28 Ağustos 2023 Pazartesi

Nilüfer'in Tuvaletsiz Parkı

Nilüfer Üç Fidan Parkı

Nilüfer İstasyonu'nda hafif raylıdan inip eve doğru yürürken Üç Fidan Parkı'nın içinden geçiyorum hep.  Ezgi Kitabevi'nin köşesinden dönüp de parkla karşılaştığımın her seferinde içime huzur doluyor. Bu da elimi telefonumun kamerasına götürüyor. Bu sayede de arşivimde parkta çekilmiş yüzlerce fotoğraf birikiyor.
Çimenler üzerinde yayılanlar, elindeki enstrümanını hafif hafif çalanlar, hamaklarda sallananlar ve insanlar arasında sereserpe yatıp huzurla uyuyan hayvanlar. Adeta Avrupa parklarında ya da sokaklarında gördüğümüz bir manzara...
"Gülümseyin Nilüfer'desiniz..."
Lakin bu güzel manzara sabah olduğunda tersine dönüyor. Oraya buraya atılmış boş bira şişeleri, bazısı toplanmış ama çöpe sığmadığı için çöpün dibine bırakılmış çöp poşetleri, etrafa saçılmış sigara kutuları, izmaritler ve dahası... Adeta çevre bilinci gelişmemiş vatandaşların pikniğe gidip keyif yaptıktan sonra arkalarını toplamadan döndükleri manzara.
"Gülümsemeyin, siz Nilüferli değilsiniz?"
Neyse ki dağınıklığı toplayan görevli kısa bir zaman içinde parkı eski haline getiriyor ve akşam olunca vatandaşlar bu tertemiz parkı yine çöplüğe çeviriyor. Olur da park birkaç gün temizlenmezse ortaya çıkacak görüntüyü hayal edin bir...

Nilüfer Üç Fidan Parkı
Nilüfer Üç Fidan Parkı "Gezi" olayları esnasında "çapulculara" kucak açmış olmasının yanı sıra pek çok sanat etkinliğine de ev sahipliği yapar. Bu nadide yeşil alanda paneller düzenlenir, konserler verilir, danslar edilir, filmler izlenir. 
Nilüfer Üç Fidan Parkı aynı zamanda afet durumunda toplanma alanıdır. 
Ancaaakkk! İçinde bu alanın içinde Allah rızası için bir tek tane umumi tuvalet yok. Bu sebeple geceleri parkta saatlerce oturan insanlar ihtiyaçlarını ya bizim sitenin duvar diplerinde ya da karşıdaki pastanenin tuvaletinde gidermek zorunda kalıyor(muş). 
(Nilüfer'in diğer parklarında durum ne bilmiyorum. O yüzden de yazımı sadece Üç Fidan Parkı ile sınırlı tutuyorum.)

"Tuvalet 10 TL" 
Bugün gördüm ki Cicim Pastanesi sonunda bu taleple baş edememiş ve kasasının önüne "Tuvalet 10 TL" yazmış. Geceleri mekân içinde tuvalet kuyruğu oluşuyor, baş edemiyoruz diyorlar. (Metrodan inenler de Burger King'in tuvaletine daldığı için olsa gerek, tuvaletin kapıları alışveriş fişindeki barkod ile açılıyor.) Nihayetinde oralar umumi tuvalet değil... 
Ve bugün duydum ki bizim sitenin kapıcısı geceleri site duvarları etrafında nöbet tutuyormuş. Çünkü parkta oturup biraları art arda yuvarlayanlar böbrekleri fazla mesai yaptıkça çareyi duvar dibine çövdürmekte buluyormuş. Görevlimiz nöbet tutmasa evlerde sidik kokusundan durulmayacak demek ki!

