31 Aralık 2019 Salı

Kalenin Dibinde Bir Taş Olaydım

Yeni bir yıla, 2020'ye ulaşmışken; 
Eski yılı, 2019'u bir şölenle; Kırım-Kerkük-Karabağ Sanat ve Dostluk Şöleni ile uğurlamak için 28 Aralık gecesi Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'ndeydim.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Kent Konseyi ve Azerbaycan Kültür Derneği Bursa Şubesi işbirliğiyle düzenlenen şölende Kırım, Kerkük ve Azerbaycan müzikleri seslendirildi. Ayrıca Kırım Derneği Cıyın Ansambli ile Azerbaycan Derneği Halk Dansları Topluluğu programa danslarıyla katıldılar.
Abdullah Kurbani şefliğindeki Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu, TRT sanatçısı Ahmet Tuzlu, Feryal Başel Tüzün ve Sekine Kurbani ile çiçeği burnunda koro Azerbaycan Kültür Derneği Korosu'na eşlik etti. 
Azerbaycan Kültür Derneği Bursa Şubesi Başkanı Handan Askeran Ton'un açılış konuşmasıyla başlayan gece yine coşku dolu, yine milli duyguları kabartan, yine barışçıl, yine sanat doluydu. 
Gecenin sunuculuğunu yapan Könül Şamilkızı'nın de dediği gibi, üzüntüleri bir yana bırakıp güzellikler peşine düşen, teması birlik ve beraberlik olan gece, yine dolu dolu geçti kısacası.
Gecenin finalinde gecenin mottosu da olan, “Kalenin dibinde bir taş olaydım” ezgisi, Sekine Kurbani, Feryal Başel Tüzün ve Ahmet Tuzlu tarafından seslendirildi. Türk dünyasının ortak söylediği Kaleden Kaleye Bir Kuş Uçurdum (Türkiye), Galanın Dibinde Bir Guş Olaydım (Azerbaycan), Kalenin Dibinde Bir Taş Olaydım (Kırım), Kalanın Dibinde Bir Taş Olaydım (Kerkük) eseri farklılıklarıyla ama aynı ruhla seslendirildi.
Biliyorduk ki o taş yerinde ağırdı, o taş yerinden oynatılamaz, kaldırılamazdı.
O bir tek taşın gücü ile burada bir aradaydık.
Yarın hakkın divanına alnımız açık çıkacaktık...
Kırım-Kerkük-Karabağ Sanat ve Dostluk Şöleni, “Yaşa Azerbaycan” parçasının hep bir ağızdan söylenmesi ile nihayetlendi. Salonu hınca hınç dolduran izleyiciler şarkı ve türkülere ellerindeki bayraklarla eşlik ettiler. 

Türkçe konuşa konuşa Çin'e kadar gidebilir miyiz?
Ben de yazımda acılara yer vermeyeyim ama şölen boyunca aklımdan geçenlere şöyle bir dokunayım istedim.
Kalenin Dibinde Bir Taş Olaydım eserinin farklı illerde, farklı söylenişlerini görünce, acaba Türkçe konuşa konuşa Çin'e kadar yürüyebilmek mümkün müdür diye düşündüm o an.
Tabi bunu hemen her soruya cevabı olan Google'a sordum. Karşıma önce ekşi yazarları çıktı. Kiminin yorumları olmaz öyle saçma iddia tadındaydı, kimisi de neden olmasın diyordu.
Ekşi Sözlük'te, "Lehçe ve ağız farklılıkları olacak ama bilimsel olarak sırasıyla Türkiye - Azerbaycan (veya Kuzey İran) -Türkmenistan - Kazakistan - Özbekistan rotasını izleyerek Türkçe konuşa konuşa Çin'e kadar ister yürüyerek ister uçakla gidebilirsiniz. Bu saydığımız ülkelerin hepsi Türk dili konuşur." cümlesini yazan kişi adeta, olur olur, bal gibi olur diyordu.
İnternette Türkçe konuşa konuşa acaba nereye kadar gidebilirim diye bakarken karşıma Türkçe’nin Konuşulduğu Coğrafyalar'ın yazılı olduğu bir sayfa çıktı. Veriler güncel midir bilmiyorum ama sayılara bakınca Şanar Yurdatapan'ın "Yayılmışız dünyanın dört bir yanına!" dediği kadar varmışız dedim. 

Türkçe’nin Konuşulduğu Coğrafyalar
Türkçe bugün yaklaşık 12 milyon kilometre karelik geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır. Ünlü Türkolog Radloff’a göre dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş bir alana yayılmış başka bir dil yoktur. Bu dilin sınırları Bosna’dan Çin Seddi'ne, Orta İran’dan Kuzey Buz Denizi’ne ulaşmaktadır.
Dünyada Türkiye ve Kıbrıs dışında Türkçe'nin konuşulduğu bölgeler ve konuşan sayısı şöyle:

Avrupa’da:
Batı Avrupa ülkeleri: Türkiye Türkçesi (2 milyondan fazla)
Bulgaristan: Türkçe (yaklaşık 1 milyon), Tatarca (11.000), Gagauzca (yaklaşık 5.000) 
Makedonya: Türkiye Türkçesi (80.000)
Moldova: Gagauzca (150.000)
Litvanya: Karayca (50)
Polonya: Karayca (20)
Romanya: Tatarca (24.000), Türkçe (yaklaşık 24.000), Gagauzca
Yugoslavya: Türkiye Türkçesi (yaklaşık 20 bin)
Yunanistan: Türkiye Türkçesi (yaklaşık 120 bin)
Asya’da:
Afganistan: Özbekçe (1.4 milyon), Türkmence (380.000), Kazakça (2.000), Karakalpakça (2.000), Kırgızca (500), Afşarca (45.000).
Azerbaycan: Azeri Türkçesi (6 milyon)
Çin: Yeni Uygur Türkçesi (7 milyondan fazla), Kazakça (1 milyondan fazla), Kırgızca (140.000), Salarca (yaklaşık 74.000), Sarı Uygurca (5.000), Tuvaca (400)
Ermenistan: Azeri Türkçesi (40.000)
Gürcistan: Azeri Türkçesi (300.000)
Irak: Irak Türkmence (yaklaşık 400.000)
İran: Azeri Türkçesi (13 milyon), Kaşgayca (1.5 milyon), Horasani (2 milyon), Türkmence (500 bin), Halaçça (28.000)
Kazakistan: Kazakça (7.3 milyon), Özbekçe (350.000), Tatarca (340.000), Uygurca (245.000), Çuvaşça (23.000), Gagauzca (1.000)
Kırgızistan: Kırgızca (2.4 milyon), Özbekçe (600.000)
Moğolistan: Kazakça (100.000), Yeni Uygurca (1.000), Tuvaca (6.000)
Rusya: Oyrotça, Teleütçe (52.000), Hakasça (58.000), Şorca (10.000), Tuvaca (200.000), Yakutça (400.000), Dolganca (5.000), Çuvaşça (1.125.000), Tatarca (3 milyon), Başkurtça (1 milyon), Kumukça (30.000), Nogayca (70.000), Karayca (70.000), Balkarca (40.000), Gagauzca (10.000)
Tacikistan: Özbekçe (1.4 milyon)
Türkmenistan: Türkmence (3 milyon), Özbekçe (350 bin), Kazakça (80 bin)
Ukrayna: Gagauzca (32 bin), Kırım Tatarcası (300 bin)
Özbekistan: Özbekçe (16 milyon), Karakalpakça (450 bin), Kırım Tatarcası (200 bin), Kazakça (900 bin), Çuvaşça (9 bin).

Avustralya’da: 
Türkiye Türkçesi (40.000)
(Kaynak: Kültür Portalı )

Her coğrafyanın Türkçesini tam olarak anlayamasak da yine de bir şekilde anlaşır, bazen kalenin dibinde bir taş olur, gelene geçene yoldaşlık eder, bazen de gelen geçen olup kalenin dibindeki taşa selam ederdik.
Dillerimizi anlamayıp konuşamasak da bir ıslık tutturur, bir yerlerden bir ezgi yakalar, müziğin evrensel diliyle anlaşırdık. Hele üzerine bir de dansı koyduk mu, en anlaşılmaz dilleri bile anlaşılır kılardık...
Dilden çıkıp kıyafetlere gelelim.
Bir insanın hangi zaman diliminde yaşadığını en çok kıyafetlerinden anlarız herhalde. Üzerinde kıyafetleri olmayan çıplak insanları herhangi bir zamana yerleştiremeyiz. 
Halk dansları yapan folklorcular da giydikleri dönem kıyafetleri ile bizi geçmişe sürüklerler. Giydiği kıyafetin ruhuna bürünen kişi rolünü de iyi, yapar, dansını da iyi oynar. Bakışları değişir, duruşu başkalaşır, geçmişin kollarına bırakır kendisini.
Onları izlerken atalarını görür insan. 
"Bu genç kız benim büyük ninemin gençliğiydi sanki ya da belki büyük büyük dedem de gençken böyle dans ediyordu."
Yaşlı doğmamışlardı ya, onlar da böyle kıpır kıpır gençlerdi kendi çağlarında.
Sonra zamanlar geçti, yaşlar büyüdü, acılar çoğaldı, göçler başladı. İnsanlar oradan oraya savrulurken ne gençlikleri kaldı ellerinde, ne de neşeleri. 
Kendilerinden sonra gelenleri acılardan uzak tutup sağlıklı bireyler olarak yetiştirmekti tek dertleri.
Kendi ateşleri yüreklerinde yanmaya devam etse de bağırlarına taş basıp hayata tutunmuşlardı.

Sahnede Kırım, Kerkük ve Karabağ danslarını yapan dansçılar arada bir de olsa kendilerini büyük büyük nineleri ya da dedeleri olarak görüyorlar mıdır diye düşündüm hep.
O ruhu hissedip o ruha bürünüyorlar mıdır?
Ben onları izlerken Hazar kıyılarından Dağıstan dağlarına, Kırım'dan Kuzey İran'a dolanıp duruyor, eski zamanların büyüsüne kapılıp adeta zamanda yolculuk yapıyordum.
Kıyafetler ve müzikti beni yıllar ve yıllar öncesine taşıyan.
Salondaki atmosfer de köklerine dönmüş ve o ruhu yakalamıştı.
Maksat hasıl olmuş, birlik ve beraberlik sağlanmıştı.
Herkes biliyordu ki bu coşkunun içinde acı, gözyaşı, hasret, kıyım, kan ve ızdırap vardı.
Yine de her şeye rağmen varlığını sürdürebilmekteydi marifet.
Varlığını sürdürürken bir yandan da geçmişi unutmamaktı.
****
1918 yılında Mehmet Emin Resulzade tarafından kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılı anısına 26 Ocak 2019 günü Bursa'da düzenlenen etkinlik beni çok etkilemiş ve bu derin etki bana "Ey Şanlı Azerbaycan" yazısını yazdırmıştı. O yazımı da okumanızı isterim. 
Gece boyu ve sonrasında hep düşündüm ki;
Bunca yıllık ömrümde acaba kalenin dibinde bir taş mıydım, yoksa kalenin önünden gelip geçen bir yolcu muydum?
Taş olup gelene geçene yoldaş mı olmuştum, yoksa yüz yıllardır kalenin ayakta dimdik durmasına vesile olan o taşın yoldaşlığına minnet duyan bir yolcu mu olmuştum?
Hem taş hem yolcuydum belki de.
Kim bilir... 
31 Aralık 2019 / C.E.Y.

20 Aralık 2019 Cuma

Kapı

Yüksek katlı binaların birinde yan yana dairelerde yaşıyorlardı. Zaman zaman karşılaşıp selamlaşıyor, ya evlerine ya yollarına gidiyorlardı.
Adam nazik, kadın kibardı.
Kendi hallerinde sessiz sedasız girip çıkıyorlardı evlerine.
Kapılarını açtıklarında yaşadıkları hayat ile kapılarını kapattıklarında yaşadıkları hayat arasında gidip geliyorlardı.
Kapının ya önündeydiler ya arkasında.
Ya içerideydiler ya dışarıda.
Bazan birbirlerinin tıkırtısını duyuyorlardı bitişik duvarların ardından. Bazan adamın tarafından günlerce ses gelmiyordu. Bazansa defalarca açılıp kapanan daire kapısından ve içeriden duyulan konuşmaların fazlalığından kadın adamın evde olduğunu anlıyordu.
Duvarın arkasından duyduğu o sesler onun yalnızlık hissini hafifletiyor, bedenine, yaz akşamlarının ince serininde ürperen omuzlarının üzerine aldığı şal misali rahatlatan bir sıcaklık veriyordu.
Oysa aylar önce kendi başınalığı seçmiş, özgür kalmak istemiş, bunun için büyük mücadele vermişti. Evli ve yalnız olmaktansa, bekar ve yalnız olmayı tercih etmişti.
Yalnızdı, iyiydi, iyiydi, iyiydi…
Peki ya niçin yan daireden gelen ses onun yaralı ruhuna merhem oluyordu?
Niçin ses kesilince yalnızlığı daha bir koyulaşıyordu?
Yalnızlık güzeldi.
Kimse için değil, kendin için yaşamak güzeldi.
Kimseden bir şey beklememek güzeldi.
Peki ya yandaki adam da kendisi gibi yalnız mıydı?
Image for postImage for post
İş dönüşü eve girmeden uğradığı kafelerden birinde gördü adamı bir akşam üzeri.
Birkaç arkadaşıyla koyu bir sohbete dalmıştı adam.
Kahvesini alarak bir köşeye çekildi, kaçamak bakışlarla izlemeye başladı adamı.
Niye izliyordu ki onu böyle hırsız gibi?
Biriyle ilgilenmeye mi ihtiyacı vardı, birinin onunla ilgilenmesine mi, neye? Tam da yalnız yaşamanın huzuruna ulaşmışken, içindeki yalnızlığa çare mi arıyordu?
Kahvesini ağır ağır yudumlarken sorular bir o yana bir bu yana kaçıştılar zihninde.
Bir gün tam evden çıkıp, daire kapısını kilitlerken adam da çıktı evinden. Aynı anda kilitlediler kapılarını. Günaydınlaştılar karşılıklı. İkisinin de acelesi vardı.
Koşar adım asansöre binip aşağıya indiler. İkisinin de pek konuşası yoktu sabah sabah. Sohbet edecek ne zamanları ne de konuları vardı zaten. Nefes alış verişinden adamın sıkıntılı olduğunu sezdi kadın.
Asansör kapısı açılınca geri çekilerek kadının önden çıkması için kibarca yol verdi adam. Asansöre binerken de aynı zarafeti göstermişti. Sıkıntısını ya da telaşesini bahane etmemiş, centilmenlikten ödün vermemişti. Belli ki bu davranışlar onun her zamanki halleriydi.
Birbirlerine alelacele iyi günler dileyerek kapının dışındaki hayatlarına koşturdular bir çabuk.
Aylar sonra bir sergi açılışında arkadaşlarıyla laflarken, kulağının dibinde neşeyle merhaba diyen bir ses duydu kadın. Başını çevirip baktığında önce can dostunu, sonra da dostunun yanında komşusu olan adamı gördü.
Dünya küçük müydü neydi…
Can dostu yanındaki adamı tanıştırdı hemen.
- Aylin Onur, Onur Aylin.
- Memnun oldum.
- Memnun oldum.
Gülüştüler karşılıklı ve aylardır komşuluk ettiklerini söylediler kendilerini tanıştıran Ahmet’e.
Aylin ve Onur o gece apartman sorunlarından, yöneticinin basiretsizliğinden, dairelerindeki sıkıntılardan söz ettiler bol bol. Ortak konuları evleriydi. Tabii bir de Ahmet.
Onur ve Aylin o gece birlikte döndüler eve. Havadan sudan konuştular yol boyu. Eve aynı kapıdan girdiler, aynı asansöre bindiler, aynı kata çıktılar, yan yana dairelerinin kapılarını anahtarlarıyla açarak yan yana dairelerdeki farklı hayatların içine girdiler, anahtarlarını kapılarının arkasına takarak, kendilerini içerideki hayatlarına kilitlediler.
İlk birkaç dakika yan daireden gelen sesleri, yani birbirlerini dinlediler.
Sonra sessizlik kapladı her yanı.
Onur Aylin’i, Aylin’in Onur’u fark ettiğinden çok önce fark etmişti aslında. Zaman zaman bina içindeki karşılaşmalardan tanıdığı Aylin’in, bir akşam üzeri arkadaşlarıyla oturduğu kafeden içeri girdiğini göz ucuyla görmüş, onun hareketlerini izlemiş, hırsızlama bakışlarla Aylin’in hayatı üzerine senaryolar üretmişti.
Kaçamak bakışlarla süzmüştü Aylin’i. Sohbete daldığı bir ânın ardından Aylin’in oturduğu köşeye bakınca Aylin’in artık orada olmadığını görmüş, o an içinde anlamsız bir boşluk hissetmişti.
Asansöre birlikte bindikleri o gün, nasıl anladıysa Aylin’in yalnız yaşadığını anlamıştı. Belki parmağında yüzük olmayışına dikkat etmişti. Ya da daireye genç kadından başka giren çıkan olmadığının, farkında olmadan, farkındaydı.
Onu izlemiyordu, yan daireden gelen seslere dikkat kesilmiyordu. Ama bak yine de onun hakkında az çok bir şeyler biliyordu.
İşiyle gücüyle bu kadar meşgulken bir kadına ayıracak vakti yoktu gerçi.
Yine de yan dairede yaşayan bu kadının hayatını merak etmişti.
Karşılıklı alaka zaman içinde arkadaşlığa, oradan sevgililiğe evrildi.
Kaçınılmaz bir süreçti sanki yaşadıkları.
Hem birlikte olmaktan büyük haz alıyor hem de yalnızlıklarını muhafaza ediyorlardı.
İki yarımdan bir bütün çıkartmak değildi yaşadıkları.
İki bütünü birbirine karıştırmaktı. Çoğalmaktı. Çoğaltmaktı…
Yan yana dairelerini birbiri ile birleştiren duvarda bir kapı açtılar kendilerine.
Üçüncü bir kapı olmuştu ortak hayatlarında.
Sadece onların bildiği, sadece onların geçtiği bir kapıydı bu.
Sürgülü kapının ardında herkes kendi hayatını yaşıyorken, sürgülü kapı yana sürülerek açıldığı anda bedenleri gibi hayatları da birleşiyordu.
Kapı sayesinde hem yalnızlıklarını koruyor hem de birbirlerine kucak açıyorlardı.
Yan dairedeki sesleri dinlemeye gerek yoktu artık. Sesler iç içe geçmişti. Tüm sesler tanıdıktı, bildikti.
Image for post
Zaman zaman kendi arkadaşları geldiğinde kapı kapanıyor, arkadaşlar bu ortak hayata dahil edilmiyordu.
Lafı uzatıp kalkmak bilmeyen arkadaşlar gitsin diye gözlerinin içine bakılıyor, çay kahve servisi çabuk çabuk yapılıyordu.
Onur iş için şehir dışına çıktığında kapının ardındaki evde hüküm süren sessizlik, kapının altından Aylin’in evine süzülüyordu.
Aylin şehir dışına çıktığı zamanlarda Onur aradaki kapıyı hep açık tutuyordu. İstiyordu ki evi Aylin’in kokusuyla dolsun. O koku onu yalnızlık denizinin azgın dalgalarında boğulmaktan korusun.
Onur için Aylin neyse, Aylin için de Onur oydu.
Can simidi misali birbirlerine tutunurken, bir yandan da engin denizlerde bir başlarına yüzebiliyorlardı.
Zaman içinde, kim daha önce düşünmedi bilinmez, aradaki kapı açık mı kapalı mı diye düşünmemeye başladılar.
Evdeki misafir bir an önce gitse de kapıyı açsam, yan daireye bir an önce kavuşsam telâşesi yerini, misafirle uzayan sohbetlere bıraktı.
Eve gelen konuk gidince etrafı topla, bulaşıkları makineye diz, televizyona şöyle bir göz at, kitap oku derken kapıyı açmayı sonraya bırakır oldular.
İkisi de aynıydı üstelik. Biri birinden daha fazla özlemiyor, biri birinden daha az sevmiyordu diğerini.
Hem alışıktılar birbirlerine, hem unutuyorlardı birbirlerini.
Sanki, hayatlarında kapının eski önemi yoktu artık.
Kapısız da olmuyordu ama.
Kapı onları birbirlerinden koruyan ve birbirlerine bağlayandı.
İlk günlerin harı geçmiş, harlı alev yerini sin sin yanan bir ateşe bırakmıştı.
Birbirlerinin kapının ardında olduğunu bilmek bile onlara yetiyordu.
Kapı açıldığında hayatlar kaldığı yerden birbirinin içine geçiyor, birbirine alışık bedenler evlerin içinde salınıyor, zaman zaman birbirine değiyor, birleşip bütün oluyor, ayrılıp tek oluyordu.
Ateş sönmüyor, üflendikçe alevleniyordu…
İkisi de biliyordu, zamanla bu ateş köze dönüşecekti. Közün üzerinde anılar demlenecek, hayatları ağır ateşte pişen yemek misali helmelenecekti.
Peki ya köz söndükten sonra küle dönüşecekler miydi?
Külleri havada savrulurken, başka sevdalarda yeniden alev almak için içlerinde minik bir kıvılcım kalacak mıydı?
Önce tutunabilecekleri bir bedene, sonra da tutundukları bedende ateşlerini harlatabilecekleri kuvvetli bir nefese ihtiyaçları olacaktı.
Böylece, döngü yeniden ve yeniden tekrarlanacaktı…
İkisi de konuşmuyorlardı bunları. Hiç sorgulamıyorlardı birlikteliklerini. Konuşmadan sessizce anlaşıyorlardı.
Birbirlerinin kollarında erirken ya da kendi dünyalarının koşturmacası içinde kaybolurken merak etmiyorlardı geleceği.
Döngü tekrarlansın istemiyorlardı belki de.
Birbirlerinin kâh hafifleyen, kâh alevlenen ateşinde hemhâl olmak onlara iyi geliyordu.
Başka bedenlerde alevlenip sönmekten yorgun düşmüşlerdi. Birbirlerinde dinleniyorlardı. Dinlenmekten öte geçip bir olmayı başarmışlardı.
Bilmiyorlardı ki sihir kapıdaydı.
Kapı bazan kapalı, bazan aralık, bazan da sonuna kadar açıktı.
Kapının ardındaki Onur’du, kapının ardındaki Aylin’di.
Onur Aylin, Aylin Onur’du…
Sonrası ne mi oldu?
Bilmem.
Kapı onların kapısı.
Belki sonuna kadar açtılar, belki sonsuza dek kapattılar.
Ya da belki kapıyı hep aralık bıraktılar…

