12 Kasım 2014 Çarşamba

En büyük afet 'azgelişmişlik'

Düzce depreminin 15. yıldönümü olan 12 Kasım günü, TMMOB Bursa İKK tarafından, Jeofizik Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve Jeoloji Mühendisleri Odası Bursa Şubesi sekreterliğinde BAOB Ortak toplantı salonunda "DEPREM GÜNDEMDE, SIRA NEREDE"konulu panel düzenlendi.
Deprem kapısında yaşayan bir Bursalı olarak gitmek ve dinlemek farzdı. Gittik ve dinledik.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Ahmet Ağlan'ın depremin unutturulduğunu, gündemde madenin olduğunu ve okullarda artık jeoloji derslerinin olmadığını söylediği açış konuşmasının ardından panelistler sunumlarını yapmak üzere sahnedeki yerlerini aldılar.

Prof.Dr. Okan Tüysüz'ün yaptığı dolu dolu sunumda depremle ve etkileriyle bir kez daha yüzleştik.
Anladık ki bizim derdimiz zorumuz depremin ne zaman olacağını öğrenmek. 15 dakika önceden haberimiz olsun yeter. Başka da bir şeye ihtiyacımız yok.
DASK'mış, sağlamlıkmış, deprem çantasıymış, ilk yardımmış, acil kaçış planıymış, hiç umrumuz değil. Yeter ki bize kaçacak zaman kalsın. Biz gerisini hallederiz.
Hepsi depremi bilmezlikten...
Deprem dediğin bir doğa olayı aslen. Senin üzerine diktiğin binalarla da seninle de bir sorunu yok. Sen haddini bilmeyip evini barkını sağlam yapmıyorsan, kısacası eşeğini sağlam kazığa bağlamıyorsan o ne yapsın.
Bir bilsen dünyanın oluşumunu ona göre davranacaksın ya, bilmiyorsun. Bilmemek ayıp değil, öğrenmiyorsun da.
Hocamızın sunumundan aktarayım;
Dünyamızın yaşı 4,7 milyar yıl. Bilinen ilk canlı fosilin yaşı 2,6 milyar yıl. Dünyanın bilinen geçmişi son 500 milyon yıl. Biz insanlar 50 bin yıl önce görülmeye başlamışız.
Rakamlar nasıl? Nefis değil mi?
Bir de bu dünyanın bilinen ilk halleri var. O zamanlar şimdiki gibi değil harita. Ne Afrika var ortada ne Amerika. Hiç aşina olmadığımız şekillerde kara parçaları, denizler, göller. Çok yıllar içerisinde hareketlenerek birbirinden kopan, bir diğerlerine yaklaşan kara parçaları. Yer değiştiren sular, şekilden şekile giren kıtalar.
170 milyar yıl önceki halimizden ufak ufak bugünkü halimize benzemeye başladığımız '120 milyar yıl öncesi halimiz' arasında bile 50 milyar yıl var...
11 milyon yıl önce Arap Yarımadası ile çarpışmanın ardından Anadolu'nun yılda 2,5 cm Batı'ya kaydığını düşünün ve o kıtaların nasıl yer değiştirdiğini ve bugünkü halini aldığını zamanaçısından hesaplayıverin şöyle bir.
Işık yılı hesaplamalarına benzedi değil mi?
Ortaya çıkan rakamları saymaya bile ömür yetmez diyor Hocamız. Dünyamızın yaşı 4,7 milyar yıl demiştik ya, bu yılı tek tek (başlayın-1-2-3-4-5-.......4,7 milyar) saymak için bile 130 yıl gerekiyormuş...(vazgeçin)
****
Google Earth'e girip dünyaya şöyle bir tepeden bakınca tüm deprem kuşakları apaçık görünüyor aslında. Okyanus dipleri, derinlikler, uçurumlar, sıradağlar, sıradağların su yüzünde kalmasıyla oluşmuş takımadalar...
Yeryüzünde ovalar, platolar, vadiler, kanyonlar ve sıradağlar...
Su altı da su üstü de aynı hep. Sadece suyun miktarı belirliyor görüntüyü...
Suyun olmadığını hayal edin bir... Mars'a benziyoruz değil mi?
Dünyaya tepeden bakıp da sıradağların birer kabartı olduğunu ve kilometrelerce uzandığını görünce, işte burada problem var diyor insan. Japonya sahilleri, California sahilleri, Himalayalar, Malezya, Endonezya....
Ülkemizde Toroslar, Istrancalar, Doğu Anadolu Dağları ve Doğu Karadeniz Dağları, Akdeniz ve Ege...
Doğuda Karlıova'dan gelen, Yalova Körfezi'nden Marmara Denizi'ne batıp Tekirdağ'dan çıkan ve Yunanistan'a uzanan, 1939'dan 1999'a tam sekiz büyük depreme sebep olan fay hattı.
Ve bu fay hattının üzerinde de biz...
Gemlik hattı bir yanda, Yalova hattı öte yanda, deprem nereden vurursa vursun bundan en etkilenecek şehir Bursa. Bursa kendi içinde de pek çok kırık fay hattına sahip üstelik.
Peki ya Bursa depreme hazır mı?
Cevap belli: Türkiye hazır değil ki Bursa olsun...
Okan Tüysüz'ün dediği gibi;
* Hala bütünleşik bir afet yasamız yok.
* Yapı denetimini beceremedik.
* Deprem sigortasını yaptıranların oranı % 24.
* Kentsel dönüşüm mü rantsal dönüşüm mü belli değil.
* Şu anda deprem olsa dahi ne yapacağını bilen kimse YOK!
Kısacası hiçbir şekilde depreme hazır değiliz. Mümkünse biz hazır olana kadar olmasın, beklesin...