Çözüm ne?
Pastane çalışanı Nilüfer Belediyesi'ne defalarca mail yazdığını ancak bu konuda hiçbir gelişme/çalışma olmadığını söylüyor. Çevre sitelerden de şikâyet mailleri alıyorlardır ihtimal. Da, tıppp! Sessizlik...
Parkı insana açmak kolay da, parkı insan kullanımına uygun hale getirmek bu kadar zor mu? İstanbul'da olduğu gibi parklara parkın görüntüsünü bozmayacak ve Bursakart ile ya da jetonla girilebilecek tuvaletler yapılamaz mı? 
Bir afet anında (sağlam kalırlarsa) ihtiyacımızı çevredeki dükkânların tuvaletlerinde mi gidermeye çalışacağız? Afet anında nasılsa yemek yiyemeyeceksiniz, o zaman tuvalet ihtiyacınız da olmayacak mı diyeceksiniz? Yoksa, baban da mı klozete s..rdı, çim işte bir yere mi diyeceksiniz? 

6 Şubat depreminde gördük ki insanların, özellikle de kadınların en büyük ihtiyacı tuvalet. Ki deprem sonrası yazdığım Depremin Kadın Yüzü yazısında bu konuyu en ince detayına kadar enine boyuna anlatmıştım. O yüzden tekrar anlatmıyorum.

Toplanma alanı ya da park, insanların topluca bulunduğu her yerde muhakkak ama muhakkak tuvalet düzeni olmalı diyorum. Ki, kendi pisliğimizde boğulmayalım...
Aslan yattığı yerden belli olur derler. Yaşadığımız yer yatağımızdır. Yatağımız aynamızdır...

28 Ağustos 2023 / C.E.Y.

22 Ağustos 2023 Salı

Senin hakkın hak da, bizimki ıspanak mı?

Namaza başlayan önce niyet eder:
"Durdum divana, uydum Kuran'a, (ya da uydum hazır olan imama), yönüm kıble, kıblem Kâbe, kurtarıcım Allah, şefaatçim Muhammed Mustafa, niyet ettim bugünkü öğle namazının sünnetine, farzına ya da son sünnetine!..”  Namazını kılar, bir dahaki vakte kadar seccadesini katlar ve kalkar.
Allah kabul etsin...
Namaz kılanın önünden geçilmez, karşısında bir portre tablo varsa üzeri örtülür, yanında yüksek sesle konuşulmaz, şarkı türkü çalınmaz. Namaz kılan sessiz bir ortam tercih ettiği için genellikle başka bir odaya geçer. Namaz kılarken yakalamak istediği duyguyu sessizlikte bulur.
Yolun ortasına seccade serip namaza durmaz mesela. Havada, karada, suda namaz kılmaya çalışmaz. Hareket halindeki bir uçağın ya da bir otobüsün dapdaracık koridorlarında ellerini beline bağlayıp kıyama durmaz.
Giden araçta namaz kılmaya çalışana bakıp da kıble ne yana düşer usta diye sormaz mı insan? Efendi efendi, senin kıblen şaşmış demez mi? ("Efendi" dedim, çünkü bunu yapanlar hep erkek taifesi.)
Son yıllarda böyle bir moda başladı biliyorsunuz. Olur olmaz her yerde namaz kılmaya çalışanlara en ufak bir şey diyecek olursanız, "VAYY! SEN DİNE KARŞI MISIN?" haykırışları, sosyal medya linçleri, gözaltı, hatta bazen de tutuklama ile sona eren hızlı mı hızlı bir yolculukta bulabilirsiniz kendinizi.
Güzel kardeşim, biz senin namazına niçin karışalım? Ama sen bizim hayatımızın ortasına niye dalıyorsun? Senin hakkın hak da, bizimki ıspanak mı?
Ezanı bu kadar yüksek sesle okumayın deseniz yine aynı tepki. "Ezan okunmasın demedim, ses yüksek dedim!" deseniz de çaresiz. Siz yine jet hızıyla din düşmanı oldunuz. 
Sürekli "cinsel hayat" konuşan imamlar deseniz ona keza. Hoppala, onu da mu sana soracağız deseniz, bakın yine din düşmanı oldunuz.
Hadi geçmiş olsun... 

Köpürteceğinize sakinleştirin
Tamam, hepsine geçmiş olsun. Ya sığınmacı krizi? Şimdi de sığınmacılardan şikâyet etmek, onlara karşı iki laf söylemek zinhar YASSAH! Hem de öyle böyle değil, çok fena YASSAH!
Ki memlekette kime sorsan bu istiladan son derece rahatsız. Ama olur da orda burda biri bir mülteciye laf ederse kızılca kıyamet kopuyor. Anında telefonlar kayda geçiyor, videolar kaydediliyor, ülke insanı ırkçılıkla ve din düşmanlığıyla suçlanıyor. Olay köpürtüldükçe köpürtülüyor ve bu vahşetli-şehvetli yolculuğun sonu yine "Emniyet"e çıkıyor...
Ülke insanı taş mı a benim güzel kardeşim. Bak vatandaş kıvrım kıvrım kıvranıyor. Canı burnunda soluyor. Bu çaresizliğini boşaltmak isteyen bir insanı sakinleştireceğinize niçin daha da alevlendiriyorsunuz? Niçin olayı din düşmanlığına ve ırkçılığa taşıyorsunuz? 
Onlara yazık da bize değil mi? Onların yaşama hakkı var da bizim yok mu? Niçin hakkımızı korumayalım? Niçin ülkemizi kaçtıkları ülkelerine benzetmek istemelerine sessiz kalalım?  Niçin onlardan sığındıkları bu ülkeye saygılı olmalarını beklemeyelim?
Hem niçin ülke kuralları kanunlarla korunmuyor da insanımız bir başına sahipsiz kalıyor? 
Ha bir de, niçin ülke insanı kendi ülkesine/insanına hainlik ediyor? Taksicisinden ev sahibine, mağazacısından restoranına kadar herkes "para" peşinde koşup kendi insanını görmezden gelirken ülke göz göre göre elden gidiyor, niçin kimse buna bir dur demiyor?

Kim kime muhtaç?
Siz bakmayın küçük düşünen "aklın", "Ama onlar olmasa biz malımızı satamayacağız!" diyerek sevinmesine. Onlar, "onlar" sebebiyle ülke halkının fakirleştiğini görmüyor. Kimden ne kazanırsam fayda diyerek "Parayı veren düdüğü çalar!" mantığı güdüyor. Daha düne kadar sizler-bizler normal alışverişimizi yapar, sektörü ayakta tutardık. Yanlış politikalarla şimdi biz "bakan" olduk, yardım ettiğimiz mülteci tayfası ise "alan". 
Onlar ülkemize muhtaç derken, ne acı ki şimdi ülkemiz onlara muhtaç.

Mal mı satmayalım, satalım elbet.
Ev mi kiralamayalım, kiralayalım elbet.
Restorana mı almayalım, alalım elbet.
Lakin mal satanlar ayrı şikâyetçi, ev kiralayanlar ayrı, masa açanlar ayrı.
O mal evlerde denenip orası burası sökük, düğmesi kopuk olarak değişime geliyor. Tax-free max-free uğraş dur.
Kiracısı evden çıkınca ev sahibi evini tanıyamaz halde buluyor. Pencere kolu çıkmış, parkeler sökülmüş, mutfak dolapları renk değiştirmiş. Emlakçı memlakçı, uğraş dur.
Restoranda masadan kalktıklarında, masa, altıyla üstüyle çöpe dönüşüyor. Hadi masa üzerini anladım da, altta oluşan çöplük ne alaka? Fırça, süpürge, bez uğraş dur.
Kendi aralarında kavgalar, mahalle halkına sataşmalar, tacizler, cinayetler, hırsızlık, gasp... Hangi birini saysam?
****
Kısacası, ülke insanı büyük bir mağduriyet içinde inim inim inliyor. 
Çünkü kucak açtığı misafir misafirliğini bilmiyor. Geldiği evin düzenine uyacağına, evi ele geçirip ev sahibini evden dışarı atmaya çalışıyor. Eğer misafir bunu yapma cüretini kendinde görüyorsa ya burada büyük bir yönetim boşluğu var demektir ya da ev, bilinçli olarak el değiştirtiliyor demektir. 
Ya da belki bu düzensizlikten, bu kaostan yeni bir dünya düzeni çıkacak demektir.
Gücünüz sade vatandaşa yetip mağdur insanlara saldıracağınıza bence bunu sorgulayın...

22 Ağustos 2023 / C.E.Y.

8 Ağustos 2023 Salı

Steteskoplarını Aldılar ve Gittiler

9 Mart 2022 tarihinde yazdığım yazının başlığı "Steteskopunu da al git!" idi.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakları için mücadele eden, görevlerini yaparken şiddete uğrayan, hatta öldürülen, güvensiz ve onursuz bir ortamda çalışmak istemedikleri ve devlet büyükleri de arkalarında durup güvenliklerini sağlamadığı için ülkeden ayrılan doktorlara/sağlıkçılara "Gidiyorlarsa gitsinler! Biz de üniversiteyi bitiren yeni doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, yola bunlarla devam ederiz! Yurt dışından ülkeye dönmek isteyenleri davet eder, onları da istihdam ederiz! Buralar boş kalmaz, merak etmeyin! Doktorluk gibi aziz bir mesleği sadece paraya bina ettiniz!" demişti.
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, yurt dışına giden doktorların Türkiye’ye dönmeleri için çağrı yaptığı bir kamu spotu yayınlandı. Erdoğan bu spotta “Değerli kardeşim, ‘Uluslararası Lider Araştırmacıları’ programı kapsamında sizi yuvanıza, ülkenize dönmeye davet ediyorum. Bilimsel çalışmalarınız için gereken tüm imkânlar devletimiz tarafından sağlanacaktır. En kalbi selamlarımla.” dediyse de bu çağrıyı kim duyup kim ülkeye döndü bilmem.

Giderlerse Gidenler Topluluğu
Bu çağrı üzerine koşa koşa dönen oldu mu bilmem ama Sözcü Gazetesi'nden Ali Gülen'in haberine göre:"14 Mayıs seçimlerinden sonra, sadece 14-31 Mayıs arasında 144 Türk doktor Almanya’ya gitti. Şu anda Almanya’da, Türkiye’den gelmiş 15 bine yakın Türk doktor bulunuyor ve bunların yarıdan çoğu da uzman. Almanya’ya giden Türk doktorlar, bu yılki geleneksel buluşmalarını Hannover kentinde gerçekleştirdi. Daha önce çeşitli kentlerde buluşan doktorlar, Kuzey Almanya’daki Hannover pikniğini sosyal medyadan, 'Giderlerse, gidenler topluluğu' diye paylaştı. Türk doktorlardan sonra Türk hemşireler de Almanya’ya akın etmeye başladı."
Yine Ali Gülen'in  8 Ekim 2022 tarihli haberine göre: "Almanya’da bir doktorun yetişmesi için 400 bin euro harcanırken, Türkiye’den gelen 8 bine yakın doktor, Almanya’ya 3.2 milyar euro tasarruf ettirdi. Diğer sektörlerin eğitimli eleman açığını kapatan Türkler de katılınca, bu rakam iki katına yükseldi."

