Kalite Birliği Derneği KALBİR'in "Kalite Şehri Bursa" markası ile ilgili yaptığı çalışmaları ve düşüncelerini açıklamak üzere düzenlediği, KALBİR Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaman, KALBİR’in geçmiş dönem başkanı Prof. Dr. Erkan Işığıçok, Kayapa OSB Başkanı Yalçın Toy, Bursa Emekli Vali Yardımcısı İsmail Demirhan, basın mensupları ve 14. Kalite Ordusu öğrencilerinin katıldığı basın toplantısında "İlk'ler"in şehri olan Bursa'nın neden Kalite Şehri olarak anılması gerektiğini Kalite Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karaman'dan dinledik.
Karaman "1502 yılında Sultan II. Beyazid Han döneminde 'Kanunname-i İhsisab-ı Bursa (Bursa Belediyesi Kanunu)' adlı bir standart bu topraklarda yayınlanır ve uygulanır. Bu ferman tarihte yapılan ilk tüketici kanunu olma özelliği taşımaktadır. Bugün dünyada kalitenin standartlaşmasında söz sahibi olan Uluslararası Standartlar Örgütü bunun ilk yazılı belge olduğunu kabul eder. Biz de diyoruz ki ilk standartı yayınlayan ve uygulayan bir milletin şehri olan Bursa, bundan sonra 'Kalite Şehri' olarak anılmalı, ismi 'Kalite Şehri' olarak değiştirilmelidir. Çünkü bu ismi derneğimiz Kalite Birliği Derneği tescil ettirmiştir. Bunu kamu ve kuruluşlarına devretmiş olan bir sivil toplum kuruluşuyuz. Biz de diyoruz ki Bursa'ya marka aramaya gerek yok. Bursa tarım, tarih, turizm, sanayi şehridir, bunlar doğrudur. Ama her şeyden önce kalite şehridir. Bugün ihracat rakamlarına, işsizlik oranlarına ve sosyal gelişmeye baktığımız zaman Bursa, kalite ile ilgili çok büyük adımlar atmış, bugün dünyada pazar bulan ve markaları bulunan bir şehir olmuştur" dedi.
Bursa milletvekillerini ziyaret ederek onların meclise önerge vermelerini talep eden, Bursa'da kalite algısının gelişmesi için başta ilkokullarda olmak üzere sanayi kuruluşları ve üniversitelerde faaliyetler düzenleyen, bugüne dek 227 konferans gerçekleştiren, kalite algısının yerleşmesi ve yaygınlaşması bilinciyle birlikte tüketicinin de kaliteli ürünleri tercih etmesi, sanayicisinin kaliteli ürünleri üretmesi noktasında ücretsiz çalışmalar yapan Kalbir, sanayiciye seslenerek, "Kaliteli ürünler üretin, TSE varken, yancıya, yabancıya gerek yok. Bu ülkenin milli kuruluşu olan TSE'den hizmet alın." diyor.
İnsan bozulursa her şey bozulur
Mehmet Karaman'ı dinlerken insan kalitesinin bu kadar düştüğü bir ortamda üretimde kalite nasıl sağlanacak diye düşündüm hep.
Türkiye'nin profilinin değişiminden kaynakla, Bursa da hem siluet hem de demografik olarak "yeşil ve temiz" olma özelliğini yitirdi.
Ne Bursa eski Bursa ne de Bursalı eski Bursalı.
Şehrin göbeğine yapılan inşaatlar şehrin bina profilini, şehre akın akın gelen mülteci ve sığınmacılar şehrin insan profilini aşağıya çekti.
Kalitenin ahlâk olduğunu içselleştirmemiş insanlar malzemeden çalmayı kaliteden ödün vermek olarak değil de, işi ucuza getirmek olarak algıladı.
Akıl ve vicdan ile değil kurnazlıkla iş görmeye çalışanlar kalitenin yanından geçmedi. Merdiven altı işletmeler çoğaldı ve büyüdü.
Ekonomi darboğaza girince üretici fiyatları fazla arttırmamak için kaliteden ödün verir oldu.
Daha da kötüsü, bazıları kaliteyi düşürmesine rağmen fiyatları yükseltmekte bir sakınca görmedi.
Aç insan onurundan yer sözündeki gibi, ortada ne akıl, ne vicdan ne de ahlâk kaldı.
