14 Şubat 2023 Salı

Hadi Gel Barışalım!

Bugünkü yazımda Hatay, Kahramanmaraş ve Gaziantep başta olmak üzere 10 ile büyük zarar verdiren, 6 Şubat 2023 sabahı 04:17'de yaşanan büyük depremde yerle bir olan binaları ve imar affının bu büyük yıkılıştaki yerini sorgulamak istedim.
Bunun için de İmar Barışı ile ilgili yazılara göz attım, bakanlığın kendi sitesine girip baktım, imar barışından yararlanmış bir yakınımla konuştum. "İmar Barışı için başvurduğunda gelip evi incelediler mi?" dedim. "Yoo, bir form doldurdum, bana çıkartılan meblağı ödedim, sonrasında belediyeden bir evrak aldım ve işler halloldu" dedi. Bunun yanına, "Ben kendi mütevazı evimde dayanıklılığı ve güvenliği en üst seviyede gözetecek malzeme kullandım." sözlerini ekledi. "Hadi sana gelmediler, ya 10-15 katlı binalara da gitmiyorlar mı, hiç mi inceleme yapmıyorlar?" dedim, "Onların pek çoğu başvurmaya bile gitmeyip, işlerini bir telefonla hallediyordur." dedi. Üstelik kişisel bina yapımı ile ticari bina yapımının arasında dağlar kadar fark olacağının altını özellikle çizdi. 
Malum, birinde kendin yaşayacaksın, diğerinde ise "herhangi birileri"...
İçine çimento konduğu şüpheli un ufak olmuş betonları, molozlar arasından haince sırıtan spagetti görünümlü demirleri, kolon görünümlü alçıpanı, yandaki binanın duvarı sıvanarak diğerine duvar yapılan, ayrıca duvar örülmeyen binayı, aynı hat üzerinde on tanesi birden yıkılan ama bir tanesi sapasağlam ayakta duran binaları hepimiz gördük.
Ayakta kalanın sahibi, barışa akıtacağı parayı binasına yatırmış demek ki dedim.
****
Gelin önce İmar Barışı'na bir göz atalım.

İmar Barışı
T.C. Çevre ve Şehircilik, İklim Değişikliği Bakanlığı sayfasında yer alan "İmar barışı nedir ve hangi yapıları kapsar?" konusunun soruları ve cevapları:
1-) Yapı Kayıt Belgesi Nedir?
İmar Barışı kapsamında değerlendirilmiş olan yapılar için oluşturulacak belgedir.
2-) Yapı Kayıt Belgesi kalıcı İmar hakkı sağlar mı?
Yapı Kayıt Belgesi İmar açısından ekstra bir hak sağlamaz, müktesep oluşturmaz. Yapı kayıt belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır.
3-) İmar barışı kat irtifak tapusu olup kat mülkiyeti tapusu olmayan mağdurları da kapsayacak mı?
Evet, Yapı Kayıt Belgesi alındıktan sonra bütün maliklerin muvafakati ile kat mülkiyetine geçiş yapılabilecektir.
4-) Çeşitli sebeplerden dolayı iskân alamamış yeni yapılar da bu süreçten faydalanabilecek mi?
Evet, 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış olması kaydıyla bu yapılar da Yapı Kayıt Belgesi alarak, kat mülkiyetine geçiş işlemlerine başlayabilecekler.
5-) İmar mevzuatı dışına çıkan yani fazla kat ve daire yapan Yapı Konut Kooperatifleri bu yeni yasadan faydalanacak mı?
Evet, bu yapılar da imar barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alabilecekler.
6-) Örneğin imarı 4 kat olan bir yerde ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak 5. kat yapılmış ve 5. kat için Yapı Kayıt Belgesi alındığında, yapının yıkılıp yeniden yapılması durumunda yeniden 5 katlı yapı yapılabilecek mi?
Yapı yıkılıp yeniden yapıldığında, mevcut imar mevzuatı hükümleri uygulanacaktır. Yani 4 kat geçerli olacaktır.
7-) İskânlı olan yapının, herhangi bir bağımsız bölümüne ait balkon kısmına yapılan eklenti de imar barışından faydalanacak mıdır?
Evet, Bağımsız bölüm alanı + eklenen kısmın alanı üzerinden Yapı Kayıt Belgesi alınabilecektir.
8-) Konut olarak yapılmış bir yapının bir kısmı ticaret olarak kullanılması durumunda Yapı Kayıt Belgesi nasıl alınacak?
Konut ve ticaret olarak kullanılan alanlar ayrı ayrı beyan edilecek ve bu beyana göre Yapı Kayıt Belgesi bedeli hesaplanacak. Hesaplanan toplam bedelin Konutlar %3’ü, ticaride %5’i olacak şekilde ödeme yapılarak Yapı Kayıt Belgesi alınabilecek.
9-) İmar Barışından tapusu olmayan gecekondular da faydalanacak mı?
Evet, bu yapılarda imar barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alabilecekler.
10-) Başkasından kiralanmış arsa/tarla üzerine yapılmış olan yapı imar barışı kapsamında değerlendirilecek mi?
Hayır, üçüncü şahıslara ait taşınmazlar üzerine yapılan yapılar kapsam dışındadır. Ancak gayrimenkulün sahibi tarafından Yapı Kayıt Belgesi alınabilir.
11-) Güneş Enerjisi Santralleri (GES) İmar barışı kapsamında mıdır?
Evet, bu yapılarda imar barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alabilecekler.
12-) Prefabrik yapılar imar barışından yararlanabilecek mi?
Evet, bu yapılarda imar barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi alabilecekler.
13-) Tapu tahsis belgesi olan yapılar da İmar Barışından faydalanabilecek mi?
Tapu tahsis belgesi olan yapılar da İmar Barışından faydalanabilecektir.
14-) Yapı Kayıt Belgesi kalıcı İmar hakkı sağlar mı?
Yapı Kayıt Belgesi İmar açısından ekstra bir hak sağlamaz, müktesep hak oluşturmaz. Yapı kayıt belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır.
15-) İmar Barışından önce alınmış yıkım kararları ve idari para cezaları ne olacak?
İmar Kanunu’na göre alınmış yıkım kararları ve idari para cezaları iptal edilecektir.
16-) Sosyal donatı alanlarında bulunan yapılar İmar Barışından faydalanabilecek mi?
Sadece hazineye ait sosyal donatı için kesin tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar İmar Barışından yararlanamaz. Planda sosyal donatı olarak gösterilen fakat kesin tahsisi yapılmayan alanlarda bulunan yapılar için başvuru yapabilecektir.

Depremden Depreme
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17 Ağustos depreminin yıldönümlerinde yaptığı konuşmalardan birkaç cümle:
17 Ağustos 2013: "Deprem değil bina öldürür, depremle yaşamayı öğrenmemiz ve buna göre tedbirler almamız gerekiyor."
17 Ağustos 2015: "Başta deprem felaketi olmak üzere, ülkemizde sık sık yaşanan doğal afetlere karşı hazırlıklı olmalıyız."
17 Ağustos 2017: "Ülkemizin deprem bölgesinde olduğu gerçeğinin bilinciyle, devlet ve millet olarak felaketlere karşı her daim tedbirli olmalıyız. Deprem ve diğer tüm felaketlerde hasar ve kayıpların yaşanmaması için gerekli tüm tedbirleri almaya devam edeceğiz."

Vatandaşımızın imar sıkıntısını çözdük çok şükür!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haziran 2018 seçimleri öncesi imar barışıyla ilgili yaptığı konuşmalardan birkaç cümle:
"İmar Barışı ile toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın imar sorununu çözdük."
"İmar Barışı ile, diğer şehirlerde olduğu gibi Gaziantepli vatandaşlarımızın da imar sıkıntısını çözüyoruz."
"İmar Barışı ile toplam 144 bin 556 Maraşlı vatandaşımızın sorununu çözdük."