Bekler mi? Beklemez elbet....
O bize hazır olmaz, biz ona hazır olacağız...
Ama uzmanlar ne diyor? Bursa Bitmiş...

Belki de bu yüzden hiç gam etmiyoruz kendimize depremi. Nasılsa battı balık.. deyip. Kim uğraşacak şimdi önlemlerle. Allah büyük. Takdiri ilahi. Büyüklerimiz bile öyle diyorken bize söz düşmez...

Tüysüz'ün sunumunda görüyoruz ki Bursa pek çok büyük deprem yaşamış. M.Ö. 362 olarak bilinen başlangıç tarihinden en son 10 Mayıs 1878 tarihinde yaşanan 7 şiddetindeki depreme kadar defalarca yıkılmış. Sonra yeniden kurulmuş.
Deprem bölgesi olmanın bir diğer yanı olan bereketli topraklar üzerinde yaşamaktan hiç kopmamış.

Size tatsız bir haberim var: Bursa'da büyük depremler aralığı 180-260 yıl. Son deprem tarihi olan 1878'i 2014'den çıkartırsak ortaya 136 yıl çıkıyor. Bilmem anlatabildim mi?

Japonlar nasıl yıkıla yıkıla öğrendilerse hareketli topraklar üzerinde yaşamayı, biz de öğreneceğiz.
Kısacası, ya bu deveyi güdeceğiz ya bu diyardan gideceğiz. Başka yolu yok...

Bileceğiz ki bir yerde daha önce deprem olmuşsa yine olacaktır!
Bursa'da işin trajikomik yanı, İl Afet Acil Durum Merkezi'nin ve Samanlı Sağlık Kompleksi'nin Bursa'da sıvılaşmanın olduğu taşkın alanlara kurulmuş olması. Bu da yetkin kişi gerektiren konularda Akademik Odalarla çalışılmamış olmasının bir göstergesi..
****
Gelelim Okan Tüysüz'ün ardından söz alan Prof.Dr. Uğur Kaynak'ın anlattıklarına. O da fay hattından bahsetti teknik olarak. Sunumunda bana en ilginç gelen tespiti harita üzerindeki işaretlemeler idi.
Bu işaretlemelerle Türkiye adeta bir deprem ağı altında görülüyordu. Depremler her zaman fay kırıklarının kesiştiği noktalarda oluyordu. Ortada kalan kısımlarda olmayacak değildi, ki Balıkesir - Dursunbey'de olmuştu, fakat genel durum hep kesişimlerde olması üzerineydi.

Diğer konuşmacı olan Yrdm. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu farklı açılardan aldı konuyu ele.
Öncelikle "Bilim spekülasyondur, biz de verilere göre konuşuyoruz. Akademik Odalar kendi aralarında tartışıyorlar ve bu tartışmalar ülkeye pahalıya patlıyor. Mesleklerarası işbirliğinde geriye gidiyoruz. Maden kazalarında ve kurtarmalar esnasında yardım istemeyen mühendislerin de suçlanması gerekli. Odalar kavgayla kan kaybedeceğine kaliteyi arttırmak ve iş bulmak üzerine çalışsınlar" dedi.
Deprem için de; "Binalar kötü, hele Doğu Anadolu perişan, Marmara'da değil ama Ege ya da Akdeniz'de Tsunami bekleyin" dedi ve Tsunami alarm sisteminin kurulması gerektiğini söyledi.
Bursa Ovası'na kurdukları GPS Vektörlerinin iyi okunması gerektiğini söylerken, bu konuda Nilüfer Belediyesi'nin kendilerine olan desteğinin altını özellikle çizdi.

Ve Gündoğdu Hoca'dan ilginç bir tespit; Bursa yamuluyordu... Bu yamulmalar iyi izlenmeliydi.
Gündoğdu; "Bunlar için harcanması gereken paralar bilinçsizce yapılan geçici çözümlerde çarçur ediliyor. Bilimsel araştırmalarda eksiklikler çok. Üniversiteler kendi öz eleştirilerini yapmalı. AFAD gayet güzel gelişti, fakat onlar da anlaşmazlık içine düştü. Yine de iyi çalışıyorlar, kendilerini destekliyorum" dedi ve ekledi:
"Gün gelecek, eninde sonunda depremler önceden muhakkak bilinecek"
İktidarın zaafına değinerek, devletin tahmin sistemine sahip olmamasını ve bunu da "Allah'ın işine karışmak" olarak yorumlanmasını engelleyemediklerini ama yine de boş durmadıklarını söyledi.

Son konuşmacı olan İstanbul Valiliği Afet Koordinasyon Merkezi'nden Özden Işık kendi konusu olan Afet olgusuna ve yaşanan felaketlerde kadının durumuna dikkat çekti. Felaketlerde Toplumsal Cinsiyet Bilinci'nin etkisini anlattı. Öyle ki, "Ziyadesiyle muhafazakâr toplumlarda kadın felaketten kaçamıyor bile" dedi. Yok eteğiydi, yok örtüsüydü, yok sokağa çıkma yasağıydı derken kadınlar çok zaman uyarılardan dahi bihaber kalıyordu.
Afet günlerinde kadının kendi cinsine özel ihtiyaçları da ortaya çıkıyordu. Bir yandan da kadın olmasının getirdiği paylaşımcılık ve çocukları onu hayata bağlıyordu. Kadın doğurganlığı ve toparlayıcılığı ile her konuda olduğu gibi afet konusunda da bilinçli olmalıydı.
Doğal olayların afete dönüşmesi insan eliyle olduğuna göre; Özden Işık da "En büyük afet AZGELİŞMİŞLİKTİR" diyerek sözlerini bitirdi.
****
Hem anlatılanlar, hem de Jeofizikçiler ve Jeoloji Mühendislerinin elele vermesi, diğer odaların da dinleyiciler arasında olarak bu sunumlara destek vermesi geleceğe bir nebze olsun umutla bakmamıza vesile oldu.
Lâkin zaman azalıyor.
Belki yarın, belki yarından da yakın der ya şair; durumumuz tam da öyle işte...
Konuşmalar kadar icraata de yer vermenin zamanıdır derim ben. Hem de son hızla...
Panelde de dile geldiği gibi "Bursa'nın işi bitmiş" deyip, yıkılan yıkılır, ardından yeniden yapılır beklentisine girilmesin. Her ne önlem alınacaksa, her ne yapılacaksa bir an önce yapılsın.
Yalova ve Düzce depremlerinin sesleri hâlâ kulaklarımızda.
Bizim çaresiz seslerimiz de başka kulaklarda öyle yankılanmasın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder