30 Ocak 2016 Cumartesi

Mekke ne yana düşer usta?

Kütahya'da 1956 yılında inşaa edilen Kakaç Camisi'nin kıblesinin yanlış olduğu 60 yıl sonra ortaya çıkmış.
60 yıldır kimsenin fark etmediği hata nasıl olduysa fark edilmiş ve İl Müftülüğü'ne bildirilmiş. Ölçülmüş biçilmiş ve kıblede 69 derecelik bir sapma olduğu görülmüş.
Görevliler cami içine şerit çekerek kıbleyi düzeltmiş.
Şimdiki durum şu: 
Minber bir yana bakıyor, cemaat başka bir yana...
Cami olduğu yerde döndürülemeyeceğine göre minber daha sonra cemaatin baktığı yöne alınacakmış.
Ufak bir bilgi; caminin kıble yönünde 45 dereceden fazla sapma yoksa, ibadetin geçerliliği açısından da bir sakınca yokmuş.
Ya 69 derece sapmayla kılınan namazlara ne oldu şimdi?
Yok yok merak etmeyin, hepsi durduğu yerde duruyormuş...
Bu hatanın keşfedilmesinden sonra diyanet harekete geçmiş ve 86 bin caminin kıble tespitini yapmak için kolları sıvamış. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kıble çalışmalarına da yer verilen 2016 yılı bütçesi, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilmiş. 
Kıble işini kıblesine sokmak için Erzurum Karakaya Tepesi’ne elektronik sistemler yerleştirilerek sürekli ufuk gözlemi yapılacakmış. Yurt dışına gönderilecek personele astronomlar; kıble tayini, namaz vakitleri ve hilal gözlemi eğitimi verecekmiş.

Sizin aklınızdan da şunlar geçti mi yazdıklarımı okurken?
* Bu hesaplamalar camiler inşaa edilirken yapılmaz mı?
* Camide namaz kılan insanlar kıblenin ne tarafa baktığını hiç sorgulamaz mı?
* Kâbe'nin yönünü bulmak bu kadar zor mudur? Hele de elinizdeki akıllı telefona bir dokunuş yaparak bulabilecek iken.
* Dünya hem kendi etrafında ve hem de güneşin etrafında dönerken kıble arada sırada başka tarafa mı kaçıyordur acaba?
* Bazen Afrika'dan bazen de Kanada'dan mı çıkıyordur mesela?
* Cemaatle kaçma kovalamaca mı oynuyordur yoksa?

Uçuk soruları bir kenara bırakıp 'Kıble saati hesaplama' dersek, orada devreye fizik, matematik ve astronomi giriyor.
Kıble saati; "Kâbe'nin bulunduğu nokta, güneşin günlük deklinasyonundaki yeri ve bulunduğumuz nokta arasında oluşan küresel üçgenin trigonometrik çözümünün zaman cinsinden ifadesidir." diye tanımlanıyor.
Fakat kıbleyi bulmayı yüzünü güneşe dönme olarak nitelendirirsek kıbleyi bulmak biraz daha kolaylaşıyor.
Kıble tespiti yapılacak gün, takvimdeki kıble saatinde güneşe doğru ayakta durulduğunda kıbleye dönmüş olunuyormuş. Çünkü güneş o an tam da Kâbe istikametinde bulunuyormuş.
****
Namaz gibi somut edilen bir ibadette 'yön' önemli elbet, vakit ona keza. 
Namazın yönü kimsenin keyfine göre tayin edilemeyeceği gibi vakti de edilemez.
De, ediliyor.
Cumaya geç kalanlar için bir tuşa basılıyor ve dünya durduruluyor, cemaate o muhterem zat bekletiliyor bir güzel. Beklenen kişi gelince dünya tekrar dönmeye başlıyor.
Buyrun amin!
Camilerin inşaası ise kim bilir kimlerin ellerine teslim ediliyor. 
Sonra da ara ki kıbleyi bulasın...
****
Caminin kıblesinin şaşması bir yana, memleketin kıblesi şaştı artık aslında.
Atasının aydınlık yolundan ayrılan insanlar ne tarafa secde edeceğini şaşırdı.
Saraya mı, hocaya mı, imama mı, Allah'a mı?
Cami kıblesi kolay, esas mesele milletin kıblesini ayarlamakta...

Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır?