O belgeler hayat kurtardı mı?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökçe, 2018 seçimleri öncesi çıkarılan imar affının boyut ve kapsam açısından öncekilerden farklı olduğunu belirtmiş ve "Güncel verilere göre Türkiye çapında 3 milyon 152 bin yapı kayıt belgesi verildi. Depremin etkilediği 10 ilde 294 bin 166 yapı kayıt belgesi düzenlendi. Adana'da 59 bin, Hatay'da 56 bin, Gaziantep'te 40 bin, Kahramanmaraş'ta 39 bin yapı kayıt belgesi verildi." demiş. 
Neredeyse haritadan silinen şehirlere bakınca, "Peki şimdi bu belgeler hayat kurtardı mı?" diye sormadan duramıyor insan değil mi?

Sözcü gazetesinde 21 Kasım 2022 tarihinde Mustafa Sarıipek imzası ile yayınlanan "‘Yeni İmar Barışı’ haberlerine uyanık kişilerden inanılmaz plan" başlıklı haberde, ülke genelinde yayılan "Yeni İmar Barışı" haberleri üzerine uyanık vatandaşların akıl almaz yeni sistemler uyguladığı ve önceki imar barışında kaçak binaların uydu görüntüleriyle tespit edildiğini öğrenen uyanıkların, imarsız arsalarına sadece çatı koymaya başladığı yazıyor.
Kurnazlık Devri gümlemedi mi? Daha ne kadar kurnazlık yapılabilir? Daha ne kadar yıkılınabilir? Daha ne kadar ölünebilir? İnşaat ya Resulallah diye diye boş kalan arazileri daha ne kadar doldurabilir? Yıkılan evlerin enkazından çıkartılan insanları daha ne kadar "Allahu ekber!" nidalarıyla karşılayabilir?

Büyüklerimiz durup durup halka "Hadi gel barışalım" diyor da, bu barışta kim kârlı kim zararlı çıkıyor? Savaşın kazananı olmadığı gibi, böyle "barış"ların da kazananı olmuyor.
Akil insan hiçbir zaman kaybetmez.
Ya kazanır, ya öğrenir...
Ya hata yapmaz, ya da hatasından ders çıkartır, tekrarlamaz.
Hatalar silsilesinin suçunu birkaç kişinin üzerine yıkarak işin içinden çıkmaz.
Tabii buradaki en önemli, en sihirli nokta, akil, ahlâklı ve vicdanlı olmak...
****
Sadece imarda değil, varlıkta da, vergide de askerlikte de barış/af yasaları çıktı yıllarca. Bu yasalara aftan yararlanan ayrı sevindi, aftan yararlandıran ayrı. Vergisini düzenli ödeyen, yasaların açığını bulup da oradan kaytarmaya çalışmayan, gelirini giderini beyan eden ise "enayi" olarak etiketlendi. Enayiliğine doyma dendi.
Geldiğimiz noktada soralım o zaman: Kim enayi kim değil?

Vergi Affı
AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, kamuya olan borçların yapılandırılmasını da içeren Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ne ilişkin yaptığı sunumda "Vatandaşların vergi dairelerinde hangi türden olursa olsun tüm borçlarını yeniden yapılandırma kapsamına aldık. Tüm vergiler, vergi cezaları, trafik, askerlik, nüfus para cezaları; köprü, otoyol, kaçak geçiş ücretleri; daha önce hiçbir yapılandırma düzenlemesinde yer almayan adli para cezaları, idari para cezaları, 4207 sayılı Kanun kapsamındaki idari para cezaları, tüm idari para cezaları, öğrenim kredisi borçlarıyla ilgili yaptığımız kanunu revize eden bir düzenleme. Ecrimisiller gibi ne tür borç olursa olsun bu yapılandırma kapsamına almış oluyoruz." demiş.
(Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Vergi Affı Son Durum" başlıklı haberde konuya daha detaylı yer verilmiş.)

Varlık Barışı (dogrulukpayı.com)
“Varlık Barışı” adı verilen ve en günceli 5 Temmuz 2022 tarihinde 7417 sayılı “Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” adı altında Resmî Gazete’de yayımlandı. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama ve düzenlemeler ise  “Bazı Varlıkların Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Genel Tebliğ” ile 9 Ağustos 2022 tarihli Resmî Gazete’de yer aldı. 
Gerçek ve tüzel herkesin faydalanabileceği yasa, yurt dışındaki varlıkların bildiriminin ve yurt içindeki varlıkların beyanının en geç 31 Mart 2023’e kadar yapılmasını içeriyor. Yasa kapsamına giren varlıklar şu şekilde:
Yurt dışında bulunan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları. 
Yurt içinde bulunan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile taşınmazlar.
Bu varlıkların banka veya aracı kurumlara bildirilmesi ya da beyan edilmesi gerekirken, varlıklara ilişkin vergi dairelerine bir beyanda bulunulması gerekmiyor. Bunun yanında, 9 Ağustos 2022 tarihli Resmî Gazete’de yer alan açıklamaya göre de, şart ve yükümlülüklere uyan varlık bildirimi ve beyanlarında hiçbir suretle “vergi incelemesi ve vergi tarhiyatı yapılmayacağı” vurgulanıyor. 
(Varlık Barışı genel tebliğinin arşiv bağlantısına ulaşmak isterseniz tıklayınız:)
(Dünya Gazetesi'nden Mahmut Bülent Yıldırım'ın "Varlık Barışı Devam Ediyor" başlıklı yazısını okumak isterseniz tıklayınız:)

Bedelli Askerlik
Bedelli askerlik, Türkiye'de Osmanlı döneminden bu yana aralıklarla zorunlu askerliğe alternatif olarak süre kısalması karşılığı nakit bedel ödenmesi mantığına dayanan bir uygulamadır. Uygulamanın dayandırıldığı gerekçeler ordunun ve devletin maddi ihtiyaçları ve bireylerin işlerini kaybetmemeleridir. Uygulamanın Anayasa Mahkemesi tarafından eşitlik ilkesini ihlal etmediğine karar kılınmıştır. 
Bedelli Askerlik Cumhuriyet tarihinde 10 kez uygulanmıştır. En son uygulamalar, 1987, 1992 ve 1999 yıllarında yapılmıştır. 1999 yılındaki uygulamanın sebebi 17 Ağustos 1999'daki Gölcük depreminden sonra ülke ekonomisine katkı amacı taşımıştır. 2011 yılında uygulanan bedelli askerlikte, 30 yaşından gün alan ve 30.000 TL tutar ödeyen kişiler askerlik vazifesini yapmış sayılmışlar, yasa çerçevesinde adaylar 21 günlük temel askeri eğitimden de muaf tutulmuşlardır. 2 Aralık 2014 tarihinde Başbakan Ahmet Davutoğlu, 31 Aralık 1987 ve önceki tarihlerde doğanların 18.000 TL karşılığında bedelli askerlikten faydalanabileceklerini belirtmiştir. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra toplanan Bedelli Askerlik Komisyonu, bedelli askerlikten 1 Ocak 1988 ve önceki tarihlerde doğanların yine 18.000 TL karşılığında yararlanabileceğini belirten bir karar almıştır. Bu kararın 2 Ocak 1988 ve sonraki tarihlerde doğanlara hak ihlali oluşturduğunu düşünen askerlik yükümlüleri, kararı Ocak 2015'te Anayasa Mahkemesine taşımıştır.
2018 yılında bedelli askerlik uygulanmış, 26 Haziran 2019 tarihindeki yeni askerlik kanunu ile bedelli askerlik kalıcı hâle getirilmiştir. 2020 bedelli askerlik bedeli 35 bin 54 TL olarak belirlenmiştir. Bedelli askerlik ücretleri 2021 yılının ilk yarısında 39 bin 788 liraya yükselmiş, 2022 yılında ise 55.194 TL'ye yükselmiştir. Yurtdışındaki Türk vatandaşlarının döviz üzerinden yaptıkları ödemelere ise kur ayarı yapılacağı açıklanmıştır.
1987 yılında18.433 kişi 2.850 $ (52.534.050 $), 1992 yılında 35.111 kişi 2.900 $ (101.821.900 $ )1999 yılında 72.290 kişi 8.500 $ (614.465.000 $)2011 yılında 69.073 kişi 16.600 $ (1.146.611.800 $)2014 yılında 203.824 kişi 8.100 $ (1.650.974.400 $) ödeyerek ve postal bağlamayarak, 2018 yılında ise 635.582 kişi 3.100 $ (1.970.304.200 $) ödeyerek 21 gün, 2019-2023 yılları arasında 402.045 kişi 5.000 $ (2.010.225.000 $) ödeyerek 28 gün askerlik yapmışlar. (Bu hesaba göre toplamda 1.436,358 kişi bedelliden yararlanmış, devlete 101.821.900 $ ödenmiş)
2019 (1 Ocak-30 Haziran) döneminde ortalama 31.343,28 TL (6.000 $) olan bedelli askerlik ödemesi, 2023 (1 Ocak-30 Haziran) döneminde 104.084,00 TL (5.500 $) olmuş.
(Kaynak: Wikipedia)
Peki ya Bedelli'nin bedeli 'ne' olacak? Bu bedel kimler tarafından, nasıl ödenecek?

Özel İletişim Vergisi
Dogrulukpayi.com sayfasında yer alan habere göre; Özel İletişim Vergisi, 1999’un kasım ayında getirildi. 2000-2022 yılları arasında tahsil edilen toplam  özel iletişim vergisi miktarının ise 88 milyar 298 milyon TL olduğu görülüyor. İlgili yılların TCMB’den alınan ortalama dolar kuru ile hesaplama yapıldığında, 22 yıl içinde toplanan Özel İletişim Vergisi tutarı 38,4 milyar dolara denk geliyor. 
Özel İletişim Vergisi, 1999 yılında “Marmara Bölgesi ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’’ adı altında getirilmiş olsa da, aslında yalnızca deprem ile ilişkili konularda harcanmıyormuş.
Biz o paralarla "Yol Yabdık" demeleri de bu yüzden olmalı...
****
Resmi kayıtlara ve çeşitli yazılardan pasajlara yer vererek yazdığım yazımın sonunda bir kez daha gördük ki, her şey gelip "Para, Para, Para"ya kitleniyor. Kurnazlıktan olsun, cahillikten olsun yanlış iş yapmaya kalkışan insanı koruması gereken üst akıl, kişiyi korumayı düşünmediği gibi vatandaşın elinden parasını da alıyor. Ölen ölüyor, kalan kalıyor, yola kalan "sağ"lar ile devam ediliyor.

14 Şubat 2023 / C.E.Y.

Küs sevgililerin barışması üzerine yazılabilecek bir günde bakın neler yazdık...

10 Şubat 2023 Cuma

Elveda Güzel Şehrim

 Fotoğraf: Serhat Uçak
Bir gün biz de bu cümleyi kurmak zorunda kalabiliriz. Ya da tam tersi, 6 Şubat depreminde ya da diğer depremlerde enkaz altında can veren yüzbinler gibi, kuramadan göçüp gideriz. 
İçerideki yakınının ölüsüne ya da dirisine ulaşmak için yıkılmış evinin önünden ayrılamayan, beklediğine kavuştuğunda dahi evini bırakamayan insanlar yavaş yavaş ümidi kesip, yıllardır yaşadıkları şehirden ayrılıyorlar. Planlı bir göç değil, zorunlu bir göç onlarınki. Evinden bir çorap dahi alamadan, arkasında bir harabe ve can bırakarak, küskün, yılgın, ümitsiz, yıkılmış bir halde koyuluyorlar yola.
Birikimleri ile edindikleri evleri barkları yok artık. İş yerleri yıkılmış, işleri de yok. Gözünün çiçeğine baktığı evlatları, ana babaları yok. İlmek ilmek dokudukları hayatları yok.
Ellerinde kalan, güzel şehirlerinin sokaklarında yaşadıkları güzel anılar. Mini mini bir öğrenci olup, annesinin elinden tutup gittiği ilk okul, yıllarını birlikte geçirdiği okul arkadaşı Neşe, ekmek aldığı fırın, köşede mahalle bakkalı, mahallenin yaramazı Sadık'ın büyüdüğü ev, annesinin arkadaşı Ayşe teyzenin kendilerine komşu olan evi, anne babasıyla huzur içinde yaşadığı baba evi, köşeyi dönünce meydan, biraz ilerisinde ilk gençlik yıllarını geçirdiği lise, ilk aşkı, sırtını dayayıp ilk sigarasını yaktığı duvar, iki sokak arkada şimdi eşi olan nişanlısının evi, öte mahallede evlendikleri düğün salonu, diğer sokakta evlendikten sonraki ilk evi. Çoğunun yerinde yeller eseli çok olmuştu zaten. Eskiler yıkılmış, yerlerine yeni yeni, pırıl pırıl, yüksek yüksek binalar yapılmıştı. O da bu yeni evlerden birine taşınmıştı güle oynaya. Yeni komşular edinmiş, yeni anılar biriktirmişti. Ve şimdi karşısında çocuklarını büyüttüğü, hükümdarı olduğu, acı tatlı yıllarını geçirdiği, taş taş üzerine koyarak edindiği, şimdi moloz yığınına dönmüş evi duruyordu. Diğerleri de farklı değildi. Evlerin kimi yan yatmış, kimi arkaya yuvarlanmış, kimi üst üste yığılmış, kimi toprağa beline kadar gömülmüştü.

Enkaz altında kalmış koskoca hayatlardı hepsi...
Buralarda durulmazdı artık. 
Bu viranelerin üzerine yeni bir hayat kurulmazdı.
Yine yıkılacak korkusuyla yaşanmazdı...
Göçmek, hayata tutunmak, hayata karışmak, yeni anılar oluşturmak lazımdı.

Göçmek ama nasıl? Savaştan kaçarak göçmek gibi bir şey afet bölgesinden ayrılmak. 
Bir saat içinde evden ayrılacaksın ve yanına iki çanta alacaksın denmesi başka; kendi kararınca ya da vazife dolayısıyla bir kentten bir kente taşınmak başka. 
Gözü hiçbir şey görmemecesine, yaşadığı korku ve acıyı atlatıp, hayata yeniden, sıfırdan başlamak bambaşka. Hiç kolay değil... Ama imkansız da değil.

Yüz binlerce yıldır göçlerle şekillendi dünya. Göç etmese kıtlıktan kırılır, afetlerle yok olur giderdi insan evladı.
Hep daha iyiye, daha güzele, daha verimliye doğru ilerledi insan.
Çok kurban verdi ilerlerken. Kalanlar yeni topluluklar kurup insan neslinin devamlılığını sağladı. Ki bugün buradayız...
Hepimizin hikâyesinde göç var. 
Çok uzak değil, Osmanlı tebaası Türklerin Anadolu'ya göçmesine sebep olan Birinci Dünya Savaşı benim iki nesil arkamda. Anneannem, babaannem, dedem ve aileleri göçün tüm acılarını yaşadılar. Kaçtılar, geldiler, iş güç kurdular, evlenip çoğaldılar ve o azim sayesinde soylarını sürdürdüler. Göçün izlerini taşıdılar, geçmiş hayatlarının özlemi ile yanıp tutuştular, anlattıkları ile köklerimizi bizim belleklerimize kazıdılar.

Neredeyse haritadan silinen, binlerce binası yıkılan, yıkılmayanların da oturulmayacak halde olduğu Antakya yaşıyor şimdi bu kaderi. Antakya'dan ümidi kesen, eski günlerin bir daha yaşanmayacağını gören insanlar ayrılıyorlar şehirlerinden bir bir. Kahramanmaraş'tan da, Adıyaman'dan da kaçıyorlar belki.
Dönüp arkalarına bakıyorlar mı, yoksa hiç bakmadan mı kaçıyorlar, kaçarken bir yandan da, bu kadar çok ev yıkılmışken neden bazı evler yıkılmadı diye kendilerine soruyorlar mı, ya da, yeni hayatlarında eskilerin hataları tekrarlarlar mı, yoksa gözlerini açarlar mı dersiniz?
Onu zaman gösterecek...
10 Şubat 2023 / C.E.Y. 

Funda Arar'ın seslendirdiği, sözleri Müfide İnselel'e ait Durulmalı şarkısının sözleri ile veda edelim yazıya: 

Issız sokaklarında yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa o kadar boş gelir
Gördüğün bütün yüzler birbirine benzer
Gün geçer, yaraları, silerse zaman siler

Issız sokaklarında yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa o kadar dar gelir
Bu şehirde daha durmak, sanki akla zarar
Gün geçer yaraları, sararsa zaman sarar

Güneş olmalı sıcak hep sıcak
Çiçek olmalı solmayan onu bulmalı
Yağmur olmalı sakince, ince yağmalı
Durulmalı, durulmalı, durulmalı

(Kapak fotoğrafını, geçtiğimiz günlerde deprem bölgesine giderek izlenimlerini paylaşan gazeteci arkadaşım Serhat Uçak'ın, Antakya'da kaydettiği videodan aldım. Tabii ki kendisinin özel izniyle.)

İLGİLİ YAZILARIM

9 Şubat 2023 Perşembe

Sarsıldık ve Yıkıldık

Anadolu, Arabistan ve Afrika levhaları diyorum, şöyle kenarda dursalardı sessiz sedasız. Ne manası vardı şimdi hareketlenmenin gecenin bir yarısı. 
Her şey yerli yerindeyken, insanlar kentlere yerleşmiş, evlerine kurulmuş, arabalarını evlerinin otoparkına, sokaklara, caddelere park etmiş, köylerde hayvanını ahırına, ağılına sokmuş, traktörünü kapısının önüne çekmiş, sobasını yakmış, çayını demlemiş, yemeğini yemiş, televizyonunu izlemiş, uykusu gelince çoluk çocuk sıcacık yorganının altına girmiş, derin uykulara dalmışken nereden çıktı bu itiş kakış? Üç levha aranızda neyi paylaşamadınız? Arada sırada kıpraşsanız da beş yüz yıldır sesiniz çıkmıyordu, şimdi bu neyin delirmesi?
İnsanlar atalete kapılsın, uyarılara kulaklarını tıkasın, bilimi yok sayıp "Bize bir şey olmaz yeaaa!" mantığına yaslansın, doğanın gücünü hafife alıp doğaya kafa tutsun diye mi beklediniz? Tam da bu kıvama geldiklerinde ve dünya hâlinin cazibesine kapılıp tedbiri bir kenara bıraktıklarında, tam da o anda ardı ardına bindiniz tepelerine değil mi?
"Biz bir şey yapmadık, bu bizim doğamız, suçu bize yıkıp durmayın. Hiç mi haritaya bakmadınız, arada sırada sallanıp sizi uyardık, hiç mi önlem almadınız, hiç mi akıl sormadınız, örneklere hiç mi göz atmadınız?" mı diyorsunuz?
Haklısınız. Ben de niçin size sardım bilmem. Çaresizlik işte...

Sarsıldık!
Wikipedia'da yüzyılın depremi "2023 Gaziantep-Kahramanmaraş depremleri" başlığı ile şöyle tanımlanmış:
"6 Şubat 2023'te, merkez üssü Gaziantep'in Şehitkamil ilçesi olan 7,8 Mw (± 0,1) büyüklüğünde ve 9 saat sonrasında, merkez üssü Kahramanmaraş'ın Ekinözü ilçesi olan 7,5 Mw  büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Depremlerin ardından 6,7 Mw  büyüklüğe kadar varan yüzlerce artçı sarsıntı gerçekleşti."
İşte bu kadar kuvvetli sarsıldık.

Sarsıldık!
Depremin olduğu gece, saat sabaha karşı 04:17'de büyük bir kıyamet koptu. Saniyeler içinde yıkılan, toprağa gömülen, yana yatan, üst üste yığılan binalar o kadar çoktu ki, şehirler adeta haritadan silindi. İlk depremden dokuz saat sonra gelen bir büyük deprem ile henüz yıkılmamış binalar da yıkıldı. 
Birbiri ardına gelen görüntüler ile defalarca sarsıldık. Mucize kabilinden kurtarılan her can ile sevinçten sarsılırken, binlerce bina altında kalan yüzbinlerin daha ne kadar dayanabileceği düşüncesi zihnimizi dokuz şiddetinde sarsıyor...

Suçlu, ayağa kalk!
Doğayı suçlayamayacağımıza göre, bu yıkılmanın suçlusu kimdi? Bir binayı tasarlayan mı, yapan mı, satan mı, alan mı? Denetleyen ve oturulabilir belgesi veren mi? Bilimle, akıl ve mantıkla konuşan, yönetimleri uyaran uzmanlarla birlikte çalışmayan yönetici mi? Gelir kapısı "İmar Barışı" mı?
Hepsi mi? Evet hepsi...
Peki ya bundan bir ders çıkacak mı?
1999'dan 2023'e gördüğümüz gibi, ders çıkıp çıkmadığını yirmi üç yıl sonra bir büyük deprem daha yaşandığında göreceğiz...

Bursa
Evet, bir sonraki durak Bursa diyor uzmanlar. Bursa ovasına yayılmış yerleşim yerlerinden birinde yaşayan biri olarak olası bir depremde zarar görme ihtimalim yüksek. Avuntum, az katlı ve dört yana doğru yayılan yatay bir binanın en üst katında yaşamam. Züğürt tesellim ise; kentsel dönüşüm furyasında inşa edilen, "depreme dayanıklı" binalardan birinde değilim. Kendimce deprem acil planım olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Lakin evimin yakınında bulunan ve Toplanma Alanı olarak gösterilen Üç Fidan Parkı'nda alt yapı olmadığını da söylemeden geçemeyeceğim. İhtimal ki bir afet anında, pişirilmek üzere tencereye dikine yerleştirilen yaprak sarmaları gibi ayakta dikileceğiz yan yana, sırt sırta. Ne acıkacağız, ne susayacağız, ne de tuvaletimiz gelecek. Hatta nefes bile almayacağız…

Evceğzim evceğzim
Biliyorum, ekranları başında depremi izleyen her kim varsa hepsi depremi iliklerine kadar hissediyor. Kimse bu felaketten başka bir şey düşünmüyor, başka bir şey izlemiyor, başka bir şey konuşmuyor. Yıkılan her evde kendi evini görüyor, kaybolan her canda kendi canlarını düşünüyor. 
Özene bezene aldığı koltukları, altına yaydığı halısı, mutfağındaki kabı kacağı, masası, yatağı, banyosu, tuvaleti, akan suyu, yanan sobası, kaloriferi. Ve tüm bunların kendisine sağladığı konfor. 
Karşısında ise bir anda elinden alınan bu konforlar ile en insani ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların görüntüsü. 
Can verenler için anlamını yitiren tüm bu konforlar, sağ kalanların yaşaması için elzemdi...

Orda kimse var mı?
1999 depreminde dışarıdan içeriye sesleniliyordu: "Orda kimse var mı?"
2023 depreminde içeriden dışarıya seslenildi: "Orda kimse var mı?" 
İlk anlarda organize olamamanın bedelini binlerce can ödedi. İçeride sıkışmış binlerce insan vardı, dışarıda ise kimse yoktu. Havaalanları zarar görmüş, yollar çökmüş, ulaşım çok zorlaşmıştı. İlerleyen günlerde toparlanıldı, yardıma koşuldu. Ancak dakikaların, hatta saniyelerin önemli olduğu anlarda geçen sürede kim bilir kaç can ruhunu teslim etti.
Karanlık ve soğuğa bir an önce çare bulmak lazımdı.

Yardım Ediyoruz
Depremin büyüklüğünü gören Türkiye, topyekun bir seferberlik başlattı. Yardımlar çığ gibi büyüdü. Deprem bölgelerine sevk edildi. TIR'lar dolusu yardım yeterince iyi koordine olunamadığından ihtiyaç sahiplerine ulaşmadı. Yardım gönderenlerin vicdanı rahattı, depremzedeler ise aç susuz bir halde hâlâ soğuktaydı. Askerden ilk anda destek alınmadı, bu da hatalar listesine eklendi.

Güven Meselesi
İnsanlar yardım için nedense devlet kurumlarını tercih etmedi. Ahbap, İhtiyaç Haritası gibi STK'lar insanlara daha güvenilir geldi. "Yeni Türkiye" olacağız diye diye eski Türkiye'nin birbirinden kıymetli kurumları adeta lağvedilmişti. Yine de Türkiye güçlü bir ülkeydi, insanları yardımseverdi, sevecendi. Bu duygular ile canla başla enkaz üstlerinde soluksuz çalıştılar. 
Lakin alan çok büyüktü, enkaz çok büyüktü, destek kuvvet gerekiyordu. Ordu sahaya çıktı, yurt dışından kurtarma ekipleri geldi, zar zor da olsa afet bölgesine ulaşıp arama kurtarma çalışmalarına katıldı. Arama kurtarma eğitimi almış insanlar ve hayvanlar dur durak bilmeden çalıştı.

Güvenlik meselesi
Can derdine düşmüş insanlar büyük bir güvenlik sorunu içindeydi. Açlıkla marketlere saldıran insanların dışında, arsızlıkla hırsızlık yapanlar da çoktu. Şimdi bir de enkaz altında kalanların, enkazdan çıkartılanların, enkaz başında bekleyenlerin can ve mal güvenliği ortaya çıkmıştı. Felaketzedeleri kim, kimi, kimden ve nasıl koruyacaktı?
Devlet hiçbir bahane olmaksızın vatandaşını koruyacaktı, korumalıydı...

Hijyen meselesi
Deprem alanındaki susuzluk, hijyen sorununu da gündeme getirdi. Depremzedelerin ve kurtarma görevlilerinin barınma ve beslenme sorunlarının daha da önemlisi tuvalet ve temizlikti. Temiz suya ulaşmak zordu. Kendini temiz tutmak ondan zordu.
Konser alanlarına kurulan seyyar tuvaletlerin, en acilinden felaket alanlarına yerleştirilmesi gerekiyordu.

İletişim meselesi
Akıllı telefonlar enkaz altında kalanların can simidi oldu. Adres bildirimleri sosyal medyadan yayıldıkça nokta atışı kurtarmalar gerçekleşti. Dezonformasyon denilen yalan yanlış bilginin yayılmasını önlemek için sosyal medya, özellikle de Twitter ve Instagram yavaşlatıldı, insanlar VPN'lere yöneldi. Enkaz altındaki insan telefonunun şarjını mı düşünsün, VPN mi düşünsün bilemedi. O arada da iletişimsizlikten can kaybı olduysa, ki olmuştur, bunun hesabı kimden sorulacaktı. Ben benden gittikten sonra hesap sorsanız ne olacak demeyin. Bu hesap, diğerlerinin gitmemesini sağlar...
****
Bugün depremin dördüncü günündeyiz. Arama kurtarma çalışmaları bir yandan, yardım hareketleri bir yandan, hepsi bölgeye akın etmiş durumda. Kayıp rakamları artıyor. Kurtarılanlar hepimizi mutluluk gözyaşlarına boğuyor.
Enkaz altında kalanlardan umut kesilip arama kurtarmaların sonuna gelindiğinde, enkaz kaldırılmaya başlanacak. O zaman yürekler bir kez daha, bir kez daha dağlanacak. 

10 bin + ev
Sayın Cumhurbaşkanımız yıkılan bölgelere bir yıl içinde yeni evler yapılacağını, her vatandaşa 10 bin lira verileceğini söyledi. Bir yıl içinde yapılacak evler ne kadar güvenli olabilir? Akçe konuşmanın ise sırası değil. Hem, hep şehirleri konuşuyoruz, peki ya köyler? Oralardan ne haber?
****
Levhaların çarpışması ile başlamıştım yazıma. Yine levhalara dönelim.
İtalya Ulusal Jeofizik ve Volkanoloji Enstitüsü (INGV) Başkanı Carlo Doglioni, Kahramanmaraş merkezli depremlerin, Anadolu yarımadasını 3 metre batı yönünde kaydırdığını söyledi.
Arap levhası Anadolu'yu ite ite kendini Avrupa'da bulacak besbelli. Niyeti Avrupalı olmak mıdır yoksa Avrupa'yı ve Anadolu'yu Araplaştırmak mıdır, bilmem. 
Şimdi, bu büyük depremin ardından levhalar yine uyuyacak, hiç beklenmedikleri anlarda da uyanacak. 
Bize düşen, levhaların, yani doğanın sesini ve nefesini dinlemek, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın coğrafyasını ve tarihini iyi bilmek, iyi öğrenmek ve iyi öğretmek, jeoloji mühendislerinin, inşaat mühendislerinin, mimarların, bilim insanlarının bilgisine kulak vermek, sorumluluğu, vicdanı ve ahlâkı bilim ve teknoloji ile birleştirmek, en çok da liyakati içselleştirmek.
Yoksa daha çok sarsılır, daha çok yıkılırız...

9 Şubat 2023 / C.E.Y.

DEPREM ve AFET YAZILARIM
‘Deprem’i Seyrediyoruz / 15 Mart 2011
Hepsi mi kader? / 22 Temmuz 2011
Kazma kürek kurtar’MA!! / 23 Ağustos 2011
Eşeğin sağlam kazığa bağlı mı? / 14 Kasım 2011
Or'da bir Van var uzakta… / 15 Kasım 2011
Subasmanınızın kotu nedir? / 5 Temmuz 2012
Acı bir yıldönümü… / 17 Ağustos 2013
En büyük afet ‘azgelişmişlik’ / 12 Kasım 2014
Öküz başını salladı / 21 Temmuz 2017
“Japonlar yapmış ağbi!” / 17 Ağustos 2017
Çokbilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Önce Tedbir, Sonra Emanet / 4 Ağustos 2019
Afet Değil Cinayet / 3 Kasım 2020
Sarsıldık ve Yıkıldık / 9 Şubat 2023

2 Şubat 2023 Perşembe

Öykülerden Şarkılar

Bursa Barosu Türk Müziği Korosu'nun 1 Şubat 2023 akşamı Uğur Mumcu Sahnesi'nde verdiği konserin teması "Şarkılar ve Hikâyeleri" idi. Filiz Başıbüyük şefliğinde sahne alan koro üyelerinin hepsi soloya çıktı ve öyküsü anlatılan şarkıyı seslendirdi. Şarkılar epey zorlu şarkılardı. İlk kez sahne alanlar dahil tüm solistler ön sırada kendilerini dikkatle izleyen Kutlu Payaslı karşısında bir parça heyecanlıydı. 
Seçilen şarkıların öykülerini gecenin sunuculuğunu üstlenen Perihan Öztürk'ten dinledik. 
Gördük ki, ümitsiz aşk, saplantılı aşk, platonik aşk, savaş, kaza, kavga, namus, onur, hasret, özlem, kader, keder, yaşanan her ne varsa hepsi şiirlerin doğumuna sebep olmuş, o şiirlerin geniş kitlelerce tanınmasına da bestekârlar vesile olmuş. Ki aşağıda göreceğiniz üzere, pek çoğu bir ya da iki dörtlükten oluşan ve yılları aşıp bugüne ulaşan, buram buram "hayat" kokan klasikleşmiş eserler.
Çok bilinmeyenli bir denklem olan aşk konusunun çözülememiş olması arkasında unutulmaz eserler bırakırken, bir yandan da dönemin ince ruhunu taşıyor. Aşığın zarafeti aşkını ilan ederken nasılsa, ayrılıkta da, acılar içinde ettiği sitemde de aynı. 
Üzerine en çok yazılan konunun "aşk" olduğuna bakacak olursak; Aşık Veysel'in “Aşk nedir?” sorusuna, “Seversin kavuşamazsın, aşk olur.” dediği gibi miydi aşk? Ya da her zaman bir taraf daha mı fazla seviyordu? Ya da bir taraf daha mı önce vazgeçiyordu? Attilâ İlhan'ın dediği gibi, ayrılık da sevdaya dahil değil miydi? Nedendi bu feryat, bu figan? Nedendi bu iç çekişler, bu unutamayışlar, bu melankoli? Unutmak kendine ihanet miydi? Unutmamak erdem miydi? Birçoğu ayrılıkla sonuçlansa da, bazı aşklar neden ölene kadar sürüyor, hatta neden ölümden sonra dahi yaşıyordu?
Şiirlerde, şarkılarda görüyorduk ki onların aşkı, şimdinin çiçek isimleriyle başlayıp, çok kısa bir süre içinde "farklı" isimlerle sonlanan zamane "aşk"larına benzemiyordu. Onlar hazzın başını beklemeyi bilen, içinde kabaran coşkuyu da, içine basan acıyı da vakurla karşılayan aşıklardı. 
Böyle bir aşkı yaşamayı kim istemez?
Lakin, Müfide İnselel'in "Kaldı ki, bu ben de değilim ne yazık ki!" dediği gibi kendisiyle de yüzleşmeli insan. Ya da Joe Louis'in "Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez" sözlerindeki gibi ne istediğini bilmeli.
Ah nerede o eski aşklar diye hayıflanmayın. Aşklar bir yere gitmedi. Siz almakla öyle meşgulsünüz ki, kucaklamayı unutmuşsunuz. Sevmeyi değil sevilmeyi ister olmuşsunuz. Vermeyi değil almayı bekler olmuşsunuz...

Neyse, sözü daha fazla uzatmadan şarkılara ve öykülerine dönelim. 

Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin
Atıfet Hanım, Panorama Gazinosu'nda Selahattin Pınar Münir Nureddin Selçuk'a eşlik ediyor. Selahattin Pınar Atıfet hanımla göz göze gelir. Konser sonrası buluşurlar ve Selahattin Pınar Atıfet hanıma evlenme teklif eder. Selahattin Pınar 37, Atıfet hanım 19 yaşındadır. Atıfet hanımın ailesi bu evliliği onaylamaz. Burhan Bey'in "Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin" şiirini besteleyerek Atıfet Hanım'a yollar. Atıfet hanım Selahattin Pınar'a kaçar. Ömürlerinin sonuna kadar birlikte yaşarlar.
Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin 
Yetmez mi bu hasret daha yıllarca mı sürsün 
Hülyalarımın menbaı bir taze çiçeksin 
Bekletme yazık sen de solar sen de çürürsün
Bu eseri Bursa Barosu Türk Müziği Korosu Şefi Filiz Başıbüyük'ten dinledik.

Kimseye Etmem Şikâyet
Bu şarkı 13 yaşındaki bir kız çocuğunun sessiz haykırışını anlatır. İhsan Raif Hanım Beyrut'ta dünyaya gelir. Hayatını 12 yaşına kadar Adana'da sürdürür. Dönemin valisi olan babasının görevi dolayısıyla İstanbul'a taşınır. Bir gün oturdukları konağı hiç tanımadıkları adamlar basar ve İhsan Raif hanımı kaçırmak isterler. Küçük kızı kaçıramazlar ancak kız hakkında pek çok olumsuz dedikodu üretirler. Babası Köse Mehmet Raif Paşa bu duruma daha fazla dayanamaz. Kızını kaçırmaya çalışan Mehmet Ali'yi bulur ve kızını bu adam ile evlendirir. İhsan Raif Hanım kendisinden onlarca yaş büyük olan Mehmet Ali ile zorla evlendirilir. İzmir'e gitmeden önce duygularını bir kâğıda döker ve o yıllardaki en yakın dostu olan kemani Serkis Efendi'ye teslim eder. Serkis efendi şiiri besteler ve ortaya Türk Sanat Musikisi'nin klasik eserlerinden biri olan 'Kimseye Etmem Şikayet' çıkar...
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime 
Titrerim mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikbalime . 
Perde-i zulmet (karanlık perdesi) çekilmiş korkarım ikbalime 
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Bu eseri Melike Yurter seslendirdi.

Baharda bu yıl bir melâl var hüzün gibi
Solist Erdoğan Özekin arşivlerde hikâyesine ulaşılmayan "Baharda bu yıl bir melâl var hüzün gibi" eserini seçmiş. Bestesi Cevdet Çağla'ya ait bu şarkının güftesi Selim Aru'ya ait. Şair hüznünü bir dörtlüğe sığdırmış ve bu hüznün nedenini kimseye yüklememiş. Sadece sormuş. "Neden?"
Baharda bu yıl bir melâl var hüzün gibi 
Bülbülde ses gülde renk açmaz olmuş, neden 
Gönülde sarı bir hicran var yüzün gibi, 
Bülbülde ses gülde renk açmaz olmuş, neden

Unutturamaz Seni Hiçbir Şey - Unutmadım Seni Ben
Müzehher Özerinç ve Ekrem Güyer'in öyküsüdür bu. Öykü 1943 yılında Ankara Radyosu'nda başlar. İki stajyer öğrencinin öyküsü 1944 yılında evlilikle taçlanır. İki yıl sonra çocukları Metin dünyaya gelir. Ekrem bir gün sevdiği kadın için bir beste hazırlar.
Unutturamaz seni hiçbir şey, unutulsam da ben
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem
Bir sisli hazan kesilir ruhum, eğer görmezsem
Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem
Bu eseri Nabi Ergin seslendirdi.
19 Şubat 1954 günü Ekrem Güyer vefat eder. Ani ölüm ile yıkılan Müzehher Hanım duygularını bir şiir ile ifade eder.
Unutmadım seni ben unutmadım, her zaman kalbimdesin
Aylar, yıllar geçti, söyle söyle sen nerdesin
Anlaşıldı, sen geri dönülmeyen yerdesin
Unutmadım, unutamadım seni ben, her zaman bendesin
Müzehher Hanım unutulmayacak aşkının güftesini bestekâr Şekip Ayhan Özışık'a verir. Özışık bu sözleri Karciğar makamında besteler.
Bu eseri İhsan Bölük seslendirdi.
İhsan Bölük
Nedir bu hâletin ey meh cemâlim
Beş yaşındaki çocuğunun yaramazlığına bir tokat ile cevap veren babası çocuğun ölümüne sebep olur. Komşularında yaşanan olaya çok üzülen Niğdeli Hikmet Bey bu acıyı şiirine taşır. Bestelemesi için Şevki Bey'e verir. 
Nedir bu hâletin ey meh cemâlim
Nasıl kıydı sana o kanlı zâlim
Tükendi akl-û endişem hayâlim
Aman söyle perîşân oldu hâlim
Bu eseri Tülin Sarıbey seslendirdi.

Sakın Geç Kalma Erken Gel
Ahmet Rasim mesai saatlerinde içki kullanmaz, saatlerce yazar, ancak akşamları başka bir hayata dalardı. Üç beş ay evinin semtine uğramadığı günlerin birinde evine döner. Gelir gelmez de arkadaşı Selim Paşa'nın kendisini gazinoya çağırdığını söyler. Hanımı uzun zamandır yüzünü görmediği eşini "Sakın geç kalmayınız, bu akşam erken geliniz" sözleriyle uğurlar. Ahmet Rasim bu sözü kendi kendine tekrarlar, bunu bir kıta haline getirir. Masada bulunan Tatyos efendi güfteyi hemen besteler.
Kaynak: https://core.ac.uk/download/pdf/38316491.pdf
Bu akşam gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel
Tahammül kalmadı asla, sakın geç kalma erken gel
Cefâ etme bana mâh'ım, tutar sonra seni âh'ım,
Beni üzme şîvekârım, sakın geç kalma erken gel.
Bu eseri Nurcan Zeytinciler seslendirdi.

Gurbet O Kadar Acı Ki
Kemalettin Kamu'nun "Gurbet" şiirini çok beğenen Yıldırım Gürses, iki yıl boyunca cebinde gezdirdiği şiiri bir türlü notaya dökemez. Anadolu turnesine çıktığı bir dönemde Hakkâri'ye gider. Konser sonrası kendisine bir telgraf gelir. Telgraf babasındandır.  Telgrafta, "Oğlum, şu an belki Türkiye'nin en uzak köşesindesin ama sen benim kalbimin içindesin" yazıyordur. Bu duygularla Gurbet şiirini besteler.
Gurbet o kadar acı ki, ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde
Ne bir arzum, ne emelim, yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde
****
Eriyorum gitgide, elveda her ümide
Gurbet benliğimi de bitirdi bir içimde
Ne bir arzum, ne emelim, yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde
Bu eseri Sabahat Erdoğan seslendirdi.

Ormancı Türküsü
1922'de Belen'de dünyaya gelen Mustafa'nın en yakın arkadaşı köy muhtarı Tevfik Bey!dir. İkisi de dama oynamayı severler. Bir oyun sırasında köy kahvesine Sarı Mehmet lakaplı orman memuru Mehmet İn sarhoş bir halde gelir. Muhtar ile aralarında, bir takım evrak üzerine tartışma çıkar. Mehmet dama tahtasına bir yumruk atar ve tahtayı devirir. Mustafa da ormancıya bir yumruk atar. Ormancı Mustafa'yı kolundan bıçaklar. Mustafa silahına davranır, ancak kurşun ormancıya değil, can arkadaşı Tevfik'e isabet eder. Muhtar Tevfik kan kaybından can verir. Mustafa yıllarca hapis yatar. Ormancı bölgeyi terk eder. Mustafa'nın akrabası olan Değirmenci Pisili Tahir Usta tarafından söylenen ve zamanla ünü Türkiye geneline yayılan türkü, Nazmi Yükselen tarafından derlenir ve TRT repertuvarına katılır.
Aman ormancı, canım ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı.
Bu eseri Serhat Yıldırım seslendirdi.

Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın
Şair Melek Hiç, bir sevgiliye değil de Hz. Muhammed'e yazdığı bu şiiri bestelemesi için Hafız Amir Ateş'e verir. Amir Ateş o dönemde yakın bir dostlarının evinde kalıyordur. Elektriklerin olmadığı bir gece, korkudan ağlayan ve kimsenin susturamadığı evin küçük çocuğunu susturabilmek için piyanosunun başına geçen Amir Ateş, piyanonun tuşlarına dokunur. Ortaya çıkan melodi ile Melek Hiç'in şiirinin örtüştüğünü fark eder. 
Bu eseri İsmail Eren ve Gülşah Taşdemir birlikte seslendirdi.

Birinci bölümün son şarkılarından, Bodrum'un Bodrum olmadığı dönemlerde yaşanan hazin bir hikâyeden ortaya çıkan Çökertme'yi Fikri Tunç Keskin'in; Onur Şenli tarafından 19 yaşında kaleme alınan ve hayali bir meyhaneyi tasvir eden, adı "Gece, Şarap ve Aşk" iken basılması için gönderildiği dergi editörü tarafından "Agora Meyhanesi" olarak değiştirilen ve İsmet Nedim Saatçi tarafından bestelenen eseri Melike Gökçe Ak'ın sesinden dinledik. 

Selahattin Pınar ve babası arasında yaşanan ve sonsuza kadar kopuşa neden olan olayın üzerinden yıllar geçer. Bir gün babasının ölüm haberi gelir. Selahattin Pınar o gece güftesi Mustafa Nazif Irmak'a ait "Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım" şiirini besteler. Bu eseri Cemal Akkoyunlu seslendirdi.
Hacı Arif Bey ile Zülfünigar'ın aşkı dillere destandır. Evlenirler, kızları olur. Ancak Zülfinigar verem hastalığına yakalanarak ölür. Hacı Arif Bey'in bu acıyla, kendisini çok etkileyen ve güftesi Namık Kemal'e ait olan “Olmaz İlaç Sine-i Sad Parame” şiirini besteler. 
Bu eseri Ali Arabacı seslendirdi.

Ben Gamlı Hazan'ın gerçek olmayan hazin öyküsü 
Teyit sitesi Malumatfuruş, Ben Gamlı Hazan eserinin yazılışını anlatan öykünün gerçek olmadığını yazar. Malumatfuruş sayfasında yer alan araştırmaya göre Melahat Pars’ın genç yaşlarında Sıtkı Angınbaş’tan ders alırken, kendisinden oldukça yaşlı hocasına aşık olduğu, hocası Sıtkı Angınbaş’ın bu ilgiyi sezdiği, bu ilgiyi geri çevirmek adına Ben Gamlı Hazan şarkısının sözlerini yazdığı, Melahat Pars’ın da bu şiiri bestelediği yönündeki hikâye gerçek dışıdır. Melâhat Pars’ın musiki dersi aldığı isimler arasında Sıtkı Angınbaş’ın adı geçmemektedir. Melâhat Pars, 1966 yılında yani 48 yaşında Ben Gamlı Hazan’ı bestelemiştir. Melâhat Pars - Sıtkı Angınbaş yakınlaşmasına ya da Gamlı Hazan’ın beste ve güfte hikâyesine dair güvenilir kaynaklarda bir iz görünmemektedir. Melâhat Hanım’ın babası “Muallim” lakabıyla tanınan İsmâil Hakkı Bey değil; Ordulu tütün eksperi İsmail Hakkı Bey’dir. 
Bu eseri Günay Dursun seslendirdi.

On iki şiiri Erdinç Çelikkol tarafından bestelenen Lami Güray, Mudanya Kızı (Ey Şanlı Beldenin Kahraman Kızı) şarkısını hangi Mudanyalı kız için yazdığını sorduklarında, tüm Mudanyalı kızlara olarak açıklar. Sadettin Kaynak tarafından bestelenen bu eseri Metin Sezgin seslendirdi. (İnternette dolaşırken, Avukat Metin Sezgin'in baba dostu dediği Lami Güray ile ilgili anlattığı bir anıya rast geldim. Okumak isterseniz tıklayınız.)

Aslında bir ağıt olduğu söylenen ama oyun havası olarak algılanan Hey Onbeşli türküsünün kahramanları Halil ve Hediye'dir. Tokat'tan Çanakkale Savaşı'na gönüllü giden 15'li Halil'in sözlüsü Hediye kaçırılır. Savaş sona erince Hediye serbest bırakılır. Hediye köye döner. Hediye'yi bekleyen Halil olanları öğrenince kavuşmak ahirete kalır.
Vikipedia'da ise Hey Onbeşli türküsü üzerine şunlar yazar: Türkünün ilk kaydı olan Feryadi Hafız Hakkı Bey’in okuduğu plak kaydında, türkünün sözleri Hediye adlı sevgilisi ile gizlice buluşmaya giden, ancak yakalanmak üzereyken canını zor kurtaran haylaz bir delikanlının öyküsünü anlatır. Bağlarda veya diğer âlemlerde oturak havası, düğünlerde oyun havası olarak icra edilen türkünün sözlerindeki on beşli vurgusundan yola çıkarak ağıt olarak algılanmaya başladığı düşünülür. 
Tokat'ta yerel olarak yayımlanan "İlk Çaba" dergisinin 1968 tarihli 14. sayısına göre türkünün öyküsü şöyledir: "Osmanlı İmparatorluğunun 5-6 cephede savaşması ve çok şehit verilmesi sebebiyle 1315 doğumluların askere alınmaktadır ve Tokat’ta yaşayan Hediye adlı bir kızın 1315 doğumlu olan nişanlısı da askere alınır. Türkü, bu heyecanla yakılmış ve halk ağzında bestelenerek bugüne kadar söylenegelmiştir."
Benim kısa bir alıntı yaptığım metnin bütünü için dört farklı kaynak kullanılmış. Bu kaynaklardan ikisini paylaşmak isterim:
Hey Onbeşli Ağlatmalı mı Oynatmalı mı? / Necdet Kurt / 8 Haziran 2020, 
Hey Onbeşli Onbeşli / Repertükül - Türkü Ansiklopedisi
Bu eseri Gülten Ceylan seslendirdi.

Kapın Her Çalındıkça
Ferit ile Canan'ın aşkı, Yusuf Nalkesen ile üç yıl süren komşulukları, Canan'ın gidişi, Ferit'in yıkılışı, içine kapanışı, Canan'ı bekleyişi, gelir de duymazsam diye aylarca kapısı açık yatışı, çalar da duymazsam diye kapıya dört zil birden taktırışı, Canan'ın dönmeyişi, Ferit'in kahırdan hastalanışı, İzmir Akıl ve Ruh Hastalıkları Hastanesi'ne yatırılışı, iki yıl sonra Canan'ın dönüşü ile çalan ziller, Yusuf Nalkesen'in, Ferit'in Canan'a bıraktığı zarfı Canan'a uzatışı ve kapıyı kapatışı, Canan'ın hıçkırıklara boğuluşu. 
Bu öyküden bestesi ve güftesi Yusuf Nalkesen'e ait şarkı doğar.
Kapın her çalındıkça o mudur diyeceksin
Beni kaybettin artık sen çok bekleyeceksin
Hele bir yalnız kal da nasılmış göreceksin
Beni kaybettin artık sen çok bekleyeceksin
Bu eseri İsmail İşyapan seslendirdi.

Orhan Seyfi Orhon'un kanserden kaybettiği kızına verdiği "ağlamayacağım" sözünü tutamaması üzerine yazdığı Veda Busesi şiirini Yusuf Nalkesen besteler. Şarkıyı her dinleyen eseri kendi halet-i ruhiyesine göre yorumlar. 
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?

Gelse de en acı sözler dilime
Uçacak sanırdım birkaç kelime...
Bir alev halinde düştün elime
Hani ey gözyaşım akmayacaktın?
Bu eseri İsmail Eren seslendirdi.

Okyanus şiiri, Nadide Gülpınar'ın Cemal Safi'ye olan tek taraflı platonik aşkının ürünüdür. Cemal Safi Akçay 2000 Şiir Festivali'nde tanıştığı Nadide Hanım'a , "Kış geçsin, ilkbahara geleceğim, bekle!" demiştir de, gelmemiştir. Nadide Hanım Mersin'dedir. Cemal Safi Ankara'da. Okyanus mudur iki şehrin arası, kaç saatlik yoldur şunun şurası... Şiiri Talat Er besteler. 
Bu eseri Cihan Kaynak seslendirdi.

Sevdiği kız için Turgut Yarkent'ten bir şiir yazmasını isteyen arkadaşına Yarkent sorar, "Kızı bana biraz anlatır mısın? Gözleri ne renk mesela?". Arkadaşı "Unuttum!" der. Arkadaşı birkaç gün sonra Turgut Yarkent'e şiiri sorar. Yarkent yine benzer sorular sorar, arkadaşı yine cevaplayamaz. Bunun üzerine Turgut Yarkent arkadaşının "sevdiğini söylediği" kızın ağzından bir şiir yazar. Duydum ki Unutmuşsun Gözlerimin Rengini... Şiiri Selahattin Altınbaş besteler.
Bu eseri Özlem Önen Kayalı ve Yusuf Aydın birlikte seslendirdi.

Necdet Tokatlıoğlu'nun bir uçak yolculuğu esnasında yaptığı besteyi, bu sırada koltuk komşusu ile yaşadığı sıkıntıyı, daha sonra, yan koltukta oturan Yargıtay üyesi beyefendinin, "Bir bestenin doğuşuna tanıklık ettim" sözleriyle gerginliğin tatlıya bağlanışı, güftesi Türkan Ateş'e ait olan Artık Yeşerecek Bir Dalım Yok şiirinin şarkı haline geliş öyküsüydü. Peki ya şiirin ortaya çıkış öyküsü neydi? Üç günlük ömrü bir günde bitirmenin öyküsü neydi? Mutluluğa paydos demek niyeydi?
Bu eseri Mehmet Ersin Edel seslendirdi.

Ah Bir Ataş Ver
Konserin son eserinin öyküsü diğer öykülerden daha az hazin değildi. Öykü ülkeyi yasa boğan 22 gencin öyküsüydü.
Tarih 4 Nisan 1953, Saat 02:15; yer Çanakkale Boğazı Nağra Burnu açıkları.
Gittiği uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar Denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland şilebi ile çarpışmıştır. Dumlupınar Denizaltısı çarpışmanın etkisiyle saniyeler içinde sulara gömülmüştür. Gemide 81 kişilik mürettebattan 59 mürettebat hayatını kaybetmiş ve geriye yalnızca 22 kişi sağ kalmıştır ancak bu 22 kişi geminin torpido bölümünde mahsur kalmıştır. Telefon şamandırasını su yüzeyine fırlatırlar. Bu sayede gemi ile irtibat da sağlarlar. Gemidekiler sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için seferber olurlar. Bir yandan da uyarılarda bulunurlar. "Oksijeni idareli kullanmak istiyorsanız şarkı-türkü söylemeyin ve sigara kullanmayın!"
O anda bir anons duyulur: "Türkü söyleyebilirsiniz ve sigara içebilirsiniz."
O 22 kişi hep bir ağızdan şu türküyü söyler:
Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen sallan gel ben boyuna bakayım
7 Nisan'da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirir. 22 asker ölüme terkedilmiştir. 4 Nisan 1953, Türkiye'nin en kara günlerinden birisi  olarak tarihe geçer.
Bu eseri Özlem Önen Kayalı seslendirdi.

Rüya ile gelen şarkı
Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun’u da aralarına alan koro, konserin son şarkısı olan Erişti nev-bahâr eyyâmı, açıldı gül-i gülşen şarkısını hep birlikte söyledi.
Bu şarkının da bir öyküsü var elbet. Dinleyin:
Günlerden bir gün Ârif Sâmi Toker, çalışmalarının tam orta yerinde kucağında notalar, elinde udu ile tatlı bir uykuya dalar. Rüyasında kendini III. Ahmed’in huzurunda bulur. III. Ahmed devrin Şairi Nedim’e, “Nedim oku bakalım şu bahar gazelini” der ve daha sonra “Ârif, şimdi şu bestelediğin Gazel’i oku da dinleyelim bakalım” der. Ârif şarkısını Nedim şiirini icra eder. Ârif Sâmi Toker daldığı uykudan silkinerek uyanır. Nedim’in şiirinin bestesi ile bire bir uyumlu olduğunu görür. Ve rüya ile gelen şarkı böyle doğar.
****
Şarkılarla ve hikâyeleriyle dolu dolu yaşanan bu güzel gece Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun'un Şef Filiz Başıbüyük ve gecenin sunucusu Perihan Öztürk'e çiçek takdimi ile nihayetlendi.
Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun - Şef Filiz Başıbüyük
Metin Öztosun - Perihan Öztürk
 Çello Tuğberk Çelikkol, Ut Sercan Erenler, Kanun Savaş Özkök, Ritim Batın Çakal ve Av. Mustafa Güleç
2 Şubat 2023 / C.E.Y.