27 Eylül 2022 Salı

Erkeğinki Mübarek, Kadınınki İhanet!

Bu bayrak var ya bu bayrak, "Saçını gösterme, ört!" diyenlere karşı saçını keserek ve "Saç yoksa günah yok!" diyerek dazlak gezen kadınların, sokaklarda daha özgür dolaşabilmek adına erkek kılığına giren kadınların, topluma kurulan baskıdan boğulan kadın erkek herkesin bayrağı.
Tutam tutam saçtan yapılmış, yılgınlığın, bıkkınlığın, yorgunluğun, başkaldırının, tel tel isyanın bayrağı. 
Bu bayrak, İran'da Mahsa Amini'nin şüpheli ölümü ile başlayan olayların simgesi olan bayrak.

Neden onların saçıyla kimsenin zoru yok? 
Gelin şimdi İran'dan çıkalım ve biraz uzayda dolaşalım.
330 milyon dolarlık projeyle gerçekleştirilen ve 24 Kasım 2021'de SpaceX'in "Falcon 9 Block 5" roketiyle uzaya fırlatılan uzay sondası "Yönlendirme Testi - Double Asteroid Redirection Test" / DART'ın görevi, Dünya yörüngesine yakın hareket eden, (dünyadan yaklaşık 11 milyon kilometre uzakta), ancak herhangi bir tehlike oluşturmayan bir asteroide kasıtlı çarparak dönüş hızını ve hareket yönünü değiştirmekti. Böylelikle, ilerleyen zamanlarda dünya için tehdit oluşturabilecek asteroidlerin dünyaya çarpması engellenebilir miydi, o görülecekti.
Dydmos isimli daha büyük bir asteroidin etrafında 11 saat 55 dakikada dönen Dimorphos'un çarpışma sonunda yavaşlayarak, büyük asteroide daha da yakınlaşması ve kendi yörüngesinden 10 dakika uzaklaşması planlanıyordu.
DART dün gece, otonom konumda kilitlendiği çift asteroidin Dimorphos isimli küçük olan (yaklaşık 170 metre çapındaki) parçasını, yörüngesinden saptırmak için asteroide yaklaşık 24 bin kilometre hızla çarparak, saatte yaklaşık 23 bin kilometre hızla itti. (26 Eylül 2022 - Universal Time Coordinate / UTC - 23:16)
Çarpmayı son anına kadar çarpan uzay aracı üzerindeki kameradan canlı canlı izledik. Uçağın iniş anındaki gibi yere gittikçe yaklaştık, yaklaştık, asteroid üzerindeki taşları ve kayaları açık seçik gördük ve sonra BUM! 
Uzay aracından gelen yayın kesildi.
Çarpan uzay aracının arkasında, bu çarpmayı dışarıda bir kameradan izlemek ve çarpmanın oluşturduğu krateri görebilmek için DART aracılığıyla taşınan ve birkaç gün önce uzaya bırakılan 14 kilogramlık, İtalya yapımı LiciaCube adlı nano uydu vardı.
Şimdi yeryüzündeki teleskoplardan ve uzaydaki Hubble ve Webb teleskopları ile LiciaCube'den gelecek verileri merakla bekleyeceğiz.

ABD Gezegen Topluluğu, DART'ın asteroit saptırma yöntemlerinin test edildiği ilk gezegen savunma görevi olduğunu söyledi.
DART projesinde büyük bir ekip çalışmış. Başarılı çarpma sonrası ekranlara ekibin sevinci yansıyor. Yıllardır görmeye alışkın olduğum ve bana hiç garip gelmeyen ekipteki kadınlara bu kez algıda seçicilikten olsa gerek, daha bir dikkat ediyorum. 
Ekipte yer alan isimleri merak edip sorguluyorum; ilk anda Betsy, Nancy, Elena, Cristina, Angela, Cindy, Joan, Lindley, Lisa, Wendy, Gabriele, Elisabeta, Cecily gibi kadın isimleri gözüme çarpıyor.
Çarpma anını kameralar önünde yorumlayan Dr. Betsy Congoon saçlarını toplamış, Dr. Nancy Chabot sapsarı ve uzun saçlarını omuzlarından aşağıya salmış, Lisa Wu da diğerleri gibi koyu ve düz saçları omuzlarında, yüzünde büyük bir gülümseme, gözleri ışıl ışıl, büyük bir heyecanla ve sevinçle konuşuyor; hepsinin yüzünden yıllardır emek verdikleri projenin çarpma kısmının başarıyla gerçekleşmiş olmasının haklı gururu yansıyor.
Onların saçıyla kimsenin zoru yok. Çünkü oradaki sistem kadının saçı üzerinden değil, aklı üzerinden yürüyor. 

Uzaydan NASA'ya, NASA'dan İran'a ışık hızıyla geçelim.
Türbanıma özgürlük diyerek pankart açıp eylem yapan gencecik kızlarımız türban takabilmenin, yani daha çok sınırlanmanın peşindeyken, İran'daki kadınlar açık saçla yaşayabilmenin özgürlüğü için can veriyor. 
1979 yılında İran kendini emperyalist güçlerden koruyabilmek için dünyaya duvarlar örmüş, Şah'ı istedikleri gibi yöneten ve enerji kaynaklarını dilediklerince kullanan dünyaya dur demişti.
İyiydi güzeldi de, gelen yeni rejim dünyayı kadınlara dar etmişti? 
Bir kadının saçı bu kadar mı önemliydi?
Yoksa başı "perdesiz ev gibi açık" bir kadın Şah dönemini mi hatırlatıyordu?
Herkes biliyordu ki devrim din pazarlayarak gelmişti ve erkeğin sakalsız olması gibi kadının saçının telinin görünmesi dinen yasaktı.
Kısacası erkeğin kılı mübarekti, kadınınki ihanet!

Bugünlerde İran'da yine bir şeyler oluyor. 
Sanki yine kadınların saçı kullanılarak yeni bir şeyler kurgulanıyor.
Mollalar saçını açan kadınlara "Beni tahrik ediyorsun, kapan!" diye ültimatom veriyor, saçlarını açanlar ahlak polisi tarafından öldürülüyor, insanlar topluca polislerin üzerine yürüyünce polisler nasıl kaçacağını bilemiyor, 

13 Eylül’de İran’da kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından tutuklanan 22 yaşındaki Mahsa Amini gözaltı sırasında komaya girip vefat etmişti.
Mahsa'nın şüpheli ölümünün ardından İran’da kadın-erkek demeden binlerce vatandaş sokağa çıkarak ahlâk polisinin yolsuzluklarına ve kadınlara dayatılan ağır giyim kurallarına karşı çıktı
Protestolara katılmak için açık saçlarını toplayarak yürüdüğünü gördüğümüz Hadis Najafi, kısa bir süre sonra 6 kurşunla boynundan, yüzünden ve kalbinden vurularak öldürüldü!
Protestolarında ölü sayısı 40'ı aştı, Adalet Bakanı 'Hoşgörü göstermeyeceğiz' dedi.
Hoşgörü göstermeyecekleri, Hadis'e saplanan onca kurşun ile ispat edilmişti. 
Lakin ahlâk polislerinden birisi yaptıkları işi, Sanki rehberlik etmek için değil ava gönderiliyoruz.” diyerek anlatıyordu. 
İhtimal ki bu polis 79 devrimini yapan değil, devrimin ardından doğan kuşaktan. 
Ve artık yapmaya zorlandığı şeylere o da inanmıyor…

Polise direnen kadınların yanında, hakim gücün kadına yettiğini, kadının silikleştirildiğini, dünya ülkelerindeki pek çok kadının ise bu eziyeti yaşamayıp, insanca yaşadığını gören erkekler de var. 79 model mollalar eski söylemlerinde ısrar etseler de, 79 model kadın polisler sopalarını özgürlükçü gençlerin üzerine acımasızca sallasalar da, yeni sesleri kesemeyecekler. Büyük şiddet kullanıp belki birkaç yıllığına susturacaklar bu sesleri. Sustursalar da faydasız, o ses yerin altında sessizce büyüyüp, fokur fokur kaynamaya devam edecek ve yine bir gün bir yanardağ gibi patlayacak.
****
Birbirinden yaklaşık 12 bin km uzakta yaşayan kadınların farklılıklarını ve benzerliklerini gördünüz değil mi?
Uzaya araç gönderecek güçte kadınlar ve başına zorla geçirilen örtüyü canı pahasına açacak güçte kadınlar. 
Birbiri ile yan yana evlerde yaşayan, kimisi alabildiğine özgür, kimisi alabildiğine tutsak kadınlar.
Dünyayı koruma derdinde olanlarla, cenneti garantileme derdinde olanların arasında kalmış kadınlar.
Kendi ülkesini cennete çevirmek için bir başkasının ülkesini cehenneme çevirmekten zerrece çekinmeyenlerin bedelini ödeyen kadınlar.

Malum, gelişmemiş ülkelerde bir kadının nasıl yaşayacağına, nasıl giyineceğine, nasıl giyinmeyeceğine hep erkekler karar veriyor. Verdikleri bu kararın başına da kraldan daha kralcı, kendi hemcinsine zulmetmekten haz alan kadınları dikiyor. 
Bu kadar şiddet, bu kadar eziyet niyedir diye kimse sorgulamıyor.
Kimse başını örtmek isteyen örtsün, örtmek istemeyen örtmesin demiyor. 
Kimse bir insanı zorla kapattırmak da zorla açtırmak da akıl kârı değil, bir insanın günlük hayatı bu kadar kısıtlanamaz, koca ülke hapishaneye çevrilemez, özgür irade görmezden gelinemez diye düşünmüyor.
Çünkü düşünmemenin ardında Ortaçağ'dan kalma, 79 model bir kafa yatıyor.
Kim bilir, belki o kafanın arkasında da kendi kadınlarını alabildiğine özgür yaşatan ülkelerin "koca kafaları" yatıyor…

27 Eylül 2022 / C.E.Y. 

21 Eylül 2022 Çarşamba

Had Safhada Saçmalama Dönemi

Gördüğünüz üzere artık saçmalamak serbest bırakıldı. 
Yeni yetme TikTok imamları hayatımıza girdi gireli had safhada saçmalama çağı başladı. Kim daha çok saçmalayacak, bir önceki saçmalamanın üzerine kim çıkacak ve çıtayı yukarıya taşıyacak diye yarışıyorlar besbelli.
Gençlikleri ve tecrübesizlikleri gözlerinden yansıyıp, yeni bitme sakallarından tel tel akarken, oturdukları yerden her konuda fetva veriyorlar.
Din kisvesi arkasına saklanarak ve kendilerini mübarek zat ilan ederek salladıkça sallıyorlar.

"mış mış mış da muş muş muş" tadına sallamalar alafranga tuvaletin içinde duran suda yaşayan şeytandan giriyor, sofraya dişilerle birlikte oturmamak üzerinde şöyle bir dolanıp erkeklerin şort giymesinden çıkıyor.
Hah, bak burada çok haklısınız pek saygıdeğer genç "hoc'efendi" diyorum.
Tepeden tırnağa kapalı kadınların yanlarındaki erkeklerin tiril tiril şortlar içinde efil efil dolaşmaları benim de gıcık olduğum bir mevzu. Yanındaki kadın Allah'ın sıcağında tırnağına kadar kapalıysa sen de kapanacaksın. Yok öyle atletlerle, şortlarla, sandaletlerle gezmek. 
Ötesine de karışmayacaksın. Sen senden mesulsün, benden ve diğerlerinden değil.
Allah'a inanıyorsan kendini Allah'a şirk koşup başkaları hakkında karar verip ceza uygulamayacaksın. Kendine bakacaksın!
Alafranga tuvaletin içinde duran suyun içinde yaşayan şeytana gelince, o şeytan şimdiye kadar kimin totosunu ısırmış, kimin pipisini kopartmış bir deyiverin bakem. Bazı ülkelerde klozetlerden yılan neyim çıkıyor, siz onu şeytan sanmayasınız. S boru diye bir şey var onu da duymamışsınız, anladım. 
Yediğimize içtiğimize karışıyorsunuz, bari nasıl s..tığımıza karışmayın!
Yok taharet alırken makattan kaçan su orucu bozarmış mış da, yok tuvalette şöyle değil böyle çömelmek lazımmış mış da, nasıl b..tan bir muhabbettir bu anlamadım!
Sofraya ev ahalisinden dişi taifeyle oturmayın buyuruyorsunuz. Yenge teyze hala yeğen kuzen ana bacı her kim varsa birinin eli kolu maazallah bir tarafınıza değer de hallenirsiniz ve cenneti elinizden kaçırıverirsiniz, öyle mi? 
Elmayı ısırtmayın bize diyorsunuz da, siz her gördüğünüz elmayı ısırmaya kalkıyorsunuz anlaşılan. 
Cenneti hak etmek ya da cennetten kovulmak bu kadar basit mi sizce? 
Sağlam bir iman bir ısırıkta çöker mi hiç? 

Bıyıkları yeni terleyen ve hayat üzerine bir tecrübesi olmayan bu çocuk imamların söylediklerini tamama tutup ben de bu kadar yazı yazdım ya, kendime de ne diyeyim?
Geçtiğimiz günlerde düzenlenen LGBT+ karşıtı yürüyüşü ve yürüyüşte “sahne alan” Tuğçe Kazaz ablamızı hiç anlatmayayım.
****
Bir garip güruh "din" deyip saçmalıyor, bir diğerleri "sağlık" deyip saçmalıyor, bir başkaları "astroloji" pazarlıyor, diğer bir köşede birileri "kişisel gelişim" üzerine oynuyor, falcılar internet üzerinden dahi fal bakıyor, televizyondaki bir şahıs kendisine sorulan sorulara karşılık isim vererek, "sana şu büyüyü görümcen yapmış, sevgilin seni şununla aldatmış" sözleriyle insanları birbirine katıyor.

İnsan denen canlı akıldan ve mantıktan, bilimden ve sanattan, sevgiden ve aşktan uzaklaştıkça bu hain tuzaklara düşüp, dertlerine çareyi cehaletin sunduğu farazi dünyalarda arıyor.
Avcılar, ağını örüp ortasına yerleşerek avını bekleyen örümcek misali, ağlarına düşen zavallıyı yalanlarıyla paketleyip yenmek üzere ağlarının bir köşesinde tutuyor, kimini anında yiyip, kimini takside bağlıyor.

Her evin her odasına giren televizyonlarda göstere göstere saçmalanıyor, sosyal medya mecraları kullanılarak kafalara vura vura saçmalanıyor, el kadar bebelerin gittiği okullarda içten içten saçmalanıyor. 
Üstelik bu saçmalamalar için dinini beğenmedikleri ya da dinsizlikle suçlayıp cehenneme yolladıkları aklın icadı her ne alet varsa şakır şakır kullanılıyor.
Ezan dahi cami imamının çıplak sesiyle okunmuyor, hocanın sesini yükseltmek için gavur icadı bir megafon kullanılıyor. Üstelik ses açıldıkça açılıyor, yükseltildikçe yükseltiliyor, insanlar dinden imandan soğuyor.
Oysa şöyle bir aheste, şöyle bir kalpten okusa değil mi?

Lafı çok uzattım.
Anlayan ne dediğimi anladı. 
Bu kadar açık ve net yazıyı anlamayıp da "Vayy dinime saldırdı!" diyen olursa onu da ayrı bir saçmalama olarak kayda geçiririz.
Hay Allah, içime sinmedi, son olarak onu da ben açıklayayım en iyisi.
Bak güzel kardeşim; yazar burada kimsenin dinine saldırmıyor, dini ve insanların zaaflarını kullanan ahlâksızların ahlâksızlıklarını anlatıyor.
Kapiş?

21 Eylül 2022 / C.E.Y. 

Kapak fotoğrafı çocukların yaptığı çizimlerden oluşan bir görsel. Kaynağı da buradahttps://cassiestephens.blogspot.com/2016/01/in-art-room-its-okay-to-be-different.html

16 Eylül 2022 Cuma

Manzara

Kalemim kötü bir şey yazmak istemiyor, lakin yazmak için de iyi bir şey yok.
Ülkenin değişen çehresi ile her geçen gün daha koyu karanlıklara sürükleniyoruz.
Biz kendi medeniyetimizde daha efendi, daha medenî, daha saygılı, normal insanlar olmak üzere gelişmeye çalışırken, farklı medeniyetlerin içimize doluşması ile verdiğimiz tüm emekler heba olmakla kalmadı, memleket beş yüz yıl geriye gitti.

Evden çıkmaya korkar olduk.
Trafikte araç kullanmak, toplu taşımada yolculuk etmek, sokakta yürümek, bir yerde oturup bir şeyler yiyip içmek, hastanede poliklinik sırası beklemek ya da markete alışverişe gitmek gibi sıradan alışkanlıklarımız her an kâbusa dönüşebileceğini gördük.
Düzenli bakımları yapılmayan ve teknik arızaları görmezden gelinen defolu araçlar ve elinden telefon düşmeyen defolu şoförler, ardı ardına büyük kazalara sebep oluyor.

Kim sorarsa her AVM'ye girişimizde kol çantamızdan alışveriş poşetine kadar her şeyimiz güvenlik kamerasından geçiyor, sonra bir bakıyorsunuz AVM ortasında silahlar konuşuyor. (11 Eylül 2022 / Vadi İstanbul AVM'deki silahlı saldırı.)
Dışarıda yemek yemek bir kültür ve bu kültür müşterinden garsona her iki tarafta da olmalı. (16 Eylül 2022 / Köfteci Yusuf’ta 'masa silme' kavgası.) Ne misafir misafirliğini biliyor ne de ev sahibi ev sahipliğini...
Kim sorarsa hastane kapılarında güvenlik var, sonra bir bakıyorsunuz delirmiş bir hasta yakını hastane güvenliğini öldürüyor. (14 Eylül 2022 / Esenyurt'taki bir hastanenin güvenlik görevlisi Tuğrul Okudan, sessiz olmaları konusunda uyardığı hasta yakınları tarafından boynundan bıçaklanarak öldürüldü.)
Diğer tarafta bir başka hasta yakını annesi coronavirüsten öldü diye, bir diğeri serum bağlanmadı diye, bir akıldane beynindeki çipi çıkartmadı diye diye diye doktorundan hemşiresine önüne kim çıkarsa hepsini darmadağın ediyor, vuruyor kırıyor öldürüyor.
Bunlar son birkaç günün bilançosu.
Hastaneler şifa yuvası olmaktan çıktı, kıyım yuvasına döndü.
Üniversite tercihlerinde tıp fakülteleri tercih edilmez, yetişmiş doktorlar ülkede kalmaz oldu.

Olay çıkar diye yasaklanan konserlerde, festivallerde bir tane olay çıkmıyor (Bknz Tarkan İzmir konseri), sıradan insanların yaşadığı her yer ise "suç mahalli".
Can güvenliği olmayınca huzur güvenliği de olmuyor haliyle.
Evden çıkarken kapıdan evime şöyle bir son bakış atıp çıkıyorum. Belki akşama eve dönemeyebilirim. Biliyorum ki her an bir serseri kurşuna ya da yorgun bir mermiye hedef olabilirim. Bir çatışmanın ya da bir kavganın ortasında kalabilirim.
Ya da eve döndüğümde evim talan edilmiş, soyulmuş olabilir diyorum. Biliyorum ki tek bir hamlede evlere girip, sanki taşınıyormuşçasına kapının önüne kamyon dayayıp evi tepeden tırnağa soyan çeteler var.
Evdeyken her çalan zilde gelenin katil mi, soyguncu mu, yoksa sıradan bir manyak mı olduğu düşüncesine kapılıyorum.
Evdeyken de, sokaktayken de, trafikteyken de kendimce tedbirler alıp, deprem tatbikatı gibi vak'a tatbikatı stratejileri geliştiriyorum.
Dışarıya çıktığımda gördüğüm eli-kolu-gözü-kulağı-sesi ayarsız insan kitlesinin yarattığı pejmürdeliği görmeye katlanamıyorum.
Paranın nasıl el değiştirdiğini, değişen paranın yeni sahiplerini nasıl terbiyesizleştirdiğini gördükçe can güvenliğimi bir kez daha sorguluyorum.
Ülkenin yetişmiş evlatları çıldırmış konut fiyatları sebebiyle kendi barınmalarını sağlamakta güçlük çekerken, ne yaptıkları, nasıl kazandıkları belli olmayan bir kitle evlatlarımızı barındıkları yerlerden ederek, daha kötü şartlarda yaşamaya itiyor. 
Sonra da cepten bir TOKİ kurbağası fırlıyor, zıplaya zıplaya uzaklaşıyor. 
Temel gıda maddelerini almakta zorlanan insanlar sağlıklarını kaybetmeye başladı. Gençler ve çocuklar yetersiz beslenmeden, aileleri de onları besleyememekten mustarip. 
Okullar açıldı, çocuklu ailelerde ıstırap başladı. 
Zafer Partisi'nin astığı Yerli ve Millî Escobar pankartını birileri üzerine alındı ve pankartlar hızla toplatıldı.
Sedat Peker yolsuzluk iddialarını adıyla sanıyla, saatiyle, mekânıyla ortaya saçtı, bir Allah'ın kulu da o iddialardan birini yakalayıp sorgulayamadı.
Oysa sen burada bir "VIK" diyorsun, Amerikan filmlerindeki SWAT ekipleri gibi ekipler kapına dayanıyor.
İnsanı da en çok bu adaletsizlik yoruyor...

Şartlar iyileştirilip, insanlık ve efendilik yükseltileceğine, kime nasıl hakaret etsem, kime nasıl dava açsam, kimi nasıl cezalandırsam, nasıl yapsam da olayları çarpıtsam, tarihi bile kendi çıkarıma nasıl uydursam çalışmaları yapılıyor.
İnsan kendi ülkesinde güven içinde yaşamak ister oysa. 
Korku içinde değil...
Hoş; patronun dışarıdaki neşeli hallerine bakınca, eller iyisi deme de dur. 
Evdekilere cart curt, yaban ellere kakara kikiri, öyle mi?
İnsanı en çok bu adaletsizlik yoruyor demiş miydim?

Sistem tepeden tırnağa abuk kısacası. 
Kalite eşittir ahlâk diye boşuna demiyoruz. 
İnsan bozulunca da her şey bozuldu işte böyle. 
Milyon dolarlık araban, beş şeritli yolun, kırk katlı rezidansın olsa ve o arabalar o yollarda kapışıp herkesi tehlikeye atıyorsa, gencecik kızlar rezidans tepelerinden aşağıya fırlatılıyorsa ne fayda ha, söyle bana ne fayda!

Sen de çok karamsarsın diyeceksiniz. 
Karamsar mıyım bilmem ama manzara bu...

16 Eylül 2022 / C.E.Y.