23 Nisan 2020 Perşembe

100 Yaşında Bir Çocuk

her 23 Nisan bayramdır bana
içimde baharlar
sokaklarda bayraklar
           dilimde şiirler, marşlar

büyümemişim de
    bayram yerinde unutulmuş bir çocuğum sanki
çocuklar geçiyor yanımdan hızla
koşuyorlar
        çığlıklarla, kahkahalarla 
koştukça büyüyorlar
             ellerinde bayraklar, dillerinde şiirler, marşlarla

bilmediği zamanlara koşan her çocuk ben
           yüz binlerce, milyonlarca ben
kuruluşun yüzüncü yılına ulaşan yine ben
           yüz binlerce, milyonlarca ben

o gün bana verdiğin armağanı 
     başımın üzerinde taşıdım kristal bir taç gibi
          düşürmeden, kırmadan, ışıl ışıl onurla

görüyorsun değil mi Atam
unutmadım ben seni
çocuk kalbimle sevdim beni kucaklayıp 
      uzaklardaki geleceği gösteren vatan aşkıyla dolu kalbini
çocuk aklımla sevdim 
          duruşunu, bakışını, sözlerini 

aklım büyüdükçe anladım seni
      anladıkça sevdim
               sevdikçe anladım

seni içimde büyüttüm de
        büyütmedim kendimi
bu bayram yine öyle çocuk
                     yine öyle neşeli

23 Nisan 2020 / C.E.Y.

16 Nisan 2020 Perşembe

Yok Sayma, Var Say

Görmediği bir "şey"i yok sayma gibi bir gaflet verilmiş insana.
Doğduğu andan itibaren ölüme koştuğunu bilmesine rağmen ya da doğurduğu andan itibaren evladını ölüm yolculuğuna çıkarttığını bilmesine rağmen ölümü yok sayması gibi mesela.
Ölüm yakınına düştüğü zamanlarda şöyle bir silkeleniyor, sonra yine yok saymaya devam ediyor.
İhtimal ki yok saymanın gerisinde, doğumu kabullendiği gibi ölümü de kabullenmek yatıyor.

Bir yazıda okumuştum; "Eğer ki 15 yıl daha yaşarım diyorsanız, önünüzdeki 15 yılın cumartesilerini temsilen, yaklaşık 780 misketi bir çanağa doldurun, sonra her cumartesi çanaktan bir misket alıp kenara koyun. Misketler azaldıkça, yani ömrünüz somut hale geldikçe her dakikanızın kıymetini bilir, hiçbir anınızı boşa geçirmek istemezsiniz." yazıyordu.
Yok saymanın yerini var saymak alınca daha mı iyi olur, daha mı kötü olur bilmem.
Mesela; kişinin üzerinde ne kadar zamanı kaldığını gösteren bir gösterge olsaydı, kişiye daha mı fazla ihtimam gösterilirdi acaba? Ya da kişi ne kadar zamanı kaldığını kendisi bilse, nasıl yaşardı?
Gözünü sayaçtan alamaz ve psikopata mı bağlardı? Yoksa sayacı dikkate alıp tüm istediklerini ertelemez ve hepsini yapar mıydı?
Ya da "Olduğu kadar, olmadığı kader!" deyip sayacı hiç dikkate almaz mıydı?

Ömrü Bırak, Virüse Bak
Bugünlerde başımıza musallat olan "Covid-19" için de bir görünürlük elde edebilseydik keşke.
Virüslü alanları görebileceğimiz bir gözlüğümüz olsaydı ve nerede virüs var, kimde var bilseydik.
Acaba o zaman da şimdiki kadar pervasız davranabilir miydik?
Yoksa yerimize çakılır, milim kıpırdayamaz mıydık?
Hayal edin bir;
Markete girdiniz ve bir baktınız market virüs istilası altında. En çok da ekmek reyonunda ve kasalarda pusuya yatmışlar. 
Ya da market tertemiz ama bu kez virüsler sizin ellerinizde. Dokunduğunuz yere bulaştırıyorsunuz virüsü.
Bir bakıyorsunuz hain virüsler titizlikte sınır tanımayan arkadaşınızın omzuna üs kurmuşlar, kendilerini dört bir yana taşıtıyorlar.
Dışarı çıkıyorsunuz, üç boyutlu film izlermiş gibi havada asılı duran virüsçüklerle burun burunasınız. Ağzınızda maske, yüzünüzde siperlik ile slalomlar yapa yapa aralarından geçmeye çalışıyorsunuz. Arabanın camına yapışan sinekler gibi yapışıyorlar siperliğinize. Silmek istiyorsunuz, bu kez de eldiveninize yapışıyorlar. Eldiveninizi çıkartırken elinize geçiyorlar. O arada ağzınız burnunuz kaşınıyor, olur da kaşırsanız, BİTTİNİZ.
Televizyonlarda mıy mıy mıy #evdekal videoları yayınlanacağına, böyle en sert haliyle virüsün nasıl yayıldığını anlatan videolar yayınlansa diyorum, daha etkili olmaz mı?

Göreydik İyi(mi)ydi!
Şu virüsü görebilseydik eğer, virüsü görmediği için yokmuş gibi davranıp hızla yayanlar ile yine virüsü görmediği için her tarafın virüsle kaplı olduğunu düşünüp arızaya bağlayanların işi ne kadar kolaylaşacaktı aslında.
Virüs böyle ışık hızıyla yayılmayacaktı.
Eve gelen her şeyi virüs var mıdır diye yıkamaktan hem eller, hem de ürünler haşat olmayacaktı. 
Virüs kapıp ölmezsek eğer ya paranoyadan ya da gülmekten öleceğiz bu gidişle zaten.
Malum, kriz zamanlarında insanın kendini savunma mekanizmasından olsa gerek, karikatürün, esprinin, komik paylaşımların bini bir para.
Bir de endişe, kaygı ve korku saçan "yalan" paylaşımların... 

Uyuyan Virüsler Uyanıyor mu?
Buzulların erimesiyle binlerce yıldır buz altında uyuyan antik virüslerin uyanacağını okudum geçenlerde. Çin'in kuzeybatısında bulunan Tibet Platosu'nda 15 bin yıllık bir buzulda daha önce hiç bilinmeyen virüsler keşfedilmiş. Bilim insanları yaptıkları açıklamada, "Küresel ısınmayla birlikte buzullarda gözlenen erimenin eski virüs türlerini yüzeye çıkaracağı ve böylelikle eski dönemlerden kalma virüsler üzerinde çalışmaların süreceği düşünülüyor. Ancak bu virüslerin yüzeye çıkması ve bir biçimde ekosistem içinde yayılması yeni salgınları da beraberinde getirir mi henüz bilemiyoruz…" demişler.
Küresel ısınma marifetiyle dünyanın da canına okuduk, iklim ayarlarını da bozduk ya bundan sonra bize rahat yok.
Bir an önce virüs tanıma sistemini geliştirseler iyi olacak...

Sen Seni Bil Sen Seni
Eğer kişi kendi gözünü açar ve verileri doğru okumayı öğrenirse bu kadar panik yapmaya ya da bu kadar rahat davranmaya gerek kalmaz. 
Tedbir varsa panik olmaz, panik varsa tedbir yoktur.
Eşeği sağlam kazığa bağlamayı bilmek lazım, fırtına çıktığında uyuyabilmek lazım. 

Bir Dünya İnsan
En minik anlamda kişilerin, en büyük anlamda da dünyanın yeterince tedbirli olmadığını gördük böyle bir pandemiye. Oysa ki böylesi bir pandemi yıllardır işaret ediliyordu ve sayfalarca pandemi raporları hazırlanıyordu.
Hoş, büyük devletler vatandaşlarına "Siz sağlığınızla ilgilenin, gerisi bizde!" dediler ve en azından vatandaşın üzerinden geçim kaygısını aldılar. Onlar da gönül rahatlığıyla kendilerini izole ettiler. 
Bizde ise kaygımızın üzerine kaygı bindirdiler. Günlük yaşayan insanlar gelirleri kesilince ne yapacaklarını şaşırdılar, haliyle deliye döndüler. Sonrası malum...
Neyse, pandemi raporundan devam edelim;
2019 yılında Ankarada hazırlanan Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planına bir göz atın isterseniz. Ne kadar detaylı hazırlandığını siz de göreceksiniz.
Peki madem hazırlığımız var da, o zaman niçin Türkiye'de ışık hızıyla yayılıyor bu hastalık diye soruyorsunuz şimdi değil mi?

Yok Saymaktan tabii ki!
Aklını kullanmayıp iki adım sonrasını görmemekten, ihtimalleri düşünmemekten, tedbirsizlikten, bilim insanlarını dinlememekten, öncelik alanlarını belirlememekten, liyakat sahibi yöneticilere kulak vermemekten, en çok da görülmeyeni yok saymaktan tabii ki.
İtiraf edelim, İspanyol Gribi'nden bu yana dünya ilk kez böyle bir vak'ayla karşılaşıyor. Şaşalaması normal.
Haliyle gerçek salgın, filmlerdeki salgına benzemiyor, ölen kişiler sahne bitince dirilmiyor.
İnsanlar gerçekten sapır sapır ölüyor.
Devletlerin sağlık sistemleri salgınla baş etmekte zorlanıyor...

Salıncak
En çok da kendini sevmemekten (ya da tam tersi) ve birey olarak kendine değer vermemekten (ya da tam tersi), yani iki uç arasında bir o uca bir bu uca savrulurken akıl ve mantık arasındaki dengeyi tutturamamaktan yayılıyor virüs son hız.
"Bana bir şey olmazcılar" ile "Gemisini kurtaran kaptancılar" arasında sallanıyor salıncak.

Karantina "Time"
Bu dengesizlikten dolayı bu hafta sonu yine sokağa çıkma yasağı uygulanacak mecburen. Bu kez iki saat öncesinden değil, günler öncesinden açıklandı karantina uygulanacağı. Geçen haftanın kafa göz patlatan görüntüleri yaşanmaz inşallah yine. 
Biz, bizim sağlığımız için düzenlenen uygulamalara uysak, hattâ işi devlete bile bırakmasak ve bireysel olarak bazı kuralları kendi kendimize uygulasak, çıkmak zorunda değilsek evden çıkmasak, evde kalmanın bizim hayrımıza olduğunu anlasak, çıkmak zorunda olanların ayağı altında dolaşmasak, çalışmak zorunda olanların işlerini daha da zorlaştırmasak ve karantina günlerinin süresini uzatmasak.
Kısacası görmediğimiz virüsü yok saymasak, var saysak ve ona göre davransak…

16 Nisan 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

11 Nisan 2020 Cumartesi

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin!

Anneannem yapılan yemeği beğenmeyip sofraya gelmeyen çocuklarını sofraya getirmeye çalışırken dedem, "Bırak, yalvarma, aç olsalar çarıklarımı yerler!" deyip anneannemi engellermiş.

Büyüme çağında "Açım!" diye ortalığı kavuran ya da yaptığım yemeği beğenmeyen oğluma, “Sen açlık görmedin, aç olsan çarıklarımı yersin!” derdim ben de hep.

Bu nesil açlık görmedi açıkçası.
Bizim nesil kuyruklar gördü ama aç kalmadı.
Daha önceki nesil karne gördü, yine aç kalmadı.
Dedemin nesli ise savaş gördü.
Yerinden edilme gördü.
İşgal gördü.
Yokluk gördü.
Açlık gördü.

Hiç açlık görmemiş bir ergen bilmez tabi açlığın ne demek olduğunu.
Biz de dünya olarak ergeniz şu durumda.
Kiminin anası babası iyi eğitim veriyor çocuklarına, kimininki darmaduman.

Açlık nedir bilmeyen gözü açlar çarıklardan önce birbirlerini yiyiyorlar.
Üretim durup da tedarik zinciri koptuğunda,
İşte o zaman başlayacak paranın pulun kifayetsiz kaldığı gerçek açlık.
O zaman göreceğiz açlığın nelere kadir olduğunu...

11 Nisan 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020

Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

9 Nisan 2020 Perşembe

Tamahkâr

Karantina günlerinde her şey deşelenir oldu malum.
Ben de arşivimdeki fotoğraf albümlerini düzenlerken oğlumun 10'lu yaşlardayken çektiği bir video kaydı ile karşılaştım. Kerata bir yandan video kaydı yaparken bir yandan da konuşuyor:
"Karşınızda çalışmadığım çalışma masam, çalmadığım gitarım, yatmadığım yatağım, okumadığım kitabım." diyordu.
Onun kıkır kıkır kıkırdayarak yaptığı bu eğlenceli videoyu izlerken, "Şu anda tam da böyleyiz işte!" dedim.
Hiçbirisi giyilmeyen kıyafetler, renk renk, model model ayakkabılar, sıra sıra çantalar, çeşit çeşit takılar, güneş gözlükleri, şallar, fularlar, mantolar, kabanlar, kısacası evde dolap bekçisi bilumum eşya.
Oğlumun dediği gibi; "Giymediğim elbiselerim, takmadığım takılarım, sürmediğim rujlarım, binmediğim arabam, gezmediğim sokaklar, yürümediğim caddeler, oynanmayan tiyatrolar, verilmeyen konserler, açılmayan AVM'ler ve dahası ve dahası."
Pijama ve eşofman arasında dolandığımız bu günlerde her şey nasıl da anlamını kaybetti değil mi?
Şimdi tek derdimiz "Virüs kapmamak ve aç kalmamak!"
Yani, hayatta kalmak...

Stok, Stok, Stok!
Olur da bakkal-market kapanırsa diye evlerde un, makarna, pirinç, mercimek, nohut, fasulye, soğan, patates gibi saklanabilir kuru gıda stokları dağ gibi. 
Ya bir gün fırınlar kapatılırsa da ekmeksiz kalırsak diye, evlerde ekşi maya ekmekler yapılmaya başlandı bile. 
Eee, sıra sıra çizmeler karın doyurmuyor haliyle. 
Ekmek lazım, peynir lazım, süt lazım, yumurta lazım, et lazım, meyve-sebze lazım.
Yıllardır her ihtiyacını marketten görmeye alışmış, ekmeğin undan yapıldığını, unun buğdaydan geldiğini, et yemek için hayvan kesildiğini, salam-sucuk-sosislerin kesilmiş hayvanların etinden imal edildiğini, elmanın ağaçta, havuç-patatesin toprağın altında yetiştiğini bilmeyen kitle, Fen Bilgisi, Tabiat Bilgisi, Ziraat, İş Bilgisi, Fizik-Kimya-Biyoloji ve Teknoloji Tasarım derslerinden ne anlamıştı acaba?
Bazı dersler yok artık mı dediniz?
E şaşırmayalım o zaman...

Dünyanın Efendisi Kim?
Doğayla iç içe yaşayanlarda sıkıntı yok.
Onlar zaten tavuğu hem eti hem yumurtası için, koyunu-keçiyi hem eti hem yünü hem sütü için, atı-eşeği iş gücü için, köpeği de güvenlik için besliyorlar.
Domates de tarladan, soğan da.
Isınmak için doğalgaza ihtiyaçları yok, odunlukta odunlar sıra sıra.
Hava temiz, su temiz, gıda dersen taptaze. 
Güneş de, ay da sadece onlara doğuyor. Işıl ışıl yıldızlar sadece onlar için parıldıyor.
Şehirler mi, 
Şehrin aydınlığı gökyüzündeki yıldızları bile görünmez kılıyor.
"Ah, gökyüzünde yıldızlar var, görmediğim!"

Ne için çalışıyorsun?
Girilmeyen odaları, yıkanılmayan banyoları, yüzülmeyen havuzları, yalın ayak yürünmeyen bahçeleri, çıkılmayan balkonları, kendi ekmediğin, kendi sulamadığın çiçekleri olan evler alıp, o evlere hizmet etmeyeceksin. 
Ben ne için çalışıyorum diye soracaksın.
Bir kışlık bir kışlık daha, bir araba bir araba daha, bir yazlık bir yazlık daha, bir uçak bir uçak daha, bir saray bir saray daha almak için mi?
Sonra da onları elinde tutmak için mi?

Mal canın yongasıdır derler;
Lakin önce canın sağ olacak, bedenin sağlıklı olacak, malı sonra edineceksin.
Edinirken de ihtiyacın olandan kat be kat fazlasını istemeyeceksin.

E ama tekstil, inşaat, mimari, satış, pazarlama, yatırım, reklam vs vs vs sektörleri ve orada çalışanlar ne olacak?
Cevap:
Hiçbirisi dünyayı kirletecek ve gıda üretiminden çalacak şekilde çalışmayacak.
Her şey sokağa çıkan tok insanlar için, bunu kimse unutmayacak.
Yoksa maazallah birbirimizi yeriz.

Köylü milletin efendisidir!
Atamızın "Köylü milletin efendisidir!" sözünün kıymetini anladık mı şimdi?
Bütün mesele önce karnını doyurabilmekte.
Şehirlerde yaşıyorsan köylüye iyi bakacaksın ki aç kalmayasın.
Toprağa iyi bakacaksın ki köylü ekip dikebilsin.
Suya iyi bakacaksın ki köylü ekinini sulayabilsin.
Havaya iyi bakacaksın ki yağmurlar toprağa zehirsiz inebilsin.
Bedenine iyi bakacaksın ki gereksinim duyduğu yiyecekleri yiyebilsin, sağlıklı sıhhatli yaşayabilsin.

Balkon Yetmez, Depo Tutalım
Kapatılmış Balkonlar Cumhuriyeti yazımda evlerimizin balkonlarını depo olarak kullandığımızdan, eşyaların kölesi olduğumuzdan bahsetmiştim. 
ABD vatandaşları ise balkon kapatmıyor, direk depo kiralıyor.
Bizimki belki biraz yokluk günlerinden kalma bir alışkanlık ile "Ya lazım olursa!" psikolojisi. 
Onlarınki ise delicesine bir alış veriş hastalığı.
Kara Cuma görüntülerini hatırlayın, açılan kapılardan içeriye hücum edip, ellerine ne geçerse alıp, depolarına atıyorlar. Belki bir daha yüzlerine bile bakmıyorlar.
Bunları yapanların pek çoğu da alt gelir grubuna ait insanlar. 

Mini Mini Minimalistler
Bir de "Minimalizm"i benimseyenler var.
Minimalistler kimler derseniz, onlar da genellikle her şeyi alabilecek gücü olanlar.
Bill Gates gibi, Mark Zuckerberg gibi, Steve Jobs gibi, Albert Einstein gibi.
Yanlış anlamayın sakın, minimalizm sadece sadelik ve basitlik değildir, hayata konfor ve kalite katabilme hüneridir.

Aç Gözlülük Günleri
Annelerimizin bir yazlık bir kışlık mantosunun, bir yazlık bir kışlık ayakkabısının olduğu günlerin tevekkülü ile, "ihtiyacım var" ile "istiyorum" sözlerinin anlamının olmadığı "aç gözlülük günleri" karşı karşıya şimdi.
Gözünü toprak doyursun derlerdi hani eskiden, bir avuç toprak olacaksın, bu neyin hırsı derlerdi.
Dünyadaki açlığın sebebinin de bir türlü doymak bilmeyen aç gözlü zenginler olduğunu söylerlerdi.

Toprak değil, altın doyursun!
Söylentiye göre serveti Roma’nın toplam bütçesine eşit olan Romalı siyasetçi ve general Marcus Crassus, yine söylentiye göre Partlar ile girdiği savaşta yenilerek boğazından aşağı eritilmiş altın dökülüp infaz edilmiş.
"Boğazını altın doyursun!" dediler ihtimal...

Halil İbrahim Sofrası şarkısında,
"Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum,
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok." 
... derken "tamah" eden insanların aczini anlatır Barış Manço.
Tamah etmeyeceksin kızım derdi babam hep. Bilgeydi.
Gönül ve beden ihtiyacımın dışına taşmadım ben de bunca yıldır.
Babamdan öğrenmiştim ki tamah, insanın ruhunu satın alan ve insanı yoldan çıkartan bir zaaf, bir acizlik, bir eksiklik ve hattâ büyük bir günah.
Ve işte artık bu dünyada o tamahkârlara yer yok!

9 Nisan 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

7 Nisan 2020 Salı

Dünyadır Döner, Virüstür Geçer

60lı yılların ortalarında başlamış olmalı Rehavet Çağı.
1945’te sona eren İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 6 yıl süren savaşın yaralarını sarmaya çalışan dünya, uzun bir zaman sesini soluğunu çıkartamamıştı.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesinin ardından Amerikalılar ile Ruslar 1950 yılında Korede, 1965 yılında Vietnamda karşı karşıya geldi. İki savaşın taraf(tar)ları ABD ve Rusya’nın arkasında sıralanıyorlardı.
İkinci Dünya Savaşını sona erdiren atom bombasını atan ABD, bu kez hem Korede hem de Vietnamda ağır yara aldı. 
1965’te ABD’nin Vietnam’a asker göndermesiyle ortaya, savaş karşıtı Çiçek Çocukları çıktı ve 68 kuşağı da denen bu kuşak "Savaşma seviş" sloganı ile dünyaya yayıldı. 
Sisteme karşı geldiler, kendilerine doğrultulan namlulara çiçekler yerleştirdiler, müzik yaptılar, dans ettiler, özgürce seviştiler, askere gitmeyi reddettiler. Ne doğa ile, ne hayvan ile, ne de insan ile savaşmamayı; ne doğayı, ne hayvanı, ne de insanı öldürmemeyi seçtiler. 
Bir nesil önce yaşanan savaşın izlerinden o kadar bıkmışlardı ki, özgürlüğün ve barışın peşine düştüler.
Cennetteymiş gibi huzur ve barış içinde yaşamak çok da zor olmamalıydı.

Savaşlar dünyayı cehenneme çeviriyordu. 
Cennet de cehennem de bu dünyadaydı ve onlar cehennemde yaşamak istemiyorlardı.
Bizim neslimize kadar uzanan bir hayaldi bu.
Güzel bir hayaldi.
Çiçek Çocuklarının hayaliydi.
Bizim de hayalimiz hep "barış" oldu.
Hayali kendinden güzel demiştim hani birkaç gün önceki yazımda. 
Cennetin de hayali güzeldi, ancak sürdürülebilirliği için dünya sathında çaba göstermek gerekliydi.

Gösterildi mi?
İçine düştüğümüz "Pandemik- Virütik-Coronanevrotik" Üçüncü Dünya Savaşı karşısındaki halimize bakarsanız, gösterilmedi. 1945'ten bu yana 75 yıl iyi dayanılmıştı yine de ama sonunda ipin ucu kaçmıştı. Ki dünyada savaşsız bir zaman dilimi arasanız bulamazsınız.
Sen, yiyelim içelim, gülelim eğlenelim, giyinelim gezelim, üretelim üretelim üretelim, sonra da ürettiklerimizi tüketelim tüketelim tüketelim, kendimizden başkasını düşünmeyelim, tüm zevkler bizim olsun, cennet bizim olsun, o la laaa derken, aynı dünyayı paylaştıklarının bir kısmı cehennem ateşinde yanıyorsa, gün gelir senin yaşadığın cennet de o ateşten nasibini alır işte böyle.
Kendinden başkasını düşünmeyen ve dünyayı kendisine hizmet etmesi gereken bir yer olarak görenlerin içine düştüğü rehavet çağının da bir sonu gelecekti elbet.
"Hayatı hep kendine yontan"ların koşusu bir yerde nihayetlenecekti.

Çiçek Çocukları'nın savaş istememeleri normaldi.
Anormal olan devletlerin "savaş" aletlerine yatırım yapmayı sevmeleriydi.
Yaşamak için öldürmek gerek diye diye, öldürmek için yaşar hale geldiler.
Yaşatmaktan çok öldürmeyi sevdiler.
Rehavet ve Vahşet ve Bencillik ve Kibir iç içe geçti...
Sonra,
BUM!

Bir anda tüm dünya görmediği bir düşmana teslim oldu.
Hazırlıksız yakalandı. Sessizliğe büründü. Köşesine çekildi. 
Bu bir kâbustu, karabasandı, kötü bir rüyaydı.
Uyan, uyan, uyan...
Yoksa rüya olan eski günler miydi?
Sokağa çıkabildiğin, istediğin gibi konuşabildiğin, istediğin gibi bakabildiğin, ellerini yüzüne gözüne düşünmeden sürebildiğin.
Uyu uyu uyu...

Yok yok uyuma, uyan. Uyan ve uyumlan.
Bu bir dönemeç, bir yol ayrımı, bir kavşak, bir uyarı, kulak ver, dinle, öğren.
Sevgiyle dolu değilsen, içindeki sen ile kavgalıysan, boş boş "sevgi-barış-kardeşlik" türküleri söylemeyi bırak artık. Gerçekçi ol.

Kusura bakma ama sen "şahıs" olarak dünyanın umrunda değilsin, virüsün de umrunda değilsin.

Haydar Ergülenin Eylül şiirinden esinle:
"Dünyadır döner, virüstür geçer.
Her virüs dünyayı başka bir virüse terk eder."

Demem o ki;
Her şeyi başkalarından bekliyorsan, bekleme. 
Ağlanma, sızlanma.
At üzerinden rehaveti. 
Uyanık ol.
İhtimallere hazır ol, hazırlıklı ol, uyumlu ol...

8 Nisan 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020