İnsan bozuldu, her şey bozuldu...
"Ucuz mal alacak kadar zengin değilim"
Pahalı ürün kaliteli ürün demek değil her zaman. Bunu ölçen ve denetleyen bir kurum olmalı.
Kaliteyi yükseltmek için yapılan çalışmalar, kaliteyi bozan etmenleri iyileştirmekle paralel yürümeli.
Bir çocuk okulda malzemeden kısmanın, yani çalmanın, felaketlere yol açabileceği ve bu felaketlerden kendisinin sorumlu olacağını önce ailesinde, sonra toplumda öğrenmeli.
Bina yapan bir inşaatçı, demirden, betondan çalıp kuma yüklenirse binanın çökeceğini ve altında onlarca canın öleceğini idrak etmeli.
Süt sağımını hijyenik ortamda yapmayan bir hayvan sahibi, mikroplu sütten üretilen ürünlerin insanları hasta edip öldürebileceğini idrak etmeli.
Araç üreticisi bir kurum, elektrik aksamının malzemesinde kalitesiz ürüne kaçarsa arabanın alev topuna dönüp içindekilerle birlikte yanacağını düşünmeli.
Üretenler ve satanlar kadar satın almacılar da kaliteden ödün vermemeli. Şirketten kaliteli ürün parası tahsil edip, kalitesiz ürün alan ve aradaki farkı cebine indiren bir satın almacı, bu "kazancı" ile nelerin kaybına yol açacağını hesap etmeli.
Ben bunları düşünür ve not ederken, basın mensuplarına tek tek teşekkür eden Mustafa Karaman benim önüme geldiğinde bu düşüncelerimi kendisine de söyledim.
Karaman, benim düşüncelerimi destekler şekilde, "Kalite için pek çok tanım var. Ancak bunlardan en önemlisi 'Kalite eşittir ahlâk'" dedi.
KALBİR
2009 yılında Bursa'da kurulan ve bir sivil toplum kuruluşu olan Kalbir, kalite anlayışının Türkiye'de gelişmesi ve kalite ile beraber kalkınmanın sağlanması üzerine bir dizi projeler üretiyor.
Kalite Birliği, sanayinin ve sanayicinin desteklenmesinin yanında, tüketicinin bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin ihmal edilmemesi gerektiğini düşünen sivil bir inisiyatif.
Kalbir'in internet sayfasında yazdığı üzere, tüketici bilinçli olacak, tüketici bilgili olacak, tüketici yerli ve milli ürünleri tercih ederek, milli ekonomiyi koruyacak, TSE markalı ürünleri satın alarak, israfı engelleyecek. Kalbir, okullarda "kalite dersi" konması ve okutulması üzerine çalışmalar yapıyor.
Kalite Ordusu
Kalite Ordusu Projesi'ne katılan 1216 üniversite öğrencisi, "Yönetim Sistemleri Uzmanı Sertifika Programı" ile kaliteci olarak yetiştirilmiş.
Kalite Birliği Onursal Başkanı Prof. Dr. Erkan Işığıçok liderliğinde yürütülen eğitimlerden başarı sağlayan öğrenciler, geleceğe daha iyi hazırlanıyor ve eğitimin faydasını görüyor.
Mezun olan öğrencilerin büyük bir kısmı, kurum ve kuruluşların kalite departmanlarında görev almış.
Kalite Birliği olarak, "Onur Projemiz" olarak isimlendirdikleri Kalite Ordusu Projesi, temiz kalite anlayışının yaygınlaşmasında da önemli rol oynuyor.
13. ve 14. Kalite Ordusu eğitimleri Mart 2022'de başlamış.
Bu öğrencilere sanayide staj ve iş bulma imkanını sağlanmış.
Yüzlerce konferans, panel, eğitim, seminer gibi faaliyetlerle temiz kalite anlayışı anlatılmış.
Kalite Ordusu eğitimlerine katılan öğrencilerin bir kısmına İngilizce, ileri Excel ve tamamına kişisel gelişim eğitimleri sertifikalı olarak verilerek, binlerce sertifika tanzim edilmiş.
Bu proje kapsamında şehir dışından eğitimciler Bursa'ya getirilmiş, Kalite Ordusu öğrencilerine ve sanayide görev yapan kalitecilere, sertifikalı eğitimler verilmiş.
****
Kalite Birliği yazısını yazmış ama henüz yayınlamamışken Evrim Ağacı kanalında "Titanic Gerçekten Neden Battı?" videosunu izledim. Çocukken babamdan masal gibi dinlediğim, daha sonra aşk filmi olarak izlediğim Titanic Faciası aslında bir hatalar silsilesiydi. Kaliteyi bir tık dahi düşürdüğünüz anda başınıza neler gelebilir, hiç önemsemediğiniz bir son eleman sizi nasıl yok edebilir siz de görün istedim.
O yüzden, Evrim Ağacı kurucusu ve baş editörü Çağrı Mert Bakırcı'nın anlatımını yazı haline getirdim.
TİTANİC FACİASI - HATALAR SİLSİLESİ
Çıktığı ilk seferinde, 15 Nisan 1912 gecesi batan Titanic'in batmasının nihai nedeni olan buzdağı, Titanic'in inşa edildiği İrlanda'nın Belfast kentinden 3200 km uzakta Grönland'ın batısında, neredeyse Titanic ile eşzamanlı olarak doğdu. Buzdağı, 100 bin yıl öncesine kadar uzanan bir süre içinde yağan karların oluşturduğu 75 milyon tonluk devasa bir kütleydi. Her yıl oluşan 40 bin civarında buzdağı, okyanus akıntıları nedeniyle önce kuzeye yönelip, Grönland ile Kanada arasındaki Baffin Körfezi boyunca ilerleyip, önce batıya, sonra da güneye dönerek Atlas Okyanusu'na iniyorlar. Bu buzdağlarının çoğu körfezin sığ sularında takılıp kalıyor ve neredeyse hiçbiri Atlas Okyanusu'na ulaşamıyor.
Titanic'in sefere çıktığı o yıl sıra dışı bir olay yaşanıyor ve güneye yoğun bir iniş gerçekleşiyor.
Titanic'in buzdağı ile çarpışmasından önce esas hatalar Titanic'in üretimi, suya indirilişi ve seyri halinde yaşanıyor.
* Bu üç hatanın ilki gemi üretime geçmeden iki yıl kadar önce geminin baş tasarımcısı Alexander Carlisle ile geminin yatırımcısı ve sahibi olan J. Bruce Ismay arasında gerçekleşen bir toplantıda ortaya çıktı. Ismay, filmde Kate Winslet'in indiği, merdivenlerin olabildiğince ihtişamlı olmasını istedi. Bu nedenle geminin yapısal bütünlüğü sınırlarına kadar zorlandı. Geminin farklı katlarını bölen ana duvarlar, merdivenlere daha çok yer açmak için alçak olacak şekilde inşa edildi. Oysa bir çarpışma halinde geminin batmaması ya da çok daha zor batması için alınan suyu hapsedecek şekilde tasarlanan kompartımanların su seviyesinden olabildiğince yüksekte olması istenir. Ancak şaşaalı merdiven gibi tasarımsal kararlar nedeniyle bu kompartımanlar su yüzeyinden sadece 3 metre yüksekte olacak şekilde inşa edilir. Bu hata geminin olması gerekenden çok daha hızlı su almasına neden oldu.
* İkinci tasarım hatası güverte tasarımında yapıldı. Titanic, 64 can kurtarma filikası taşıyabilecek kapasiteye sahipti. Bunların her biri tamamen doldurulmaları halinde (epey konforsuz olacak olsa bile) yaklaşık 65-70 kişiyi taşıyabilirdi. Gerektiğinde 4500 kişiyi filikalarla taşımak mümkündü. Geminin yolcu kapasitesi 3547 kişiydi. Lakin Ismay, Alexander Carlisle'ın modellerini incelerken, ilk etapta 64 değil de 48 tane olması planlanan filikaların güvertede çok kalabalık ve çirkin bir görüntü yaratacağını düşündü ve filika sayısının 16'ya indirilmesini istedi. (Carlisle, White Star Line yöneticilerinden J. Bruce Ismay ile konuyu resmi olarak tartıştığını söylemiştir. Bruce Ismay ise bunu reddetmiş, böyle bir görüşmenin olmadığını ve kendisine böyle bir uyarının gelmediğini ifade etmiştir.) 4 tane de açılır-kapanır Engelhardt filikası ile birlikte cankurtaran kapasitesi 1178 kişiye düştü. Bu Titanic'in batarken taşıdığı 2223 kişinin sadece %53'ü demekti.
* Üçüncü hata ise geminin inşaatı sırasında yapıldı. 1912 yılı gemi üretiminde çelik kullanımının yeni yeni başladığı dönemlerdi. Ondan önceki dönemlerde gemiler demirden inşa ediliyordu. Demir, çeliğe rağmen çok daha yumuşaktı ve kolayca parçalanabiliyordu. Malzeme bilimciler demir atomları arasına %1-2 arasında bile olsa karbon atomu serpiştirmenin demirden kat kat güçlü bir alaşım yarattığını gördüler. Böylece, çelik dediğimiz malzeme doğmuş oldu. Fakat çeliğin bu sert yapısı inşaat malzemesi olarak kullanılmasını zorlaştırıyordu. Mesela, büyük plakaları birbirine bağlamak için perçin dediğimiz mantar görünümlü bağlantı elemanları kullanılır. Bu mantarın kuyruğu birbirine bağlanacak metallerden geçirilir ve baş kısmına kadar deliğe oturtulur. Baş tarafında sabitlenip kuyruğuna büyük bir basınç uygulanır ve bu basınç altında kuyruk şişerek bir buçuk kat çapa ulaşır. Böylece metal plakalar birbirine perçinlenir. Perçin bir kez yerleşti mi kolay kolay çıkan bir eleman değildir, çıkartmak için birleştirilen plakaları parçalamak gerekir. Bu nedenle perçin kalıcı bir bağlantı elemanı olarak sınıflandırılır. Fakat bunun geminin üretimindeki hatası şu olur: O dönemde kullanımda olan yaygın perçin makineleri demir perçinler için üretilmişti. Çelik perçin için de makineler üretilmeye başlanmıştı ancak çok büyüktüler ve bu makineler geminin baş tarafındaki omuzluklara giremiyordu. Bu yüzden, geminin gövdesine kullanılan çelik perçinler, geminin yanlarında kullanılamadı, onun yerine demir perçinler kullanıldı. Bu çok daha yumuşak ve zayıf perçinler 5 mm'lik bir kayma altında bile parçalanabiliyordu ve bu, buzdağının gemi gövdesini bir fermuar gibi açmasına neden oldu.
Bu hatalar silsilesi tek bir kararla önlenebilirdi,
Ticari gemilerin sefere çıkabilmesi için İngiliz Ticaret Odası'ndan izin alınması gerekiyordu. O da filika kapasitesinin yolcu sayısının çok altında kaldığını söyleyerek gemiye seyahat izni vermeyebilirdi. Ama o zamanlarda minimum filika kapasitesi yolcu kapasitesine oranla değil, sabit bir sayıyla belirleniyordu. Ve o sayı, o dönemde 1060'tı. Dolayısıyla Titanic'te yeterli filika sayısı olduğuna kanaat getirildi ve gemiye seyir izni verildi.
Titanic'in ilk yolculuğu için White Star'ın en güvendiği isimlerden biri olan ve milyonerlerin kaptanı olarak anılan Edward John Smith seçilmişti. 1912'nin Mart ayında John Smith kaptanlığında yola çıkacak bu ihtişamlı geminin yolculuğu, Titanic'in ikizi Olympic bir diğer İngiliz gemisi ile çarpışarak ağır hasar alır ve acil tamir için limana çekilir. Olympic üzerinde yapılan çalışmalar Titanic'in yolculuğu bir ay öteler. Bu gecikme Kaptan Smith'in çalışabileceği mürettebatın değiştirilmesini gerektirdi. Mesela üçüncü kaptan David Blair'in yerine Olympic'in üçüncü kaptanı Henry Wilde getirildi. Görevden alınan David Blair eşyalarını toplarken "Karga Yuvası" olarak da bilinen Çanaklık'ta ufku gözleyen mürettebatın eşyalarının olduğu odanın anahtarını yanlışlıkla yanında götürmüştü. Bu nedenle geminin tepesindeki gözcülere yeterli sayıda dürbün verilemedi. Aslında köprüde yeterince dürbün vardı ancak kimse çanaklığa dürbün götürmekle uğraşmadı. Bu hatalar buzdağının çok daha geç fark edilmesi ile sonuçlanacaktı.
10 Nisan 1912'de İngiltere'nin Southampton limanından Amerika'nın New York kentine doğru yola çıkan Titanic, 14 Nisan'ı 15 Nisan'a bağlayan gece bir buzdağına çarparak battı.
O gece gökyüzünde ay yoktu, okyanus aşırı durgundu ve soğuktan dolayı suyun üzerinde bir sis, adeta bir serap oluşmuştu. Gökyüzünde Ay olsa, hava biraz daha sıcak ya da deniz biraz çırpıntılı olsa buzdağını fark etmek daha kolay olacaktı.
Elde olmayan bu sebepler, elde olan hatalarla birleşince ortaya çağın felaketi çıktı.
Elde olan hataların en büyüğü iletişim odasında yaşanıyordu.
Titanic teknoloji bakımından da çağının lideriydi. O dönemde var olan en gelişmiş kablosuz iletişim sistemlerine sahipti. Birçok geminin iletişim menzili 300-400 km ile sınırlıyken, Titanic'in iletişim menzili, 60 metrelik kulelerine yerleştirilen alıcı ve vericiler sayesinde 650 km'ye kadar çıkmıştı. Atlas Okyanusu'nu geçen gemiler için önemli olan bu iletişim ağı sayesinde gemiler birbirlerine, buzdağları başta olmak üzere, gördükleri tehlikeleri bildiriyorlardı. Kaptan Smith de buzdağı tehlikesini iyi bildiğinden Mart ayındaki rotasını değiştirerek, buzdağlarının inemeyeceği kadar güneyden bir rota çizmişti. Ancak yüzde birden düşük olduğu hesaplanan bir olay gerçekleşti ve o yıl onlarca buzdağı 48 derece kuzey enleminin güneyine inmeyi başardı. (Titanic faciasından sonra Uluslararası Buz Devriyesi kuruldu)
Yönetim, iletişim mürettebatına çok az para ödüyordu. Mürettebat esas görevi olan geminin güvenlik iletişimini sağlamaktan ziyade, esas gelir kaynağı olan gemideki zengin yolcuların karadaki akrabalarına göndermek istedikleri mesajları iletmek ve onlardan gelen mesajları yolculara aktarmak ve bahşiş toplamakla meşguldü. Mesaj trafiği akıl almaz derecede yoğundu. Bahşişler de o kadar yüklüydü.
Oysa yola çıktıklarından bu yana toplamda altı farklı gemiden buzdağı uyarısı almışlardı. Gemiler gördükleri buzdağlarının yerlerini, büyüklüklerini ve özelliklerini Titanic'e bildiriyorlardı. Bu gemilerden biri olan Californian buzdağları ile çevrilmişti ve olduğu yerde durmuş, sabahın olmasını bekliyordu. Californian bu durumu Titanic'e bildirdi. O anda geminin tek iletişim mürettebatı olan ve yolcuların mesajlarıyla boğuşan Jack Phillips Californian'ın mesajlarını önemsemedi ve Californian'a "Kapa çeneni!" mesajını gönderdi. Californian'ın telsiz operatörü Cyril Evans bu kaba cevap sonrası Titanic'ten gelen sinyalleri kapattı.
Gemi, kapkaranlık bir havada ve buzdağlarıyla dolu okyanusta, maksimum hızından 3.7 km az hızla, saatte 41 km hız ile ilerliyordu.
14 Nisan 1912 gecesi saat 11:30 sularında geminin çanak mürettabatı buzdağını fark etti. Bir buçuk yıldır okyanusta yüzen ve 41 derece kuzey enlemine kadar inmeyi başaran buzdağı, 90 metre eninde ve suyun üzerinde 22 metre yüksekliğindeydi. Tahminlere göre 1,5 milyon ton kütleye sahipti. Çanak mürettebatı karaltıyı gördükten 9 dakika sonra, çarpışmaya sadece birkaç yüz metre kala tehlikeyi fark ettiler ve telefona sarılarak, acil haberi "Buzdağı, tam karşıda!" sözleriyle kaptan köşküne verdiler.
Kaptan Smith o anda istirahatteydi ve kaptan köşkünde ikinci kaptan William Murdoch bulunuyordu. 37 saniye içerisinde alarmlar çalındı, motorlar tamamen durduruldu ve tersine çevrilmeye başlandı. Bu kararın doğru uygulanabilmesi ve devasa geminin durabilmesi için buzdağı ile arasında en az 800 m mesafe olması gerekiyordu. Oysa gemi ile buzdağı arasında sadece 274 metre kalmıştı. Gemi buzdağının yanından dönmeye çalışırken buzdağının suyun altında kalan çıkıntıları geminin suyun altında kalan kısmındaki demir perçinleri, bir fermuar gibi söküp attı. Gemiyi döndürme kararı verilmeseydi ve gemi sadece yavaşlayıp direk olarak buzdağına çarpsaydı gemi daha büyük hasar alırdı ancak muhtemelen batmazdı. Çünkü gemilerin ön tarafları daha ağır darbeler alabilecek şekilde tasarlanıyor ve darbeyi sönümlüyordu.
Gemi buzdağına yandan çarptığı için aynı anda 5 kompartıman boyunca, toplamda 1 metrekarelik yarıklar açıldı ve gemiye saniyede 7 ton su dolmaya başladı.
Sonrasını biliyorsunuz...
Batmaz denen Titanic sadece 2 buçuk saat içinde battı.
Gemide yeterli filika yoktu. Çevredeki gemilere hızla yardım sinyalleri gönderildi ama en yakındaki Californian gemisi Titanic'ten gelen sinyalleri kapatmıştı. Ondan sonraki en yakın gemi olan Carpathia Titanic'e ulaştığında Titanic bir buçuk saat önce ortadan ikiye ayrılmış bir halde okyanusun dibine oturmuştu.
Kaptan Smith'in "Kadınlara ve çocuklara öncelik tanıyın" emrini "Sadece kadınlar ve çocuklar" olarak algılayan mürettebat sebebiyle aileler birbirinden ayrıldı. Filikalar erkekleri almadan ve tam doldurulmadan suya indirildi. Bu hata ile birlikte ölü sayısı katlanarak arttı.
2224 yolcudan 710'u kurtarıldı, 696'sı mürettebat olmak üzere toplamda 1514 kişi okyanusun derin sularına gömüldü.
Titanic sadece buzdağına çarptığı için batmadı.
Titanic tasarım hataları yüzünden battı.
Titanic malzeme seçimi ve teknolojik hatalar yüzünden battı.
Titanic ekipman yetersizliği yüzünden battı.
Titanic iletişim eksikliği yüzünden battı.
Titanic işçilere hak ettikleri değerin verilmemesinden dolayı battı.
Titanic, çoğu önlenebilir yanlış kararlar silsilesi ile kötü talihin bir araya gelmesi yüzünden battı.
Ve,
Titanic hırs yüzünden battı...
****
Yazının sonunda, üçüncü cumhurbaşkanımız Celâl Bayar'ın doğduğu köy olan Gemlik'e bağlı Umurbey köyündeki Celâl Bayar Müzesi'nde, 9 Temmuz 2006 tarihinde çektiğim fotoğrafı ve fotoğrafın altındaki notu paylaşmak isterim sizlerle.
Umurbey - Celâl Bayar Müzesi
Umurbey - Celâl Bayar Müzesi |
Demokrat Parti'nin iktidara geldiği 1950 senesinde Kuruca Şilelilerin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'a sundukları hediyenin altına düştükleri not ne kadar da anlamlı değil mi?
"Sayın Demokrat Parti lideri Celâl Bayar, bir devlet gemisi şu andan itibaren sana teslim ve emanet edilmiştir. Dümeni iyi tut, Akdeniz'e sefer et, Karadeniz'de karaya oturma." / Bartın-14 Mayıs 1950
****
Kalitenin insandan ve ahlâktan başladığını unuttuğumuz anda her şey ardı ardına ve hızla çökmeye başlıyor.
Sonrasında da gemi ya karaya oturuyor ya da batıp gidiyor...
Bize de ya gemiyi denize geri döndürmek için çok çalışmak ya da boğulup gitmek kalıyor.
Bu memlekette yetişmiş kişiler olarak, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı kutladığımız bu özel günde bizlere düşen, gençlerimize yüzen bir gemi bırakmak ve o gemiyi yüzer halde tutmayı öğretmektir.
Hepimizin bayramı kutlu olsun.
19 Mayıs 2022 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder