17 Mayıs 2024 Cuma

"Gökyüzünün Yarısı Kadınların Omuzlarında"

Bursa İş Kadınları ve Yöneticileri Derneği BUİKAD tarafından düzenlenen "Geleceğe Yön Veren Kadınlar Zirvesi", 15 Mayıs 2024 güMerinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Zirve, BUİKAD Başkanı Şeyda Şençayır'ın açılış konuşması ile başladı.
Şençayır konuşmasında; bugünkü zirvede, kamusal hayatta, yerel yönetimlerde ve özel sektörde geliştirdikleri iş modelleriyle ilham kaynağı olan kadınları dinleyeceğimizi, BUİKAD olarak Gazi Mustafa Kemâl Atatürk'ün gösterdiği yolda hareket ettiklerini, 2007 yılında 11 kadınla kurulan ve bugün 150 kadın üyeye ulaşan BUİKAD'ın, yaşamın her alanında kadının güçlenmesi, girişimci kadın sayısının artması ve kadınların karar verici noktalarda bulunması için çalışmalar yaptığını söyleyerek, kadının iş hayatının ayrılmaz bir parçası olmasının ve kalkınmanın ancak böyle bir yolla mümkün olabileceğinin altını çizdi.

Moderatörlüğünü Posta Gazetesi Yazarı Banu Şen’in üstlendiği "Kamusal Hayatta Kadının Yeri, Yerel Yönetimlerin Kadın İstihdamına ve Gelişimine Katkısı" başlıklı birinci oturuma, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Edirne Belediye Başkanı Filiz Gencan Akın, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz, Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ve Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç konuşmacı olarak katıldı.
Moderatörlüğünü Hürriyet Gazetesi Yazarı Noyan Doğan'ın yaptığı ikinci oturumun konu başlığı "Geleceğin İş Modelleri ve Kadınların Konumlandırılması", katılımcıları Uludağ İhracatçı Birlikleri Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Ayşe Mehtap Ekinci, U.Ü. Öğretim Üyesi ve ALB Yatırım Başekonomisti Doç.Dr. Filiz Eyılmaz, BLC Experience CEO'su ve Geleceğe Işık Tutan Liderler kitabının yazarı Koray Bilici, Edit Medya kurucusu Cüneyt Toros, DOSABSİAD Başkanı Nilüfer Çevikel ve NOSAB Başkanı Erol Gülmez idi.
Moderatörlüğünü Capitol Dergisi Haber Müdürü Nilüfer Gözütok Ünal'ın yaptığı üçüncü ve son oturumun başlığı "Sektörde Kadınların Rolü ve Kadın Odaklı İş Modelleri", katılımcıları, Dünya Gazetesi CEO'su Burcu Kösem, Endüstriyel Girişim Platformu Başkanı Zülâl Koç, Borçelik İK ve Kurumsal İletişim Direktörü Derya Demirer, Sage Diniz Otomotiv Genel Müdürü İpek Yalçın, Rudolf Duraner Genel Müdürü Rasim Çağan ve Zerrin Özgüle İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Zerrin Özgüle oldu.
Günün organizasyonu Burcu Başar İletişim&Danışmanlık'a, sunuculuğu ise deneyimli gazeteci, yapımcı ve sunucu Güzin Abraş'a emanetti.
Sunum: Güzin Abraş
"Kadınların Gülümsemesi Her Şeye Değer"
Programa katılan isimlerden amlayacağınız üzere, bu programda 'KADIN'ı kamusal alan ve iş dünyasından birkaç erkek ile birçok kadın konuştu. İş dünyasından kadın konuşmacılar çoksa da kamusal alan konuşmacılarında kadın sadece 1 tane, o da Edirne'den gelen Edirne Belediye Başkanı Filiz Gencan Akın idi. 
(2024 yerel seçimlerde 11 il ve 61 ilçenin belediye başkanı kadın oldu. Bursa'da ise kadın başkan yok. 1973-1976 tarihleri arasında Karacabey belediye başkanlığı yapan Şükran Yemişçioğlu, Bursa’nın ilk ve tek belediye başkanı olma özelliğini koruyor. Ne acı ki, Bursa o gün bugün başka bir kadın başkan çıkartamamış.)

Mustafa Bozbey kadınların gece belli bir saatten sonra otobüsten durağa gelmesini beklemeden istedikleri yerde inebileceklerini, Filiz Gencan Akın erken evliliklerin önüne geçmeyi öncelediklerini, Şadi Özdemir kadınların Nilüfer'de daha özgür olduklarını, Oktay Yılmaz kurdukları kadın kooperatiflerinin çokluğunu, açtıkları spor salonlarına şehrin uzak noktalarından da gelenler olduğunu, Deniz Dalgıç da kadın konusunun konuşulmayacağı zamanlarda yaşamamız gerektiğini söyledi. Dalgıç, "Cumhuriyet, kadın erkek eşitliğidir" dedi.

Kadınlar Günü Ne Demek?
Ben de "kadınlara özel günlerin" olmaması gerektiğini savunanlardanım. Bu özel günler bile bize aslında ne kadar eşit olmadığımızı gösteriyor. Senede 1 gün kutlama, sonra yine her şey bildiğiniz gibi...
Kadınlar hâlâ hakları için mücadele ediyor, kadın hâlâ çalışmak için (resmî olmasa da) (ağabey, baba, koca gibi) erkeğin iznine muhtaç, kadın hâlâ ailenin (namus dahil) her şeyinin sorumlusu, hâlâ hesap veren (kime?), hâlâ sorgulanan (kim tarafından?), hâlâ kendisini koruması gereken (kimden?), hâlâ utanması gereken (neyden?), hâlâ muhtaç görülen (neden?), hâlâ kadın gibi yaşamasına izin verilmeyen (erkek gibi mi yaşasın?) bir varlık. 
Kısacası kadının hâlâ adı yok...

Oysaki kadın insanca yaşamak için bu kadar mücadele etmemeli, bu kadar yorulmamalı, bu kadar yıpranmamalı, bu kadar sorgulanmamalı, sadece dişi doğmuş olmakla bu kadar cezalandırılmamalı. Erkek doğmuş ve erkek doğurmuş olmak bu kadar yüceltilmemeli. 
Lakin; Neşet Ertaş'ın "Kadınlar insandır, biz insanoğlu" dediği gibi, doğanın dişiye bahşettiği meşakkatli yolculuğu da görmezden gelmemeli. 
Bir kadın geç saatte de olsa otobüsten olması gereken yerde inebilmeli ve evine istediği saatte güvenle gidebilmeli değil mi? Bunun olmaması bile erkekler için utanç verici olmalı. (Hoş, artık sokaklarımız kadın-erkek her birey için tekinsiz. Saldırganlar ise hep erkek!)
Ben erkek olsaydım çok utanırdım mesela. 
Neyse ki utanan erkekler de az değil. Nur Ger ve 40 kanaat önderi erkek tarafından 2018 yılından kurulan ve bugünkü zirvenin konuşmacılarından Koray Bilici'nin de üyesi olduğu Yanındayız Derneği, kadın-erkek el ele vererek "Eşitlik Bir Güne Sığmaz" diyerek durmaksızın çalışıyor.

'Karımı Çalıştırmam'dan, 'Çalışmayan Kadınla Evlenmem'e
Eski dünyada kadının çalışmasını onur meselesi yapan erkekler, ekonomik şartların ağırlaşmasından ötürü, mecburen, kadının çalışmasına razı gelir, hatta öyle ki, çalışmayan kadınla evlenmez oldular. Bir evi tek başına sırtlanmak bu kadar zor olmasa belki hâlâ eski düzen devam etsin isterlerdi ya neyse. 

Hayal edin!
Eve geldiğinde mükellef bir sofra, mis gibi yıkanıp ütülenmiş gömlekler, pırıl pırıl çocuklar, zarif ve bakımlı, her emre amade, sesi hiç çıkmayan, elinden her iş gelen, hiç şikâyetlenmeyen, yoktan var eden, acıyı bal eyleyen mükemmel bir kadını kim istemez ki? 
Öyle bir kadının kocası da şöyle olmalı o zaman: 
Eve hep eli kolu dolu gelen, sorumluluklarını hiç aksatmayan, karısını ve çocuklarını azarlamayan, onların bir dediklerini iki etmeyen, çocuklarının okul taksitlerini, evin giderlerini ve boy boy faturaları sessizce ödeyen, kredi kartı hesap özetini hiç incelemeyen, özel günlerde çiçeğini de pırlantasını da almayı ihmal etmeyen, dışarıda canı sıkılsa da bunu ailesine yansıtmayan, yüzü hep gülen, anlayışlı, cana yakın, şefkatli ve tutkulu mükemmel bir erkek...

Hişt, uyanın!
Ne böyle bir kadın ne de böyle bir erkek var ve neden olsun? İşleri iç işleri-dış işleri olarak bölmeyen aileler kuruluyor artık. Ev işi kadın işi değil, bunu biliyorlar. Fizik gücü gerektiren makineler dijitalleştikçe erkek işi kavramı da ortadan kalkıyor. Kadınlar forklift de kullanıyor, vinç de, kamyon da. Ki köylerde kadınların pek çoğu evel ezel traktör kullanırdı. Kadın erkek birlikte çalışıp birlikte kazanıyor, hayatın her ânının keyfini birlikte yaşıyor, zorlukları birlikte aşıyorlar. Bu birlikteliklerde herkes kendi alanında yol alırken kimse kimseye köstek olmuyor. Kadın biraz öne geçmeye başlayınca erkeğin içindeki eski erkek hafiften kıpraşsa da, ödenmesi gereken faturalar ve düzen bozukluğunun getireceği ağır ekonomik şartlar onu kibarca sakinleştiriyor. (Şartlardan dolayı değil, gerçekten kibar olmayı da öğrenecekler zamanla. Ümidimiz var.)
Kendi ailesinde kadın-erkek ayrımı görmemiş çocuklar için yeni düzene ayak uydurmak hiç zor değil. Diğer tarafın kadını da erkeği de epey zorlanıyor.

Üreyin!
Türkiye'nin nüfusu göçlerden dolayı artmış olsa da, yine bu göçlerin sebep olduğu her türlü yıkım yüzünden insanımızın üreme, hatta evlenme sayısı düştü. Bir yandan da yetişmiş gençlerimiz yurt dışına kaçtı. Türkiye artık yaşlı bir ülke olmaya aday. 
Mülteciler ardı ardına çocuk yapıp arayı kapatıyorlar lakin ülkenin demografisi değişiyor.
Yöneticilerimiz gençlerimize 'evlenin ve 3-5 çocuk yapın' diyorlar da, biz de onlara şunu soruyoruz: Tamam ama nasıl?
Kendi tercihi ile evlenmeyen ve çocuk sahibi olmak istemeyenleri saygıyla bir kenara koyalım.
Diğer yanda, bir insan ne ekonomik olarak, ne hukuk olarak ne de can güvenliği olarak kendini güvende hissetmezse nasıl evlensin? Eğer ki kadının çalıştığı bir aileye, çocuğunu emanet edeceği güvenli bir yer göstermezseniz o anne-baba nasıl verimli çalışsın? Ayrıca, sadece çalışan kadına değil, çocuk yetiştirirken iş hayatından ve sosyal hayattan kopan kadına da destek olacak, çocuğunu birkaç saat emanet edebileceği kurumlar açılmalı. Çünkü herkesin yakınında kendisine destek olacak büyük ailesi olmayabilir. Anneanneler babaanneler torunlarına sevgiyle bakabilirler ancak bir çocuğun sorumluluğu ve iş gücü onları aşabilir. 

Doğurun!
Yurt dışında "çalışmayan kadın" gibi bir olgu yokken ve kadınlar üçer beşer doğruyorken ve onları kolayca "mutlu birer insan" olarak yetiştirebiliyorken biz niçin yapamıyoruz? Oralarda çocuk olunca kadına olduğu kadar erkeğe de izin veriliyor. Hatta ücret artışı bile oluyor. Bizim de buraya gelmemiz lazım.
Çocuklar bir ülkenin geleceği ise niçin kimse onlara sahip çıkmıyor? Niçin bir patron çalışanlarının kadın olmasından (çünkü doğuruyor) kaçınıyor? Niçin eğitim alırken erkeklerle başa baş giden kadınlar sıra iş hayatına geldiğinde (çünkü doğuruyor) geriye düşüyor? Doğurmak suç mu? Evlenmemek makbul mü? 
Ya evde, "evli-mutlu-bol çocuklu" ya da işte, "evsiz-mutsuz-çocuksuz" yaşayın diretmesi ne kadar mantıklı? Yok mudur bunun bir yolu? 
"Evli mutlu çocuklu" ya da "bekâr mutlu çocuksuz" yaşayamaz mıyız? 
Niçin kadın da erkek kadar iyi performans sergiliyorsa erkekten daha düşük maaş alıyor? Eşit işe eşit maaş kuralı niçin kadına gelince işlemiyor?
Kadının sayısı değil kattığı değer önemli. Kalitenin cinsiyeti olmaz, liyakatin cinsiyeti olmaz, emeğin cinsiyeti olmaz. Bir erkek bunu neden anlamak istemiyor? İşler uzayınca ofiste kalmak ve işleri toparlamak neden hep bekâr ve çocuksuzların üzerine kalıyor?
Kadını işe almakla bitmez, kadının çalışabileceği ortam yaratmak lazım. 
Bu soruları sora sora, derdimizi anlata anlata, farkındalık yarata yarata, sorduğumuz soruların cevaplarını söke söke aldığımızı görmek teselli verici. O yüzden ben bu buluşmaları çok önemsiyorum.
Yol uzun, yolculuk zorlu da olsa kimsenin ateşimizi söndürmesine izin vermeyiz…
Kısacası; sahnedeyiz, inmeyiz…

Zekâlar Üç Oldu 
1-IQ, Bilişsel Zekâ 
2-EQ, Duygusal Zekâ
3-SQ, Spiritüel Zekâ
SQ; duygusal zekânın bilişsel zekâyla buluştuğu ileri bir zekâ ölçüsü olarak tanımlanıyor.
Dünyayı anlamlandırma, mutluluk ve benlik keşfi, ileri iletişim becerisi, ifade gücü ve yaratıcılık, spiritüel bakış açısı ve deneyim, bilgi ve içgüdünün ortak paydada buluşması. Çoklu iş yapabilme becerisine sahip kadınların SQ sahibi olduklarını söyleyebiliriz.

Fair Play
Geçtiğimiz günlerde aynı iş yerinde çalışan ama kadının terfi aldığı yabancı bir film izledim ve insandaki hırs ve ego nerede yaşarsan yaşa aynı işliyor olmalı dedim. Filmdeki erkekler, kadının terfi almasının altında yatan sebebi kadının kadınlığı ile ilişkilendirirken, kadının bunu kendi liyakatiyle başarmış olabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Çünkü erkekler bir kadının kendilerinden daha iyi olabileceğini ve daha çok kazanabileceğini kabul etmek istemiyordu. 
Ülkemizde kadınlar sadece plazalarda çalışmıyor. Fabrikalarda, hizmet sektöründe ve tarımda çalışan kadın sayısı da az değil. Mavi Yaka'nın da Beyaz Yaka'nın da, Yeşil Yaka'nın da derdi hep aynı. Kadın olmak. Rahat bırakılmak için ise çareyi "Erkek gibi kadın olmak"ta bulmak.

Eşitsizliğin derinleştiği yerde şiddet başlar!
Yıllar öncesinden, Olacak O Kadar programında, Levent Kırca&Oya Başar ikilisinin oynadığı bir skeç hatırlarım. Evde kadına kök söktüren adam, işe gittiklerinde kadının karşısına süklüm püklüm "amirim" duruşundaydı. Çünkü o skeçte kadın komiser, erkek ise polisi canlandırıyordu. Bu sefer de kadın erkeğe kök söktürüyor, onu aşağılıyor, yerden yere vuruyordu.
İki durum da ne kadar anlamsız, ne kadar gereksiz, ne kadar içi boştu...

Kaşık Düşmanı!
Kadın işini bırakıp ev kadınlığına dönse ve evi çekip çevirse, ev ekonomisine sıcak para olarak katkıda bulunmadığı için bu kez de "kaşık düşmanı" olarak erkek tarafından aşağılanacak. Malum, ev işi evin sahibi tarafından yapılırsa işten sayılmıyor. Ev kadınının yaptığı işi yaptırmak için eve yardımcı gelince o kadın "çalışan kadın" sayılıyor. Sigortası da ödeniyor. Demek ki herkes kendi evinin değil, başkasının evinin işini yaparsa sorun çözülecek!

Gökyüzünü Paylaşmak
Gün boyunca konuşmacıların hepsi bu yazıya başlık olacak cümleler kurduysa da hiçbirisi benim aradığım başlık değildi.
Akşam Netflix'te AWAY dizisini izlerken, filmin bir yerinde "Gökyüzünün yarısı kadınların omuzlarındadır" repliği geçti. İşte dedim aradığım başlık bu.
Büyük ihtimal senaryo yazarı bu repliği Nicholas D. Kristof ve Sheryl Wudunn'un çalışması olan "Gökyüzünün Yarısı / Hayatlarını Değiştiren Kadınların Hikâyesi" kitabından esinlenmişti. 
Bazı erkekler güçten sıkılıp "Ferrari'sini Satan Bilge" benzeri kitaplarda kendilerini ararken, kadınlar varlıklarını ispat peşindeydi. 
Omuzlarında gökyüzünün yarısı, bazen esen rüzgârla, bazen kopan fırtınayla, bazen bulutların arasından beliriveren güneşle, bazen yıldızların, bazen Ay'ın aydınlattığı bu koskoca ama küçücük yeryüzünde çılgınca bir koşu tutturmuşlardı. Menzile varacak, ipi göğüsleyecek, belki sonra onlar da Ferrarilerini satmak isteyeceklerdi...
Kim bilir...
Yazının sonunda; şunu da unutmayalım ki, gökyüzünün diğer yarısı da erkeklerin omzunda. Aynı yeryüzünün üzerinde ve aynı göğün altında birlikte yaşıyorsak, bence iyi geçinelim. 
Her ne kadar Yazar John Gray "Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten" gelmiş dese de, ben Mars ve Venüs'ü gezegen olarak değil, Savaş Tanrısı Mars ile  Aşk ve Güzellik Tanrıçası Venüs'ten geldik olarak anlıyorum.
Ve “Savaş Yapma, Aşk Yap!” ve “Her işini AŞK’la yap!” diyorum…

17 Mayıs 2024 / C.E.Y. 

13 Mayıs 2024 Pazartesi

Bursa'nın Lezzet Yolculuğu

Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi tarafından düzenlenen "Bursa’nın Lezzet Tarihi Forumu", Görükle Yerleşke'deki Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi salonunda iki bölüm halinde gerçekleşti. 
Forum açılışında Mümin Ceyhan ve Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mehmet Aydın Saldız ile Nilüfer Belediyesi Başkan Vekili Okan Şahin birer konuşma yaptı.
Birinci oturumun moderatörü Prof.Dr. Uğur Bilgili, ikinci oturumun moderatörü Prof.Dr. Necmi Gürsakal oldu.
Dr. Alper Can - Prof.Dr. Uğur Bilgili
Forumun konuşmacıları ve konu başlıklarına bakacak olursak; 
* Dr. Alper Can, "Osmanlı Fethine Değin Bursa'da Yemek Kültürü",
* Raif Kaplanoğlu, "Sultanların Sofrasına Layık Bursa Tatları",
* Arş.Gör. Ayşe Selin Özgören, Prof.Dr. Ömer Utku Çopur, Doç.Dr. Gülşah Özcan Sinir, "Geçmişten Günümüze Bursa Mutfağında Gastronomi Değerleri",
* Prof.Dr. Necmi Gürsakal, Adem Aksan, Işık Demir, "Unutulmuş Yemeklerin Dijital İzleri",
* Doç.Dr. Hacer Karabağ Arslan, "ABD Tarım Politikalarının Geleneksel Türk Yemek Kültürü Üzerindeki Etkileri Bursa Kırsalı Örneği",
* Nurdan Çakır Tezgin, "Antik Çağ'dan Günümüze Bursa Lezzetleri",
* Hacı Tonak, "Mihaliç, Mağlıç, Kelle) Peyniri,
* Nezaket Özdemir, "Bursa Yemek Kültürü'nün Yazıya Dökülmüş Hali",
* Kenan Yetişen, "Bursa Yemek Kültürü (Gastronomi) Tarihi",
* Ekrem Hayri Peker, "100 Yıllık Bir Lezzet Hacıbaba",
* Hakan Koyunlular, "Mutlu-Nilüfer Şarap Fabrikasında Üzümün Şaraba Dönüş Hikâyesi",
* Zedal Kondakçı, "Bursa'da Hayatın Geçiş Dönemlerinde ve Özel Günlerde Mutfak Ritüelleri" üzerine 10'ar dakikalık bildiri sundu.
(Etkinlikten birkaç video ve birkaç fotoğrafın olduğu albüm için tıklayınız.)
İlerleyen günlerde bu bildiriler kitaplaştırılacak ve o kitap kütüphane raflarında yerini alacak.
Doç.Dr. Hacer Karabağ Arslan
Gıda Her Şeydir
"Gıda bir silahtır" der ABD Eski Tarım Bakanı Earl Butz.
"Açken sen sen değilsin!" sloganı "Açlık sofuluğu bozar!" kaynağından çıkar. Bir diğeri "Coğrafya kaderdir!", bir başkası ise "Ne yersen osun!" der. 
Doğrudur. Coğrafyanda ne yetişiyorsa o ürünlerden oluşur mutfak. Yurdumuzda Ege daha otçul beslenirken, Doğu Anadolu daha etçil beslenir. Temiz hava ve geniş meralarda yetişen bir hayvanın etinin de sütünün de lezzeti ile sıkış tepiş, pislik içinde ahırlarda barınan hayvanın etinin de sütünün de lezzeti aynı değildir. Aynı mantık, havası da suyu da kirli olan, otoyol ya da sanayi alanının yanındaki tarlalarda yetişen sebze meyveler için de geçerlidir. "Organik" üründe iş çığırından çıkmış, maksadını aşmış, çamura pisliğe bulanan her ne varsa organik diye yutturulur olmuştur. Bu yüzden de Gıda Mühendisleri endüstriyel ürünleri tavsiye ederler ve "Kayıt dışı ürün satın almayın!" derler.

