28 Kasım 2014 Cuma

ERGO sizi dinliyor!

Ergo Sigorta'nın bu sene yaptığı acenteler ve basın toplantılarının dördüncü ve son ayağı Bursa Hilton Otel'de düzenlenen bir basın kahvaltısında yapıldı.
Toplantıya Bursa Bölge Müdürü Erdem Tuna, Yalova Acentesi Başol Haraç ve Coşkunöz Sigorta'dan Güldal Emren katıldı.
Ergo Türkiye İcra Kurulu Üyesi Yıldırım Türe'nin yaptığı açılış konuşmasında sigorta sektörü ile sigortacılıkta Ergo Türkiye'nin yeri ve hedefleri konuşuldu.
Türkiye'deki 1400 Ergo acentesinin 122'si Bursa Bölgesi'ndeki 6 ilde yer almakta imiş. 2015'de 1500 acenteyi hedefliyorlar imiş. Acenteleri seçerken ince eleyip sık dokuyorlarmış; ki, hizmet kalitesinde düşüş olmasın. Sektör içinde onları öne çıkartan da bu titizlikleri imiş.
Yıl içerisinde Üst Yönetim, Bölge Müdürleri ve Acente temsilcileri tarafından 20 bin ziyaret gerçekleştiren Ergo Sigorta acentelerin korku ve ihtiyaçlarını dinlemeyi önemsiyor.

2013 yılında ERGO Türkiye CEO'su Theo Kokkalas'ın liderliğinde 'sürdürülebilir kârlılık' ile büyüyen şirket, Türkiye'nin önde gelen sigorta şirketi olma hedefine adım adım ilerlerken kendisine 3 ana strateji belirlemiş.
* Acentelere ve müşterilere odaklanmak,
* Gelişmiş risk değerlendirme yetkinliğini güçlendirmek,
* Operasyonel mükemmellik...

Bursa Bölgesinin sigorta ihtiyacı genellikle yangın ve sorumluluk üzerine yoğunlaşıyormuş. Kasko ve zorunlu trafik sigortası tüm birimlerde birinci sırada.
DASK en şiddetli depremin yaşandığı illerde bile yeterince önemsenmiyor. Sağlık ve konut sigortaları ona keza.
Ergo sigorta yat sigortacılığında öne çıkıyor.
Ergo'nun, "ERGO başka Kasko Başka" adı ile dosya açmadan hallettiği küçük kazalar (yıllık, KDV dahil 500 liraya kadar olan küçük hasarlarda), ölçüsel limit olmaksızın 2 parçaya kadar hasarsızlık bozmadan ve hasar dosyası açmadan sağladığı onarım hizmeti var.
"ERGO yüzde 100 Sağlık Sigortası" ile de tamamlayıcı sağlık sigortası ürünü ile anlaşmalı özel sağlık kurumlarından alınacak hizmetler için SGK'nın karşılamadığı fark ücretlerini, özel ve genel şartlar ile belirtilen şekilde karşılıyor.
Ergo, günümüzde sayıları gittikçe çoğalan sigorta şirketleri arasından güvenilirliği ve hizmetleri ile öne çıkıyor.
Ergo bu yıl, "ERGOL'luyorum, Kazandıkça Kazanıyorum" satış teşvik ve ödüllendirme programını iş ortaklarıyla paylaşıyor. Acenteler tek bir şifre ile poliçe kestikleri ekrandan ergoluyorum.com'a otomatik geçiş yapabiliyor.

Ergo, "Sigortalatmak başka, ERGO'latmak başka" sloganı ile sigorta sektöründe en çok hatırlanan 1. marka...
Bilgilendirmelerin ardından ettiğimiz sıcak sohbette sigoratcılığın sosyal boyutları konuşuldu en çok.
****
Sigorta denince hafiften tüylerimiz dikilir malum.
Sigorta, başımıza bir hal geldiğinde koştura koştura kapısını çaldığımız, asayiş berkemal olduğunda ise sigortaya verdiğimiz paraya kıyamadığımız bir olgudur.
Bireyselleşen hayatlarımızda kendimizi güvenceye almak adına gereklidir elbet. Hatta elzemdir.
Analar babalar sermayeyi çocuklara yüklemişken, akraba tarikat herkes kendi derdine düşmüşken, dost arkadaş kendi bütçesini kendisine zor yettiriyor iken, başın sıkışınca el verecek kimse de bulunmuyor haliyle.
O zaman da kurumsal destekler giriyor devreye...

Eskiye nazaran biraz daha önemsenen sigortacılık aslında gerektiği kadar önemsenmiyor. Canımız malımız kadar değerli olmadığından araç sigortaları sağlık sigortalarının önüne geçiyor. SGK da önemli bir etmen elbet.
Bir de Allah emanet yaşayan bir millet olarak her şeyi Allah'a havale ettiğimizden...
Üstüne üstlük cebimizdeki parayı bozdur bozdur harcadığımızdan...
Hayat içindeki önceliğimiz henüz sigortalatmak değilse de değişen şartlar bunu elzem kılıyor...
Sigaradan çaydan çorbadan kesip alacağız kendimizi garantiye.
Yoksa kimseden fayda yok artık, bilesiniz...

27 Kasım 2014 Perşembe

Bu kitapta dedeniz ile karşılaşabilirsiniz!


33 yıl aralıksız BTSO Genel Sekreterliği yapan, döneminde Bursa'nın ilk OSB'si Organize Sanayii Bölgesi'ni kuruluşunda önemli bir rol oynayan, Bursa'nın Ekonomik Tarihi üzerine yazdığı ikinci kitap ile geçmişten geleceğe adeta bir hazine bırakan Ergun Kâğıtçıbaşı, kitabının tanıtımını Uludağ Üniversitesi'nde yaptı.
İktisatçı Enis Yaşar ve Ergun Kâğıtçıbaşı'nın birlikte hazırladıkları kitap Uludağ Üniversitesi, Kent Tarihi ve Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenmiş ve basılmış.

Tanıtımın açılış konuşmasını yapan U.Ü. Rektörü Kâmil Dilek, böyle bir projede yer almaktan ne kadar gurur duyduklarını söyledi.
Dilek'in yaptığı anlamlı konuşmanın ardından Kâğıtçıbaşı da, Üniversite'nin sadece şehre değil, dışarıya da bakan yüzünden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Kâğıtçıbaşı ve Yaşar'ın, Bursa'nın Osmanlı'nın başkenti olmasından XX. YY'ın başına kadar olan zaman dilimini kapsayan, "Bursa'nın Ekonomik Tarihi 1326-1900" isimli ilk kitapları BTSO tarafından yayınlanmış.

Bugün tanıtımı yapılan ikinci kitapları ise "Bursa'nın Ekonomik Tarihi 1900-1960" adını taşıyor ve Osmanlı'nın son dönemleri ile Cumhuriyet'in ilk 40 yılını ve o yıllarda Bursa'nın ekonomik ve sosyal hayatını anlatıyor.

Tarımdan sanayiye uzanan meşakkatli bir yürüyüşün baş kahramanı Bursa. Göçebe düzenden yerleşik düzene geçişin simgesi Bursa. Osmanlı'nın payitahtı Bursa. Verimli arazileri, tarihî geçmişi ve bu geçmişin izleri olarak barındırdığı pek çok kültürü, Orhangazi'nin ekonomik dehası, Bursa'ya yapılan Hanlar ile Bursa'ya uğramadan İstanbul'a geçip giden kervanların yolculuğunun Bursa'da sonlanması ve bu ticaretin Bursa'ya olan katkısı ile öne çıkan Bursa, işgal günlerinde 2 yıl, 2 ay, 2 gün işgal altında kalan ve ekonomisi çöken Bursa.... Ve daha neler neler...
Kısacası kitapta anlatılan Bursa'nın evvelsi günü ve dünü...
Hepsi somut kaynaklara ve belgelere dayanan kıymetli bir döküman...
Kitapta öyle isimler var ki, belki de birisi sizin dedeniz...

Bursa'nın 1960'dan sonraki bugünü ise yazılmak üzere sırada beklemekte.
Üniversite, bu kitabın yazılmasını da her yönüyle destekleyeceğinin sözünü hepimizin önünde verdi.
****
Tanıtımın ardından kitabı imzalamasını rica etmek için yanına gittiğimde; "Gelecek günlerin ne getireceğini bilmenin imkânı yok. Sadece tahminler var, öngörüler var. Lakin kimse kesin bir şey söyleyemez. Geçmiş günler ise somut olarak yaşandı ve bitti. Bizim dünya üzerinde olmadığımız o zamanları bilen, gören, yaşayan sizlersiniz. Ve canlı birer tarih olarak bildiklerinizi belgeye dökerek gelecek nesillere aktardığınız için çok teşekkür ederim" dedim.
Kendisinden de onay gören bu sözlerin ardından kitabını (adımı, soyadımı, sevgi ve saygı dileklerini yazarak) imzaladı.
Bir şehrin tarihine ışık tutacak olan belgelerin en önemlilerinden birisi de kitaplar olsa gerek. .
Bir medeniyeti ortadan kaldırmak için ilk yıkıma kütüphaneler ve arşivlerden başlandığına göre...
Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz fikrinin getirdiği bir şiddet olmalı bu...
Halkı kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme, istenilen kıvama geldikten sonra da yeniden başka bir kimliğe bürüme...

Arkalarından belge bırakan, yaşadığı zaman dilimine duyarlı ve farkındalığı yüksek kişilerin hepsi birer kaynak, hepsi birer hazine.
"Tarih, tarih kitaplarından öğrenilmez" demişti bir konuşmasında Ayşe Kulin.
Ancak yaşanmışlıkların anlatıldığı romanlar, öyküler, şiirler, biyografiler, karikatürler ve yazılardan, kısacası sanattan öğrenilir bir ülkenin gerçek tarihi.
Her dokunuş ile not düşülür tarihe bir çeşit günlük misali...

Yaşananları olduğu gibi yazarak arkalarında belge bırakmak da yazarların geleceğe olan yükümlülükleri...
Bilinenler anlatılmalı, yeni kuşaklara ulaşılıp onlarla paylaşılmalı.
Yeni kuşaklar da bunları sayfa sayfa okumalı, tarihin tozlu raflarının tozu bir nebze de olsa alınmalı...

26 Kasım 2014 Çarşamba

Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş

25 Kasım "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü"nde, Uludağ Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi(UKAM)'ın düzenlediği etkinliğin konuğu Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu idi ve Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddetin Yeni Sosyo-Politiği konulu bir konferans verdi.
Salonun tıklım tıklım dolu olması gereken konferansa katılım ne yazık ki beklenildiği kadar değildi.
Rektör Prof.Dr. Kamil Dilek, Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Müfit Parlak, Özel Emine Örnek Eğitim Kurumları kurucusu Emine Örnek, diğer hocalar, konuklar ve öğrenciler anlatılanları dikkatle dinledi.

UKAM Başkanı Prof. Dr. Serpil Aytaç, yaptığı açılış konuşmasında günün tarihçesinden bahsetti kısaca:
"Patria, Minerva ve Maria Teresa (Mirabal Kız Kardeşler) kardeşler, Dominik Cumhuriyeti'nin son 30 yılına damgasını vuran Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyorlardı.
1960 yılının Haziran ayında Clandestine Hareketi'ni kurdular ve diktatörlük karşıtı mücadeleleri ülke çapına yayıldı. Mirabal Kardeşler mücadeleleri boyunca ağır baskılara maruz kalıp, hapis cezalarına çarptırıldılar. 25 Kasım 1960'da üç kız kardeş, diktatörlük askerlerince tecavüz edilerek öldürüldü.
Bu tecavüzler kamuoyuna "araba kazası" olarak duyuruldu. Kendileri görmese de, kurdukları Clandestine Hareketi, öldürülmelerinden bir yıl sonra diktatörlüğün sona ermesinde önemli rol oynadı. Mirabal kız kardeşler, özgürlük ve insan hakları için verdikleri mücadeleyle tüm dünyada tanındılar, insan hakları mücadelesi ve kadın hareketinde sembolleştiler. Ölümlerinden 29 yıl sonra, 1999 yılında Birleşmiş Milletler, 25 Kasım'ı Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul etti."

Ardından kürsüye gelen Hablemitoğlu "Yeni Sosyo-Politiği ne demek?"ten başlayarak anlattı uzun uzun:
"E artık Yeni Türkiyeyiz(!) ya hani. Hani artık yeni erkek tiplerimiz ve yeni kadın tiplerimiz var ya. Ona göre şekilleniyor araştırmalar da...
1980 darbesi ve depolitizasyon süreci, 1983 Özal iktidarı ve Neo-Liberal politikaların yükselişi ile yükselen değerler. Ardından Cilalı İmaj Devri. Tiraj-reyting canavarı (sansasyonalizm, şiddet, vahşet, kamu yararı yerine kamu merakı odaklı habercilik), medya-mülkiyet yapısının değişimi, medya-siyaset-büyük sermaye ilişkileri, gazete ve gazeteciliğin siyasete endeksli geçirdiği metamorfoz. İletişim haklarından ifade özgürlüğü, katılım hakkı, kültürel çeşitlilik ve dahil olma hakkı, farklılıkların temsilinin göz ardı edilmesi, medyanın ötekileştirme gücü, Gezi'de ortaya çıkan dijital devrim, Yeni Türkiye söylemi-çalışma, eğitim, sağlık ve sosyal yaşama ilişkin sorunlar ve bu sorunlardan en çok etkilenen kesim; Çocuklar ve Kadınlar....
Ve 24 Kasım 2014'de geldiğimiz nokta: "Günümüzde kadın hakları ve demokrasiye yönelik büyük bir mesafe kat edilmiş, ancak öne çıkartılan 'eşitlik' fikri toplumdaki kadın ve erkeğe biçilen rollerde adaletin tesis edilmesine imkân vermemiştir. Kadın kadına eşitlik doğru olandır. Erkek erkeğe eşitlik doğru olandır. Özellikle adalet eşitliği aslolandır. Eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir önemli olan. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz çünkü bu fıtrata ters"
İmza: Cumhurbaşkanı...
Yer: Uluslararası Kadın ve Demokrasi Zirvesi...

Bir de rakamlara bakalım:
2014'ün ilk 11 ayında 240 kadın cinayeti. 88 kadın ve kzı çocuğuna tecavüz, 499 kadına şiddet, 75 kadın ve kız çocuğuna cinsel taciz. Sadece ekim ayında, 29 Ekim tarihine kadar 29 kadın cinayeti.
Medya kadınları sınıflandırıyor durmadan. 3. sayfa nesnesi kurban ya da cani, ölen ya da öldüren, arka sayfa cinsel nesne, anne eş, fedakar kadın, aktivist, konu mankeni ya da erkeklerle eşit temsil için kavga eden çirkin feminist kadın..."
"Oysa feminizm eşitliktir. Erkek sevmemekle alakası yoktur" diyor Hablemitoğlu.

Ardından yapılan istatistiki araştırmalara değiniyor:
"Üniversite öğrencilerinin % 70'i evlendikleri kadınların çalışmasından yana değiller. Kadınlar evde otursun, kendilerine hizmet etsin istiyorlar. Ataerkil alışkanlıklar peşlerini bırakmıyor, evde anneleri gibi kadın istiyorlar. Üniversite eğitimi almış kadınlar arasında da çalışma isteklisi az.
Bir yandan da devlet üniversitede okurken evlenmeyi destekliyor. Geri ödemeli krediler, yurtta kalabilme imkânı, çocuk sahibi olunca ek yardım....
Aile birliğinin sağlanmadığı ayrı odalarda yaşama ortamlarında nasıl çocuk sahibi olunacak ve o çocuk nasıl büyütülecek soran yok... Kime ve neye hizmet ettiği hala anlaşılamamış bir uygulama..." diyor.
"Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri cevvallikle Ata'larından seçme seçilme hakkını alan kadınlar artık neredeyse atomlarına kadar ayrıştırılacaklar" diyor Hablemitoğlu.
"Dünyanın her yerinde kadın sorunu var" diyor ve devam ediyor;
"Öyle ki; zevk almasın, alıp da orgazm olmasın diye klitoris sünnetine bile maruz kalabiliyor kadınlar...
Oysa dişi cins genetik olarak daha donanımlı ve daha dayanıklı. Beyni daha küçük ama daha işlevsel."

Annelik Makamı'na geliyor söz.
"Annelik Makamı ziyadesiyle zorlayıcı bir makam. Anne olmayanlar bu kutsallığa erişemiyor mu? İnsan anne olamıyordur ya da olmak istemiyordur. Bu onun konumu üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?" diye soruyor.
"Anne olmak mertebe değil. Cennet anaların ayağının altında değil. Tamam çocuk büyütmek zor, lâkin o çocuğu isteyen sensen ve keyifli bir zaman diliminin sonucunda hamileysen ve dolayısıyla anneysen, bu durumdan kendine farklı bir muamele beklentin olmasın. Çocukları cennete gitmek için aracı kullanmasak da çocukların cennetten bir armağan olarak yollandığını düşünsek." diyor.
Erkek kadını sevmiyor. Çünkü gücü paylaşmak istemiyor.
"Eşitlik taze bitti, adalet var, yerseniz" deyiveriyor.
"Fatma Şahin kadın cinayetlerinin sosyal medyada abartıldığını söylüyordu. Ayşenur İslam da bunları yapanları lanetleyerek Allah'a havale ediyor. Bu havaleler yeterince etkili olmamış olmalı ki kadın cinayetlerinde dünyada 1. sıraya yükselmişiz. Yeni Türkiye'nin yeni kadın profillerinden biri de metropollerde sürgün yaşayan kadınlar. TOKİ'leşme ile dışarı itilen, ne içeriye ait, ne dışarıya ait, iki arada bir derede sıkışıp kalmış kadınlar. Kadın konuları sadece kadının eğitilmesiyle aşılacak gibi değil. Aynı derecede erkek de eğitilmeli." diyor
Haksız da değil, tek küreği olan bir sandal olduğu yerde dönüp durmaktan yol alamayacağına göre...

Bu eğitimde medyaya da özellikle iş düşmekte. Marifet, yapılacak yayınları bu mantık çerçevesi kapsamında değerlendirmekte. İnsanların psikolojisini bozan, ne idüğü belirsiz programlar üretmemekte.
Acıdır ki; en çok da o programlar seyredilmekte...
****
Ben yazarın da var söyleyecek iki sözü elbet:
Diyorum ki:
Ey erkekler; biz kadınları bir rahat bıraksanız da biz de korkmadan, saklanmadan, sığınmadan yaşasak.
Hak peşinde koşturup durmasak.
Yok Kadınlar Günüydü, yok Kadına Şiddeti Önleme Günüydü, yok Çocuk Gelindi, yok tacizdi tecavüzdü bunlarla uğraşacağımıza; istersek yalnız, istersek de yanımızdaki bir adamla omuz omuza var olsak.
Didişmek yerine işimize gücümüze baksak, dünyadan geçerken bir hoş sâda da biz bıraksak..
Kadın olmayı da erkek olmak kadar normal karşılasak.
Doğanın çoğalmak için bedenimizi ve hislerimizi kullandığının farkına varsak, anne olabilmeyi bir lütuf saysak ama bunun arkasına saklanarak ilâhlaşmaya çalışmasak. Erkek olmanın tapınılacak bir durum olmadığını, kişinin kendi inisiyatifi dışında dünyaya geldiğini, hangi cins doğacağının sadece biyolojik bir olay olduğunu artık iyice anlasak.
Her iki cinse verilen farklı hasletleri yarıştırıp duracağımıza onlarla tamamlanarak bir olsak ve hırsız gürsüz yaşasak.
Olmuyor mu?
I-ıh, olmuyor...
Olmuyor ki biz kadınlara özel "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü"müz bile var...

Bugüne özel düzenlenen pek çok etkinlikte kadınlar meydanlardan "Kadına Şiddete Hayır" diye seslendiyse de, pek çok erkek bu haykırışa gülüp geçti...
Kadın Milleti işte, değil mi?....
****
Konferansın sonunda bu anı ölümsüzleştiren Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü Basın Bürosu Sorumlusu Sevinç Feyzioğlu'na gülümseyerek poz verdik birlikte. Şiddetsiz, cinayetsiz ve 'Sığınma Ev'siz bir dünya diledik...
Konuşulacak daha çok şey vardı bu konuda. Anlatılacak, yazılacak, yapılacak.
Dilim döndüğünce anlattım ben de...
Belki bu yazıyı okuyanlardan 1 kişi farklı bir pencereden bakar kadına, insana ve dünyaya.
Belki bir kişi değiştirir fikrini. Belki "1" kadın erer huzura.
Ve kadının huzuruyla birlikte değişir tüm dünya...