30 Temmuz 2013 Salı

Gammazlara müjde!

Sevgili vatandaşlar;
Devletimiz size gammazlıkta sınırsız imkanlar sunuyor.
Bundan böyle canınızın istediğini canınızın istediği gibi gammazlayın, adım açıklanır mı, rezil olur muyum, başıma iş alır mıyım diye düşünmeyin.
Adınız bizde mahfuz.
Siz içinizi ferah tutun.
Bakın Emniyet Genel Müdürlüğü sizler için "Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi"ni hayata geçirdi.
Konu komşu, eş dost akraba, kime gıcık kaptıysanız, kime uyuz olduysanız, kiminle kafa barıştıramadıysanız, kime kafayı taktıysanız ediverin bir ihbarcık, olsun bitsin.
Çamur at izi kalsın deyip deyip sallayın. Bundan sonra o düşünsün nasıl etsem de arınsam diye…
O arınmak için debelendikçe siz mutlu olun. Hem de musmutlu olun. Yetmedi mupmutlu olun!
Ellerinizi ovuşturun. Göbeğinizi kaşıyın. Birbirinizin sırtını sıvazlayın.
Yatağınıza yattığınızda -bugün ülkem için ne yaptım- sorusunun cevabını vermiş olmanın huzuruyla uykunuza dalın.
Ne de olsa siz bir kahramansınız.
Bütün alkışlar size...
Aklı selim ve duyarlı vatandaşlar bir kavga, bir hırsızlık, bir şiddet, yani herhangi bir olumsuz vak'aya şahit olduklarında zaten gereken ihbarı yapıyorlardı.
Adını sanını soran polislere adlarını söylemekten imtina etmiyorlardı.
Çatır çatır söylüyorlardı.
Kimselerden korkup, kimselerden çekinmiyorlardı.
Olay yanlışsa 'yanlış' diyorlardı...
Peki ya mahallede sinsi bir yılan gibi dolanmak, anahtar deliklerinden gizlice bakmak, içeride neler konuşuluyor deyip duvarlara kulak dayamak, yüze gülüp gülüp arkadan ihbar patlatmak, isim vermekten korkmak ve saklanmak demek ne demek?
Belki de ortada gerçek bir yanlışın olmaması demek.
Olmayanı var etmeye çalışmakla bütün kavramlara ihanet etmiş olmayacak mı insan?
Vatana, dosta, anaya, babaya, evlada, davaya, 'Hak'ka, hukuka...

28 Temmuz 2013 Pazar

Ramazanda bir gece de böyle geçti…

Ramazanın vageçilmezlerinden olan iftar sofralarının gerekliliğinden tutar gereksizliğine kadar pek çok yorum yaparız her ramazan.
İftar sofrasında buluşmanın hazzıyla iftar sofralarının israfı kafamızı karıştırır.
Hem biraraya toplanmaktan memnun olur, hem de Tokları ağırlayacağınıza…. girizgahıyla başlayan cümleler kurarız.
Şirketlerin, derneklerin ve kurumların toplu iftarlarında da durum farklı değil.
Onlarca, hâttâ yüzlerce kişi biraz formal, biraz unformal olarak oturuyor sofraya.
O kadar kişiye yemek hazırlayan mutfak ekibine ve o kadar kişiye hizmet veren servis ekibine hayranlık duyarken, bir yandan da iftar programlarına evsahipliği yapan mekanların bayramı erken ettiğini düşünüyor insan.
Esnaf da bugünleri bekliyor malum…

Bu arada;
Bütün kavgalar yemek için çıksa da sofrada hep barış vardır.
Düğünde de sofrada buluşulur, ölümde de…
Sofra kültürü vazgeçilmezdir…

Bursa Ticaret Borsası’nın Hayat Lokantası’nda verdiği iftar da bunlardan biriydi.
bursakent.com ailesi olarak  gittiğimiz BTB’nin iftar davetinde Başkan Özer Matlı’nın hoşgeldiniz tokalaşmaları esnasında sıra bana geldiğinde Matlı’nın şaşkınlığı görülmeye değerdi.
“Canan Abla sen?”
Kısaca bursakent.com‘dan bahsedip, “BTB haberlerinde hem hemşehriliğimizi, hem de eski dostluğumuzu pozitif ayrımcılık olarak kullanacağım” diyorum.
O da bana “bize özel haberler” geçeceğini söylüyor.
Karşılıklı atışmalarımızda kahkahalar havada uçuşuyor.
Bu arada fotoğrafımızı çeken Eşref Uzundere de gülüyor olsa gerek ki, fotoğrafımız biraz titrek çıkıyor.