Herkesin normali kendine
Savaşlar döneminde ormanlık alana kaçan uzak doğulular örümcekten çekirgeye, yarasadan maymuna uzanan bir çeşitlilikten beslenir. Baharatı fazla kaçırırsan buram buram baharat kokarken, yeterince temizlenmemiş sebzelerden ya da sağlıksız hayvanlardan geçen "istenmeyen vatandaşlar" bedenini mesken tutabilir. Bazıları bağırsaklarına yerleşir, bazıları beynine, bazıları ciğerlerine. 
Et yiyenin eti yenmez kuralı ile yaşar müslümanlar. Uzak Doğu'ya gittiğiniz zaman Köpek Yeme Festivali'nden maymun beyni yemeye kadar uzanan bir yeme-içme yelpazesinin ortasında bulur insan kendini. Menüde tarantula kızartması, karabiber misali karınca tozu, tabakta kımıl kımıl kaynaşan kurtçuklar, salyangoz, kurbağa bacağı olduğunu görürüz. Onları ağız dolusu kınarız lakin, biz de kelle-paçaya ve kokoreçe bayılırız. Ve tabii ki mumbar dolması, işkembe, tuzlama, ciğer sarma, şırdan... Daha sayayım mı? 
Aynı şey değil demeyin, insan ne ile büyüdüyse onu normal bulur. Aynı kültürde yetişmeyen bir kişi de vitrinde sırıtan kelleleri görünce "bir hoş" oluyor. Kısacası, herkesin normali kendine.

Hani bunun ilk sahibi?
Kimisi denizden babası çıksa yer. Kimisi için karides bir böcek, istakoz daha büyük bir böcek, deniz börülcesi yosun, midye, ahtapot, kalamar ise zinhar yenmemesi gereken "şeyler"dir. Soğuk kuzey ülkeleri ile sıcak deniz ülkelerinin vazgeçilmezi olan balık ve deniz ürünleri, iç bölgelerde yerini küçükbaş ve büyükbaşa bırakır.
Sınır komşularının dilleri de yemek kültürleri de birbirinden etkilenir. O bölgeler adeta birer kesişim kümesidir. Güneydoğu mutfağı Arap mutfağı ile, Ege mutfağı Yunan mutfağı ile benzerdir. Binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış ve köprü vazifesi görmüş Anadolu'da, gelen geçen kendi kültürünü de getirmiş, giderken de burada öğrendiği kültürü taşımıştır.
O yüzden de yaprak sarma senin, cevizli baklava benim benzeri tartışmalar yaşanır. Günün sonunda uluslararası mecraya kim önce başvurur ve dosyasını kim kabul ettirirse o ürün onun olur. (Ülke olarak Somut Olmayan Kültür Miras Listesi'nde "Türk Kahvesi ve Geleneği", "Çay Kültürü", "Mesir Macunu" ve "İnce Ekmek" (Lavaş vb.) ile yer alıyoruz.) Ayrıca "Coğrafi İşaret" de belirleyicidir. Bu işaret; ürünün kaynağını, karakteristik özelliklerini ve ürünün söz konusu karakteristik özellikleri ile coğrafi alan arasındaki bağlantıyı gösteren ve garanti eden kalite işaretidir. AB nezdinde 21 coğrafi işaretimiz tescil edilmiştir. 
"Antep Baklavası / Gaziantep Baklavası, Aydın İnciri, Malatya Kayısısı, Aydın Kestanesi, Milas Zeytinyağı, Bayramiç Beyazı, Taşköprü Sarımsağı, Giresun Tombul Fındığı, Antakya Künefesi, Suruç Narı, Çağlayancerit Cevizi, Gemlik Zeytini, Edremit Zeytinyağı, Milas Yağlı Zeytini, Ayaş Domatesi, Maraş Tarhanası, Edremit Körfezi Yeşil Çizik Zeytini, Ezine Peyniri, Safranbolu Safranı, Aydın Memecik Zeytinyağı ve Araban Sarımsağı".
2021 yılında Bursa'nın meşhur "Kestane Şekeri" de, Türk Patent ve Marka Kurumu'ndan coğrafi işaret aldı. Kestane üreticileri adına Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'ndan (BTSO)  yapılan açıklamaya göre Avrupa Birliği coğrafi işaret tescil çalışmaları da sürüyor. 