Bir doktor nasıl yetişir?
Hemen söyleyelim. Hiç ama hiç kolay yetişmez. Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu "Bir doktor nasıl yetişir?" üzerine Independent Türkçe'ye konuşmuş ve bu zorlu ve hem ailelere hem de devlete epey maliyet yükleyen yolculuğu uzun uzun anlatmış. Sınava hazırlanmaktan kazanmaya, okumaktan mezun olmaya, uzmanlığa, doçentliğe, profesörlüğe devam eden ve hayat boyu süren bu yolculuğa illa ki siz de bir şekilde şahit olmuşsunuzdur. Ya ailenizden biri, ya arkadaşınız, ya da komşunuz illa ki bu meşakkatli yola baş koymuştur. İnsanüstü bu yolculuğu bir kalemde çöpe atmak hangi akla, hangi mantığa, hangi vicdana sığar... 
Onları daha nasıl rahat ettirebiliriz, haklarını daha nasıl öderiz, daha nasıl saygı gösterebiliriz diyeceğimize... Canımızı, can parçalarımızı, yaşlılarımızı, gençlerimizi, yani geçmişimizi ve geleceğimizi emanet ettiğimiz doktorlarımızı göz göre göre elimizden kaçırmak, üstelik yerlerine de bir şey koyamamak nasıl bir aklın ürünüdür? 
Bak, senin beğenmeyip attığını havada kapıyor elalem. Senin aşağıladığını başının üzerinde taşıyor. Çünkü parmağını kıpırdatmadan "yetişmiş eleman" sahibi olduğunu biliyor.
Sen hem yatırım yapıyor hem de bu yatırımdan faydalanamıyorsun ya, ne diyeyim... 

Çok geliştik çok
Öyle geliştik ki; hastaneler lebaleb dolu, hasta bakmak için doktora ayrılan zaman göz açıp kapama derecesinde, şehir hasteneleri desen hepsi şehir dışında, özel hastaneler desen hepsi şehir içinde, doktora şiddet desen istemediğin kadar, nöbet saatleri desen uçsuz bucaksız, hastaneler desen şifa yuvası olmaktan çıkmış, kıyım yuvasına dönmüş, üniversite tercihleri desen tıp fakülteleri tercih edilmez, yetişmiş doktorlar desen ülkede kalmaz olmuş.

"Biz artık doktor dövüyoruz!"
"BİZ ARTIK ÇOK GELİŞTİK, BİZ ARTIK DOKTOR DÖVÜYORUZ" diyen kafanın kafasızlığı ülkeyi inim inim inletiyor. O kafa üç gün sonra bir doktora (sağlık ordusunun her bir ferdine) muhtaç olacağını düşünmüyor. İşte o kafa doktorun da bir fani olarak bir yere kadar hükmü olduğunu, ölüyü diriltemeyeceğini anlamıyor. Tedavi ya da operasyon ölümle sonuçlanmışsa isyanını ve acısını doktora yöneltiyor. "Doktor efendi, sen de ölümlerden ölüm beğen!" diyerek işi cinayete vardırıyor.
"Doktor can almaz, sen de alma!" diyorsun, dinlemiyor...
"Bre zındık! İnsanın doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niçin inanmıyorsun? Canı sen mi verdin de sen alıyorsun?" diyorsun, duymuyor.
"Sağlık ordusunun içinde de çürük elmalar çıkıyor. Lakin bir-iki çürük elma için bir kamyon elmayı çöpe atmak gerekmiyor." diyorsun, "Atarım da yakarım da!" diyor.

Veteriner, Hekim değil mi?
Geçtiğimiz günlerde A.K. isimli bir kadın erken doğum yapan kedisi Victoria'yı, enfeksiyon kaptığı için veteriner kliniğine götürdü. Klinikte tedaviye alınan kedi, 4 gün sonra öldü. A.K., kedisinin ölümünden sorumlu tuttuğu kliniği 4 arkadaşıyla basıp, veteriner hekim Ceren Eroğlu'na saldırdı. 56 veteriner hekim odasından yapılan ortak açıklamada, geçen ay İzmir'de bu ay ise Ankara'da iki veteriner hekimin saldırıya uğradığı,  tüm ısrarlarına rağmen veteriner hekimlerin, Sağlıkta Şiddet Yasası kapsamı dışında tutulduğu, veteriner hekimlerin kritik noktalar ve durumlar hariç, 21 Ağustos Pazartesi günü iş bırakacağı açıklandı.