Bize ayrılan masaya oturduğumuzda, ilkokulda bir sırada 3 kişi oturmak zorunda kalan çocuklar misali bir görüntü veriyoruz.
Mekan büyük lâkin misafir çok…
Daha sonra gelen davetliler ve protokol ile masalar doluyor, iftar ediliyor. Ardından konuşmalar yapılıyor.
Kısacası; iş, siyaset ve devlet protokolu BTB iftarında buluşuyor…

Konuşmaların ardından ONKODAY’in düzenlediği konsere katılmak üzere mekandan erken ayrılmak durumunda kalıyoruz.
İftarda aynı masayı paylaştığımız gazeteci dostumuz Aysun Karlı önde biz arkada merdivenleri indiğimiz sırada, namazını kılmış ve yukarıya çıkmaya hazırlanan Valimiz Şahabettin Harput ile karşılaşıyoruz.
Aysun Karlı’ya, son yazısını okuduğunu söylüyor ve yazıyla ilgili yorumunu yapıyor.
O arada araya giriyorum ve “Bizi de okuyun ama..” diyerek biraz şımarıklık ediyorum.
Ne de olsa kıskançlık kadınlığın özünde var.

Valimiz benim bu masum isteğime karşılık son derece zarif bir davranışla “Biz sizi seviyoruz”diyor.
Eee, daha ne desin….
****
Yaşanan bu hoş anların ardından mekandan ayrılıp konsere yetişiyoruz.
Bu gece Karacabeyliler ve eski dostlarla birlikte olma gecesi…
O dostlardan biri olan ONKODAY gönüllüsü ve üyesi Nesrin Tunaboylu yerimizi hazırlamış.
Kendisi ile Karacabey’e uzanan mazimiz bizi bu hayırlı noktada buluşturdu.
Hem sohbet edip bir nebze de olsa özlem giderdik, hem de konseri izledik.
Kendisinden öğrendiğim kadarıyla tedavi için Bursa’ya uzaklardan gelen ve kalacak kimsesi olmayan kanser hastalarının kalabilmeleri için hasta konukevleri yapmış ONKODAY.
Ve  farklı organizasyonlar ile seslerini duyurup bu projeyi daha da genişletmeye çalışıyorlarmış.
Bu arada karşılarına Bursa Vali Yardımcısı Özcan’ın kendisi de kanser hastası olan eşi Nükhet Özcan çıkmış.
Nükhet Özcan’ın ONKODAY ile buluşmasını sağlayan kişi ise Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey olmuş.
Nükhet Özcan “Gerçekten farkında mısınız?” projesi ile Başkan Bozbey’e gittiğinde, Başkan ONKODAY adresini işaret etmiş.
Onur Akın’ın son albümünde düet yaptığı sanatçılar ve Anadolu Ateşi Grubu hepbirlikte bu projeye destek vermişler.
Ve sonrasında da o an içinde bulunduğumuz Açıkhava Tiyatrosu’ndaki Gerçekten Farkında Mısınız? konseri düzenlenmiş..
İlerleyen günlerde bu projenin dokuz kentte daha hayat bulacağını öğreniyoruz.
Konserin bitiminde, bir gün  ONKO-DAY HASTA KONUK EVİ VE REHABİLİTASYON MERKEZİ ni ziyaret etmek için sözleşiyoruz..
****
Kanser hastalığının grip kadar yaygın olduğu bu yıllarda her an hepimiz potansiyel kanser hastasıyız değil mi?
Kara kaplısını açmış ve sözlüye çağırmak için defterine göz gezdiren öğretmenin kimin adını ünleyeceğini heyecan ve korkuyla bekliyoruz.
Her gün başka birimiz çağrılıyor.
Bazen de biz….
Üstelik bu sözlü, dersini çalışana da çalışmayana da epey zor gelen bir sözlü…
Yine de her sınavda olduğu gibi çalışanın geçmesi sanki biraz daha kolay…
Dış etkenler ve kaçamayacağımız elektromanyetik ortamlar bir yana, öncelikle sigara içmemişsen, yediğine içtiğine, kilona uykuna dikkat etmişsen, her gördüğüne, her duyduğuna, her okuduğuna haddinden fazla üzülmemişsen, taşıyabileceğinden fazla yük yüklenmemişsen, içinde öfke değil, sevgi büyütmüşsen kanser olma riskin sanki biraz daha aşağılarda.
Yok herşeye rağmen yine de olduysan, atlatma ihtimalin sanki biraz daha yukarılarda.

Küçücük çocukların dahi kanser olduğunu görünce “Bu çocuk ne yaptı da, ya da ne yapmadı da kanser oldu?” diyerek isyan ediyor insan. Bir yanda serkeş bir hayat yaşayıp da kanser olmayanları da görüyor.
Anlaşıldığı üzre bazen illa ki bir sebep olması da gerekmiyor.
Lâkin istisnalar kaideyi bozmuyor.
Gün geliyor bana birşey olmazcılar da sapır sapır dökülüyor…
Hayata zararlı herşey “riski” arttırıyor.
Araba kullanan herkesin kaza yapmadığı lâkin “hız”ın kaza yapma riskini arttırırdığını düşünün.
90’a kadar kontrol sizdedir, ondan sonrası Allah Emanet…!
O sebeple;
Önce kontrol, sonra emanet!

27 Temmuz 2013 Cumartesi

ONKODAY konseri ile hem destek, hem moral

Gerçekten farkında mısınız?

ONKODAY, tüm Bursalılar’ın dikkatini kansere çekmek için 26 Temmuz akşamı Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda bir konser düzenledi.

Nilüfer Belediyesi, Bursa Vali Muavini Mehmet Özcan ve eşi Nükhet Özcan ve sponsorların destekleriyle gerçekleşen konserde Bursalılar keyifli bir gece geçirdi.

Altınşehir’de yapılan hasta konuk evi ve rehabilitasyon merkezine destek verme amacını güden “Gerçekten Farkında mısınız?” konserinin sunuculuğunu Atilla Saral ve Yeşim Salkım üstlendi. Gecede ilk olarak sahne alan Grup Gündoğarken şarkılarını Doğa Koleji çocukları ile birlikte seslendirdi.
Kanserle bir geçmişi olan Seher Çarkın’ın okuduğu şiirin ardından, Anadolu Ateşi’nin ateşli danslarıyla devam eden gece, Onur Akın’ın sahneye çıkarak Yonca Lodi, ve Öykü Gürman ile yaptığı düetler ve solo söylediği şarkılar ile izleyiciyi mest etti.

Aynı zamanda bir keman sanatçısı olan Nükhet Özcan’ın şiir ile eşlik ettiği Bekle Bizi İstanbul şarkısının ardından izleyicinin sabırsızlıkla beklediği, klasikler arasında yerini alan Seviyorum Seni şarkısı hep bir ağızdan söylendi.

Geceye katılan sanatçılara birer hatıra plaketi takdim edildi.

Gecenin sonunda bir konuşma yapan ONKODAY Başkanı Füsun Önen, başta Çelikpalas olmak üzere kendilerine destek veren tüm kurum ve kuruluşlara teşekkür etti.

Yeşim Salkım ve Nükhet Özcan tarafından sigaranın kanserle olan ilişkisine dikkat çekilerek sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşama konusunda kısa bilgiler verildi.

Proje koordinatörü ve kanser hastası Nükhet Özcan, proje kapsamında 9 ilde daha konser düzenlemeyi planladıklarını söyledi.

Sahne alan diğer sanatçılar gibi Onur Akın da sevginin gücünün önemine değindi ve izleyenlere aşk dolu şarkılar söyledi.

25 Temmuz 2013 Perşembe

Göbek değil, bebek bebek!

Hamile bir kadının yapması ve yapmaması gerekenler müspet bilim çerçevesinde anne adaylarına ve eşlerine anlatılıyor, öğretiliyor.
Beslenmedeki denge ve kaliteye dikkat çekiliyor.
En çok da stressiz bir ortam ve mümkün mertebe hareket öneriliyor.
Spor yapamıyorlarsa dahi en azından yürüyüş yapmaları salık veriliyor.
Bütün bu gelişmelerin üzerine birisi devletin televizyonuna çıkıyor, hamile kadınların hamileliklerinden utanmaları gerektiğini haykırıyor.
"7-8 aydan sonra beylerinin arabasıyla çıksınlar, beyleri gezdirsin hava aldırsın, etrafta görünmesinler ayıptır ayıp!" diyor…
Regl dönemi ihtiyacı olan pedlerin reklamlarda dönmesini kınıyor.
Bunlardan artık kimsenin rahatsız olmadığının farkına varmıyor...
Sunucu da 'Allah razı olsun' diyerek bu muhabbete tüy dikiyor!
Üstelik bunları konuşan kişi tasavvuf düşünürü ve avukat bir kişi, Ömer Tuğrul İnançer imiş.
Hem ruhanî hem de hukukî yani.
Kadının hamilelikteki ruh halini de anlaması lâzım, sokağa çıkma hakkını da, gerekliliğini de, değil mi?
De, nerde!
Hem üç çocuk yapın, hem de piyasada dolanmayın, kısacası gözümüze batmayın.
Çocukları yaparken de mümkünse eşinizle pek samimi olmayın!
İsterseniz amip gibi bölünerek çoğalalım ha!…
Ne dersiniz?
****
Şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır artık. Bırakın eskinin mız mız söylemlerini.
Kadından, hele de hamile kadından korkmayın, utanmayın.
Anne adayının içinde bir yaratık değil, neslin devamını sağlayacak olan mini minnacık bir bebek taşıdığını unutmayın.
Tırnağından kirpiğine her şeyi tastamam doğan her bebekle birlikte yaradılışın mükemmeliğine bir kez daha, bir kez daha hayran olun...
İnsanları kazan altlarına saklamayın, kapı arkalarına sıkıştırmayın, kumaş parçalarına dolamayın.
Ayıp-günah diye diye engelleyerek doğal haliyle yaşatmadığınız her şeyin o kazan altlarında, o kapı aralıklarında, o örtü parçaları arasında en anormalinden yaşandığını unutmayın…
Bu arada;
Kınayacaksanız tecavüzleri ve erken evlilikleri kınayın.
Utanacaksanız kadına uygulanan şiddetin yaygınlığından utanın.
Üstelik utanmak ve kınamakla kalmayın; insanların eğitilmesini sağlayın...
Öncelikle 'suç'un ve 'suçlu'nun oluşmasına fırsat bırakmayın...

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Esnafı tükettirmem dersin de, sıra sıra AVM’ler ne iş?

Başbakan Erdoğan, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonunun (TESK) Gölbaşı'ndaki Vilayetler Evi'nde verdiği iftara katılmış ve esnafa seslenmiş,
"Esnafı tüketerek hükümeti bitirme anlayışı barbarcadır"
Ondan sonra da esnafa bir methiye, bir methiye.
Duy da inanma...
Zannedersin ki her köşe başına bir AVM kondurarak esnafı bitiren o değil de, şehrin kalbindeki soluklanabilecek ender yerlerden olan Gezi Parkı'nın yerine AVM yapılmasın diye ter ter tepinen, gaz üstüne gaz yiyen, gözü çıkan, kafası kırılan ve hatta ölen ama yine de Başbakan'ı AVM yapmaktan vazgeçiremeyen 'Gezi'ciler...
Taksim esnafını yıllardır ayakta tutan 'zamandan gelip geçen' o gençler değil mi?
Taksim'in kafelerinde oturan, 'ayaküstü lokantaları'nda takılan, Çiçek Pasajı, İstiklâl, kitapevleri, sanatevleri, müzeler, birahaneler, Nevizade, Tünel, ikinci elciler, sokak müzisyenleri, Beyoğlu'nun her çeşit mağazalarından alışveriş edenler...
Orası durmaksızın yaşayan canlı bir organizma...
Ve o organizmayı besleyen ve yaşatan da oranın müdavimi gençler...
Değil ki "esnafı tüketecekler"....
Ama olaylar sırasındaki her şeyi çocuklara yükleyen başbakanı duyan esnaf, -polise gıkını çıkartamadığından olsa gerek- bütün hışmıyla eski velinimeti, yeni hasmı olan bu yeni hedefe yöneliveriyor.
Hızını alamayıp eline palayı alıp rastgele sallıyor.
"Bitirdiniz lan beni!"
Da esnaf boşa gaza geliyor.
Başbakan'ın derdi esnafın bitmesi değil aslında.
Meselesi birilerinin(!) "esnafı tüketerek hükümeti bitirme" planları(!)....
Çok merak ettim;
Kim ola ki o birileri?
Gezi Çocukları değilse, "ne" çocukları?

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Bayrakçı'nın karısı kadar sağlam durmak...

Hani ağlasın mı gülsün mü şaşırır ya bazen insan;
Gezi Parkı eylemlerinde bayrak satmaya çalışan Ali Sarıçiçek'in maruz kaldığı davranışlar ve ardından gelen hukukî gelişmeler tam da böyle...
Sanırsın ki Ali kendi milletinin bayrağını değil, düşman bir ülkenin bayrağını satıyordu...

Evinin geçimini bayrak satarak sağlayan Ali Sarıçiçek hakkında, görevli memura mukavemet ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Kanunu'na muhalefet suçundan 1 yıl 2 aydan, 7 yıla kadar hapis cezası istenmiş.
Ali'nin karısı Merhamet'in açıklamaları ise değme konuşmacılara taş çıkartır güzellikte.
Sözcükleri o kadar yerinde, konuşması o kadar doğal, bir o kadar da rahat ve akıcı...
"Tamam benim kocam örgüt kurdu. 7 kişiyiz, biz örgütüz. (Çocuklarını sayarak) 1-2-3-4-5 tane çocuğum var. Biz örgütüz" demesinden anlaşılacağı üzre ironide de gayet başarılı.
Kalabalığın olduğu her yerde bayrak satan kocasından, geçende de Kazlıçeşme'de bayrak sattığından, Başbakan'ın sözünü dinleyerek yaptıkları çocuklardan, mağduriyetse mağduriyetten, mazlumluksa mazlumluktan söz ediyor.
Tane tane ve duraksamadan.
Baştakilere açık açık sesleniyor.
Korkmuyor.
Çekinmiyor.
Gaza da gelmiyor.
Çemkirmiyor, çirkinleşmiyor...
Keşke Merhamet'in duruşu ve hakkını savunuşu tüm siyasilere örnek olsa.
Milletten vekalet alarak meclise giren herkes sus pus olup oturacağına, milletin gerçek vekili olsa ve konuşsa.
Halkla inatlaşarak ve kavga ederek sorunların çözülmeyeceği, bilakis kördüğüme dönüşeceği ve halkın sesine kulak vermek gerektiği tepedekilere anlatılsa.
Tepedekiler de arada sırada dahi olsa tebdil-i kıyafet yaparak halkın arasına karışıp, halkın gerçek fikrine haiz olsa.
Kendisine anlatılanlarla gözleriyle gördükleri birbirini ne kadar tutuyor, iyice bir anlasa.

14 Temmuz 2013 Pazar

Geleceğe imza atan adam...

Geçtiğimiz kış Çağdaş Eğitim Kooperatifi'nin Kız Öğrenci Yurdu'nda kalan kızların barınma problemi hasıl olunca yeni bir yurt yaptırma konusu gündeme geliyor ve bu gündem de beni Baharın müjdecisi Kır Çiçekleri ve ÇEK ile tanıştırıyor.
Devamında gelişen olaylar neticesinde 2013'ün Mayısındaki temel atma töreninde yollarımız kesişiyor.
ÇEK'in yeni Kız Öğrenci Yurdu temel atma törenlerinde görüyorum kendisini.
Yurdun yapımına büyük katkı koyan vatansever bir eğitim gönüllüsü ve bir hayırsever;

O gün kendisini gördüğümde hayatını merak ediyorum içimden. Kim bilir neler yaşadı onca senede diyorum.
Temel atma töreninin ardından kısacık bir tokalaşıp selamlaşıyoruz, o kadar.
O günün üzerinden çok geçmeden, 2013'ün Temmuzunda ÇEK Kurumsal İletişim Sorumlusu Ünsal Zeren gönlümden geçeni bilirmiş gibi beni arıyor ve bu vasıtayla çok arzu ettiğim tanışma ve söyleşi gerçekleşiyor...
Kendisiyle buluşmaya gitmeden önce biraz ön çalışma yapıyor ve hakkında epey bir bilgi ediniyorum.
Osman Köseoğlu 1930 yılında Burdur'un Tefenni ilçesinin Başpınar Köyü'nde doğmuş.
Osmanlı döneminde çeşitli cephelerde 8.5 yıl savaşmış, İstiklâl Madalyasıyla onurlandırılmış ve okumaya düşkün bir babası, çocuklarıyla haşır neşir bir annesi, daha sonra bazıları erken göçen 7 kardeşi.
Ve okumaya sevdalı bir çocuk, kendisi.

Bu arada; 1930 tarihini görüp de Köseoğlu'nun "yaşlı bir adam" olduğunu düşünmeyin sakın.
Zihni de, fikri de, kendisi de gepgenç birisi vardı karşımızda.
Sohbeti keyifli, insan yanı kuvvetli, bir o kadar da matrak ve dolu dolu bilgili...
İlkokulu Tefenni'de, ortaokulu Burdur'da, liseyi Antalya'da bitirmiş. Ardından İTÜ'de Makina Mühendisliğini kazanmış.
Ve fakat maddi imkânsızlıklardan dolayı İTÜ'den ayrılmak zorunda kalmış. 1955 yılında devlet bursu ile Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'ne girmiş.
İTÜ'den ayrılışına üzüldü mü diye sorduğumda, ben nerede olsam başarılı olurdum cevabını veriyor.
Yaşadıklarına ve yaşattıklarına bakınca olmuş olduğu da her halinden anlaşılıyor zaten...
Osman Köseoğlu ihtisasını ve doktorasını yaparak derecelerle mezun olduğu okulun ardından Bursa'ya gelerek veterinerlik mesleğini Bursa'da icra etmeye başlamış.
Hakkında edindiğim bilgilerden ve evde bize gösterdiği fotoğraflarından anladığımız üzre Osman Bey aynı zamanda sıkı bir sporcu...

Güreş, atletizm ve yüzmede hatırı sayılır bir geçmiş bırakmış ardında.
Spor konusunda geleceğe yatırım yapmayı da ihmal etmemiş.
Lakin yatırım yaptıklarının hepsi başarıya ulaşmamış.
Kişi önce kendisi istemeli demek...
Osman Köseoğlu milli bayramlarda ve özel günlerde babasından kalan İstiklâl Madalyası'nı göğsünde gururla taşımayı da ihmal etmiyor.
****
Sohbet esnasında duvardaki fotoğraflara takılıyor gözüm. Her yer eşi Güler Köseoğlu'nun fotoğrafları ile dolu. Kâh yalnız, kâh ikisi birlikte. Kızları, torunları...
Yaşantılarındaki ahenk her fotoğraf karesinden yansıyor. Hayatları boyunca el ele vermişler, çocuklarını yetiştirmişler. Kendi çocuklarını yetiştirmekle kalmayıp diğer çocuklara da analık babalık etmişler.
Bu arada sosyal hayatlarını da hiç ihmal etmemişler.
Özellikle de birlikte ettikleri valsleri pek meşhurmuş.
Hele de harmandalının ağır aksak havasına kendi meşrebince yorumlayarak yarattığı ‘Osmandalı'sı görülmeye değermiş...
Konu buraya gelince nasıl tanıştıklarını soruyorum hemen.
Genç bir kız ve genç bir erkek olarak ilk buluşmalarını merak ediyorum.
Güler Hanım'la olan arkadaşlığını, evlenme teklifini, ardından Bursa'ya gelişlerini, hayatlarına verdikleri emeklerini hepsini anlatıyor bir bir....
Ta ki iki yıl önce Güler Hanım bu dünyaya veda edene dek birlikte süren uzun ve dolu dolu bir hayat dinliyoruz.
Eşini anlatırken gözleri parlıyor Osman Köseoğlu'nun. Eşinin tutumluluğunu, kendisini ve üç kızını idare edişini anlatıyor.
Başarısındaki büyük sırrın eşinin kendisine olan desteğinde olduğunu söylüyor.
Kendisini bir kadının ellerine bırakabildiğine göre Güler Hanım'ın farkını fark edip bu uzun yolculuğu keyifli hale getirecek kadar farkındalığı yüksek biri olmalı.
Seçmeyi bilmek de ayrı bir marifet işte.
Ailesi de aynısını söylemiş:
"Senin seçtiğin kız bizim başımızın tacı"
Seçenin seçimine güvenmek ve yanılmamak bu olsa gerek.......
****
En iyi insanlık kendisinden çok milletine hizmet edendir düsturunu benimsemiş bir insan Osman Köseoğlu.
Veterinerlik mesleğini icra ederken Bursa'da tek tabanca olmasının getirisi olarak pek çok yatırım yapma imkanı bulmuş.
O zaman değersiz olup da zaman içinde değerlenen arazilerini kat karşılığı vermeleri sebebiyle oluşan geliri eğitime ve sağlığa aktarmış karı-koca.
Köseoğlu kendi kliniğinin tüm donanımını ve bir barkovizyon cihazını Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi'ne bağışlamış.
Bursa'da 100 yataklı bir yurt yaptırarak ÇEK'e bağışlamışlar.
Güler-Osman Köseoğlu çifti olarak Bursa Uludağ Üniversitesi kampüsünde modern bir öğrenci yurdu ve Veterinerlik Fakültesi'ne Konferans Salonu yaptırmışlar.
Doğup büyüdükleri Tefenni Başpınar Köyü'ne kütüphane, çok amaçlı kültür merkezi, 400 ton kapasiteli soğuk hava deposu, köy konaklama evi, Atatürk büstü gibi pek çok eser kazandırmışlar.
Çocuk parkları, mezarlık ve cami güzelleştirmeleri, sokak düzenlemeleri yapmışlar.
Güler Köseoğlu'nun kız kardeşi Sevim Ersir'in isteği üzerine Bursa Sağlık ve Eğitim Vakfı'nı BURSEV'i kurmuşlar.
Onlarca öğrenciye burs vermiş, pek çok tesise nakit ve malzeme bağışı yapmışlar...
O bunları anlatırken 1963 yılında yazdığı 'Köyden Köye Mektuplar'ı soruyorum, "Sen nereden biliyorsun?" diyor.
Nasıl bilmem, sahibinin haberi olmasa da her satırı atlanmadan okunması gereken o mektuplar da katılmış internet dünyasına.
Köyüne yaptırdığı tesisler bir yanda, okumak isteyen çocuklara sağladığı imkanlar öte yanda, köylünün tesislere sahip çıkmayıp gereken özeni göstermemesi ise akıl almaz bir yanda.
O kadar ki, köyüne yaptırdığı Soğuk Hava Deposu elektrik borcundan dolayı kapanmış.
Köseoğlu da tesislerini koruyup yaşatmak için Güler-Osman Köseoğlu Başpınar Vakfı'nı kurmakta bulmuş çareyi.
Kendisinden daha fazla yatırım talep eden Burdur Valisi'ne Bursa ve Başpınar'daki yatırım ve gider dengesinden bahsederek "Daha ilerideki zamanlarda neden olmasın..." cevabını vermiş.
Uludağ Üniversitesi'ne bağışladığı arsa ve yaptırdığı yurt için kendisine verilen 20 kişilik kontenjanda köyünün gençlerini unutmaması köyüne ve eğitime verdiği önemin açık bir göstergesi..
Lâkin Burdur'dan Bursa'ya gelerek okuyan ve memleketine dönen çocuklardan sadece 1 tanesinin kendisini ziyarete gelerek teşekkür etmesi ise epey düşündürücü.
Kendilerine bu derece destek olan kişiyi tanımaları ve teşekkür etmeleri için o çocukları birilerinin yönlendirmesi gerekirdi diye düşünüyor insan.
Bunu bir diyet olarak değil de, sadece şükran göstergesi olarak yapmalarını sağlamak lâzımdı...
Köseoğlu'nun "Devlet bizim elimizden tutup okuttu. Biz de okuduk, hayırlı evlatlar olarak görevimizi yerine getiriyoruz" deyişinden şükran ve minnet duygusunun önemini anlıyoruz.
****
ÇEK Kız Öğrenci Yurdu'nun bağış aşamalarının nasıl geliştiğine gelirsek;
Önce Kadın Sığınma Evi yaptırmak imiş Osman Köseoğlu'nun niyeti. Sonra Sosyal Hizmetler Müdürlüğü kendisine özürlüler için bir tesis yapma teklifiyle gelmiş. ÇEK Başkanı Ali Arabacı ile olan hısımlığından dolayı ettikleri bir sohbet esnasında Kız Öğrenci Yurdu'ndaki sorunlar gündeme gelince, ÇEK ile buluşulmuş.
Ve bu sayede yurtlarından çıkmak durumunda kalan Kır Çiçekleri'ne yepyeni bir yuva kurmanın fikrî temelleri atılmış..
Her şerde bir hayır vardır deriz ya, eski yurtta Bursa köylerinden 54 kız çocuğu yararlanırken, yeni yurtta tüm Türkiye genelinden 100 kız çocuğu faydalanacakmış ve yeni döneme yetişecekmiş.
Kır Çiçekleri Yurdu inşaatı son hız devam etmekte.

Sohbet esnasında konu siyasete ve memleket meselelerine de geliyor kaçınılmaz bir şekilde.
Atatürk Türkiyesi'nin çalışkan ve ülkesini yukarılara taşıma gayreti içinde yetişen bir ferdi olarak görev icabı gittiği köylerde halkla nasıl kaynaştığını ve onların aydınlanmasına nasıl önem verdiğini anlatıyor.
"Köylere gidince hep Kurtuluş Savaşı'nı ve Atatürk'ü anlatırdım" diyor…
Çepni Köyü'nden bir anısını eklemeyi de ihmal etmiyor. Halka bütünleşmenin ve tepeden bakmamanın önemini anlatıyor.
Bunların üzerine "Siyasete girmeyi düşünmediniz mi hiç?" diyorum.
"Girseydim bağımsız aday olarak girerdim ve muhakkak seçilirdim" diyor.
Sorduğum sorunun içindeki malum cevabı almış olmaktan memnun oluyorum.
Bu enerjiyle başka türlüsü olamazdı zaten...

Osman Köseoğlu'nun can yoldaşı, eli ayağı Ergül Çatal ve Güler Köseoğlu'nun rahle-i tedrisinden geçmiş olan 17 senelik yardımcısı Hatice Hanım'ın ikramları eşliğinde ettiğimiz sohbetin ardından, evin alt katındaki çalışma ofisine iniyoruz.
Evdeki yağlı boya tablolar, fotoğraflar ve envai çeşit eşya yoğunluğu ofiste de mevcut.
Rahmetli Tankut Öktem'in yaptığı Osman Bey ve Güler Hanım'ın büstleri, duvarlarda asılı fotoğraflar, her şey her şey her şey Osman ve Güler Köseoğlu'nu haykırıyor…
Sohbetin tadı doyumsuz. Kendisinden öğrenilecek o kadar çok şey var ki...

Su gibi akan saatlerin ardından ayrılmak için izin istiyoruz...
Giderayak rafların altından bir yerden büyükçe bir taş çıkartıp koyuyor masanın üzerine.
Oval ve epey büyük bir taş.
Nehrin akıntısıyla taşın köşeleri törpülenmiş ve suyun kuvvetiyle yuvarlandıkça yuvarlanmış..
"Hayatın akışı da insanı işte böyle törpüleyip yuvarlıyor" diyor hepimize.
Hak vermemek ne mümkün.
Akışta kalmak, akışa katkıda bulunmak, yuvarlanmak ve doğayla bütün olmak, ayrışmamak, uzaklaşmamak, inatlaşmamak...
Köseoğlu'nun yaptığı gibi, ardında bıraktığı izlerle sonsuzluğa ulaşmak...
Vedalaşmanın ardından kendisine bir kez daha hayran olmaktan alıkoyamıyorum kendimi.
Onun bir ömre sığdırdıklarını görünce de, boşa geçen bütün günlerime yanıyorum...
O tam bir Çılgın Türk...

ÇEK Gönüllüsü olarak yazdığım yazılar:

Baharın müjdecisi Kır Çiçekleri / 12 Şubat 2013
Geleceğe imza atan adam... / 14 Temmuz 2013 
Zafer Akıncı bu kez ÇEK'in konuğuydu / 20 Ağustos 2013
Çağdaş çocukların çağdaş yuvası / 29 Eylül 2013
Sabahattin Ali'nin yalnızlığı ilk değil / 13 Aralık 2013
ÇEK, Feyzioğlu, eğitim, ülke, gelecek ve dahası / 8 Şubat 2014

Çiçek gibi kızlara 5 yıldızlı yurt / 29 Ekim 2014
91. Yılında Öğretim Birliği Yasası ve ÇEK ödülleri / 5 Mart 2015
İmece’nin adı ÇEK olmuş / 28 Temmuz 2015
İlmek ilmek dokuyup, zincir zincir büyüteceğiz / 1 Aralık 2015
'ÇEK'e destek yurtseverlik görevidir / 15 Aralık 2015
Atatürk Bizim Bütünümüzdür / 4 Mart 2018
Orada Duruverdi Zaman / 6 Mart 2019
'Çağdaş Eğitim'e Gönül Verenler / 7 Mart 2020
ÇEK Çıldırmış Olmalı! / 11 Ekim 2020
ÇEK Durmuyor, Koşuyor! / 5 Mart 2022