Tarım, Orman ve İnşaat Bakanlığı
T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı'ndan Tarım'ın ayrılması ve sadece Tarım ile sadece Orman Bakanlığı kurulması lazım. Tarım ve Orman Bakanlığı deyince benim aklıma tarım arazisi açmak için orman yakan kişiler akılıma geliyor. Hoş, onu da Tarım, Orman ve İnşaat Bakanlığı yapmak daha münasip olacak. Çünkü artık tarım arazileri ve ormanlar inşaata kurban ediliyor.
Tarım bakanlığı toprak analizlerini yaparak verimlilik istatistiklerini çıkartmalı. Bu analizlere göre çiftçiye ürün önerilmeli, önerilen ürünü eken teşvikten daha fazla yararlanmalı. Mazot parasını dahi çıkartamayan çiftçiyi cânım arazilerini kat karşılığı vermekten, yeni nesli de köyden kaçmaktan kurtarmalı. Ki taş yemeyelim...

"Karadeniz ve Çay"
Coğrafyaya göre ürün belirlenmeli demiştik. Mesela, 1917 yılında çayın ülkemizde yetişebileceğini Ali Rıza Erten  rapor eder. 1924 yılında Zihni Derin çay üretimi çalışmaları için görevlendirilir. Karadeniz "çay üretimi" için uygundur. O saatten sonra Karadeniz Çay, Çay da Karadeniz'dir. 
Zaman içinde yaşanacak iklim değişikliğine bağlı olarak ürünler de değişecektir. Çocukluğumda Bursa-Karacabey yolunun göl tarafına çeltik tarlaları olduğunu hatırlarım. Buralarda çeltik üretimi hâlâ devam ediyor ancak ben artık o çeltik tarlalarını görmüyorum. Yine o günlerde, Uluabat Gölü'nden tutulan ve Karacabey Hali'nde yere boylu boyunca uzatılan, boyları üç-beş metreyi bulan yayın balıkları da yok artık. 

"Zeytinyağlı yiyemem aman"
Marshall planının bir parçası olarak zeytinyağlıyı "tü kaka" edip, margarini dayatan politikalar sonucunda Türk halkına zeytinyağlı yiyenin cahil olduğu şarkılı türkülü zerk edilir  Tereyağ ve zeytinyağ lanetlenir, sıra sıra Vita'lar, kalıp kalıp Sanayağ'lar baş tacı edilir. Şarkıya göre sadece yağ değil, Sümerbank basması da "eziklik" göstergesidir. 
Böyle böyle başlarlar 10 yılda her savaştan alnının akıyla çıkan genç Türkiye'nin ayarlarını bozmaya...
"Köylü milletin efendisi" iken ve Cumhuriyet ile birlikte her köye bir okul açılıyor iken, şimdi köylerde kimseler kalmamıştır. Öyle ki öğrenci yokluğundan birçok köy okulu kapanmış, birkaç köyün çocuğu taşımalı sistem ile başka bir köyün okuluna taşınır olmuştur.

Açlık Oyunları
"Aç ayı oynamaz", "Tok açın halinden anlamaz", "Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız edersin", "Allah açlıkla terbiye etmesin" gibi sözlerde, her şeyin başının da sonunun da bedenin kendini yaşatma üzerine kurulu olduğunu görürüz. Kıtlık ya da afet günlerinde yamyamlık baş gösterir. "Platform" gibi filmlerde sistemin adaletsizliği sorgulanır. 
Savaşlarda bir ülkeyi dize getirmek için şehir kuşatma altına alınır. Kale dışındaki tarlaların ürünleri kaleye giremez. Şehrin ambarları doluysa ve yiyecek içecek bakımından kendini garantiye almışsa uzun süre kuşatmaya dayanır. (* İstanbul tarihi boyunca otuz iki kez kuşatılmış.) Yine bir çeşit kuşatma olan ambargoyu atlatabilenler, hayatî anlamda dışarıya bağımlı olmaktan ziyade gücünü kendi içinden alanlardır. (* Önce Türkiye'nin haşhaş üretimini durdurmamasına, sonra da Kıbrıs Barış Harekâtı'na kızan ABD'nin 74-78 yılları arasında Türkiye'ye uyguladığı ambargoyu unutmadık. 70 sente muhtaç bir hazine, yakıt, tüp ve yağ kuyruklarında bekleşen insanların duruşu onurlu bir duruştu. Kötü komşu insanı ev sahibi yapar misali, bu ambargo sonucunda Türk Savunma Sanayii kuruldu.)
Ki ülkemiz kendi kendine yeten bir ülke olmakla övünürdü. Şimdi ise kendi verimli arazilerimize beton bloklar ekip, dışarıdan buğday pirinç mercimek gelmediği takdirde ektiğimiz o taş blokları yiyecek haldeyiz. Et desen ona keza, süt desen ona keza. Artık pazardaki maydanozun bile "dikeni" var! 
Mümin Ceyhan
Ağzımızın tadını bozanlar
12 Mart 2011 tarihinde, Görükle'de hizmete giren Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi'nin kurucusu Mümin Ceyhan, açılış konuşmasının ikinci bölümünde, artık içinde öğrenci yaşamayan, Ünikent'i ve yaşanan sıkıntıları şöyle anlattı: 
"Ünikent bir öğrenci kuruluşuydu. Kütüphane bu öğrenci kuruluşunun çatısı altında gerçekleşti. Maalesef şimdi yok. Siyasal iktidarın aldığı bir kararla öğrenci barındıran özel kurumlar çeşitli baskılarla kapatıldı. Bu kurumların Milli Eğitim'e bağlı olarak çalıştırılması üzerine baskı yapılmaya başlandı. 24 Ağustos 2024'e kadar süre verildi. Bu süreye rağmen, 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra öğrencilerin tümünü Ünikent'ten çıkarmak için Gençlik ve Spor Bakanlığı personeli ve polis nezaretinde baskın yapıldı. Örnek olarak yapılan ve yapıldığından bu ayna 25 yıl boyunca hiçbir olay yaşanmayan Ünikent'te kızlar ver erkekler ayrı odalarda kalmasına rağmen, ayrı ve tel örgülerle ayrılmış bloklar olacak, her bloğa bir mescit açılacak, MEB'e bağlı müdürler ve sorumlular olacak, MEB'in denetimine girecekti. Süre olmasına rağmen öğrenciler boşaltıldı. (Daha önce de kütüphanede kadın personel çalışmasına olumsuz tepki göstermişlerdi.) Şimdi artık Ünikent'in sihri bozuldu. Burası artık öğrencilerin olmadığı bir kütüphane. Bursa Büyükşehir ve Nilüfer Belediye Başkanları'na söylemek isterim ki; Bursa üzerine bu kadar birikimi olan kütüphanemiz tarihî ve merkezî bir mekânda yaşamaya devam etsin. Biz sadece sembolik bedel ödeyeceğimiz bir mekân istiyoruz. Personel ve genel giderleri karşılamayı taahhüt ediyoruz. Daha önceki müracaatımızla, Nilüfer Belediye Meclisinden çıkan (on yıllık) karar bizim için uygun olmadı. Bu kütüphanede Bursa vardır ve bu kütüphane yaşatılmalıdır. Kent sorunluların bunu düşünmesini talep ediyorum."
Bu konuşma üzerine Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mehmet Aydın Saldız, konuyu Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Mustafa Bozbey'e ileteceğinin sözünü verdi.
Gelişmeleri takip edeceğiz...
Dönersiz Bursa olmaz
11 Mayıs günü saat 10:00'dan 15:00' dek süren etkinliğin öğlen arasında, Bursa'nın olmazsa olmazı "Bursa döneri" pilav üstü olarak ikram edildi. 
Forumda akademisyenler geçmişten ve günümüzden istatistikler sundu, Bursalılar anıları eşliğinde Bursa adetlerini  anlattı. 
****
Bursa'nın lezzet yolculuğu geçmişten gelip geleceğe uzanıyor. Bursa göç alan bir kent ve her gelen Bursa'ya kendi kültürünü taşıyor. Bu da Bursa'yı kozmopolit biz zenginliğe taşıyor. Bu çokluk ve karmaşıklık içinde Kestane Şekeri'ni ve Bursa Döneri'ni kimse tahtından edemiyor.
13 Mayıs 2024 / C.E.Y.

Konuyla ilgili birkaç yazım:
Doyuyoruz ama açız! / 28 Ekim 2016

6 Mayıs 2024 Pazartesi

Nilüfer Kadın Korosu Salonlara Sığmıyor

Yüzümde koskocaman bir gülümseme, elimde gecenin her anını kaydetmek istediğim telefonum ve arkamda, yanımda, sağımda solumda yüzlerce izleyici ile birlikte müzik ve dansın iç içe geçtiği, adeta enerji patlamasının yaşandığı Bursa Nilüfer Kadın Korosu konserlerinden birindeydim dün akşam.
Dr. Aysel Gürel şefliğinde Bursa Nilüfer Kadın Korosu bu konseri Anneler Günü'ne ithaf etmişti.
Bu konser, 2005 yılında yola 25 kişiyle çıkıp, zaman içinde 175 kişiye ulaşan koronun verdiği 190'nıncı konserdi. Koro, seneye yirminci yılını kutlayacaktı. Konserlerin yirmi yıllık izlenme sayılarına bakacak olursak, galiba 20. Yıl Konseri, Bursa Yüzüncü Yıl Atatürk Stadyumu'nda gerçekleşmeliydi.

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen bu akşamki konsere ilgi o kadar büyüktü ki, salon, merdivenlerine kadar doldu. Bulunan her boşluğa bir sandalye yerleştirildi, konseri kimi izleyici yerde, kimisi sandalyede, kimisi ayakta izledi. Yer bulamayıp dönenler ise bir dahaki konseri bekleyecekti. (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Merinos AKKM, bahçesinden kulislerine kadar elden geçmeli.)
Koro konserde Türk müziğinden örnekleri danslarıyla pekiştirerek söyledi. Hepimizin aşina olduğu sanat müziği eserleri, Balkanlardan Karadeniz'e, Malatya'dan Kırşehir'e Anadolu ezgileri, 70'lerin kimisi romantik kimisi yüksek tempolu pop şarkıları ile "ortaya karışık" harika bir konser izledik.
Koronun kendi üyelerinden oluşan ve Gala Kültür Sanat Merkezi Kurucusu, Müdürü ve Dans Eğitmeni Selçuk Yıldız tarafından çalıştırılan Bursa Nilüfer Kadın Korosu Halk Oyunları Topluluğu'nun dansları ise parmak ısırttı. 
Kolay değildi bizim yaşımızda dakikalarca sahnede hamsi paluğu gibi bir o yana bir bu yana zıp zıp zıplamak. Kolay değildi her dans için ayrı kostüm giymek. Kolay değildi sahneyi ekiple birlikte uyum içinde paylaşmak. Kolay değildi koreografiyi unutmamak. Kolay değildi yere diz çökebilmek ve oradan kalkabilmek. 
"Bursa Ateşi" olarak hepsini layıkıyla yaptılar. Hem kendileri çok eğlendiler hem de bizleri çok eğlendirdiler. Lakin eğlencenin arkasında büyük bir çalışma olduğunu unutmayın. Her ne kadar sahnede hepsi yaşsız görünse de, yaşları 40 ila 70+ arası değişiyor. O yüzden dansçıları bir de bu haliyle değerlendirin. Evet, hepsi kocaman bir alkışı hak etti değil mi? O yüzden konser alkış sağanağı altında geçti.
Her bölümde bir solist solo yaptı. Gülnur Ekler, Rabia Yılmaz, Nurhayat Öcal ve Nuran Akın gecenin solistleriydi. Her solo alkışlar ve çiçekler eşliğinde nihayetlendi.
Gecenin şehir dışından konukları olmasının yanı sıra ülke dışından da konukları vardı. ABD'nin Orlando eyaletinden ve Hollanda'dan gelen konuklar konseri büyük bir hayranlıkla izledi ve konser sonunda çiçek takdiminde bulundu.
175 kadından oluşan ve şefliğini de bir kadının yaptığı koro, kendisini izlemeye gelenlere kadının gücünü, hayatın nasıl yaşanabileceğini ve başka hayatlara nasıl dokunabileceğini gösterdi. Onların bazısı öğretmen, bazısı bankacı, bazısı memur, bazısı ev hanımıydı. Yıllarca ülkelerine hizmet etmiş, emekli olmuşlardı. Çocuklarını büyütmüş, yuvadan uçurmuşlardı. Bazıları torunlarıyla haşır neşir oluyorsa da şimdi artık onların yaşama zamanıydı. 

Farklı müzik türlerini seslendirmeleriyle Türkiye’nin, belki de dünyanın ilk ve tek korosuydular. Kına gecesinden sıra gecesine, gezekten yabancı dilde ezgilere ne varsa hepsini sahneye taşıyorlardı. Koro aynı zamanda bir "show" grubuydu.
Koro çeşitli şehirlerde ve hatta çeşitli ülkelerde konserler verdi. Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Hollanda, İtalya, Letonya, Portekiz ve Kıbrıs’ta konserler vermişlerdi. Son olarak da konser vermek üzere 43 kişilik bir ekip ile 24 Nisan’da Mısır’a gittiler.
Basının onlara taktığı isim gibi, onlar "Gönüllü Kültür Elçileri"ydiler. 
****
2013 yılından bu yana izlediğim koro konserlerini Nilüfer'deki salonlarda verirken sadece bizimdi. Nilüfer salonları koro için yetersiz kalmaya başlayınca, konserlerin yeni adresi Merinos AKKM, koro da tüm Bursalıların oldu. 
Tüm konserlerini STK'lar yararına veren, ayrıca kendisi de dernekleşerek çeşitli yardım faaliyetlerinde bulunan koro, her zaman dediğim gibi "Her Derde Deva" bir koro. 

Her ne kadar konserlerde yer bulmanın zorluğundan yakınılsa da, farklı kesimlerden gelen kadınların bu konserleri izlemesi hayatlarına boyut katmaları bakımından önemli diye düşünüyorum. Sahnede çoğunu bildikleri şarkılar kendi hemcinsleri tarafından seslendiriliyor, üstelik bu kadınlar dans da ediyor, üstelik bu kadınların eşleri ve çocukları onlarla gurur duyuyor, soloya çıkan koristin yakınları ellerinde çiçeklerle sahneye koşuyor, sahnede koskocaman bir sevgi yumağı oluşuyor... 
En iyi öğrenme göz ile olur derler. Kadın evinden çıkıyor, konsere geliyor.  Ve konsere gelen her kadın hayatı yaşamaya dair bir şeyler öğreniyor. 
Daha iyi bir örnek olamaz. 
En iyisi biz "Gönüllü Kültür Elçileri" sıfatının yanına "Gönüllü Sosyal Elçiler"i de ekleyelim.
Ne dersiniz?

6 Mayıs 2024 / C.E.Y. 
Gecenin konser kayıtlarına buradan ulaşabilirsiniz.

2013'ten 2024'e Bursa Nilüfer Kadın Korosu yazılarım
Var mı böyle bir koro? / 31 Ocak 2017
Su Gibi Aziz Olun... / 17 Mart 2017