Çıkan bir yangını söndürmeye değil, yangın çıkartmaya giden itfaiyecilerin olduğu bir dünyayı düşünün.
Aldığı bir ihbar ile yerinden fırlayarak olay yerine koşan, nerede kitap saklanan bir ev varsa o evi kitaplarıyla birlikte kerosene bulayıp bir çırpıda alev topuna döndüren bir itfaiye teşkilatını hayal edin.
Şimdi dönüp evdeki kitaplarınıza bakın, bakın ve evinizi yakmaya gelen itfaiyeyi kapınızın önünde görün.
Sizi kim ihbar etti acaba?
Komşunuz mu, arkadaşınız mı, karınız mı, kocanız mı, çocuğunuz mu?
Ray Bradbury 1950'li yıllarda böyle bir dünyayı hayal etmiş.
Sistemde köpeğin yerini mekanik tazının aldığı, insanların (hepimizin ütopik hayali olan) barış içinde yaşadığı, kimsenin düşünmediği, okumadığı, sorgulamadığı, kendisine verilen görevi yapıp ötesine karışmadığı, sorun çıkartmayarak bir büyük sistemin sorunsuzca yaşamasını sağladığı insanlardan oluşmuş bir toplum canlandırmış kitabının sayfalarında.
Zaman zaman kafası karışan olursa kafa karışıklığının itina ile düzeltildiği, sistemin ayakta kalmasının insanın yaşamasından daha önde olduğu bir anlayışın hakim olduğu toplumda, arada sırada başkaldıranlar da çıkıyordu elbet. Kitaplar gizli gizli okunuyor, biri ikisi değil, tümü yasaklı olan kitaplar evlerin gizli köşelerinde saklanıyordu.
Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi yüzyıllar sonrasında da kitaplar yine tehlikeli bulunuyordu. O zaman da itfaiye devreye giriyor ve sorunu anında çözüyordu.
Kitap da adını sorunun bu çözülme şeklinden almış zaten.
Bir kitabın/kâğıdın kaç derece sıcaklıkta yandığını merak etmiş yazar. İstediği bilgiye kitaplarda ulaşamamış olmalı ki itfaiyeyi aramış. "451 Fahrenheit" demiş telefona çıkan itfaiyeci. O anda kitabın adı da çıkmış ortaya.
"Fahrenheit 451!"
Kitapların tehlikeli bulunduğu bir ülkede yaşayan bir itfaiyecinin hayatını anlatmış yazar kitabında.
Verilen emri sorgulamadan uygulayan, sürekli kitaplarla dolu evler yakan, ta ki bir gün işinden evine dönerken yoluna çıkan genç kız Clarisse'in kendisine yönelttiği "Mutlu musun?" sorusuyla afallayan ve yakmaya gittikleri bir evde karşılarına çıkarak dimdik duran ve itfaiyecilere"Adam rolü yap, Ridley efendi, bugün İngiltere'de Tanrı'nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki asla sönmeyecek!" sözleriyle seslenen, tüm ısrarlara rağmen evinden ayrılmayan ve evini kendisiyle birlikte yakan o yaşlı kadını görünce bir afallama daha yaşayan Guy Montag'ın hayatını.
Yakmaya gittiği evlerden aşırarak tavan arasına sakladığı kitaplar, karısı Mildred'ın duvarları televizyon ekranı olan odadaki sanal hayatı, itfaiye şefi Beatty'nin (ki nasıl oluyorsa Beatty'nin tüm kitaplar hakkında bilgisi vardı) sorgulayan bakışları, mekanik tazının kodlanmış duyargaları, Clarisse'in birdenbire ortadan kayboluşu...
Hepsi kafasını karıştırmaya başlamıştır Montag'ın.
Bu kafa karışıklığı ve suçluluk duygusu bedeninden dışarıya taşıyordur istemsizce ve birileri bu verileri değerlendirmeye başlamıştır.
Artık Montag da bir suçludur.
Bu anlaşıldıktan sonra başlar büyük bir kaçma kovalamaca. Sadece mekanik tazı, böcek ve helikopterler değil, gammaz halk da peşindedir şimdi.
Aklını kullanarak hepsini atlatır ve o mükemmel dünyadan başka bir dünyaya kaçar Montag.
Sistem, asi Montag'ı yakalayamadığını itiraf etmez kendisine ve hemen bir kurban bulup tüm kameraların gözü önünde onu infaz eder. Dosya kapanır.
Guy Montag kendisi gibi kaçkınlarla buluşur ötelerde bir yerlerde.
Yakalandıkları zaman üzerlerinde kitap bulunmasın diye kitapları aralarında paylaşarak ezberlemiş, "dışları serseri, içleri kütüphane" binlerce kaçkındır bunlar.
Kaçışının ardından kopan savaşta üzerinden hızla geçen jetlere ve bir zamanlar yaşadığı şehre bakarken kendi kendisine konuşur Montag:
- Şehre ne verdin Montag?
- Küller.
- Diğerleri birbirine ne verdi?
- Hiçlik...
Kaçkınlardan biri olan Granger uzaklarda parıldayan şehre bakarken konuşur:
"Herkes ölünce ardından bir şeyler bırakmalı derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev ya da duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Ve ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak."
Onlar konuşurken Montag "Bak!" diye haykırır ve savaş o an başlayıp biter.
****
Böyle bir kitaptı Fahrenheit 451.
Okurken bir yandan da 1950 yılında hayal edilmiş dünya ile bugünkü dünyayı mukayese ettiren, insan olmanın ve hayatın, bir çiçeğin, bir kelebeğin, bulutların, yıldızların, ayın, güneşin, üzerinde yaşadığımız şu dünyanın farkına vardıran, distopyayı reddeden bir kitaptı.
Ütopya ile Distopya'yı birbirinden ayıran incecik çizgide insan yaşardı aslında. İnsanı öne alan ütopyayı, sistemi öne alan distopyayı yaratırdı.
Neil Gaiman'ın ön sözüyle ve Harold Bloom'un son sözüyle başlayıp biten kitap, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri sayılıyordu ve dört ödüllü idi. Kitap, Damızlık Kızın Öyküsü kitabının yazarı Margaret Atwood tarafından "Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu." sözleriyle övülmüştü.
Parasızlık yüzünden daktilosu olmayan yazarın, California'daki bir kütüphanenin bodrum katında kiralık daktilolarda yazdığı, 9 dolar 50 Cent'e mâl olan bu kitap, 1953 yılının başında Galaxy Magazin dergisinde parça parça yayınlanmıştı.
Kitap, Şenlik Ateşi, Parlak Anka ve Yaya Öyküleri başlıklı üç öykünün birleşmesinden doğmuştu. Aslında Yaya Öykülerinin genişletilmiş hali olduğu söyleniyordu.
Yazar kitabı bastırmak istemiş ancak o dönemlerde ABD karışık dönemler geçirdiğinden kimse kitaplara sıcak bakmamıştı. Chicagolu genç bir yayıncı ise Ray Bradbury'yi arayarak yeni çıkartacağı dergide kendisine yer verebileceğini söylemişti. Bu kişi Playboy dergisinin patronu Hugh Hefner idi. Fahrenheit 451 Playboy'un ikinci sayısından itibaren dergide tam hali ile yayınlanmaya başladı. Daha sonra ise kitaplaştı.
Kapitalist sistemi eleştiren yazar bu kitabıyla komünistlikle suçlandı ve FBI'ın kara listesine girdi. Hâttâ hakkında bir soruşturma dahi açıldı.
****
Bilimkurgu filmleri mi teknolojiyi tetikliyor, yoksa bilimkurgu yazan insanlara ilerleyen yıllarda icat edilecek ürünler önceden mi söyleniyor bilinmez ama geleceği anlatan diğer kitaplarda gördüğümüz gibi bu kitapta da yazıldığı yıldan çok sonra günlük kullanımımıza giren pek çok alet karşımıza çıkıyor.
Şimdi artık Plazma TV'ler ve küçük kulaklıklar, uçan insansız araç 'drone'lar herkesin kullanımında iken, bazı gelişmiş araçlar polislerin, askerin yani devletin kullanımında.
Huysuz Mekanik Tazı ile Boston Dynamics'in sevimli Atlas Robot'u huy olarak birbirlerinden ayrılsalar da, görsel olarak birbirleriyle benziyorlardı ihtimal. Ufak bir yazılım eklentisi ile huylarının birbirleriyle aynı olması ise an meselesi!
Kısacası; teknoloji iyiliğe hizmet ettiği kadar, kötü ellere geçtiği anda kötülüğe hizmet edebilir.
Her şeye 1 (yazıyla BİR) aklın karar verdiği bir dünyada sadece o aklı ele geçirmek yeterlidir.
O yüzden her bir veriyi denetleyecek ve kontrol edecek akıllar da gereklidir.
****
Kitap Kurtları Kitap Kulübü olarak ekim ayı okumamız Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" romanı idi.
Kasım ayında "Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu." sözlerinin sahibesi Margaret Atwood'un "Damızlık Kızın Öyküsü" kitabını ele alacağız.
Hepimize iyi okumalar...
Bu arada;
Fahrenheit 451'in Super Terrain ekibi tarafından tasarlanan kitabını okuyabilmeniz için sayfalarını yakmanız gerekiyor. İzleyin:
Tarihte yakılan en büyük kütüphaneleri merak ederseniz, onlar da burada.
Kitap üzerine yaptığım konuşma da burada:
Aldığı bir ihbar ile yerinden fırlayarak olay yerine koşan, nerede kitap saklanan bir ev varsa o evi kitaplarıyla birlikte kerosene bulayıp bir çırpıda alev topuna döndüren bir itfaiye teşkilatını hayal edin.
Şimdi dönüp evdeki kitaplarınıza bakın, bakın ve evinizi yakmaya gelen itfaiyeyi kapınızın önünde görün.
Sizi kim ihbar etti acaba?
Komşunuz mu, arkadaşınız mı, karınız mı, kocanız mı, çocuğunuz mu?
Ray Bradbury 1950'li yıllarda böyle bir dünyayı hayal etmiş.
Sistemde köpeğin yerini mekanik tazının aldığı, insanların (hepimizin ütopik hayali olan) barış içinde yaşadığı, kimsenin düşünmediği, okumadığı, sorgulamadığı, kendisine verilen görevi yapıp ötesine karışmadığı, sorun çıkartmayarak bir büyük sistemin sorunsuzca yaşamasını sağladığı insanlardan oluşmuş bir toplum canlandırmış kitabının sayfalarında.
Zaman zaman kafası karışan olursa kafa karışıklığının itina ile düzeltildiği, sistemin ayakta kalmasının insanın yaşamasından daha önde olduğu bir anlayışın hakim olduğu toplumda, arada sırada başkaldıranlar da çıkıyordu elbet. Kitaplar gizli gizli okunuyor, biri ikisi değil, tümü yasaklı olan kitaplar evlerin gizli köşelerinde saklanıyordu.
Yüzyıllar öncesinde olduğu gibi yüzyıllar sonrasında da kitaplar yine tehlikeli bulunuyordu. O zaman da itfaiye devreye giriyor ve sorunu anında çözüyordu.
Kitap da adını sorunun bu çözülme şeklinden almış zaten.
Bir kitabın/kâğıdın kaç derece sıcaklıkta yandığını merak etmiş yazar. İstediği bilgiye kitaplarda ulaşamamış olmalı ki itfaiyeyi aramış. "451 Fahrenheit" demiş telefona çıkan itfaiyeci. O anda kitabın adı da çıkmış ortaya.
"Fahrenheit 451!"
Kitapların tehlikeli bulunduğu bir ülkede yaşayan bir itfaiyecinin hayatını anlatmış yazar kitabında.
Verilen emri sorgulamadan uygulayan, sürekli kitaplarla dolu evler yakan, ta ki bir gün işinden evine dönerken yoluna çıkan genç kız Clarisse'in kendisine yönelttiği "Mutlu musun?" sorusuyla afallayan ve yakmaya gittikleri bir evde karşılarına çıkarak dimdik duran ve itfaiyecilere"Adam rolü yap, Ridley efendi, bugün İngiltere'de Tanrı'nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki asla sönmeyecek!" sözleriyle seslenen, tüm ısrarlara rağmen evinden ayrılmayan ve evini kendisiyle birlikte yakan o yaşlı kadını görünce bir afallama daha yaşayan Guy Montag'ın hayatını.
Yakmaya gittiği evlerden aşırarak tavan arasına sakladığı kitaplar, karısı Mildred'ın duvarları televizyon ekranı olan odadaki sanal hayatı, itfaiye şefi Beatty'nin (ki nasıl oluyorsa Beatty'nin tüm kitaplar hakkında bilgisi vardı) sorgulayan bakışları, mekanik tazının kodlanmış duyargaları, Clarisse'in birdenbire ortadan kayboluşu...
Hepsi kafasını karıştırmaya başlamıştır Montag'ın.
Bu kafa karışıklığı ve suçluluk duygusu bedeninden dışarıya taşıyordur istemsizce ve birileri bu verileri değerlendirmeye başlamıştır.
Artık Montag da bir suçludur.
Bu anlaşıldıktan sonra başlar büyük bir kaçma kovalamaca. Sadece mekanik tazı, böcek ve helikopterler değil, gammaz halk da peşindedir şimdi.
Aklını kullanarak hepsini atlatır ve o mükemmel dünyadan başka bir dünyaya kaçar Montag.
Sistem, asi Montag'ı yakalayamadığını itiraf etmez kendisine ve hemen bir kurban bulup tüm kameraların gözü önünde onu infaz eder. Dosya kapanır.
Guy Montag kendisi gibi kaçkınlarla buluşur ötelerde bir yerlerde.
Yakalandıkları zaman üzerlerinde kitap bulunmasın diye kitapları aralarında paylaşarak ezberlemiş, "dışları serseri, içleri kütüphane" binlerce kaçkındır bunlar.
Kaçışının ardından kopan savaşta üzerinden hızla geçen jetlere ve bir zamanlar yaşadığı şehre bakarken kendi kendisine konuşur Montag:
- Şehre ne verdin Montag?
- Küller.
- Diğerleri birbirine ne verdi?
- Hiçlik...
Kaçkınlardan biri olan Granger uzaklarda parıldayan şehre bakarken konuşur:
"Herkes ölünce ardından bir şeyler bırakmalı derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev ya da duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Ve ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak."
Onlar konuşurken Montag "Bak!" diye haykırır ve savaş o an başlayıp biter.
****
Böyle bir kitaptı Fahrenheit 451.
Okurken bir yandan da 1950 yılında hayal edilmiş dünya ile bugünkü dünyayı mukayese ettiren, insan olmanın ve hayatın, bir çiçeğin, bir kelebeğin, bulutların, yıldızların, ayın, güneşin, üzerinde yaşadığımız şu dünyanın farkına vardıran, distopyayı reddeden bir kitaptı.
Ütopya ile Distopya'yı birbirinden ayıran incecik çizgide insan yaşardı aslında. İnsanı öne alan ütopyayı, sistemi öne alan distopyayı yaratırdı.
Neil Gaiman'ın ön sözüyle ve Harold Bloom'un son sözüyle başlayıp biten kitap, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri sayılıyordu ve dört ödüllü idi. Kitap, Damızlık Kızın Öyküsü kitabının yazarı Margaret Atwood tarafından "Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu." sözleriyle övülmüştü.
Parasızlık yüzünden daktilosu olmayan yazarın, California'daki bir kütüphanenin bodrum katında kiralık daktilolarda yazdığı, 9 dolar 50 Cent'e mâl olan bu kitap, 1953 yılının başında Galaxy Magazin dergisinde parça parça yayınlanmıştı.
Kitap, Şenlik Ateşi, Parlak Anka ve Yaya Öyküleri başlıklı üç öykünün birleşmesinden doğmuştu. Aslında Yaya Öykülerinin genişletilmiş hali olduğu söyleniyordu.
Yazar kitabı bastırmak istemiş ancak o dönemlerde ABD karışık dönemler geçirdiğinden kimse kitaplara sıcak bakmamıştı. Chicagolu genç bir yayıncı ise Ray Bradbury'yi arayarak yeni çıkartacağı dergide kendisine yer verebileceğini söylemişti. Bu kişi Playboy dergisinin patronu Hugh Hefner idi. Fahrenheit 451 Playboy'un ikinci sayısından itibaren dergide tam hali ile yayınlanmaya başladı. Daha sonra ise kitaplaştı.
Kapitalist sistemi eleştiren yazar bu kitabıyla komünistlikle suçlandı ve FBI'ın kara listesine girdi. Hâttâ hakkında bir soruşturma dahi açıldı.
****
Bilimkurgu filmleri mi teknolojiyi tetikliyor, yoksa bilimkurgu yazan insanlara ilerleyen yıllarda icat edilecek ürünler önceden mi söyleniyor bilinmez ama geleceği anlatan diğer kitaplarda gördüğümüz gibi bu kitapta da yazıldığı yıldan çok sonra günlük kullanımımıza giren pek çok alet karşımıza çıkıyor.
Şimdi artık Plazma TV'ler ve küçük kulaklıklar, uçan insansız araç 'drone'lar herkesin kullanımında iken, bazı gelişmiş araçlar polislerin, askerin yani devletin kullanımında.
Huysuz Mekanik Tazı ile Boston Dynamics'in sevimli Atlas Robot'u huy olarak birbirlerinden ayrılsalar da, görsel olarak birbirleriyle benziyorlardı ihtimal. Ufak bir yazılım eklentisi ile huylarının birbirleriyle aynı olması ise an meselesi!
Kısacası; teknoloji iyiliğe hizmet ettiği kadar, kötü ellere geçtiği anda kötülüğe hizmet edebilir.
Her şeye 1 (yazıyla BİR) aklın karar verdiği bir dünyada sadece o aklı ele geçirmek yeterlidir.
O yüzden her bir veriyi denetleyecek ve kontrol edecek akıllar da gereklidir.
****
Kitap Kurtları Kitap Kulübü olarak ekim ayı okumamız Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" romanı idi.
Kasım ayında "Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu." sözlerinin sahibesi Margaret Atwood'un "Damızlık Kızın Öyküsü" kitabını ele alacağız.
Hepimize iyi okumalar...
Bu arada;
Fahrenheit 451'in Super Terrain ekibi tarafından tasarlanan kitabını okuyabilmeniz için sayfalarını yakmanız gerekiyor. İzleyin:
Tarihte yakılan en büyük kütüphaneleri merak ederseniz, onlar da burada.
Kitap üzerine yaptığım konuşma da burada:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder