kız çocuklarının da kendileri gibi bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemlerinden geçtiğini görmeyip, neden kadınlara pazarda satılan lahana muamelesi yapıyorlar. 
Al-Soy-Pişir-Ye!

Ve daha da kötüsü, kendi evlatlarını karşı komşuya daha el kadar bebek iken "Al-Soy-Pişir-Ye!" diyerek takdim ediyorlar.
Ve sonra olaylar ortaya çıkınca diğer üç evlatlarını ana babalarını savunsunlar diye kameralar karşısına çıkartıp, kendileri gözyaşları içinde konuşan o üç genç evladın arkasına saklanıyorlar.
Ve tüm delilleriyle yargıya intikal etmiş bir dava dosyasını gazetecilik refleksiyle halka duyuran gazeteciyi ve kurumu linç ediyorlar.

Evcilik Oyun Muydu?
Henüz 6 yaşındayken, babası tarafından, karşı dairede yaşayan 29 yaşındaki adama "kadın" diye verilen çocuktan bahsediyorum.
Şimdi 20'li yaşlarını geçmiş olan bu çocuk yaşadıklarının bir oyun olmadığını fark edip, kendisini verenin de alanın da suç işlediğini anladığında, yıllar süren bu hikâyenin kaydını "kocasını" konuşturarak sesli almış, sonra da evden ayrılıp dava açmış. 
Haberi yapan Timur Soykan, "İddianamede yer alan ifadeleri okumaya can dayanmıyor, bunları yazamam" diyor.
Utancın fotoğrafları / 7 Aralık 2022 - Timur Soykan / BirGün

İddianame kabul edildi
Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in 6 yaşında kızı H.K.G.'yi 29 yaşındaki Kadir İstekli ile dini nikahla evlendirdiği iddialarına ilişkin iddianame kabul edildi. İlk duruşma günü olarak 22 Mayıs kabul edildi.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Kadir İstekli hakkında 67 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası istenirken, baba Yusuf Ziya Gümüşel ve anne Fatıma Gümüşel hakkında 22 yıl 6 ay hapis cezası istendi.

Ay bu insanlar nasıl insanlar? Ay biz buraya nasıl geldik?
Yaşananlara şaşırıp bu sözlerle tepki verenlere de ben şaşırıyorum. 
Ayol biz buraya yıllardır bangır bangır bağıra bağıra geldik. Ayol bu insanlar kapalı kapılar ardında hep vardı. Ayol bu insanlar hep biliniyordu. Ayol bu yapıların korkunçluğunu anlatmaya çalışan gazeteciler birer birer öldürülürken, toplumun bir kesimi "Bana dokunmasın da..." diyerek kendi havasında yaşarken ve bir çoğu da dünyadan habersizken, bir kesim ise evlatlarını o yapılara teslim etmek zorunda kalmıştı. 
Ve o karanlık yapı için en ideal kesim işte o kesimdi. 
Sadece şimdi daha görünür oldular. Daha kolay ifşa edilir oldular. Yedikleri herzeler teknoloji marifetiyle daha kolay ispatlanır oldu.

'Tik-Tok'çu Hocalar
Sosyal medya mecralarına düşen "hoc'fendi" (çoğu da hayat hakkında ne öğrendin de ne öğretiyorsun diyeceğiniz kadar genç) talkımlarındaki "dışkılama", "yıkanma", "konuşma" gibi günlük hayatımız hakkındaki "sallamalar"ında, dara düşen kadınlara uyguladıkları "cin çıkartma" seanslarının videolarındaki mevzu hep aynı. Seks seks seks. Hem de öyle böyle değil, sapkınlık derecesinde seks. Ama sorsan "LGBTİ'ye karşıyız", "Aileyi koruyalım", öyle mi?

Ne ekersen...
Yaptıkları konuşmaları zaman zaman dinliyorum da; sağlıklı yaşama, sağlıklı düşünme, saygı, empati, eğitim, öğretim, adalet, hak, vicdan gibi insana değer katan konuları bırakın konuşmayı, hepsini yerden yere vurarak ve üzerinde tepinerek lafı sözü sürekli bel altına getiriyorlar. Bunu da en bayağı, en akıldan uzak tanımlamalar ile yapıyorlar. 
Zannımca onlar daha çocukken kapatıldıkları "ilim yuvalarında" yıllarca bu günler için "uygulamalı" eğitiliyorlar.

Din ile Kin birlikte olur mu hiç?
Geçtiğimiz gün yaptığı bir konuşmada Prof. Dr. Türker Kılıç ne demişti, "En iyi beyin cerrahı öğretmenlerdir!" 
Bir öğretmen çocuğun beynini çıkartıp yerine boş balon da koyabilir, çocuğun beyninin kıvrımlarının arasına kötülük ve nifak tohumları da ekebilir, düşünme merkezini iptal edip çocuğu "uyumlu" hale de getirebilir, beyni kin ile sulayıp "kan kırmızı kin çiçekleri" açtırabilir.
Ya da tam tersi...
****
Yurtlar, dernekler, vakıflar, tekkeler bir yana, toplumdaki çürümüşlüğün kesif kokusu dayanılmaz safhaya ulaştı.
Kafalarına atılan çay için birbirini ezen insanlar, kampanya yapan bir market kapılarını açtığında marketi de birbirlerini de talan eden insanlar, deprem sonrası yardım olarak dağıtılan battaniyeleri çifter çifter evine götürüp saklayan insanlar, yine yardım için dağıtılan erzakları alarak dükkanında satan insanlar ve dahası...
Bunlar yetmezmiş gibi sınırlardan akın akın geçen çok daha farklı kültürdeki insanlar. 
Yetmezmiş gibi ülkemizde konuşlanan "suç örgütleri"ndeki ve uyuşturucu kullanımındaki artış...
İçinde pek çok parametre barındıran bu sosyal bozulmayı nasıl toparlayacağımızı düşünsek iyi olur.
Yoksa bu çürümüşlük ile çöktük çökeceğiz.

Vereceksen Huzur Ver
Yazıya isyan halinde başladım biliyorum. 
Siyaset üstü konuların siyasete alet edilmesine, haklıya haksız, haksıza haklı denmesinedir isyanım.
Dünya yüzündeki hiçbir türde olmayan cinsiyet eşitsizliğinin neden insanlarda, özellikle de geri kalmış toplumların insanlarında kadın üzerinden uygulandığınadır.
Huzur vermesi, ruhlara merhem olması, iyiliği çoğaltması, insanın adaletli ve dengeli büyümesini sağlamaya yardımcı olması gereken dinin, kötülükle yoğrulmuş liyakatsiz ellerde yolundan sapmasınadır.
Halkın yapması gereken, güç sarhoşluğuna kapılarak yerini şaşırana yerini, yolunu şaşırana yolunu göstermektir.
Çünkü siyaset de, din de, eğitim de her şey "yaşam"ın kendisi içindir.
****
İlk söylediğimi bir kez de sonda, biraz daha sakince söyleyeyim.
Bizim nasıl yaşayacağımız üzerine karar veren beyefendiler, lütfen artık bizim hakkımızda konuşmayı keser misiniz?
Biz lahana değil insanız...

11 Aralık 2022 / C.E.Y.

10 Aralık 2022 Cumartesi

Gidip de Dönmemek, Dönüp de Bulmamak Var

"Dünya çok büyük ve ona bir şey olmaz demeyin. Oluyor işte. Bunca yükü taşıyamıyor. Ve kendisinden çaldıklarımızı ziyadesiyle geri alıyor. Belki itinalı bir bakımla kendini toparlayıp bir nebze olsun eski haline dönebilir. Bu özenli bakımın sürekliliği halindeyse eski neşesine ve verimliliğine kavuşabilir.
Bu iyileşmenin olabilmesi için neler yapmak gerektiği konusunda insanın aklına çılgınca fikirler de gelmiyor değil hani.
Hani olmaz ya; arada bir bütün dünya şalter indirse mesela.
Yine başka bir gün kimse arabasını kullanmasa. Bir gün şehrin bütün vanaları kapatılsa ve bir damla bile su harcanmasa. Bir gün ne ısıtıcı, ne soğutucu çalışmasa. Bir günlük tatil versek dünyamıza. Bir gün de o izin kullansa…
Kim bilir, belki o zaman şöyle bir oh çeker içinden. Ertesi gün daha bir neşeyle, daha bir şevkle dönmeye başlar kaldığı yerden…”
2013 yılında yazdığım Dünyanın Sahibi Değil, Emanetçisiyiz başlıklı yazımı okuduğunuz bu pasaj ile sonlandırmıştım.
2020 yılına geldiğimizde “Hani olmaz ya” dediğim ne varsa Pandemi sayesinde ya da sebebiyle gerçek oldu. Dünya da insanlar da (mecburen) iyi bir “dinlendi”.
Pandemi henüz tam anlamıyla bitmemiş olsa da ilk günlerin harareti kayboldu, insanlar kısıtlanmaktan sıkıldı ve o bildiğimiz dünya kaldığı yerden dönmeye devam etti.
Etti de, acaba ne kadar iyi etti?

İyileşmeler Kötüleşti mi?
Ümit Şahin ve Sinan Erensü tarafından yapılan ve Aralık 2020'de yayımlanan Covid-19 Pandemisini ve İklim Krizini Birlikte Okumak başlıklı çalışmada, Çin’de, kısıtlamaların uygulandığı dönemdeki verilerin incelendiği 366 kentin 322’sinde Hava Kalitesi Endeksi’nin ortalama yüzde 20 iyileştiği yazıyor. (Avrupa ülkeleri ona keza.) Yine yazıda, “Emisyonlarda azalmaya neden olan küresel aktivite düşüşünün ani ve beklenmedik bir sağlık krizi nedeniyle devlet tarafından dayatılan ve hoşnutsuzluk yaratan bir eve kapanma dönemi olması, iklim krizi ve kirlilikle mücadelenin de ancak yukarıdan aşağıya, zorlayıcı ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir şekilde mümkün olabileceği algısını yerleşik hale getirerek faydadan çok zarar getirmiş olabilir” deniyor. “Üstelik bu tür azalmalardan sonra kriz ortadan kalktığında tepkisel yükselmeler bugünkü yüzde 4–7 düşüşlerin fazlasıyla geri alınabileceğini düşündürmektedir” öngörüsünde bulunuluyor, ki açılmanın ardından insanların güncel hayata saldırmalarını, “intikam” alışverişlerini, “telafi” etkinliklerini bire bir yaşadık, yaşıyoruz.
Pandemi Dünya İçin (bir biçimde) Terbiye Vakti’ydi, terbiye olmadık, olamadık.

Çevreciler demedi mi?
Çevresel bozulma, iklim değişikliği, aşırı tüketim, nüfus artışı ve toplumların kapalı bir sistemde sınırsız ekonomik büyüme peşinde olması dünyayı bir felakete sürüklüyordu.
20. yüzyılın ortalarında akademisyenler ve çevreciler dünyanın bu gidişata daha fazla dayanamayacağını anlatmaya çalışsa da yönetimler onları görmezden duymazdan geldi. 20. yüzyıl sonlarında çevresel problemler küresel boyuta ulaştı. 21. yüzyılda, ormanların yok edilmesi ve fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan sera etkisi tehdidi ile ilgili (nihayet) giderek artan bir farkındalık oluştu.
Siyasi yöneticiler biraz geride kalsalar da, iş insanları fosil yakıtların kullanıldığı buhar makinesi ile başlayan Sanayi Devrimi’nin dünyayı iklim krizine soktuğunu kabullendi ve sonunda yönünü “sürdürülebilirliğe” çevirdi.
Çünkü kaynaklar sonsuz değildi. Çünkü Dünya yoksa gelecek yoktu. Çünkü Dünya ölüyordu…

Nedir bu sürdürülebilirlik?
Son yıllarda daha fazla duyduğumuz “Sürdürülebilirlik” sözcüğünün neyi kastettiğine şöyle bir bakalım ve neyi konuştuğumuzu anlayalım.
“Sürdürülebilirlik daimi olma yeteneği olarak adlandırılabilir. Sürdürülebilir gelişme, gelecek neslin ihtiyaçlarını karşılama yetisine zarar vermeden günümüzdeki ihtiyaçları karşılayabilen gelişmedir. Sürdürülebilir gelişme, doğal çevreyi tahrip etmeden veya bozmadan temel insan ihtiyaçlarını karşılamak için yerel ve küresel çabaları dengelemekten oluşur. Sürdürülebilirlik aynı zamanda bir harekete geçme çağrısı, devam eden bir süreç veya ‘yolculuk’tur ve dolayısıyla politik bir süreçtir. Bu nedenle bazı tanımlar ortak hedefleri ve değerleri ortaya koyar. Yeryüzü Şartı ‘doğaya saygı, evrensel insan hakları, ekonomik adalet ve barış kültürü üzerine kurulu sürdürülebilir bir küresel toplumdan’ bahseder.”

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN DNA’sı
“12. Bursa Yenilikçilik ve Yaratıcılık Sempozyumu ve 5. Yenileşim Ödül Töreni’’ 8 Aralık 2022 tarihinde Almira Otel Büyük Salon’da ‘Sürdürülebilirliğin DNA’sı’ konu başlığı ile gerçekleşti.
BUSİAD Dijital Dönüşüm Yenilikçilik ve Yaratıcılık Uzmanlık Grubu ve Uludağ Üniversitesi İşbirliğinde gerçekleşen sempozyuma katılım, büyük salonu en arka sıralara kadar dolduracak derecede yoğundu.
2013 yılından bu yana, iki yılda bir verilen Yenileşim Ödüllerinde Büyük Ödül’ün bu yılki sahibi Bursa Büyükşehir Belediyesi oldu.

“Sebebi Biziz”
Güzin Abraş sunuculuğunda gerçekleşen sempozyumun açılış konuşmasını BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar yaptı.
Konuşmasına, “Dünyamız bir süredir var olma sorunu yaşıyor ve buna biz insanlar neden olduk. Şimdi de bu sorunumuza çözüm yolları aramaya çalışıyoruz” sözleriyle başlayan Küçükkayalar, “Büyümenin değil gelişmenin, salt üretmenin değil, sürdürülebilir üretmenin önemli olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Doğrusal değil, döngüsel üretmenin önemli olduğunu, kaynakların sınırlılığını göz ardı etmeden, doğamızı ve geleceğimizi düşünerek üretmek ve tüketmek gerektiğini şimdi fark ediyoruz. Biz BUSİAD üyeleri olarak kendimizi şanslı hissediyoruz. Kurucularımız sürdürülebilir olmanın önemini 44 yıl önce anlamışlar. Logomuza bakın; Dut yaprağı, ipek kozası ve dişli. Yani 44 yıl önce sürdürülebilir olmanın, hayatın devamlılığı için vazgeçilmez olduğu anlaşılmış ve bu Bursa’nın sembolleriyle ifadesini bulmuştur. BUSİAD olarak ilk defa bu yıl dijital dönüşümü ödül değerlendirme kriterlerimiz arasına aldık.” dedi.
Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir zirvede bir kadın yöneticinin “Karbon ayak izimizi azaltırken, kadın ayak izimizi artıralım!” sözlerini paylaşan Buğra Bey, benim ve salondaki herkesin onayını aldı. Buğra Küçükkayalar konuşmasını “Biliyoruz ki başka Bursa, başka Türkiye ve başka bir Dünya yok! Sürdürülebilirliği genlerinde taşıyan bir dernek olarak, ‘Sürdürülebilirliğin DNA’sı’ temalı sempozyumumuzun hepimizde bir ışık yakmasını temenni ediyorum” sözleriyle tamamladı.

“Evrenimizi hoyratça sömürdük”
Sempozyumun ana paydaşlarından biri olan Bursa Uludağ Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, üniversitelerin bulundukları şehrin aklını temsil ettiğini vurgulayarak, “Tüm dünya evrenimizi hoyratça sömürdü. Bu emaneti geçmişten devraldığını, geleceğe devredeceğini göz ardı etti. Şu anda ayırdına varıldı ki tek dünya var ve bunu korumak, kollamak zorundayız. Bu yüzden hedefimiz sürdürülebilir bir Dünya, sürdürülebilir bir ekonomi, sürdürülebilir bir Bursa ve sürdürülebilir bir Bursa Uludağ Üniversitesi. Gelecek nesillere sürdürülebilir ve yaşanabilir yeşil bir evren bırakacak olanlar bizleriz ve bunu yerine getirmezsek ağır bir vebal ve sorumluluk altındayız.” dedi.