Sen haline yan
Tüm bunların eni sonu insanca davranıştan ve bilimden bihaber olmaya dayanıyor.
Deprem gibi büyük afetlerde insan hatası yüzünden korkunç şekillerde ölüp gitmek takdir-i ilahi, hastane ortamında, her türlü müdahaleye rağmen ölmek cinayet sebebi.
Eh, kimse de canını yolda bulmadı haliyle. Senin canın can da doktorunki patlıcan mı?
O da sonunda aldı steteskopunu ve gitti işte. 
Bu arada haberin olsun; kovalayanın emrinde doktor ordusu var, sen haline yan...

8 Ağustos 2023 / C.E.Y. 

2 Ağustos 2023 Çarşamba

Yorgunuz ama Ümitsiz Değiliz

Pandemi boyunca yerinden çıkmayan, çıkınca da bizi sükut-u hayale uğratan eşyalarımızın hikâyelerini anlatıyoruz birbirimize. Kutular içinde kendi kendine çürüyüp dağılan ayakkabılarla un ufak olan çantalar, bir dönemin sonuna geldiğimizin göstergesi. Biz onları sarıp sarmalayıp özel günlerde giymek üzere bekletirken, onlar bizi birer birer terk eder oldu. Astarından dağılmaya başlayan henüz bir-iki kez giyilmiş bir terlik, düğünün ortasında tabanı açılıp topuğu düşen bir ayakkabı, yürüdükçe dökülen bir espardil, üzeri pul pul kabarmış bir çanta, elastik özelliğini kaybetmiş ve yer yer eprimiş bir mayo, bel lastiği tutmayan bir pijama ve dahası.
Kiminle konuşsam aynı dertten muzdarip. 
Bunca dert arasında derdin mi kalmadı da bunları yazıyorsun demeyin, dolaplarda çürüyen bu eşyaları yerine koymak bu pahalılıkta bir servet. 
Lakin zaman da o zaman ki, artık onları ve benzerlerini yerine koymaya hiç niyetimiz yok.
Pandemi'de her şey gibi biz de değiştik.
Sırlarımız döküldü, heveslerimiz ve beklentilerimiz erozyana uğradı.
****
Dolaplarda çürüyen eşyalara ve bedeninde çürüyen insanlara bakınca, yaşadığı kutudan çıkmayan insanların da eşyalar gibi çürüyüp gittiğini görüyorum. Başka şehirler, başka ülkeler görüp başka insanlar tanımadıkça, başka sesler duymayıp başka renklere dokunmadıkça, Ünzile misali köyün en son çitinde dünyanın bittiğine inandıkça ne beyin layıkıyla yaşıyor, ne de ruh.

Ya her şeye bir anda sahip olmak ve sonrasında bir anda puf diye bir anda her şeyi yitirmek? O da bir sihirle Sindirella'ya dönüşen Külkedisi'nin saat 00:00'ı vurduğunda tekrar Külkedisi haline dönüşmesine benzemiyor mu?
Ülke olarak yıllardır sahte bir refah içinde yaşarken bir anda her şey bal kabağına dönüşmedi mi? Takke düşüp kel görünmedi mi?
Hani gaz bulmuştuk, açın kombileriydi; hani petrol bulmuştuk, doğrudan traktöre konabilecekti; hani başımızdaki şahsın uzmanlık alanı "faiz sebep enflasyon netice"li ekonomiydi, hani Nass vardı...
Ekonomi öyle hale geldi ki, toparlamak için can havliyle dün hainlikle suçlanan kişi bugün ekonominin direksiyonuna geçti, uzmanlık alanı ekonomi olan şahsa ekonomiden el çektirildi, bu uzmanlık sayesinde oluşan obruğun içine düşen ülkeyi kurtarmak için taa ABD'lerden "eğitimli bir Türk kadını" davet edildi. Onlar da bir baktılar, yara çok ama çok büyük, zam üstüne zam yaparak açığı daraltmaya çalışıyorlar. Ekonominin patronları zam üstüne zam koydukça biz de gam üstüne gam koyuyoruz. Bu yolculuğun uzun süreceğini söylüyorlar, Çile Bülbülüm Çile diye şakıyoruz.
Sarayda da halka ithafen Nankör Kedi şarkısı söyleniyor ihtimal!
Patron, "Avrupa'da en ucuz akaryakıtı biz kullanıyoruz" demişti zaten. Nankörsünüz demişti kısacası. "Emekli maaşlarını da Avrupa emeklisi maaşına uydursanız" deyip duruyoruz da, duyan kim...

Zam Festivali
Ardı ardına yapılan zamlara diyecek bir şey bulamıyorum artık. Öyle eğleniyor olmalılar ki, biri bitmeden bir tane daha patlatıyorlar. Araban varsa ve yakıt fiyatlarına yapılan bir zammı kaçırırsan ertesi gün diğerini muhakkak yakalıyorsun mesela. MTV'yi çifter çifter ödüyorsun. Vergiler boy boy, hangisini ödeyeceğini şaşırıyorsun. Devlet seni (beni) maaşa bağlayacağına sen devleti maaşa bağlamışsın da haberin yok. Böyüklerimizin her bir mesarifini tıkır tıkır sen (ben) ödüyorsun.
Market rafları ona keza. Arkanı dönerken zammı yapıştırıyorlar. Dolar Euro adeta birbiri ile yarışıyor. Nasılsa sen (ben) maaşını dolarla almıyorsun, o yüzden sana ne dolar artışından güzel kardeşin diyeceğim, diyemiyorum.

Etkisiz Eleman - Yutan Eleman - Sağda Sıfır - Solda Sıfır
Bu sıfır garip bir rakam. Çarparken yutan oluyor, diğer işlemlerde etkisiz. Sağa koyarsan değer katıyor, sola koyarsan hükmü olmuyor. 1 Ocak 2005 tarihinde paramızdan altı sıfır atıp rahatlamıştık. Acaba kaçını geri aldık? 2005'te en büyük banknot 100 TL idi. Şimdilerde (1 Ocak 2009 tarihinde tedavüle çıkan) 200 TL'lik banknot dahi gücünü yitirdi. Sıra 500 ve 1000 TL'lik banknot basmaya geldi.
Mis gibi, gıcır gıcır, dumanı üzerinde banknot veriyor ATM'ler. 
Nass olmadı o zaman BAS para BAS, BAS!

Masal Masal Matitas
Ah benim çocukluğumun masal kahramanı, ayakkabısının tekini baloda unutup yakışıklı prensi kapı kapı dolaştıran, kendisini kapı kapı aratan Sindirellacığım, sen de Külkedisi'ne dönüştün, biz de.
Senin araban Balkabağına döndü, biz arabaları yerinden bile oynatamıyoruz.
Senin süslü püslü kıyafetlerin eski püskü haline geri döndü, bizim kıyafetler durduğu yerde demode kaldı.
Senin ayakkabın baloda kaldı, bizimkiler kendi kendini intihar etti.
Sen baban ölünce bir çeşit attan inip eşeğe binmiştin, biz eşekten düşmüşe döndük.

Mutlu Son
Lakin senin masalın mutlu bitti. Hak yerine buldu, prensine kavuştun. Külkediliğinden prensesliğe, yani zulümden refaha terfi ettin.
Dilerim bizim masalımızın ilerleyen sayfalarında da güzel günler yazılıdır.
Ve bizler mümkün olan en kısa zamanda alev alev yanan bu yangını söndürür ve Zümrüdü Anka Kuşu gibi küllerimizden yeniden doğarız.
"Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte, yani yürekte..." der Nâzım.
"Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil!" der.
Vatan sevdasına kara toprağa düşen henüz bıyığı terlememiş Tahirlerin bâşı için, Tahirlerini yitiren Zührelerin bâşı için, bu vatanı yeni baştan kuran dedelerimizin, ninelerimizin bâşı için aklımızı başımıza alma ve adım adım mutlu sona ulaşma zamanı...
Yorgunuz ama ümitsiz değiliz.
Değiliz, değil mi?

2 Ağustos 2023 / C.E.Y.