31 Mart 2015 Salı

Dersimiz Matematik

Matematiği zayıf bir toplum olarak son senelerde matematik bilgimiz aldı başını gitti.
En büyük uzmanlığımız olan bir başımıza, üç kuruş maaşla, iki yakamızı bir araya getiremeyip, yine de dört bir yana para yetiştirebiliyor olmak üzerine zaten doktora üstüne doktora yapmıştık.
ÖSS, YGS, KPSS gibi sınavlarda puan hesaplama, başarı puanını ekleme, kaçıncı sıradan hangi okula girebiliriz, yatay geçiş, dikey geçiş, kontenjandan araya kaynak yapma konusunda uzmanlarımız vardır.
Evvelki yıl Üsküdar Amerikan Lisesi’nde, geçen yıl da Amerikan Robert Lisesi’nde dolan kontenjana TEOG puanı ile +1 ekleme yapılıvermişti mesela.
Ortaya çıkan bunlar.
Ya çıkmayanlar?
****
Son senelerde matematik terimlerini de söktük artık. Birkaçına göz atalım bakalım neler öğrenmişiz.

Çoluk çocuğa kadar her bir fert paralel nedir ne değildir onu öğrendi mesela.
Uzunluğu boyunca birbirinden eşit uzaklıkta bulunan doğru ya da düzlemlerin birbirlerine göre durumlarını tanımlamakta kullanılan bir sıfat oluyor paralel.
Yani hem yol aynı yol, hem akıl aynı akıl, ama gidişat ayrı ayrı. Ne ayrılabiliriz ne birleşebiliriz, bir yandan da sağdan soldan birbirimizi keseriz, olmadı arada bir birbirimizin yolunun yanlış olduğunu ona buna müzevirleriz halleri kısacası.

Bir zaman teğet’i öğrenmiştik hatırlayın.
İki geometrik cismin, birbirlerine sadece bir noktadan temas ettiklerinde oluşan geometrik durum hani. İngilizce’de tangent olarak anılan bu terimin kökeni Latince tangere (dokunuş) kelimesi imiş.
Hani değecekmiş gibi yapıp da değmeden geçen. Belki hafiften dokunan, hafiften öpen..
Ekonomik kriz bizi teğet geçerken bazılarımızı öpmüştü hani…
Dönemin Başbakanı Erdoğan, G-20 zirvesi için bulunduğu İngiltere’nin başkenti Londra’da, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House’da “Küresel Kriz ve Türkiye’nin Rolü” konulu konuşma yapmış ve “Kriz teğet geçti dedim, etkilemedi demedim” demişti.
E ufak bir dokunacak ki, teğet teğetliğini yapsın…


Ya eşkenar üçgen size neyi hatırlatıyor? O da kenar uzunlukları birbirine eşit olan üçgendir bilirsiniz. İç açıları da birbirine eşit her biri 60 derecedir. Eşkenar üçgenin içteğet çemberin merkezi ve çevrel çemberin merkezi aynı noktayı belirtir. Bu nokta aynı zamanda kenarortayların kesim noktası (Ağırlık merkezi), iç açıortayların kesim noktası ve diklik merkezidir. Bütün kenarortay, yükseklik ve açıortayların uzunlukları birbirine eşittir.

Eşbaşkanlık terimi ile ne kadar da örtüşüyor değil mi? Tabandan aynı açı ile çıkan iki doğrunun tepede birleşmesi gibi. Yön aynı, hedef aynı, kesişme aynı…

Daire ya da çembere bakalım neymiş. Daire, çemberin içinde kalan alana verilen isimdir arkadaşlar. Çember de daireyi çevreleyene.
Penguen dergisinin kapağında kullandığı ve çizerlerinin hapis cezası aldığı karikatürün detayındaki çemberi çember olarak değil de
 halka olarak algılayanlara bakmayın siz…

Dikdörtgenler prizması ile ilgili ne geliyor aklınıza? Benim aklımdan geçenler mi bakalım?
Yüzleri dikdörtgensel bölgedir ve karşılıklı yüzleri birbirine eşittir dikdörtgenler prizmasının.
Bir köşede birleşen ayrıtlara uzunluk, genişlik ve yükseklik denir. Dikdörtgenler prizmasının hacmi, boyutlarının çarpımına eşittir.
İşte sihirli kelimeyi bulduk, HACİM!


İki sene önce 18 Şubat’ta dikdörtgenler prizması şeklindeki ayakkabı kutularının hacminin ve her bir kutuya kaç banknot sığabileceğinin hesabını yaptık mı yapmadık mı?
Bir kutuya 200’lük banknotlardan kaç adet sığar ile dolapta kaç kutu olduğunun çarpımını bir çırpıda yapıp çıkan sonuç ile cin çarpmışa döndük mü dönmedik mi?
İşte bakın matematik bilmenin faideleri hep bunlar…
****
Neyse;
Bugünlük dersimiz bu kadar…
Önümüzdeki dönemlerde seçimler olduğu için bir dahaki dersin konusu permütasyonlar ve kombinasyonlar olacak…
Sonra da X‘lerin ve Y‘lerin değerlerini bulacağız…
Değerleri varsa tabii.
****
Hayat dediğin en sevilmeyen ders zannedilen matematiğin aslında ne kadar eğlenceli olduğunu fark ettiriyor insana değil mi?
Ettirenler sağ olsun…
Haydi hepimize iyi eğlenceler…

30 Mart 2015 Pazartesi

Zeki ve çalışkan olmayacaksın!

Yaratılan komediler arasında kaynayıp gidiyor yaşanılan trajediler.
Faili meçhuller bile şekil değiştirdi. Kimse elini sürmüyor artık kurbana. Öyle sıkıştırılıyor ki köşeye kurban, kendi işini kendisi görüyor. Ardında binlerce soru işareti bırakıp gidiyor…

Nereden vardın bu kanıya derseniz, Işıl Barlan’ın ölümünün ardından ortaya çıkan kamera kayıtlarından derim.
Henüz daha 57 yaşındaki, Türkiye’nin sayılı alerji uzmanlarından Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Allerji-İmmünoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Işıl Berat Barlan’ın intihar ettiği yazıldı basında.
Sonra da kamera kayıtları çıktı ortaya.
O kayıtlardaki ölüme gidiş sahnelerini izledim uzun uzun.
İnsan kendini öldürmeye karar vermişken neler yapar diye merak ettim belki de. Nasıl davranır, depresif mi olur, kızgın mı, nasıl?
Bir anda mı atar kendisini, kararsız mı olur? Can havliyle kurtulmaya mı çalışır, yoksa kendisini ölümün kollarına usulca mı bırakır?
****
Işıl Barlan geçen hafta, 13 Nisan Pazartesi günü, ilaç alma bahanesiyle evinden çıkmış, arabasıyla yokuş aşağıya indiği yoldaki bir duvara çarpmış(!), öyle çarpmış ki, çarpmanın etkisiyle aracın hava yastıkları açılmış. Aracından inen Barlan çantasını alarak saat 20:50’de Kuzguncuk sahilinde iki yalının arasındaki bir parka gelmiş. Birkaç dakika burada oyalanan Barlan daha sonra buradan ayrılmış.
Yarım saat sonra, yani 21:22’de sahildeki güvenlik kameralarına takılan görüntülerinde hem endişeli hem de kararlı görünüyor Barlan. (O yarım saat neredeydi acaba?) Arkasına bakıyor bir kez, sanki kontrol ediyor gibi. Sonra sahilde bir-iki dönüyor, sonra da aniden denize atlıyor.
Başka bir görüntüde denizin içindeki halini görüyorum, çırpınmıyor. Sahilden uzaklaşamıyor, akıntıyla yalının duvarlarına sürükleniyorsa da yeniden denize doğru uzaklaşıyor.
Sonra;
Sonrası iki gün sonra cesedi Üsküdar’da bulunuyor…
****
Ardında şaibeli sorular bırakan bu ölümün ardından nefes nefese okunacak bir roman yazılabilir ya da ölüme gidiş görüntülerinden aksiyon sahneleriyle dolu bir kaçma-kovalama filmi kurgulanabilir.
Gördüğüm o sahnelerden bir film yarattım ben de kendimce.
Bir de aracın o duvara çarpmasının imkânsızlığını ve çarpmanın ardından araca gelen birkaç kişinin araçta arama yapıp, “Yanında götürmüş” sözlerini sarf ettiğini de duyunca senaryom iyice güçlendi.
Barlan kimden kaçıyordu?
Onu kovalayanlar kimdi?
Barlan hayatını gözden çıkartacak kadar önemli neye sahipti?
Hangi bilgi ya da veri onun canından daha kıymetliydi?
Vermek istemediği bilginin almak isteyenlerin eline geçmesi dünya için bir felaket miydi?
Dünya felakete sürükleneceğine ben alır başımı giderim mi dedi?
Savaşların boyut değiştirdiği bu çağlarda mikrobiyoloji ve bakteriyoloji ile haşır neşir olan insanların buluşlarının ya da kendilerinin yanlış ellere geçmesi miydi bütün mesele?
O zaman bunun peşine düşen her kimse güç ondaydı.
Üstelik o güç çok ama çok insafsız olmalıydı.

Ah, bütün izlediğim filmler, televizyondaki bitmek bilmez diziler, bütün okuduğum romanlar, casusuluklar, entrikalar, akıl almaz icatlar, sordukça soran dedektifler, polisler, savcılar, avukatlar, kapalı kapılar ardında ulaşılamayanlar….
Hepsi geçiyor gözlerimden…
Hangisi acaba Barlan’ın senaryosuna uyan?
Çıkacak mı ortaya?
Yoksa o da faili meçhuller listesine mi dahil olacak sessiz sedasız.
“İntihar Etmiş” sonucu yeterli mi olacak?
Yeterli olmazsa eğer hakkında farklı farklı iddialar mı ortaya atılacak?
“Karıştırmayın, kurcalamayın, işinize bakın!” tehditleri mi savrulacak?
Bilmem….
****
Bilmiyoruz elbette neler oldu. Bilenler biliyor lakin, ortaya çıkmayacak.
En azından şimdi çıkmayacak…
Belki yıllar sonra bir araştırma kitabına konu olur. Ölmez de sağ kalırsak öykünün gerçeğini öğreniriz.
Lakin ne fayda?
Giden gitmiş…
****
Ne idüğü belirsiz ölümlere bakıyorum da;
“Çocuğum, sen mühim insan olma, sen memleketinin hayrına bir iş yapma, sen çok düşünme, araştırma, icat çıkartma. Sabah git işine, akşam dön evine” diyesim geliyor evladıma.
Korkuyorum ilerlemesinden.
Zeki ve çalışkan olma ihtimalinden endişeleniyorum.
“Sadece sağ kalması mı önemli hayatta, yoksa gerçek anlamda yaşaması ve vatanına milletine faydalı olması mı?” diyorum sonra da.
“Türk, Öğün, Çalış, Güven”e ne oldu? diyorum.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”e ne oldu? diyorum.
Hani Türk milleti zeki ve çalışkandı…
Ne oldu düşünen o beyinlere?
Göçtüler mi hepsi?
Göçtüler ve büyük güce hizmet eder hale mi geldiler?
Ve etmeyenleri de doğduğuna pişman mı ettiler?
Bilmiyorum…
**** 
Benim senaryom böyle.
Belki Komplo Teorileri’ne meraklı bir paranoyak olduğumdan…
Ya sizinki nasıl?
Var mı sizin de Olağan Şüphelileriniz?

Ne kahraman olunsun, ne lanet okunsun…

Bir hafta içerisinde birbiri ardına iki intihar vak'asına şahit olduk.
Birini alkışladık, bir diğerini henüz anlayamadık…
Birisi onlarca kişinin ölümüne neden olabilirdim düşüncesiyle intihar etti, diğeriyse yüzlerce kişiyi beraberinde sürükledi.

Birincisini hatırlayalım:
Şubat ayından itibaren iki yaka arasında kılavuz kablolar çekildikten sonra '‘kedi yolu’ olarak adlandırılan geçici yürüyüş yolu montajına başlanan İzmit Körfezi Geçiş Köprüsü’nden haziran ayında yürüyerek geçmenin planları yapılıyordu. Ancak geçen cumartesi günü köprüde iki yakayı birleştiren, mühendis ve işçilerin geçici yol montajının yapıldığı ‘'kedi yolu' bir kazaya sahne oldu. Her biri 8’er ton ağırlığında 14 kablodan oluşan hat Yalova Hersek Burnu tarafındaki ayağın üst bağlantı yerinden koptu.
Halatın kopmasından kendisini sorumlu tutarak intihar eden Japon mühendis Kishi Ryoich, bir çok sırrı da beraberinde götürdü. Ryoichi’nin halatın kopmasına sebep olan, Türkiye’de imal edilen bağlantı noktasındaki çatlağı birkaç gün önce gördüğü, bu yüzden Cumartesi günü olmayan fırtınayı gerekçe göstererek çalışmaları durdurduğu iddia ediliyor.

Ve ikincisi:
Luftansa’ya ait GermanWings Havayolları’na ait Airbus 320 tipi uçak İspanya’nın Barcelona kentinden Almanya’nın Düsseldorf şehrine giderken sekiz dakika süren bir inişin ardından düşmüş, 144 yolcu ve altı mürettebattan kurtulan olmamıştı.
Uçağın pilotu olan ve uçağı bilerek ve isteyerek yani taammüden düşüren Andreas Lubitz uçuş eğitimini bir planör kulübünde almış.Sıkı bir eğitim sonrası Lufthansa’ya stajyer pilot olarak kabul edilmiş. Sessiz ama cana yakın bir genç erkek olarak nitelendiren Lubitz, söylenenlere göre GermanWings’deki işinden memnunmuş.
2013 Eylül’ünden bu yana Germanwings hava yollarında çalışan pilotun 630 saatlik bir uçuş geçmişi varmış.
****
İki intiharın da üzerine kafa yorulmuş.
İki intihar da planlanmış.
İki intihar da taammüden…
Yazının başında da dediğim gibi farklılıkları sadece arkalarından sürükledikleri ile sürüklemedikleri…

Kediyolu’ndaki elli işçi de, uçağın içindeki yüz kırk dokuz yolcu da henüz ölmeyi düşünmüyorlardı elbette. İşçiler çalışıyor, evlerine ekmek götürüyor, yolcular ise belki sabırsız, belki neşeli, belki yorgun bekliyorlardı uçuşun bitmesini.
1 intihar ile 50 işçi sağ kaldı, 1 intihar ile 149 yolcu paramparça dağlara saçıldı.

Mühendis ancak intihar edişiyle mi dikkat çekti inşaattaki aksaklığa?
Pilot ancak intihar edişiyle mi dikkat çekti gidişatındaki bozukluğa?
İkisi de intiharlarıyla tarihe geçerken, tarihe geçmek miydi gerçek niyetleri?

Kurtulan elli kişi minnet ve üzüntüyle anarken mühendisi, dağlarda tırmıkla cesetleri toplanan yüz kırk dokuz kişi sessizliğe gömüldü.
Onlar sekiz dakika süren düşüş boyunca yaşadılar cehennemi.
Ya pilot ne yaşadı sekiz dakika boyunca? İçindeki cehennemden kurtuluşu müjdeleyen cenneti mi?
Kim bilir…

Somut ya da soyut olarak yaşanan aksaklıklar buralara varmadan onarılsa keşke.
Keşke kimse intihar edecek noktaya varmasa.
Keşke ruhlarda kopan fırtınalar anlaşılsa ya da anlatılsa.
Keşke anlatılanlar kayda değer bulunsa da çare aransa.
Keşke kimse ne kahraman olsa, ne de arkasından lanet okunsa…

Gidenlerin ardından keşke demek kifayetsiz malum;
Yine de; en azından keşke bu yaşananlar hepimize ders olsa…

29 Mart 2015 Pazar

Sosyal Medya Çöplüğü

İnsan gittiği her yeri nasıl çöplüğe çeviriyorsa Sosyal Medya'yı da aynı derecede kirletti ve çöplüğe çevirdi.
Yalan yanlış haberler, yalan yanlış bilgiler, iftiralar, karalamalar, ver coşkuyu, ver gazı, saldır, yık, dök, kır, parçala!
Nasılsa ne önünü soran var ne arkasını...
Bir linç kültürüdür ki aldı başını gitti.
Hiç "Bana ne!" demeyin; her an siz de bir linç kampanyasının öznesi olabilirsiniz.
Yeter ki nereden çıktığı belli olmayan bir parmak sizi işaret etmesin.
Çamur at izi kalsın denir ya hani; onlar atsın, sen uğraş dur ömrünce o çamurun izini silmeye...

Her türlü mizansen itinayla düzenlenip insanların önüne servis ediliyor mesela.
Servis etmek tanımı az, adeta aslanlarla dolu bir arenaya atılıyor kurban ve bir anda paramparça ediliyor.
Başka bir gün yeni bir kurban bulunuyor, o sallandırılıyor cümle alemin ortasında bu kez sorgusuz sualsiz.
Aç kurtlar gibi ağzından salyalar akarak geziyor insanlar. Herkes saldırmaya yer arıyor adeta...
Oysa her "doğru" doğru değil, her "yanlış" da yanlış değil...
Ba(ğ)zıları bunu ayırt etmeyi beceremiyor...

(En son Atatürk ve cehennem paylaşımı için 'o iletiyi kim paylaştı' mevzusu vardı malum. Ben de Atam'ın kendisine sorayım dedim, öyle bir şey dedi mi demedi mi diye. Okumak için 
tıklayın:)

Fotoğrafların üzerine tahrikkâr sözler bindiriliyor, ondan sonra da arsız bir iştahla yorumlar bekleniyor.
Bu kadar çabuk tahrik olabildiğimize göre demek ki biz de yeterince akıllı değiliz...
"Atıl Kurt" dendiği anda atladığımıza göre, sorarım size; koyundu, sürüydü deyip aşağıladığımız güruhtan ne farkımız var?

Özlü sözlerden içimiz çıktı;
Nâzım'ın, Mevlâna'nın, Márquez'in ve bilimum düşünürlerin sözleri birbirine karışmış halde sayfaları süslüyor.
Özlü sözler fantastik resimlerin üzerine itinayla bindiriliyor. Ah ama bir de imlâya özen gösterseler...
Her biri bir kıymet olan sözlerinin sosyal medyada şekilden şekile sokulup olmayacak dillerde söylendiğini görseler, o sözleri yazanlar yazdıklarına yazacaklarına pişman olacaklardır eminim...

Ölüm ve taziye ilanları var bir de;
Nejat Uygur kerelerce öldürülmesinin ardından nihayet gerçekten öldü de insanlar rahatladı. Yine Münir Özkul sosyal medya kurbanı. Ayda bir öldüğü yayınlanıyor. Son kurban da Kenan Işık.
Bakalım kaç kez öldürecekler biçare adamı.

Kayıp ve yardım ilanlarını da unutmamak lazım;
Üç yıl önce kaybolmuş ama bulunmuş bir çocuğun kayıp ilanı hala ortalarda dönüyor. Hasta insanların yıllar önceki yardım talebi bildirimleri ona keza. Oysa o hastaların bazısı öldü, bazısı iyileşti. Sanki yeniymiş gibi lanse ediliyor hepsi. İnsanlar da altına yeniymiş gibi yüzlerce yorum yazıyor.

Hepimiz doktor, hepimiz alim!
Nasıl olmayalım? O kadar çok bilgi var ki zaman tünelimizde akan. Ne yemeli ne yememeli, ne içmeli ne içmemeli, ne yapmalı ne yapmamalı..? Bilgi kirliliği had safhada. Serseme dönmüş durumdayız.
Doktor muayenesi esnasında hasta kişi doktor zattan daha çok bilince, doktorun hastayı kovalaması elbette ki müstahak.
Tüm konular ona keza...


Mizansenler bol kepçe;
Birisi bir peyniri alıyor, açıyor, içine herhangi bir şey sokuşturup fotoğraflıyor, ondan sonra da sosyal medyada paylaşıyor. Herkes bunun doğru olduğuna inanıp veryansın ediyor. Marka yerden yere vurulup protesto ediliyor. Kimse sorgulamıyor işin doğruluğunu. Hemen her şeye inanılıyor.
İki gün sonra ise unutuluyor...
Delinin biri kuyuya bir taş atıyor, bin akıllı çıkartamıyor...

Demeçler demet demet;
Siyasilerin söyledikleri söylemediklerine karışıyor. IŞİD marifetlerini kendi eliyle dünyaya servis ediyor. Bu yıl Oscar'ı alırlarsa şaşırmayacağım...
Dünyanın başka bir yerinde olan bir facia başka bir ülkeye mal ediliyor. Yaşanan olaylar göz göre göre farklı dillendiriliyor. Kısacası insanlar KAN-DI-RI-LI-YOR!
İşin aslını astarını öğrenince insan büyük bir hayalkırıklığına uğruyor.
Hele bir de bu yalan yanlış haberleri servis edenlerin koca koca gazeteler olduğunu görünce medyaya olan(!) inanç iyice sarsılıyor.
Güven tükeniyor, itibar yerle bir oluyor.
Peki ya geriye ne kalıyor?
****
Sosyal medya hallerimize bakıyorum da; bu kadar mı vahşiyiz ya da bu kadar mı mantık fakiriyiz?
Uydurulan bir yalanın yalan olduğu ortaya çıktıktan sonra dahi yalana inanmaya devam edip kin kusuyoruz. Geri adım atmak ve bir dahaki tuzağa düşmemek için daha dikkatli davranmak işimize gelmiyor.
Demek ki içimizde sıkışmış bir öfke var ve patlamaya yer arıyor...
Hiç agresif olmayan bir paylaşımın altındaki yorumların sonu bile siyasi konulara çıkıp kavgalara sahne oluyor.
"Zaten siz öylesiniz, biz böyleyiz!"
****
Milleti böyle galeyana getirmek ne kadar büyük bir hainlikse, bu hainlerin dolmuşuna binmek de bir o kadar safdillik... Biraz sakin olup gazcılara prim vermeyelim derim ben.
Sosyal medyayı çöplüğe çevirenleri Allah'a havale etmek yerine bildiğiniz çöpe gönderelim...
Gönderelim ki insanları daha fazla enayi yerine koyamayacaklarını anlasınlar.
Burada barınacaklarsa da biraz "adam" olsunlar...

25 Mart 2015 Çarşamba

Müzevirciler de olmasa…

İSKİ skandalını unutmuş olamazsınız değil mi?
Hani şu SHP’ye Sosyalist Hırsızlar Partisi yaftasının yapışmasına neden olan yolsuzluklar silsilesini…
İSKİ skandalı şu sözlerle yer almış tarih içinde;
“1990’lı yılların başlarında tarihinin en susuz dönemini yaşayan İstanbul’un içme suyu temin etmekle görevli kurumu İSKİ’nin Genel Müdürü Ergun Göknel’in, kurumun ihalelerini paravan olarak kurduğu şirketlere verdiği ve bu ihalelerde büyük yolsuzluklar yaptığı ortaya çıktı. Olayın ortaya çıkması ise Göknel’in eşi ile olan ilişkisinin bozulmasına dayanıyor. Eşi Nurdan Erbuğ’la ilişkisi bozulan Göknel, İSKİ’de sekreterliğini yapan Feray Işık ile aşk ilişkisi yaşamaya başlamıştı. Bu durumdan hoşnut olmayan Nurdan Erbuğ, eşi Ergun Göknel’in yaptığı yolsuzlukları ortaya çıkardı.” (Wikipedia)
Yani ortada paylaşılamayan bir ‘durum’ vardı.
Yani o durumun piyasa değeri (tamamen duygusal olarak) arttıkça, durum paylaşılamaz hale gelmiş ve arada niza çıkmıştı.
Nizayı çıkartan da ikinci kadını kıskanan birinci kadındı.
“Ne bana ne sana” diyerek yakmıştı gemileri.
İSKİ’nin de Göknel’in de içini dışarıya çıkartarak darmadağın etmişti ortalığı. Bu sayede de memleket neler öğrenmişti neler…
Hani ikinci kadın olmasa işin içinde, düzen bir güzel dönecek, İstanbul daha çok susuz kalacaktı ya neyse…
Şimdi yine aynı durumlardayız.
Bizim eski kankalar, okul bahçesinde birlikte oynarken kazandıkları cillileri paylaşamaz olup sınıfın içinde birbirlerinin boğazına çöktükleri ve öğretmene yakalandıklarından beri birbirlerini müzevirleyip duruyorlar.
“Örtmenim Bülent var ya Bülent, o cillileri hep sınıfın parasıyla alıyordu!”
“Ama örtmenim Melih de geçen gün yaptığınız sınavda kopya çekti!”
“Ama örtmenim Bülent de o sınavdaki soruları çaldı!”
“Ama örtmenim geçen gün sizin sandalyenize o raptiyeleri koyan da Melihti!”
“Örtmenim, küçük çocukları köşeye kıstırıp harçlıklarını ellerinden hep Bülent aldı!”
……………….
Vay vay vay vay!
Neler oluyormuş da öğretmenin haberi yokmuş meğer.
Menfaatler çatışmadığı sürece ortalık sütlimanmış.
Biri birinin ayağına bastığı anda ise kasırga kopuyor, itiraflar havada uçuşuyormuş.
Şimdiye kadar süregelen “Soğan ektiğimi söylemezsen sarımsak yediğini söylemem” aşık atışmaları yerini, “Tencere dibin kara, seninki benden kara” aşık atışmalarına bırakıyormuş…Ne güzel birbirini en iyi bilenler olarak sizi sizden dinlemek çocuklar… Ne güzel birbirinizi imha ettiğinizi görmek…
Bu arada; bu atışmaları bir o yana bir bu yana kafamızı döndürerek izleyen bizler onların birbirlerine düzdükleri koşmalardan başımız dönmüş haldeyken, “Bir yerlerde tereyağlardan kıllar çekiliyor mudur acaba?” diye düşünmeden edemiyor insan…

Bir yandan da; “Neyi paylaşamıyorsunuz arkadaş, söyleyin biz de yardım edelim taksimata” diyesi geliyor…
Sayarız biz de o cillileri. O kadar matematiğimiz var çok şükür deyip saymaya başlayıveresi geliyor…
“Dohuzyüzdohsanyedi, Dohusyüzdohsansehiz, Dohusyüzdohsandohuz…”
****
SHP İSKİ’yle gitti malum.
Gelen de İSKİ’yle geldi sayılır, o da malum…
Hani denize düşen halkın bulduğuna sarıldığı dönemlerden…
Gidenler hatalarından gittiler hep, gelenler de hep aynı hataları tekrar edip hep aynı tufaya düştüler…
Beşer şaşar demişler;
Şaştılar ve muktedir oldukları anda iktidar sarhoşluğuna kapılıp hep HALK‘a yamuk yaptılar…
Allah şaşırtmasın diyeceğim ama şu durumda şaşırtsın demek daha uygun galiba…
Yoksa dünyadan haberimiz olmayacak.
****
Son söz;
Gelenin gideni aratmadığı, memleketi daha iyiye, daha güzele taşıyan insanlar olsun artık Meclis’te.
İşte Hendek, işte Deve, işte 7, işte Haziran…
Oylayın Gitsin!

24 Mart 2015 Salı

Bursa Kitap Fuarı'nın Ankaralı konukları


13. Bursa Kitap Fuarı ardında el değiştirmiş bir dolu kitap ile sosyal medyada paylaşılmak niyetiyle çekilmiş bir dolu fotoğraf bırakarak Pazar günü kapattı kapılarını.
Altı salonun tümünü dolduran kitap satarlar ile yine bu salonları dolduran kitap severler fuar sebebiyle bir araya geldiler. Yayınlanmış eserleriyle stantlarda yerini alan tanınmış yazarların bazıları kitaplarını imzalamaktan ve her kitap alan ile kameralara poz vermekten bitap düştüler.
Bazıları da okuyucularıyla ayrı ayrı sohbet ederek ve yüzlerindeki gülümsemelerini eksik etmeyerek tamamladılar günü.
Fuar açılışı konuşmaları esnasında kamerama takılan uyuklayan vatandaş görüntüleri yerini, fuar boyu stantlarda nöbet tutan kitapevi sakinlerine devretti.
Kalabalıkta gördüklerim arasında sandalyesinde boynunu devirmiş uyuklayan satıcılar da vardı, salon salon gezmekten ayaklarına kara sular inmiş ve buldukları yere çökmüş alıcılar da.
Fuara çoluğunu çocuğunu kaparak pazar gezmesi niyetiyle gelenler de vardı, elindeki listeler ile stant stant gezerek kitap arayan kitap kurtları da...
Konferans salonları ise kapı dışlarına kadar doluydu.

Fuar alanındaki izdiham böyleyken dışarısı daha farklı değildi. Geniş bir alana yayılmış otopark'a rağmen (taşlı topraklı olan kısımlar dahil) fuar alanına yaklaşmaya başladığımız andaki trafik keşmekeşi ile sokak satıcılarının cızırtılar eşliğinde yarattıkları bol kokulu yoğun duman sisi karşıladı bizi.
Son gün diye fuara akın eden insanların hepsi kitap ve imza almak için kuyruklarda beklerken acıkacaklardı elbet.
Girişimci de götürecekti hizmetini haliyle...
De, bu görüntü bana bir kitap fuarından çok kasaba panayırı görüntülerini anımsattı...

Neyse;
Kuyruklarda bekleyenler demiştik;
Fuar boyunca tanınmış yazarları ağırlamıştı fuar. Son güne konuk olanların önündeki kuyruklar adeta bitmez tükenmez düşüncesi veriyordu insana.
Kimler yoktu ki yazarlar arasında; Ayşe Kulin, Yılmaz Özdil, Enver Aysever, Ali Kırca, Gül Sunal, Uğur Koşar, Can Dündar, Can Ataklı, Üstün Dökmen, Nafer Ermiş ve pek çok yazar...
Lakin kuyruk uzunluğu bakımından Pucca açık ara öndeydi...

ANKARA'NIN GENÇLERİNE BAK
Bunca tanınmış yazarın yanında yazarlık yolunda ilerleyerek daha çok okunmayı hedefleyen yazarlar da vardı tabi.
Ortak arkadaşımız ve benim de uzun zamandır hem okurum hem arkadaşım olan İlker Tanrıverdi vasıtasıyla kendilerini tanıdığım, Ankara'dan gelerek fuarın son gününe katılan genç yazarlar Ümit Dağcı ve Sema Kahveci ile kitap tanıtımına farklı bir boyut getiren Yazarından Dinle ekibiyle buluştum ben de.
Onlarla sohbet ettim, onları dinledim, onlardan pek çok şey öğrendim,
Tanınmış yazarları bir kez daha anlatmaktansa edebiyata baş koymuş bu gençleri önce kendim tanımak, sonra da sizlere tanıtmak istedim.

Ümit Dağcı;
Şimdiye dek yayınlanmış üç kitabı ile adları konmuş ve yazmaya devam ettiği on dört kitabı bulunan Ümit 1982 doğumlu, üç çocuk babası Ankaralı bir işadamı.
Kitap okumaya çok geç başlayan, okuduğu bir kitap ile yazma yolu açılan Ümit'in kitaplarından İlk ve Son Yaratılış'ı okuduğumda fantastik bir aleme dalmıştım.
Dalmakla kalmayıp kitabın kahramanlarını bir köşe yazımda bile kullanmıştım.
Kitabın içeriğini anlatmayayım ama şu kadarını da söylemeden geçmeyeyim;
O kitabı okurken zihnimde sahne kuruldu, perde açıldı;
"Ve Oyun!.."
Okuduklarım bir film gibi canlanıyorsa o sahnede, içine çekiyorsa beni kitap, okutuyorsa kendini... Yorumum budur, bu kadardır...
Ümit Dağcı Bir Ankara Hikayesi "Sadakat" ve Bir Ankara Hikayesi "Gölge" kitaplarını benim için imzalarken, kitaplarının içinde sessiz sedasız keşfedilmeyi bekleyen aforizmalarından alıntılar kondurmuş imzasının üzerine.
Buradan da anlayacağımız üzere Ümit'in kitaplarının sadece hikâyeleri değil, felsefeleri de var...
Sohbetimiz esnasında yazmaktan aldığı hazzı görüyorum Ümit'in gözlerinde. Yazma aşıklarının anlayacağı bir heyecanla dolu dolu bakıyorlar bana. Anlatacak çok şeyi var, sözcükler dudaklarından ardı ardına dökülüyor.
Lakin yazacaklarının hepsini de bir sıraya koymuş. Bu konuda bir devamlılık oluşturmuş.
Biz konuşurken Ümit için sevindirici bir haber geldi Gemlik'ten. Fuara gelmeden önce Gemlik'e uğramış ve 60-70 kitap bırakmışlardı. Hepsi satılmış. Ankara'ya dönerken Gemlik'e uğrayıp biraz daha kitap bıraktılar.
Bu arada; Ümit Dağcı kitap fuarlarının sıkı bir takipçisi ve katılımcısı...

Sema Kahveci;
Sema ise Ümit'ten de genç. Algısı yüksek, kara kara gözleri ile görülmeyenleri gören, uzun saçlarının arkasına saklanmış kulakları ile konuşulmayanları duyan, sözcükleri bölüp parçalayarak farklı anlamlarda dans ettiren, henüz 20'li yaşlarının ikinci devresinde bir yazar.
Sadece yazar olsa iyi, ettiğimiz kadın kadına sohbette bugüne kadar yaşadığı hayatına sığdırdıkları ile de şaşırttı beni.
O bir Genç Kadın Girişimci, o bir yazar, o bir folklorcü, o bir hayvansever, o bir tasarımcı, o bir reklamcı, o bir küçük harf kullanıcısı, o bir kitap içeriğini a'dan z'ye sıralayıcısı ve o "Aşka Yasaklanma" ile "Ya Zar Gelmezse" kitaplarının sahibi.
Ve o da Ümit gibi kitap fuarlarında kitaplarıyla yer alıyor...

Yazarından Dinle;
"Bir kitabı yazarından daha iyi kim anlatabilir ki?", değil mi?
Nezir Yücesoy ve Cem Altuğ da böyle diyerek çıkmışlar yola. Cem sırtlamış kamerasını, Nezir de almış eline mikrofonu, uzatmış yazara. Anlatmış yazar kitabını nasıl yazdığını, niçin yazdığını bir çırpıda. Uzun uzun değil, kısa kısa. Şimdiye dek aralarında Ece Temelkuran, Tuna Kiremitçi, Sunay Akın, Onur Gökşen, Hulki Cevizoğlu ve Atilla Taş gibi isimlerin de olduğu 150 tane videoları olmuş böyle. (Bursa çekimleri hariç)
Bursa Kitap Fuarı'nda tanıştığım Ankaralı iki kişilik bu dev ekiple ettiğimiz sohbetin ardından peşlerine takılarak ne yaptıklarını izledim biraz. Uzun boyuyla ve kamerasıyla kalabalık arasında kolayca seçilen Cem'i ve stantlar arasında epey seri hareket eden Nezir'i koştura koştura takip ettim bir yarım saat kadar.
Mikrofonu yazarların burnuna dayamadan, imza için sırada bekleyenleri dikkate alarak, zarif bir yaklaşımla yaptılar tüm çekimlerini.

Böyle bir projeye imza atan Nezir ve Cem, tamamen kendi sermayeleri ile oluşturdukları "Yazarından Dinle" sitesi üzerinden ve çağın olmazsa olmazı sosyal medya aracılığı ile paylaşıyorlar kaydettikleri videoları.
Böylece okuyucular kitapları satın almadan önce hem yazarı hem de kitabı tanıyor. Yazarlar da sesli ve görsel olarak okuyucularına kendilerini anlatıyorlar.
Bu arada; Yazarından Dinle, Girişimci İşadamları Vakfı’nın yapmış olduğu 'Girişimcilik Ödülleri Yarışması'na katılmış.
Yazarından Dinle Kurucusu ve Genel Koordinatörü Nezir Yücesoy, 14 Mart'ta Vakıf tarafından verilen eğitime katılarak 'Yazarından Dinle'yi anlatan bir sunum yapmış.

Bir yandan insanları okumaya teşvik ederken, bir yandan da herkesin zamanının kıymetli olduğunu ve kimsenin uzun uzun lüzumsuz sohbet dinlemek istemediğini fark ederek yola çıkan ikilinin bu yaklaşımları alkışı hak ediyor doğrusu.
İlerleyen günlerde ağlarını daha geliştirip bilinilirliklerini arttırdıklarında reklam ve kitap satışları ile gelir de sağlamayı hedefliyorlar.
****
Yukarıda anlattığım bu dört gencin önceliği 'bilinen anlamda kazanç' olmamış hiç.
Emeklerini koymuşlar ortaya.
Hepsi kendi inandığı doğrultuda çıkmış yola.
Kendimden de bildiğim kadarı ile, yazanlara en büyük ödül okunmak,
Anladığım kadarı ile de, yazarlara ve okurlara ise yazarındandinle olacak...
****
Günün sonunda, birbirimizden ayrılmadan önce kameraya topluca bir poz vermeyi de unutmadık tabi.
Fuarın ardından;
Şimdi; sizin baş ucunuzda da aldığınız kitaplardan oluşan bir dağ var değil mi?
Galiba bir dahaki fuara kadar ancak bitirebileceğiz aldıklarımızı.

Hepinize iyi okumalar efendim.
Kitapsız kalmayın, kitapsız olmayın...

'Ben Milletvekili olursam..!'

Yok yok, yanlış anlamayın, ben değil;
Kadın Adayları Destekleme Derneği Ka-Der‘in düzenlediği kahvaltıya katılan tüm partilere mensup kadın milletvekili aday adaylarının ‘Ben Milletvekili olursam!..’ diye başlayarak, oldukları zaman Meclis’te neler yapacaklarını dile getirdikleri bir anlatımın başlangıç cümlesiydi bu başlık.
O gün bir araya gelen kadınlar hem kahvaltılarını yaptılar, hem sohbetler ile birbirlerini daha iyi tanıdılar, hem de geleceğe katkı koyma yolunda kendilerinin yanında kimler olduğunu daha iyi anladılar.
Ka.Der kadını kaderine terk etmiyor demiştim 18 Şubat 2014’deki yazımda. (Okumak için tıklayın:)
Ka.Der bugün yine kadınlara sahip çıkıyor ve yine onları ‘Kadın Olmak’ çatısı altında birleştiriyor. Bunun için de siyasetler üstü bir çaba ve varlık gösteriyor.
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği’nin de desteğini esirgemediği Dernek, kadınlara siyasetin inceliklerini de öğretiyor.
Ka-Der Bursa Şubesi Başkanı Fatoş Birinç‘in de dediği gibi 2015 seçimi epey önemli bir seçim.
Buradan çıkacak tercihler ile Türkiye yoluna Ya Kadınlı ya da Kadınsız devam edecek…
4 Mart 1997 yılında kurulan sekiz yıllık derneğin verdiği 2014-2015 dönemi Türkiye Karnesi’ndeki notlara göre devlet, kadın konusunda geçer not alamıyor, sınıfta kalıyor.
Karnede Orta’nın üzerinde not olmadığı gibi Erkek Şiddetiyle Katledilen Kadın sayısında 281 ile Başarısız ya da Geçer’i değil, maalesef ki bol ünlemli (!!!) bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Bu karneye bakıp da Meclis’e gönderilen kadınların hiç çalışmadığını sakın ha düşünmeyin diyor Birinç.
Tabii ki alınan haklar yeterli değil.
Nüfusunun % 50’sini kadınların oluşturduğu memlekette kadınlar için karar verenlerin erkek olması elbette ki olmaz…
Bu yolda ilerlerken kadınların ne kadar zorluklar yaşadığını da tahmin edersiniz.
Trafikte dahi istenmeyen bizler Meclis’e girmeye çalışıyoruz, deli miyiz neyiz?
Kabul, Meclis’te birbirinin boğazına sarılan erkek vekiller kadar akıllı değiliz…
****
Gelelim aday adaylarımıza;
Fatoş Birinç‘in kadın adaylara yönelttiği: “Niçin milletvekili olmak istiyorsunuz, olduğunuz zaman ne gibi politikalar üreteceksiniz?” sorusunun cevabı üzerine kısaca anlattı kadınlar neler yapacaklarını.

Niçin Meclis’e gitmek istiyorum?

Aytaç Toker – Vatan Partisi Milletvekili aday adayı
Yıllarca eczanemde Marko Paşalık yaptım. Kadın derneklerinde yer aldım. Lakin dernek çalışmaları sümen altı ediliyor. O yüzden önce insan, sonra kadın, sonra da siyasî düşüncem ile kadının sesini duyurmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Gül Çiçek Zengin Bintaş – MHP Milletvekili aday adayı
Kadının iş gücüne katılım oranı ile eşit ücret alması arasındaki orantısızlık ve kadın istihdamı konusunda çalışmalar yapmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Şükran Mercan Misci – AK Parti Milletvekili aday adayı
Hem alaylı hem mektepli hem de eğitimci bir kadın olarak çocukları yetiştiren annelerin eğitimi için Meclis’e gitmek istiyorum.
Cemile Yılgör – CHP Milletvekili aday adayı
Atatürk’ün bize verdiği imkânları kullanarak ezilen kadınların yanında olmak ve görüp yaşadıklarımın savunucusu olmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Nursel Kaleoğlu – Ak Parti Milletvekili aday adayı
Çalışan kadın statüsünden yöneten kadın statüsüne geçmek için, kadını eve geri göndermemek için, kadın gözü ve estetik duygusu ile kadın bakış açısının devlet yönetiminde yer alması için Meclis’e gitmek istiyorum.
Hülya Dink – CHP Milletvekili aday adayı
Ülkemizin kadına şiddet ve tecavüz vak'alarıyla anılmaması ve ezilen kadınların sesi olup kadınların çıkarlarını korumak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Rozerin Kalkan – HDP Milletvekili aday adayı
Annemin sesini duyurmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Cennet Cankılıç – Ak Parti Milletvekili aday adayı
Siyaset memleket sevdalılarının hizmet yoludur diyerek kadını erkek karşısında eşitliğe ulaştırıp demokratikleşmeye katkı koymak, dinler ve diller arasındaki ayrımcılığı kaldırmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Fatma Belgin Gökçe – CHP Milletvekili aday adayı
Seçme ve seçilme hakkının seçilen kısmını kullanmak, kadına ve çocuğa uygulanan şiddeti durdurmak, basının haber alma özgürlüğünü korumak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Belgin Asa – CHP Milletvekili aday adayı
Bilinçli kadın yetiştirmek, sığınma evlerinden ayrılan kadınların ayaklarının üzerinde durabilmeleri için onlara destek vermek için Meclis’e gitmek istiyorum.
Meral Altuntaş – CHP Milletvekili aday adayı
Önceliklerim arasında yetiştirme yurtları ve oradan çıkınca fuhuşa sürüklenen kadınlar olacak. Ben bir erkeğin çiçeği olmak istemiyorum. Neden aday olduğumu sorgulamıyorum. Kendi karar mekanizmalarımızı oluşturmak zorundayız. Alanda siyaset yapmak ve söyleyecek sözü olanların sesi olmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Ceylan Erol – HDP Milletvekili aday adayı
Yeni yaşamın çağrısıyım. Tüm kesimlerin meydanlarda ve mecliste sesi olup geleceğin anne adaylarına huzuru nasıl getirebilirimin cevabı için Meclis’e gitmek istiyorum.
Münesre Geçimli – HDP Milletvekili aday adayı
Ev kadınlarının sesini duyurmak için Meclis’e gitmek istiyorum.
Şenay Öner – Ak Parti Milletvekili aday adayı
Yeni Türkiye’nin harcına katkı koymak için Meclis’e gitmek istiyorum.
****
Aday adaylarının kendilerini tanıtmalarının ardından, kendisi milletvekili aday adayı olmayan Kadın Partisi Bursa İl Temsilcisi Esra Esigil sözü aldı ve; “Ülkemizde 118 bin okuma yazma bilmeyen kadın var. Ben onları gördüm ve yola çıktım.” dedi.
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Dilek Üzümcüler, Mecls’e giden kadınlara, politika üretmekte sıkıntı yaşadıkları zamanlarda yanlarında olacaklarını ve parti ayrımı yapmaksızın birbirlerinin ellerini tutmaları gerektiğini söyledi.
Birleşmiş Milletler ‘Kadın Dostu Kentler’ Yerel Koordinatörü Burcu Üzümcüler, seçme ve seçilme hakkının kadına altın tepside sunulmadığını, dönemin kadınlarının bu konudaki emeklerinin yadsınamayacağını dile getirdi.
****
Her görüşten kadın toplantı boyu bağrışıp çağrışmadan, kavgaya tutuşmadan kendi üsluplarınca dile getirdiler dileklerini ve niyetlerini.
Sorun parti sorunu değil kadın sorunuydu.
O yüzden ait oldukları partiler, bu sorunları çözmek adına Meclis’e gidebilmek için seçilmiş birer yoldu.
Bana sorarsanız “Kadın milletvekillerinden beklentin nedir? diye:
"Meclis’te kadın olmak" başlıklı yazımda “Meclis’te yeterince erkek var. Orada ‘Erkek Gibi Kadın’ değil de, ‘’Kadın Gibi Kadın’ olmalarını istiyoruz.” demişim kısaca. (Devamını okumak için tıklayın:)
Kendilerine verilmiş bu anaç duygular ile tüm vatandaşları ve yaratılanları ayrım yapmaksızın kucaklamalarını istiyorum. Çıktıkları bu yolda kendilerine destek olan yakınlarını da ayrıca kutluyorum.
Malum, kadına yol açmak pek de rastlanılan bir durum değil…


Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021