“Ölüyoruz”
Sempozyumun ilk konuşmacısı, oyuncu, senarist ve yönetmen Mert Fırat, “Kültür-sanatla sürdürülebilirliğin ne ilgisi var diyeceksiniz?” diyerek başladı sözlerine.
Kendi yolculuğunu ve bilim ve sanatın ilişkisini anlatacağı konuşmasını, sanatçılığının yanında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı — UNDP (United Nations Development Programme) İyi Niyet Elçisi şapkasıyla yapacağını söyledi. Sözlerini bir sanata, bir etkiye, bir kalkınmaya getireceğini, çünkü hepsinin paralel yolculuklar olduğunu, bize hedef koydurtan şeyin arzularımız, isteklerimiz, motivasyonlarımız olduğunu, bizi besleyen şeyin “etki” olduğunu belirtti.
Mert Bey’in sözlerinden alıntılar yaparsak:
* İnsan türü yeri geldiğinde çok akıllı, yeri geldiğinde en vahşi türden daha vahşi olabilir.
* Sivil Toplum Örgütümüz İhtiyaç Haritası’ndaki 17 hedef içinde en konsantre olduğumuz eşitlik ve eşitsizlik. Çevre, barış, su hakkı gibi maddelere ek on yedinci madde “ortak masaların kurulması”.
* Büyük etkilerde savaş gibi büyük dönüşümler olabiliyor.
* Pandemi de 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı gibi bir savaştı ve içinden yeni çıktık. Bu bizim “var olma” savaşımızdı.
* Pandemi ile Çin’deki bir tekstil işçisi ile ABD’de rezidansta yaşayan milyarderin derdinin aynı olduğu bir düzleme geldik.
* Start-up, Follow-up, Skill-up’ları bir kenara bırakıp, artık ölüyoruz ve türümüz yok oluyor diyerek hızlandırma ofisleri kurduk.
* Karbon ayak izimizi sıfırlayacağımız, üretimde bambaşka etkiler yaratacağımız bir yola çıkmamız lazım.
* Gelişmiş toplumlar maalesef ki gelişmemiş toplumları sömürür.
* Oyun, yönetişim ve bilim iç içe geçmiş kavramlar.
* Yeni dünyada kodlama bilmeyen çok zor ilerler.
* Temel değerlerimiz değişmemekle birlikte temel önceliklerimiz değişti.
* Artık, eski nesil üniversitelerdense yeni nesil üniversiteler tercih ediliyor.
* Sürdürülebilirliği hayatımızın neresine koyacağımızı arıyoruz.
* Nüfus olarak biraz fazla hızlı büyüyoruz. (Birleşmiş Milletler dünya nüfusunun 15 Kasım 2022 tarihinde 8 milyara ulaştığını açıkladı. Küresel nüfusa son 11 yılda 1 milyar insan eklendi. BM’nin nüfus projeksiyonlarına göre, dünya nüfusu 2037'ye kadar 9 milyara çıkacak; 2080'lerde yaklaşık 10,4 milyar insanla zirveye ulaşacak ve 2100'e kadar bu seviyelerde kalacak.)
* Üretim çok hızlı artmasına rağmen önümüzdeki elli yılda ihtiyacı karşılayamayacak.
* Verimliliği, enerjinin ve gıdanın nasıl dağıtıldığını konuşmamız lazım.
* İnsanlık için teknoloji, iyilik için teknoloji derken, ürettiğimiz her şeyin arkasında bir sosyal etki yaratmamız gerekiyor.
* Biz oynamayı ve birlikte eğlenmeyi seven bir milletiz.
* Hayatı paylaşarak ve oyunlaştırarak kolaylaştırıyoruz.
* Kaynakla desteği buluşturan bir yapı olan İhtiyaç Haritası doğdu.
* İhtiyaç Haritası’nın kuruluşundan bu yana yedi yıl geçti, 110 bin kullanıcıya eriştik.
* Teknoloji ve imece kültürünü birleştirdik. 49 milyon dolardan fazla değer yaratmış bir sisteme dönüştük.
* İhtiyaç Haritası’nı Sivil Toplumun Sosyal Medyası olarak gördük.
* İhtiyaç Haritası’na gelir modeli olarak harita yapmaya odaklanarak harita şirketine (tarım haritası-su kaynakları haritası-derin yoksulluk ağı haritası vb.) dönüştük.
* Pandemi döneminde Türkiye’nin YouTube üzerinden en çok seyredilen müzik festivalini yaptık.
* Hayata sanatla bakmaya ve üretmeye çok ihtiyacımız olduğu bir dönemden geçiyoruz. Somut verileri bir başka duyarlılıkla işlemeye ihtiyacımız var.
*Krizlerle karşı karşıya değiliz, içindeyiz. (2000 yılı ile 2020 yılı arasındaki afetlerin toplam oranı 800 kat.)
* Hâlâ adil bir düzende devam etmek için az zamanımız var.
* Türümüzün karşı karşıya kaldığı bir kriz bu ve en büyük risk altında kalan bizleriz.
* Bunun içinden birlikte çıkabilmek için veriyi, bilgiyi, kaynağı paylaşmaya önem vermemiz gerekiyor.

Hepimiz Yaşamdaşız
Mert Fırat’ın ardından kürsüye Beyin Cerrahı, Dünya ve Avrupa Bilim-Sanat Akademisi Üyesi, BAU TIP Kurucu Dekanı, Türkiye Beyin Vakfı Kurucu Başkanı Prof. Dr. Türker Kılıç geldi ve ‘Yeni Bilim Bağlantısallık, Yeni Kültür Yaşamdaşlık’ başlıklı bir sunum yaptı.
Çocukluğundan bu yana gri bir et parçası olan beynin nasıl olup da düşünebildiğini sorguladığını söylerken, onun “merak eden kişi” olduğunu anladım. Yaşamdaşlık kavramının altını çize çize yaptığı konuşmada, zekâ ve çalışkanlığın yanında iyilik ve yaratıcılık olmazsa zekâ ve çalışkanlığın sadece “sahip olmaya” değer verdiğini, iyilik ve yaratıcılık olmadan “sahip olmanın” anlamsız bir şey olduğunu söyledi.
Beyin bilimci bir tıp insanı olarak akademik ama herkesin anlayabileceği bir dil ile beynin anatomisini ve hâlâ tam olarak anlaşılmamış işleyişini aktardı.
Türker Bey’in son derece akıcı ve görsellerle zenginleştirilmiş sunumundan cümleler paylaşırsak:
* Gerçek devrimciler bilim insanlarıdır.
* Aradığımız sihir bilimin kendisindedir
* Yaşamın yapı taşı atom değil, enformasyon.
* Her enformasyon işleyen sistem er geç zekâ oluşturur.
* Esas yapı beyni oluşturan nöronlar değil, nöronların oluşturduğu enformasyon bağlantısallıkları.
* Kök hücreler bir yere konulduklarından hemen ağ oluşturur, ağsal bir yapı varsa karar verirken ağsal yapıyı her seferinde başka bir şekilde, bir bağlantısallık içinde kullanır.
* Karar verme anında beyin geometrik bir dille, yani matematik dille yanıt veriyor. Bu matematiğin adı Enformasyon Matematiği.
* Yaşama tanık olmak başka bir şey, yaşantıyı/düşünceyi değiştirebilmek başka bir şey.
* Her şey içinde bulunduğu bağ ile anlamlı.
* Bilgi beyinde, elektrokimyasal ırmaklar şeklinde akıyor.
* Ölçemediğimiz hiçbir şeyi çözemeyiz.
* Kör olan bir insanda işitme yollarının gelişmesindeki bağlantısallığı test edebiliyoruz.
* Nöronla konnektom arasındaki ilişki, uçakla havayolu şirketi arasındaki ilişki gibidir.
* Artık bir konnektom cerrahisinden bahsedebiliyoruz.
* Beynindeki bir kısmı devre dışı bıraktığınız bir canlı farklı davranışlar gösteriyor. Sürekli daireler çizebiliyor. Ya da örümcek ağını başka başka şekillerde örmeye başlayabiliyor. (Son dönemlerde sosyal medyada gördüğüm 12 gün boyu daire çizerek dönen koyunları, yine daire çizerek dönen solucanları hatırladım.)
* Bir hayvanın amigdalasındaki açlık merkezini uyaran ve durduran kısımları ayarlayarak, yokluk merkezini uyararak hayvanın aç olsa dahi tok hissetmesini, açlıktan ölse dahi bir şey yememesini sağlayabilirsiniz. (Netflix’te yeni gösterime giren Sıcak Kafa (Hot Skull) dizisinde dayak yemekten zevk alacak şekilde ayarlanan insanları hatırladım.)
* Konnektomu kontrol etmenin tek yolu neşter değil. Konnektomu kontrol etmedeki en önemli meslek grubu öğretmenler. Öğretmenler en önemli beyin cerrahıdır.
* Yaşamın yapı taşı enformasyondur.
* En etkin bilgi işleme sistemi, yaşamın kendisi.
* Tüm yaşam iç içe var olmuş bir gerçeklik kodlamaları bütünüdür.
* Hepimiz (yaşam açısından) eşitiz. Lüferle selvi ağacı, selvi ağacı ile çimen, çimenle biz eşitiz.
* Zekâ dediğimiz şey, onu üreten organizmadan bağımsız bir şey. Enformasyon işleyen sistemlerin ürettiği zekâ, onu üreten biyolojik organizmaya değil, yaşama/bütüne ait olan bir şey.
* İki yapay zekâ robotu Bob ve Alice, yaratanların anlamadığı bir yeni bir dil geliştirdi.
* Biz parçaların bilimini yapıyoruz, bize gereken bütünü.
* Hiçbir felsefe ve öğreti kitabında yazılmadığı kadar büyük ölçüde yaşamın bir matematiksel mucize olduğu anlaşıldı. Gerçek = 1/∞
* İnsan yaşama sahip olmayı değil, yaşamla bir olmayı anlamak zorunda.
* Eskinin yıkıldığı ve yeninin henüz kurulmadığı bir dönemi yaşıyoruz.
* İnsanın yaşamın merkezinde olduğu varoluş anlayışından, yaşamın her şeyin esasında olduğu yeni bir yaşam anlayışına dönüşüm: Yaşamdaşlık…
* Beyin hiçbir yaşantıyı aynı ağsal matematik ile yaşamıyor.
* Kendinizi geliştirmek istiyorsanız yanınızdakini geliştirin
* En gelişmiş bilgi işleme sisteminin beynimiz olduğunu düşünüyorduk, oysa yaşamın kendisi olduğunu anladık.
* Tüm yaşam ağı bir enformasyon sistemidir.
* Her bilgi işleyen sistem zekâ üretir, en geniş bilgi işleme kümesi yaşamdır.
* Evrim, yaşamın ürettiği zekânın adıdır.
* Yaşam insanlar için değil, insanlar yaşam içindir. Orman yaprak için değil, yaprak orman içindir. Bunu anlamakta zorluk çektiğimiz için “ölüm” diye bir “problemimiz” var.
* Renk körü bir kişi renk körü olduğunu bilmez. Bizim gördüğümüzden farklı renkler de var.
* Soru sorulan değil, doğru zamanda doğru soru soran nesiller yetiştirmeli.
* İnsanda 22 bin gen varken, muzda 36 bin gen var. Bir türün diğerinden farkını belirleyen gen sayısı değil, genlerin birbiriyle ne şekilde etkileşimde olduğu.
* Merak ve öğrenme, gerçeğin zihinde modellemesini yaparak yaşantı yaratmak.
* Tırtıl ile kelebeğin gen yapısı aynıdır. Her tırtıl kelebek olmaz. Bir tırtılın kelebek olmasını belirleyen ana unsur onun hücrelerinin belirli bir eşiğinin yaşamayı seçmesidir.
* Dünyanın her hücreye ihtiyacı var.
* En verimli şey iki kulağınızın arasındaki şey. (Kullanın)
Türker Bey’i dinlerken beynin, yaşamın, dünyanın ve evrenin dallarında, damarlarında, tünellerinde, kanallarında gezindim. Zihnin kontrol edilebilirliğini ve yönlendirilebilirliğini dinlerken Olasılıksız kitabı, Criminal fimi, Hot Skull dizisi, aşı ve çiplenme ile zihin kontrol üzerine üretilen komplo teorileri ve okuduğum yazılardan, dinlediğim programlardan aklımda kalanlar saklandıkları yerlerden çıkıp geldikçe ürktüm. Malum, anlamadığından ve anlamlandıramadığından korkar insan.
Beyni ve bilimi anlayabilirdim de, kötülük peşinde gezen insanları hiç anlayamazdım. Bu gelişmelerin kötü ellere geçtiğini hayal ettim de…
Sonra bu hayali tersine çevirdim, kim bilir belki beyin kontrol kötüler üzerinde kullanılabilir ve işe yarardı. Onları nasıl seçecektik, kim kötüydü, kim daha kötüydü, kim daha daha kötüydü, kim iyiydi, kim en iyiydi? Kendi kendime ütopyayı ararken yol yine distopyaya çıktı gördün mü dedim.
Ne yaparsınız işte, beynin mi var derdin var! Düşünmeden duramıyor.
Prof. Dr. Türker Kılıç, sunumunun ardından Mert İnan’ın yazdığı “Beyin Nedir’den Yaşam Nedir’e / Bir Hayat Serüveni Türker Kılıç” ve Türker Bey’in 2021 yılında Dünya Sanat ve Bilim Akademisi’ne (WAAS) seçilmesi nedeniyle özel basılan “Yeni Bilim Bağlantısallık, Yeni Kültür Yaşamdaşlık” kitaplarını imzaladı.