Kanıksadığımız bir mülteci haberi daha: Çanakkale'de yabancı uyrukluları taşıyan tekne battı. Çoğu çocuk 39 ölü...

Boğularak karaya vuran o çocuklar diyorum,
Ne vatan bilirlerdi ne toprak.
Ne inanç bilirlerdi ne milliyet.
Ne savaş bilirlerdi ne barış.
Bildikleri tek şey kardeşleri annesi babası, bir de acıkan karınları.
Kaçtıklarından beri küçük bedenleri sokakta oynadıkları için değil, ne olduğunu anlamadan oradan oraya sürüklendikleri için yorgundu. 
Umut bilmezlerdi, hayal bilmezlerdi, istemek bilmezlerdi. 
Ellerinden tutar çekersin, gelir, "Nereye?" diye sormazlar, ellerini tutanlara güvenirlerdi.
Karadan korkmaz, denizden korkmaz, ölmekten korkmazlardı.
Yanlarında aileleri olduktan sonra....
Dünyanın gözü önünde boğularak karaya vuran insanları taşıyan tekne, Çanakkale'nin Ayvacık sahillerinden Yunanistan'ın Midilli adasına geçmek isteyen mültecilerle dolu halde iken Bademli açıklarında kayalıklara çarparak alabora oluyor. Mültecilerin Sahil Güvenliği araması ile imdada yetişen kurtarma ekibi batan tekneden 62 kişiyi kurtarıyor. 
39'u için ise artık çok geç...

O kadar yakın ki Midilli bizim topraklara, hani sanki yüzerek bile...
Yüzülmese de bir şişme bir bot ya da orta yollu bir tekne geçirir insanı karşıya.
Karşısı umut. Karşısı özgürlük.
Umut çok olunca taciri de çok oluyor malum.
Savaşın yan sanayii adeta umut tacirliği.
En az savaş kadar insafsız, en az savaş kadar vahşi...
****
Savaş ve Göç hep yan yanadır.
Savaş ve Göç yüzyıllardır bitmek bilmeyen bir acıdır.
Savaşta kazanmak için yok etmek gereklidir. 
Yok edilmek istenenler için ise çözüm yok edilmeden göçmektedir.
Yok edilenlerin öyküsü yok edildikleri yerde biter. 
Göçenlerin öyküsü ise sürer gider.
Yollarda ve sonrasında göçtükleri yerlerde yazılır yeni hikâyeler.
Nesli sürsün, bir sonraki kuşak göçebeliği bilmesin ve göçtükleri yeri vatan bellesin diyedir tüm mücadele. Yine aş, yine iş olsun diyedir. 
Yeniden var olma savaşıdır.
Hayatta kalma savaşıdır.

Ya o savaşla başa çıkamayanlar?
Ya kaçamayanlar?
Onların vebali kimin boynunadır?
Ya da şöyle soralım;
Vebali boynuna olanların bu vebal ne kadar umurundadır?

Fotoğraflar: Hürriyet

29 Ocak 2016 Cuma

Beleşçisin arkadaş!

Para ödemeden bakkaldan şeker çalmak çok masum bir eylemdir tecavüzün yanında.
Aslında mantığı aynıdır. 
Ulaşmak istediği bir "tat" için bedel ödemek istememektir. 
Sinsi sinsi bakkala sızmak, kimsenin bakmadığı bir zamanda şeker kavanozuna elini daldırmak, yakalayabildiğin kadarını cebine atmak, sonra da tenha bir köşede kimselere görünmeden hepsini bir çırpıda yutmak.
Ne ağıza haz, ne mideye hayır.
İhtimal ki şeker alacak parası yoktur küçük hırsızın. 
Hırsızlık da diğer çocukların ağızlarını şapırdata şapırdata yediği şekere ulaşmanın en kolay yoludur.

Cinselliğini de böyle yaşar bazısı. 
Çalarak, çırparak, ahesteliğin keyfinden uzak bir telaşe içinde tenhalarda kıstırdıklarının canını yakarak.

İşini yapan bir fahişeyle yaptığı pazarlığa uymaz mesela. Hizmet alır ama aldığı hizmet karşılığında ödeme yapmaz. Ceketini alıp çıkar. Hatta çıkarken belki kadını hırpalar. 
Kadın şikâyetçi olursa eğer:
"Ama o bir fahişe Hakim bey!" der.
Evlenmişse aynı şey karısı için de geçerlidir. 
"Karım değil misin, severim de, döverim de..!"
Aşık da olmaz o mesela. Sevdalanmaz. Aşkın acısını yaşamaz Sevdanın yükünü taşımaz. Hiçbir şekilde bir ilişkinin sorumluluğunu sırtlanmaz. 
Bırak aşkı sevdayı, o bir kadınla arkadaş dahi olamaz. 
Bir bakışın, bir gülüşün, bir dokunuşun hazzını tatmamıştır hiç. 
Havadan sudan sohbetler etmemiş, sinemaya gitmemiş, el ele sokaklarda gezmemiş, anlamsız şeylere delice gülmemiş, birlikte iki kadehi devirmemiştir. 
Ulaşabildiği kadınlar ondan böyle bir şey istememiştirler ki zaten hiç. 
Onun tek bildiği, "alış-veriş"tir...

Hayvani dürtülerini tatmin etmenin en kolay yolu karşısına çıkana çullanmaktır onun için.
Tecavüzcü kişi beleşçidir açıkçası.
Bedel ödemez, hep beleş kollar.
Tecavüzcü kişi otlakçıdır, konu komşunun karısına kızına sarkar.
Tecavüzcü kişi hırsızdır, çalar.
Kurbanının bedenini, ruhunu, ideallerini, geçmişini, geleceğini, gençliğini, cinselliğini, ailesini, kısacası her şeyini ama her şeyini çalar.
Onlar yetmez, kendi ailesinin hayatını da çalar...
****
Ya siz "beleşçi, otlakçı ve hırsız"ın savunucuları;
Siz bakkalın kavanozundaki şekerleri çalan hırsıza hesap soracağınıza hâlâ tüm suçu şekerin ambalajına yüklüyorsunuz ya, ayıp oluyor ayıp!

28 Ocak 2016 Perşembe

Kardeş de bir yere kadar…

Bütün dinler ve bütün öğretiler iyi insan olmak üzerineyse eğer ve asırlardır süren bu mücadele hala daha başarıya erişmemişse, burada yanlış olan bir şeyler var.
Demek ki kötülük insanın fıtratında var.
Bütün kanunlar, bütün yaptırımlar, bütün baskılar sonucunda engellenebilen bu duygu başıboş kaldığında olmadık vahşetlere imza atıyor.
Vakti zamanında Almanlar’ın Yahudiler’e yaptığını kat be katıyla Yahudiler Filsitinliler’e yapıyor.
Hadi diyelim bu ikisinin dinleri ayrı, birbirlerinden hazzetmiyorlar. Din’i bahane edip güç dengelerini değiştirmeye çalışıyorlar.
Ya aynı dinden olanlar?
Onlar da mezhepleri bahane ediyorlar…
İsrail’in yayılmacı politikası malum.
Acımasızca yaptığı saldırılarla topraklarını gittikçe genişletip bütün Arap Yarımadası’na, ardından da ihtimal ki dünyaya sahip olma yolunda istikrarla ilerliyor. Uzun yıllara yayılan bir planın hedefine kitlenmiş ve önüne geleni tarumar ediyor.
Yahudiler’in Müslümanlar’ı kırdığını dilinden düşürmeyenlerse kendi içlerinde aynı dinden kardeşlerini öldürüp duruyor.
Hem de ne öldürmek.
Bir de marifetlerini tüm dünyaya gösterip yüreklere korku salıyor.
Savaştan kaçanlar hayatta kalabilmek için tüm dünyaya çil yavrusu gibi dağılıyor…
Bir yandan tüm Türkiye Filisitinliler için ayağa kalkarken, Suriye’deki savaştan kaçıp gelerek Türkiye’ye sığınan Suriyeliler hiçbir yerde istenmiyor.
Kahramanmaraş’a yerleşen Suriyeliler’in araçları ve iş yerleri halk tarafından darp ediliyor, Suriyeli bir aile linç edilmek isteniyor.
Polis, başka bir halkı korumak adına kendi halkıyla karşı karşıya kalıyor.
Bu arada bütün değerler ve bütün kavramlar alt üst oluyor.
Hani kardeştik… Hani komşuyduk
****
Dışımızda kaldığı kadar acıyıp üzülüyoruz savaş mağdurlarına. Çok üzüldüğümüz o mağdurlar içimize girdikleri anda aynı acımasızlıkla biz de dışarıya atmaya çalışıyoruz.
Herkesin işi de aşı da anca kendisine… Ortak istemiyoruz.
Ekmek bölündükçe sinirler bozuluyor, ortada ne merhamet kalıyor ne de “Müslüman din kardeşi” söylemi…
Ev ev üstüne olmadığı gibi ülke ülke üstüne de olmuyor.
Atam boşuna “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dememiş.
Herkes otursun evinde, taşmasın mahalleye…
Evin istemediğini mahalle hiç istemiyor…
Ona göre!
****

14 Temmuz 2014'da yazmışım ben bu yazıyı.
O günden bugüne gelinen durum ortada. Ege Denizi'nde balıktan çok mülteci cesedi var. Kimse mülteci kabul etmek istemiyor.
En son İsveç İçişleri Bakanı Anders Ygeman, geçen yıl İsveç'e sığınma başvurusunda bulunan 80 bine yakın sığınmacının sınır dışı edilebileceğini açıklamış.
Dagens Industri Gazetesi sınır dışı etme dalgasının İsveç'in sığınmacı politikasında örneği bulunmayan bir durum olduğu tespitini yaparken, bunun bir yıl boyunca her gün 200 sığınmacının sınır dışı edileceği anlamına geldiğini yazmış. İsveç İçişleri Bakanı Anders Ygeman "Öncelikli olarak sığınmacıların gönüllü geri dönüşleri için ortam yaratmaya çalışacağız. Ancak bunda başarılı olamazsak zor kullanmak zorunda kalabiliriz." demiş. Polisin hazırlıklı olmasını söylemiş.

Kısacası;
Evli evine köylü köyüne.
Peki ya artık gidecek evi kalmayan hangi fare deliğine?

27 Ocak 2016 Çarşamba

Takdir alsan ne yazar

Hiç takdir belgem olmadı benim.
Hiçbir zaman karnem ‘hepsi pekiyi'lerle ya da silme 10'larla dolu olmadı. Ortaya karışık denir ya, ortalama bir şeyler vardı hep karnelerimde.
Bir yandan da orta son'a kadar hiç zayıfım olmadı, 7 aldım mı bozulurdum hatta.
İlla en az 8 ya da 9 olacak.
Ergenlik günlerinin gelmesiyle “5'ten şaşma 6'yı aşma” sloganıyla tanıştım.
İki yıl sürdü bu yakın ve eğlenceli arkadaşlık. Baktım ki eğlencenin artışıyla notların düşüşü aldı başını gidiyor, sevmedim bu gidişi. Asıldım frene ve yine eski “teşekkür"lü günlere döndüm.
Takdir desen, yine yok!
Kıl payı kaçıyorsa da takdir, pazara çıkıp not dilenmek hiç yok!
O yüzden de benim hiç takdir belgem yok.
Ah, ne gam…
****
Okullar tatile girdi ya, karneden geçilmiyor sosyal medya. Takdir belgeleri boy boy.
Herkese mi verilir bu takdir belgesi, herkes mi bu kadar iyi durumdadır, anlamadım ki...  
Milli Eğitim Bakanlığı bu paylaşımlarla ilgili bir uyarı yapmış ve bu belgeler üzerinde çocukların kimlik bilgilerinin yer aldığını, bunun da art niyetli kişiler tarafından ailelere zarar verecek şekilde kullanılabileceğini belirtmiş.
O da bir ihtimal tabii ama esas mesele karnesi iyi olmayan, takdir ya da teşekkür almamış öğrencilerin ve dahası velilerin ne durumda olduğu.
Onlar sessiz sedasız mı izliyorlar bol tantanalı, bol şaşaalı bu fırtınayı?
Çocuklar zaten karne konularında ziyadesiyle hassaslar, bunu kendilerine ar edip hayatlarını bile sonlandırabiliyorlar üstelik. 
Büyüyünce ne olacaksın çocuk? demiştik hatırlayın…
Bazıları bu vahşi kavgadan hasar görmeden çıkmak bir yana, büyüyemiyorlar bile…
****
Kendiliğinden düzenli çalışan çocuklar bir yana; genelde çocuklara çalış dersin çalışmazlar, bazıları çok çalışsalar dahi fazlasını yapamazlar. Karne zamanı gelince de köşe bucak kaçmaca, bol gözyaşlı ağlamaca.
Daha kötüsü ise, hiçbir şeye aldırmadan pis pis sırıtmaca…
Kabul, beş parmağın beşi bir olmaz.
Her çocuk her konuda aynı derecede not almaz.
Okul başarısı her zaman hayat başarısını sağlamaz.
İçindeki ibre nereyi gösteriyorsa o ibreyi keşfetmekte ve o rotayı izlemekte iş.
Varsın kimyadan “orta”, edebiyattan “iyi” düşsün karnesine.
Yeter ki hayat yolculuğunda kendi seçtiği koltukta otursun.
Yeter ki canı sağ ve sağlıklı olsun…
****
Madalyonun bir diğer yüzünde ise doğru düzgün okuma dahi öğrenmeden okullardan mezun olanlar var. Üstelik takdir alanların kim bilir kaç katındalar...
"Nasılsa artık sınıfta kalma yok! O zaman çok fazla kasmaya da gerek yok!" diyor olmalılar.
Okumayan, okuyamayan, çat pat okuyunca da okuduğunu anlayamayan nesiller yaşıyor sokaklarda.
Ne eğitim, ne öğretim. Başıboş dolaşıyorlar serseri mayın gibi. Ne zaman nerede kime denk gelip patlayacakları meçhul.
Patlıyorlar da.
Hem de takdir alanların tam ortasında...

O zaman;
Sen kendi başına takdir alsan ne yazar…


27 Ocak 2016 / C.E.Y.

Sosyal Medya ve Dijital Dünya Yazılarım
Teknoloji / 16 Ekim 2010
İnternet Çocukları / 10 Mayıs 2011
Kaset sardı! / 3 Ağustos 2011
Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?
 / 7 Nisan 2012
Her çıkışın var inişi / 16 Ekim 2012
Dijital Teşhir Çağı / 19 Ekim 2012
İnternet Çocukları ‘TIK’ladı / 2 Haziran 2013
Star Wars ‘OUT’, Siber Wars ‘IN’ / 28 Eylül 2013
İnterneti değil elektriği yasaklayın, rahatlayın!
 / 17 Ocak 2014
Ey ahali, bir bakın buraya!
 / 30 Ocak 2014
Yasaklara uyalım, uymayanları sallandıralım! / 8 Şubat 2014
Sosyal Medya Çöplüğü / 29 Mart 2015
Örgüden ayakkabı, kumaştan kaporta, ağdan bahçe / 12 Nisan 2015
X, Y ve Z’nin değerlerini bulunuz
 / 24 Mayıs 2015
Facebook Mezarlığı / 22 Temmuz 2015
Duyarsız Duyarlı / 12 Eylül 2015
Takdir alsan ne yazar / 27 Ocak 2016
Like and Share
 / 2 Şubat 2016
Zaytung dükkânı kapatsın! / 3 Mart 2016
Bilişim kaçıyor, hukuk kovalıyor
 / 23 Mart 2016
1. Robot Kaynakları Zirvesi ne zaman abi? / 1 Haziran 2016
Ne çektin be dostum!
 / 3 Haziran 2016
Dış çekim şeysi / 2 Ekim 2016
Çuvaldız Lazım Çuvaldız!
 / 24 Aralık 2016
Ey inananlar, korkmayın!
 / 9 Ocak 2017
İnternetime dokunanı buldum! / 25 Ağustos 2017
Roadster’ı alan Üsküdar’ı geçti / 7 Şubat 2018
Dijitalleşmeye Mecburuz! / 14 Kasım 2018
Bugünün Ötesi Neresi? / 31 Ekim 2018
Öğretmenler, dünya koptu gidiyor! / 22 Kasım 2018
‘Misinformation’larınızı kendinize saklayınız / 2 Aralık 2018
Kozan Demircan ile Geçmişten Geleceğe / 13 Aralık 2018
ZOOM’dan ZONK’a / 13 Mayıs 2020
Eyyy Sosyal Medya! / 2 Temmuz 2020

26 Ocak 2016 Salı

Namussuz!

Kadın milleti, sözüm sizedir.
Yaşınız ne olursa olsun siz siz olun 00:00'dan sonra dışarıya adımınızı atmayın.
O an ki Sindirelallığınızın bittiği andır.
O an ki çanların sizin için hunharca çaldığı andır.
Ne prens kalır ortada sizi kurtaracak, ne kaçıracak araba, ne de koruyacak muhafız.
Kırmızı Şapkalı Kız'ın babaannesini yiyen kurtlarla dolar etraf.
Fareler cirit atar dört bir yanda...
Hastanız da olsa, evinizde yangın da çıksa, kocanız başınızda sandalye de parçalasa zinhar kıpırdamayın yerinizden.
Kırın dizinizi, kapatın çenenizi, kader deyip oturun evinizde.
Arkadaşlarınızla buluşmayın, orda burda sallanmayın. Hele de Mervelerde ders hiç çalışmayın. 
Gittiyseniz de gittiğiniz yerde kalın.
Sabah ola hayrola...
Yoksa, kendi ülkenizde, kendi şehrinizde, kendi caddenizde, hatta kapınızın önünde dahi kıstırılabilirsiniz. 
Ondan sonra olacakların vebali sizin boynunuzadır.
Bu böyle biline...
'Namusunuzu' koruyacak olan sizlersiniz.
Kimden mi koruyacaksınız? 
Elbette ki 'NAMUSSUZLAR'dan...
****
Akşam Bağdat Caddesi'nde gece 3'de evine dönen 19 yaşındaki genç kıza bıçak zoruyla tecavüz etmiş o namussuzlardan birisi. Akabinde yakalanmış ve suçunu kabul etmiş. Şimdi mesele bu vak'anın kızın hayatında yarattığı depremin yaralarını sarmakta.
Bir diğer namussuz ise ondan beter çıkmış. "19 yaşındaki bir 'kız' gece 03:00'te Bağdat Caddesi'nde ne tür bir eğlenceden dönebilir?" diye anket düzenlemiş sosyal medyada. 
Seçenekler sunmuş aklınca: “Saklambaç”, “İp atlama”, “Yağlı güreş, “Bilemiyorum”…
(Bu arada adamın da aynı saatte dışarıda olduğunu sorgulamamış. O erkek tabi!)
Yağan tepkilerin ardından da 'Yanlış anlaşıldım' diyerek silmiş yazdıklarını.
Yanlış anlaşılmamış aslında, vatandaş yanlışın ta kendisi olmuş.
KIZ kelimesini tırnaklamasına ve sunduğu seçeneklere baktım da; 'O sokakta ah keşke ben de olsaydım' diye düşünmüş aslında vatandaş. Kaçan fırsata hayıflanmış için için.
Hazır şartlar bu kadar müsaitken değil mi?
Şartlar müsaitse kişi de müsaittir nasılsa...

Ey bu yazıyı okuması en gereken ama ihtimal ki en okumayacak kişi;
Şartlar bazen müsait görünebilir size, lakin her zaman göründüğü gibi değildir görünen.
Hem, velev ki bir kadın uzun süren bir toplantıdan ya da sıra dışı ve çılgın bir partiden geliyor evine o saatte.
Sana ne! Kime ne!
Akbaba misali kadının başına çökerken, arta kalandan bir pay da ben kapayım diye mi düşündün yoksa sen?
Namussuzluk dediğim işte tam da bu..
****
Şimdi;
Bu namussuzlara diyecek iki lafım var:
Bir kadının sizin karşınızda anadan üryan duruyor olması sizin ona kendi rızası dışında dokunacağınız anlamına gelmez.
Kişinin aklî dengesi yerinde olmayabilir ya da başı derttedir, belki de canı öyle durmak istemiştir.
Bir heykeltıraşın ya da ressamın önündeki çıplak bir model için, yoğun bakımdaki bir hasta ya da morgtaki bir naaş için, hatta ve hatta size baba diye sarılan savunmasız, minicik bir beden için de hep böyle mi düşünüyorsunuz siz yoksa?
Mağazaların vitrin mankenleri ona keza.
Tacize uğrayan hayvanlar ona keza.
Onlar da başıboş ve giysisiz dolaşıyorlar nihayetinde.
Hepsi çıplak ve hiçbirisi direnmiyor mu diyorsunuz?
Hepsi müstahak yani...
Gece karanlığında ve ıssızlıkta tehlike herkes için var. Biz kadınlar için üstüne bir de suçlama var.
Hak mı şimdi bu?

Bakın biz bıktık artık baktığınız her yerde 'aynı şeyi' görmenizden.
Bıktık artık özel ilişki ile genel ilişkileri ayırt edememenizden.
Bıktık artık tacizden, tecavüzden ve hatta 'namus ve aşk' cinayetlerinizden.
Ve bıktık artık ulema eliyle gittikçe daha fazla ötekileştirilmekten...

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021