20 Aralık 2019 / C.E.Y.

Alâmünit Bir Hikâyeydi okuduğunuz.
Uzun yıllar sonra yazdığım kurmaca kısa bir öyküydü…

17 Aralık 2019 Salı

Marifet İltifata Tabidir

İnsan; emeğini sakınmadan, alkış beklemeden, her ne iş yapıyorsa hakkını vererek yapıyorsa; alkışı, yüzlere yayılan mutlu ifadelerde, bir yaraya merhem, bir derde derman olmada, bir yararlılık sağlamada buluyorsa, bilin ki o, kendi dahi farkında olmadan, "fark" yaratıyordur.
İşini doğru yapmanın maddi karşılığını gelir olarak alıyorken, manevi karşılığını da sevgi olarak alıyordur.

Gönüllülük esasıyla çalışanlarsa, onların amacı bambaşka.
Onların derdi ne para ne pul ne makam.
Varsa yoksa "fayda"...

Topluma fayda sağlayan insanları fark ederek gizlendikleri yerden ortaya çıkartmak, onların, kendilerinin dahi farkında olmadıkları meziyetlerini insanlarla paylaşmak ve toplumda farkındalık yaratmak da bir çeşit fark yaratmak ise; bizim kendimizi Sivil Gündem Platformu Fark Yaratanlar olarak tanımlamamız o kadar yerindedir.
Sivil Gündem Platformu kurucusu Olcay Erözden önderliğinde yedi yıldır süre gelen Fark Yaratanlar projesinin bu yıl yedincisini gerçekleştirdik.
****
2010'dan bu yana çeşitli gazetelerde yazdığım yazıları, 2015 yılında fark ederek, yazılarıma Sivil Gündem Gazetesi'nde yer vermeye başlayan Olcay Erözden, 2015 yılında beni Sivil Gündem Platformu Fark Yaratanlar Ödülleri ile tanıştırdı. O yıl, ödül töreninin olduğu geceye ben de davetliydim. Sandalyelerde de Sivil Gündem Gazeteleri vardı. Ben ve gazete bir araya gelince ortaya böyle bir fotoğrafın çıkması tabi ki kaçınılmazdı. 
25 Aralık 2015
Olcay Erözden, 2016 yılında düzenlediği Sivil Gündem Platformu Fark Yaratanlar Ödülleri gecesinde bu kez beni de fark yaratan olarak nitelendirmişti ve 2016 yılında düzenlenen ödül töreni gecesinde Fark Yaratanlar Özel Ödüllerinden birini bana takdim etti.
Bu ödül beni hem çok onurlandırdı, hem de yazmaya karşı daha da heveslendirdi.
O gece yaptığım konuşmada işaretleri iyi okumak gerektiğini, bu ödülün benim için "durma" diyen bir işaret olduğunu söyledim beni izleyen dostlara. 