İyi olma halini nasıl sürdürülebilir kılarız?
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Eczacıbaşı Holding İnovasyon ve Girişimcilik Koordinatörü Nejat Emre Eczacıbaşı, Sürdürülebilirliğin DNA’sının konuşulduğu bu toplantıda parçası olduğu ailesinin ve köklerinin DNA’sından bahsederek başlamak istediğini söyledi.
Eczacıbaşı kelimesinin köklerine inerek, “Ecza bir bütünün küçük bir parçası, birim, unsur anlamına gelen acza kökünden türüyor, eczacı ise unsurları birleştiren, onlardan anlamlı bütünler yaratan kişidir. Eczacıbaşı isminin köklerinde kendi anlamından öte 80 yıllık bir topluluğun özünü ve değerlerini bir araya getiren bir anlam gizlidir. Bunlar bizim DNA’mızda yer alıyor” dedi.
Sürdürülebilir kurumsallığın nasıl inşa edilebileceği ve organizasyonların nasıl dönüştürülebileceğine dair konuşmasını Eczacıbaşı’ndan örnekler vererek gerçekleştirdi. “Sürdürülebilir şirketler üretebilen şirketler sürdürülebilir şirketler olacaktır” diyen Eczacıbaşı, şirketlerin de kendi ekosistemlerini kurmalarının ihtiyaçların belirlenmesi ve doğru çözümlerin üretilmesinde önemli bir unsur olduğuna dikkat çekti. Rinus Michels’in fikir babası olduğu ve dünyada total futbol modeli olarak bilinen model üzerinden kolektif hareket ve ekip çalışmasını örneklendiren Eczacıbaşı, “Sahada nerede olduğunu bilmek ve ekosistemde diğerlerini de fark etmek önemli” dedi.
****
Günün sonunda; insan kaynaklı iklim krizine bakıyor ve her şeyin müsebbibi insan, düzeltecek olan yine insan diyoruz. Çünkü doğa kendi içerisinde kendi dengesini muazzam bir şekilde koruyor. Düzeni bozan da, bozduğu düzeni yeniden kuran da hep insan oluyor.
Bu batış çıkışlarla varlığını sürdüren insan, yaz boz tahtasına döndürdüğü dünyaya acaba daha kaç kez gelmeyi planlıyor? Malum gidip de dönmemek var, dönüp de bulmamak var…
10 Aralık 2022 / C.E.Y.