Bir sonraki sene, bir sonraki sene derken, beş yıldır Sivil Gündem Platformu - Fark Yaratanlar Ödül Törenleri'nin hepsinde yer aldım.
Artık ödül alan değil, ödül verilecekleri belirleyen ve ödül takdim eden taraftaydım.
Seçici kuruldaki arkadaşlarımla birlikte, her ne yaparsa yapsın fark yaratan insanları bulup çıkartmak için çalıştık. 
22 Ekim 2019
Bu yıl "Sivil Gündem Platformu - Fark Yaratanlar Ödülleri Gecesi"nin yedincisini yaptık. 
Yaz boyu süren çalışmalar, ince eleyip sık dokumalar, bazı isimleri listeden çıkartmanın verdiği iş sızıları, daha çok kişiye ulaşmak istemenin kalp ağrıları derken, neşe içinde geçen toplantılar sonucunda ödül alacak kişi ve kurumları bir karara bağladık. 
Gecede 25 ödül olacak derken bir anda 30 ödül oluvermişti.

Ne kadar çok güzel insanımız vardı. 
Maalesef ki seçim yaparken daha bir bu kadar kıymetli ismi liste dışında bırakmak zorunda kaldık.
Bu da demektir ki; seneye vereceğimiz Fark Yaratanlar Ödülleri'nin sahiplerinin bir kısmının adı şimdiden belli gibi. 
Allah ömür versin de...

2019 yılı ödül sahiplerinin isimlerine bakacak olursanız, hepsinin birbirinden kıymetli isimler olduğunu göreceksiniz. Kendileri kimdirler, yarattıkları fark nedir diye merak edeceksinizdir. 
Onun cevabı da Olcay Erözden'in Sivil Gündem Platformu sayfasında yer verdiği yazıda.

FARK YARATAN USTALARIMIZ
Rıza Akbaliş
Hakan Akgün
İbrahim Karani
Berrin Kızanlıklı
Bayram Akıncı
Fark Yaratan Ustalarımız
FARK YARATAN ESNAFLARIMIZ - İŞ YERLERİMİZ
Mümin Sertyamaç
Onur Kuyumcu
Özel Emek Polikliniği
Zeyniler Kadın Kooperatifi
Mustafa Yüksel
Fark Yaratan Esnaflarımız - İş Yerlerimiz
FARK YARATAN SANATÇILARIMIZ
Fatih Özenbaş
Evrim Sırmalı
Bünyamin Şahin
Orkun Kutay Özdemir
Sevcan Celbişer
Fark Yaratan Sanatçılarımız
FARK YARATAN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIMIZ
LÖDER
ÇEK
GASTRO TURİZMİ DERNEĞİ
DESTEK TEŞVİK VE HİBE DANIŞMANLARI DERNEĞİ
GÖNÜLLÜ HAREKETİ DERNEĞİ
Fark Yaratan Sivil Toplum Kuruluşlarımız
FARK YARATAN ROL MODELLERİMİZ
Zuhal Doğru Kutku
Ali Serbest
Mümine Feralar
Şükrü Dokur
Nesrin Köseler Düşünceli 
Fark Yaratan Rol Modellerimiz
SEÇİCİ KURUL ÖZEL ÖDÜLLERİ
Barış Kadın Bandosu
Yavuz Bubik
Fatmagül Mutlu
Erdal Gülver
Seçici Kurul Özel Ödülleri
Ve son olarak da Ali Korkut Başkanlığında çalışan biz seçici kurul üyeleri. 
Canan Ekinci Yılmaz, Canan Cihan, Ali Korkut, Ali Naci Özkan, Selma Çalışır, Gülay Çelenk ve Ramazan Akan.
Sivil Gündem Platformu Fark Yaratanlar Ekibi
Ödül takdimleri arasında Sevcan Celbişer sesiyle, Orkun Kutay Özdemir ve Seyhan Şentürk sazıyla, Bünyamin Şahin de zeybek dansıyla izleyicilere keyifli dakikalar yaşattılar. Hatta Sevcan Celbişer ve Orkun Kutay Özdemir sürpriz yaparak İzmir Marşı'nı seslendirdiler bir de. 
Salondaki izleyiciler ayakta eşlik etti buram buram vatan kokan bu marşa. 

Barış Kadın Bandosu
Uğur Mumcu Kültür Merkezi'nde gerçekleşen gecenin açılışını yapan Barış Kadın Bandosu'nun trampetler ve davullar eşliğinde yaptıkları gösteriyi söylemeden de geçemeyeceğim. Bursa’nın ilk kadın bando takımı olan bandoya ilk kez FSM'deki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yürüyüşünde rastladım. Aldıkları iki aylık eğitimin ardından ilk sokağa çıkışlarıymış o gün. Barış Mahallesi Muhtarı Sevilay Karaca'nın girişimleri ile kurulan bando bizleri çocukluk günlerimize götürdü desek yeridir. Hele de bando majörünün bir eli ile bageti sallarken diğer elinin parmakları ile yaptığı işaretlerle bandoya verdiği komutlar efsanedir.
Barış Kadın Bandosu
İYİLİK HAREKETİ
İyilik üzerine birkaç söz söylemek isterim. 
İyilik yaparak iyi insan olunamayacağının farkında olmalı insan. İyilik yapmak insanı iyi yapmaz. İnsanı iyi yapan içindeki "iyilik"tir.
En büyük camileri en günahkârlar yapıyordur belki de. Ya da, en yardımseverler arasında en karanlık işlere bulaşanlar vardır. Günah işlememek yerine günahlarının affolması için bu kadar çabalıyorlardır. 
Öte tarafa; yani "to the other side", cehennem ateşiyle yanmak için değil de, cennet nimetlerinden nasiplenmek için gitmek isteyenler, hesabı dengede tutmaya çalışıyorlardır. 
Öyledir veya değildir, bilemeyiz...

Ama kötülük yapmak için kötü olmak gerekir, onu iyi biliriz.
Kötülüklerinden beslenenler ile kötülüklerinden arınmak için iyilik peşinde koşanlara iyilik temennisinde bulunarak onları bir kenara bırakalım ve içleri iyi olan, içlerinde kötülükten eser bulunmayan insanlara bakalım biz.

Marifet iltifata tabidir
O yüzden, işini iyi yapıp topluma fayda sağlayan kim varsa takdir edelim, hepsine teşekkür edelim, yola yeni çıkanlara da, "Aferin, devam et!" demeyi bilelim...
16 Aralık 2019

12 Aralık 2019 Perşembe

Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz

%100 YAPABİLİRİZ!
Kadını, dolayısıyla toplumu güçlendirmek üzere yapılan çalışmalardan birisi de, farklı alanda başarıya ulaşmış 9 kadını topluma tanıtarak farkındalık yaratmak ve "Sen de yapabilirsin!" demek üzere yola çıkan Tuluhan Tekelioğlu’nun “Yapabilirsin” belgeseli. 
Türk Tuborg A.Ş.'nin “100% Gönüllüyüz” kapsamında desteklediği belgesel, Türkiye genelinde kadınlara ilham vermek için şehir şehir geziyor.
Bu sosyal sorumluluk projesinin altıncı etkinliği bugün (12 Aralık 2019) Bursa'da, Almira Otel'de gerçekleşti.

“Kadın Varsa İmkânsız Yoktur”
Tuluhan Tekelioğlu'nun 40 dakikalık belgeselinde yer alan 9 kadın "nasıl yapabildiklerini" anlatıyorlardı filmde. Perdede onları seyrederken alkışlarla gözyaşları birbirine karıştı. 
O kadınları ben de tek tek anlatmak isterim sizlere kısaca.

* Berna Şen
Türkiye'nin ilk F-16 pilotu Berna Şen kendisine, "Tamam, sen artık bizdensin. Sen bunu yaptın ama bütün kadınlar bunu yapabilirler mi? Buna kefil olabilir misin?" diye soran yüksek rütbeli komutanına, "Siz bütün erkeklere kefil olun, ben de bütün kadınlara kefil olacağım." diyerek pilot olmak isteyen ve bu uğurda çok ama çok çalışan kişinin, kadın-erkek ayrımına uğramasının haksızlık olduğunu göstermiş.
Her zaman herkese, uçuşundan sorumlu olmayan bir hocaya bile kendini ispat etme zorunluluğu yaşamış.

* Nuran Erden
Germiyan'da yaşayan Duvar Ressamı Nuran Erden özgürlüğü kısıtlanır diye hiç evlenmemiş. 27 yaşında üniversiteye başlamış, 30 yaşında Halıcılık Meslek Okulu diploması almış. Köyünde üniversite mezunu tek kadın olarak yaşıyor ve köy evlerinin duvarlarını boyuyor. Duvarını boyayacağı eve, duvarın temiz beyaz boya ile boyanmış olmasını şart koşuyor. O gün canı nasıl isterse öyle boyamak istiyor duvarı. Sınırlandırıldığı zaman sinirleniyor. Köyünü boyama işi bittikten sonra ne yapacağını soranlara da, "Köy bitsin, Türkiye'yi boyayacağım!" diyor.

* Altın Mimir
Avukat Altın Mimir Ovacıklı 9 çocuklu bir ailenin en büyük kızı. Kendisinden sonra 7 kız kardeşi daha olmuş. Neyse ki sonunda oğlan bulunmuş da "erkek çocuk" sorunu hallolmuş. Erkek çocuk doğruna kadar anne kendini hep eksikli hissetmiş. Kadının hep erkeklerin arkasından yürüdüğü bir yörede, lacivert döpiyesli bir kadının önde yürüyüp, arkada kendisini saygıyla takip eden erkeklerin olduğunu görünce şaşırmış Altın. Kadının kim olduğunu sorunca, yeni atanan Savcı Nurhayat Hanım olduğunu öğrenmiş. O zaman karar vermiş: "Ben savcı olacağım!"

* Nazmiye Muslu Muratlı
Milli Halterci Nazmiye Muslu Muratlı kalça çıkığı ile dünyaya gelmiş. Yanlış ameliyat sebebiyle komaya girmiş, öldü diye morga kaldırılmış. Babası ölmediğini anlayınca tekrar hayat dönmüş ancak hiç yürüyememiş. Üzülmüş mü bu duruma, üzülmemiş. Çünkü ailesi onu hiçbir zaman engelli olarak görmemiş. Tesadüfler eseri haltere ilk başladığında, 37.4 kiloluk haliyle 55 kilo kaldırmış. 2010 Dünya Halter Şampiyonası'nda rekor kırarak altın madalya almış. 2016 Rio Olimpiyatları'na dünya rekorunu kırmış. Babası erkek evladından umduğunu kız evladından bulmuş. Şimdi 2020 olimpiyatlarını hedefliyor Nazmiye. Hatay'ın Dörtyol ilçesinde yaşıyor. 2013 yılında evlendiği eşiyle mutlu bir hayatı var. 2020 olimpiyatlarının ardından bir de bebek sahibi olmak istiyorlar.

* Gülsüm Kav
Doktor ve Tıp Etiği Uzmanı Gülsüm Kav, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun kurucusu. Platform şu anda yaptırım gücü en yüksek kadın örgütü haline gelmiş. 2005 yılında hastane odasında öldürülen Güldünya Töre, Gülsüm Kav'ın kırılma noktası olmuş. Tek başına mücadele eden kadınların yanında olarak onlara "Asla yalnız yürümeyeceksin!" demiş. Yaşanan cinayetlere ve hepsinin hemen unutulmasına bakıp, "Bu toplum alzheimer oldu!" diyor Gülsüm Kav. "Türkiye'de bize hiç benzemeyen kadınlar da uyandı, ben onlara Yeni Havva'lar diyorum." diyor.

* Ece Apaydın 
Adıyaman Fevzi Çakmak Ortaokulu müzik öğretmeni Ece Apaydın, 1 liralık plastik bardaklarla öğretmeni olduğu çocukların hayatlarını değiştirmiş. Sözlerimi Geri Alamam şarkısı eşliğinde plastik bardaklarla yaptıkları ritim performans YouTube'da izlenme rekorları kırmış. İstanbul TED Lisesi ile kardeş okul olmuşlar. İki ritm atölyesine sahip olmuşlar. İstanbul Senfoni Orkestrası okula iki piyano hediye etmiş. Onlar da uluslararası müzik festivalleri için çalışmaya başlamışlar. Sevginin değiştirme gücüne inanan Ece Apaydın, daha önce görev yaptığı okullarda da farklı projelere imza atmış. "Kadınlar bu konuda pek yeterli olamıyor, bundan öteye gidemezsin!" diyenlere inat Ece öğretmen çok ötelere gidiyor.

* Ümmiye Koçak
Oyun Yazarı ve Yönetmen Ümmiye Koçak 10 kardeşin altıncısı olarak Adana'da doğmuş. İlkokul mezunu Koçak'ın ilk okuduğu kitap Gorki'nin ANA'sı olmuş. Çevresindeki erkeklerin kadınlara davranışlarını beğenmediği için, insanı insana insanla anlatmayı, sanatla anlatmayı seçerek köyünde sadece kadınlardan oluşan bir tiyatro kurmuş Koçak. Bunun için önce kayınvalidesinden izin almış. Sonra tiyatroda oynayacak kadınların kocalarından izin istemiş. Okuma bilmeyen kadınlara okumayı öğretmiş. 2001 yılında Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'nu yedi kadın ile kurmuş. Kültür Bakanlığı'ndan destek almış, sinema filmi çekmiş. "Ne zaman birisi çıkıp yapamazsın dese, işte o zaman içimde bir volkan patlar!" diyor Koçak. 

* Aslı Elif Tanuğur
Gıda Mühendisi Aslı Elif Tanuğur oğlu ölümcül bir hastalığa yakalanınca ve aradığı hiçbir yerde oğlunun derdine derman bulamayınca, oğlunun hastalığına şifa bulmak için laboratuvar ortamında kendisi çalışmaya başlamış. Yaptığı araştırmalarda hep Propolis-Arı Sütü ile karşılaşmış. Bal üretimi yapan bir şirkette çalışan Tanuğur, propolisi biz üretelim demiş lakin şirket bu teklife sıcak bakmamış. O da kendisi üretmiş. Bu sayede oğlunun da hayatı kurtulmuş, oğlu ile birlikte Türkiye'deki pek çok arıcının hayatı da. 2017'de KAGİDER'in Gelecek Vaat Eden Kadın Girişimcisi ödülüne layık görülmüş. Aynı yıl TÜBİTAK'tan inovasyon ödülü almış. 

* Nuran Özyılmaz
Kars'ın ilk kadın girişimcisi Nuran Özyılmaz Kars Kaz Evi'nin kurucusu. "Kızını ez, kazını ezme!" denen bir anlayıştan, "Kızını yücelt, kazını da pare et!" anlayışına gelmiş. Kızı, kaza ezdirmemiş, kazı paraya çevirmiş. "Kaza ve kızlarıma minnet borçluyum" diyor. 32 yaşındayken, en büyüğü 12, en küçüğü 1 yaşında olan dört kızıyla, kolundaki 10 bileziği bozdurarak çıkıyor yola Özyılmaz. Önce örgüyle koyuluyor işe. 18 yıl sürüyor örgü işi. Bu arada kızlar büyüyor. 2008 yılında dört masalık bir dükkan kiralayıp yemekler yapmaya başlıyor Nuran Hanım. Dükkanın adını Kars Kaz Evi koyuyor. Sonra daha büyüyor işletme ve 60 kişilik yan dükkana taşınıyor. Kars Kaz Evi düşüncesi ile kaz yetiştiricilerine pazar kapısı oluyor. Kazcılık kadın işi olduğu için, kadınlar kazları temizlenmiş halde getirip paralarını alıyorlar. Böylece bir kadın istihdamı doğuyor. Kars'ın kazı ünlü oluyor. Kaz paraya çevrilince erkekler de mutlu oluyor. 
Birleşmiş Milletler ve Turizm Bakanlığı'ndan ödüller alıyor. 
****
Bugün belgeselde izlediğim kadınların hayat öykülerini, Tuluhan Tekelioğlu'nun YAPABİLİRSİN kitabından okuyarak daha detaylı öğrendim ve bu sayede okuduğunuz satırları yazdım. 
Tuluhan Tekelioğlu bu kitabı "Cesaret gösteren tüm kadın kardeşlerine" ithaf etmiş.
Yapamazsın diyenlere inat "yapanları", "yılmayanları", "başaranları", "alkışı söke söke alanları" anlatmış.
Kapak fotoğrafında göreceğiniz üzere, belgeseli izlerken yanımda oturan Kars Kaz Evi sahibesi Nuran Özyılmaz'ın yüzündeki ifade ve o ifadeye Tuluhan Tekelioğlu'nun bakışı görülmeye değerdi. 
O anların mutluluğuna ben de ortak olmak istedim böyle bir karede.
Belgesel filmin izlenmesinin ardından Tekelioğlu, Nuran Özyılmaz ve Aslı Elif Tanuğur sahneye çıkarak kendilerini salonda kendilerini hayranlıkla izleyen, aralarında erkeklerin de olduğu, katılımcıları selamladılar. Etkinliğin sonunda Tuluhan Tekelioğlu, konuklar ve tüm katılımcılar hep birlikte "Kadın Varsa İmkansız Yoktur, Yapabiliriz, Yapabilirsin" diye haykırdılar dünyaya.
"Cesaret Bulaşıdır" sözleriyle cesaret verdiler kadınlara.
Neden ama neden?
Bu yaşam hikâyelerini dinledikçe, bu kadar çırpınmak, bu kadar mücadele, bu kadar zorlanmak niyedir diye sorarım hep.
Kadın doğmuş olmak bir suç mudur?
Yan yana yürümek bu kadar zor mudur?
Kadın cinsi olarak hayatın boyunca kendini ispat etmek zorunda kalarak yaşamak ne kadar acı.
Ben de okula gidip meslek sahibi olabilirim, ben de bisiklet sürebilirim, ben de araba kullanabilirim, ben de araba tamir edebilirim, ben de uçak uçurabilirim, ben de kay kay yapabilirim, ben de balık avlayabilirim, ben de uçurtma uçurabilirim, ben de pantolon giyebilirim, ben de gece dışarıya çıkabilirim, ben de para kazanabilirim, ben de ben de ben de...
Şimdi bir de erkek cinsine bakalım.
Baktınız mı?
Ne gördünüz?
"Hiç" değil mi?
Çünkü yukarıda kurduğum uzun cümledeki "de", erkeğin ta kendisi.
Erkek yapabiliyorsa, ben "de" yapabilmeliyim diyor kadın.

Kadın yapabiliyorsa ben de yapmalıyım diyerek mücadele eden, mesela ütü yapmanın ya da bulaşık yıkamanın savaşını veren erkek görmedim ben. Ben de yemek yapabilirim, beni de mutfağa alın diye pankart açıp eylem yapan erkek görmedim.
Kadınlara karşı eylem yaptıkları tek bir konu var, o da nafaka hakkını kadının elinden almak üzerine.
Angarya işler hep kadında, iş gibi işler hep erkekte.
Kadının emeği sayılmaz, erkeğin emeği baş tacı.
Kadın pasif, erkek aktif.
Kadın para da kazanabilir, çocuklarına da bakabilir, arkadaşlarına ve akrabalarına da zaman ayırabilir. 
Ancak bir erkeğin hepsini bir arada yapması zor.
O zaman niyedir bu afra tafra?
Daha kendini toplayamıyorken...
Koro halinde "Yapamazsın!" derler kadına, "Sen kızsın ortalarda gezinme!" derler, "Erkekten çok bilme bakalım sen!"derler, "Elinin hamuru ile erkek işine karışma!" derler, "Sen evine bak, başka bir şeye bakma!" derler, "Okuma, yazma, konuşma, gelişme, sokağa çıkma, araba kullanma, başını açma, başımıza iş açma, icat çıkartma!" derler. 

Kadının Adı Yok
Kadın "Peki" deyip onların dediklerini yapınca da insafsızca "Kaşık düşmanı!" derler, "Ben çalışıyorum sen yiyiyorsun!" derler, "Kıt akıl!" derler, "Bizimki!" derler, ezdikçe ezerler. Kadının birazcık sesi çıksa, birazcık isyan etse "Ne o len, bilmemne mi olacaksın başımıza?" derler, kadın kendi parasını kazanmaya başlarsa "Ne bu havalar!" derler, kadın ayrılmak isterse "Sen benim malımsın!" derler, kadın sevdiği ile evlenmek isterse evlendirmez, kadını kendinden 40 yaş büyük adama peşkeş çekerler.
Bir yandan kadını "analık ve kadınlık" mertebeleri ile kutsarken, bir yandan da o vasıflar ile kadını müebbete mahkûm ederler. 

Çocukluklarında sokaklarda koşup oynarken, büyümeye başlayınca hemen setler konuluverir kız çocuklarının önüne.
Kız çocuğunun bütün suçu dişi doğmaktır. Kadının bütün suçu dişi doğurmaktır. Düşünülmez ki, tüm kadınlar sadece erkek doğursa bir sonraki nesil hiç olmayacaktır.
Kendini dünyanın en tepesine yerleştiren 'insanoğlu'na göre doğadaki en suçlu dişi, hep 'KADIN'dır.
Kendini günaha sokan, şeytana uyduran, bu sayede de cennetteki hurilerden edip cehennemde yanmasına sebep olan kadın.
Tamam kabul de, cennetteki huriler de kadın...
Kadınları "efendi-köle" dünyasından çıkartıp onlara insanca muamele eden ve onları güçlendiren çalışmalar sayesinde kadınlar ayaklarının üzerinde durmaya başladılar artık. Erkek bu yeni durumu biraz, (tamam, biraz değil epey), yadırgasa da, kendi tahtının sallandığını düşünse de, bu onun için de büyük bir konfor aslında.
Yanında konuşabileceği, gurur duyabileceği, hayatı omuz omuza paylaşabileceği, mutlu ve başarılı bir kadının olması kötü mü?
Tabi kadının yanında da 
konuşabileceği, gurur duyabileceği, hayatı omuz omuza paylaşabileceği, mutlu ve başarılı bir adam olması da hiç kötü değil.
Hani eski Türklerde olduğu gibi...

Eş - Yarim / Katun / Kadın - Hatun
Eski Türk boylarında kadın, özgür ve eşit bir toplumsal konuma sahipti. "Eş" ve "Yarim" kelimesi bu kadın erkek eşitliğini ifade açısından "Eş-Eşit ve Yar-Yarım" kelimesinden türeyerek ifade edilmiştir. "Kadın"kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden türetilerek, "Kadın ve Hatun" şekline dönüşmüş. Yine "Hanım" kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isim.
Neyse ki kadın-erkek meselelerine kafayı çok takmayan bir nesil geliyor artık.
Bağnaz kafayı güdenler nasıl düzeltilir, işte o bir muamma...

Eşitlik Berekettir
7 Mart 2017 tarihinde Yeşim Tekstil tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü programı kapsamında 'Kelebeğin Dünyası'nın konuğu olan, WEPs İş Dünyası Sözcüsü, TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı ve SUTEKS Group Yönetim Kurulu Başkanı olan Nur Ger'i dinlemiş, ana sponsorluğu SUTEKS tarafından yapılan ve Türkiye'nin dört bir yanından dokuz kadının yaşam öyküsünün anlatıldığı (bugün izlediğim) 40 dakikalık belgesel filmin kısa tanıtım filmini izlemiştim. 
Eşitlik Berekettir başlığı ile yazdığım o günün yazısı benim için her zaman iyi bir kaynaktır.
O gün tanıtımını izlediğim filmin, bugün tamamını izledim. 
İçlerindeki gücü keşfederek hayata sıkı bir imza atan kadınlara ve o kadınları bulup çıkartan Tuluhan Tekelioğlu'na bir kez daha hayran kaldım.

Türk Tuborg A.Ş. Kurumsal İletişim Yöneticisi Ece Duyar'ın dediği gibi; pek çok departmanının başında kadınların bulunduğu ve kadınlara eşit fırsat ilkesini benimsemiş bir şirket olan Türk Tuborg A.Ş.'nin, “100% Gönüllüyüz” kapsamında desteklediği sosyal sorumluluk projesi Türkiye'nin farklı illerinde devam edecek. 
Şehrinize geldiğini duyduğunuz anda gidip izleyiniz. Ücretsiz olarak verilen YAPABİLİRSİN kitabını, çevrenize de vermek üzere bir'den fazla alınız.
Filmde ve kitapta "Ne yapacağım, nasıl yapacağım, yapabilir miyim?" sorularına cevaplar bulacaksınız.
En çok da yapamazsın diyenlere kulak tıkamak gerektiğini anlayacaksınız.

Evet, ben daha fazlasını hak ediyorum deyin ve çıkın yola.
Kendinize yapabilirim deyin, karşınızdakine yapabilirsin deyin, bir araya gelin yapabiliriz deyin.
Siz yolunuzdan dönmediğiniz sürece emin olun herkes sizin yanınıza gelecektir.
İşte örnekleri yukarıda...

Bir örnek de burada:
Anlat Canan Anlat kitabımı Tuluhan Tekelioğlu'na takdim ederken, içine "Yapabilen kadınlardan biriyim ve ben de yaptım..." yazdım naçizane. 
Bir F-16 pilotu değilsem de kendi halinde bir yazardım.
Laf aramızda, fena da yazmazdım... :)

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021