Beşinci BUSİAD Yenileşim Ödülleri Sahiplerini Buldu
Sempozyumun ardından ödül törenine geçildi. Yenileşim Ödüllerinde Büyük Ödül’ün bu yılki sahibi Bursa Büyükşehir Belediyesi oldu.
Törende kategori ödüllerine üç firma layık görüldü, iki firmaya da “Yenileşime Gönül Veren Ödülü” verildi.
Formfleks A.Ş. adına Ceyhan Öztürk’e ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Sevda Keskin Gülmez takdim etti.
Yenileşime Gönül Verenler kategorisinde Yıldırım Belediyesi adına Başkan Oktay Yılmaz’a ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Urkut takdim etti.
Bilgi, İşbirlikleri, Kaynak Yönetimi kategorisinde Uludağ Perakende Elektrik Satış A.Ş. adına Ali Erman Aytaç’a ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Veda Girgin Eroğlu takdim etti.
Liderlik kategorisinde Vanelli A.Ş. adına Erol Türkün’e ödülünü BUSİAD Yüksek Danışma Kurulu Başkanı Ergun Hadi Türkay takdim etti.
Yenileşim Ödüllerinin Çalışanlar kategorisinde Uray Sigorta A.Ş. adına Alper Pekmezcioğlu’na ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Tuncer Hatunoğlu takdim etti.
Sempozyumun platin sponsorları Doğu Pres AŞ adına Finans Direktörü Tekin Ekici ile Turkcell Dijital İş Servisleri Genel Müdür Yardımcısı Süha Bayraktar da, şirketlerinin yenilikçilik ve yaratıcılığa dair çalışmalarını ve vizyonlarını katılımcılarla paylaştı.
Sempozyum sonunda sponsorlara plaketleri de BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar tarafından takdim edildi.

DOĞAYLA ve ÇEVREYLE İLGİLİ DİĞER BAZI YAZILARIM
Ağaçlarımızı kesmeyin! / 13 Aralık 2010
Ah benim yorgun dünyam / 26 Ocak 2011
Susuz Yaz / 29 Temmuz 2011
Yaz Yangınları / 2 Ağustos 2011
Tarih kitaplarında yer almayan bir tarih / 6 Eylül 2011
Ne zaman çıkacak bu karanlıklar aydınlığa? / 2 Temmuz 2012
Subasmanınızın kotu nedir? / 5 Temmuz 2012
Yeşile düşman Griler… / 30 Mayıs 2013
Bütün hayvanlar çevreci, ya insanlar? / 5 Haziran 2013
Dünyanın renklerine dokunmayın… / 30 Ağustos 2013
Dünya itinayla cehenneme çevrilir! / 27 Ekim 2013
Dünyanın sahibi değil, emanetçisiyiz / 24 Aralık 2013
Zeytinin dalı budağı girsin gözünüze! / 8 Kasım 2014
Sizin yarattığınız cehennemde biz de yanıyoruz! / 2 Temmuz 2014
Bursa’dan bir Ediz Hun geçti… / 1 Mart 2015
Her Bursalı’nın bir dikili ağacı olmalı / 8 Ekim 2015
Artvin Cerattepe’ye bakar / 24 Şubat 2016
Doyuyoruz ama açız! / 28 Ekim 2016
“Japonlar yapmış ağbi!” / 17 Ağustos 2017
Bunun sonu açlık! / 8 Ağustos 2018
Çok Bilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Adam rolü yap, Ridley efendi! / 5 Kasım 2018
Servetin ne renk? / 2 Ağustos 2019
Önce Tedbir, Sonra Emanet / 4 Ağustos 2019
Susamam, Susmam! / 7 Eylül 2019
Tavşan Kaç / 13 Ağustos 2019
Süphaneke dinimiz amin! / 25 Ocak 2020
Aziz Türk Milleti’nden, Çaylar Şirketten’e / 2 Eylül 2020
Afet Değil Cinayet! / 3 Kasım 2020
İşimiz Zor! / 27 Temmuz 2021
Dip! / 13 Ağustos 2021
İnşaat Ya Resulallah! / 5 Nisan 2022
Dağınık Değil, Merkeziyetsiz / 3 Aralık 2022
Gidip de Dönmemek, Dönüp de Bulmamak Var / 10 Aralık 2022