Bayramı ve uzatılmış tatilini tamamlayıp nihayet günlük hayatımıza geri döndük.
Eve alışma ve eski düzenin yerine gelmesi bir kaç günü bulur şimdi. Sonra her şey kaldığı yerden devam eder...
Tatillerini ailece bir arada geçiren aileler kadar, ayrılmış anne-babaların çocuklarını paylaşarak ayrı ayrı geçirdikleri tatiller de var.
Çocuklarını hangi sıklıkla görebileceklerine mahkemelerin karar verdiği anne-babalar, anne-babalıklarını bu kısıtlı zamanlarda yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorlar.
Kendilerini bildiklerinden beri iki ev arasında gidip-gelen çocuklar da her çocuğun hayatını böyle zannediyorlar.
Ne annelerine doyabiliyorlar, ne de babalarına.
Günümüzde boşanmalarda yaşanan artışa bakılırsa hakikaten de pek çok çocuğun iki ayrı evi, iki ayrı hayatı var artık.
Her gün kavga, her gün şiddet yaşanan bir evde “dört göz arasında çocuk büyütmek” tense, huzurlu bakan iki gözün karşısında büyütmek evladır deyip ayırıyor insanlar yollarını.
Tabii ki sadece boşanmış olmayı içine sindirebilen, eşinden boşansa da sahip olduğu çocuklardan ömrü boyunca boşanılmayacağını idrak eden insanların huzurlu bakan gözleri olabilir.
Boşanmak istedi diye karısını öldürebilen babaların değil.
Boşandıktan sonra başka birisiyle evlendi diye eski kocasını çocuklarının nazarında “kötü baba” ilan eden annelerin değil.
Bir arada yaşamayı bilemeyenler ayrılmayı da bilemiyorlar galiba.
Nikâhta sorulan soruya “Sonsuza kadar evet” dedikleri andan itibaren hakikaten de sonsuza kadar sahip olmak istiyorlar birbirlerine.
Bunun nesi kötü diyeceksiniz.
Bunun kötü olan tarafı, sonsuzluğa uzanan o yolda birbirlerini yorarak, üzerek, bıktırarak, sindirerek yürümeye çalışmaları.
Tükenebileceklerini düşünmemeleri.
Gün gelip de birinin “Benden bu kadar” diyebileceğini hayal edememeleri.
Madem ki birlikte çıktığınız bu yolu birlikte tamamlamak istiyorsunuz o zaman niyedir bu yolculuğu bu kadar zorlu hale getirmeye çalışmak?
Hayat zaten kendi içerisinde yeterince yorucu...
Evlilik denen kurumsa bu yolculuğu el ele vererek daha kolaylaştırmak için değil mi?
Çocuk sahibi olduktan sonra her iki tarafın da karşı taraf için: “Nasılsa artık çocuk var, bir yere gidemez” diyerek umursamaz bir rahatlık içine girişi, karşısındakini önemsemeyişi, sevgisini göstermekten kaçınışı ve saygısızlığı ele alışı sayesinde cehennem kadar yakıcı ya da kutuplar kadar dondurucu hale gelen evlilikler mi bize hayatı kolaylaştıracak olan?
Burada büyüyen çocuklar mı evliliği pekiştirecek olan?
Ya boşandıktan sonra anneye ya da babaya gösterilmeyerek büyütülmeye çalışan çocukların arada kalışlarına ne demeli?
Hangisinden vazgeçebilir o çocuk? Hangisini bir diğerine tercih edebilir?
Annesinin sıcacık koynundan ya da babasının güvenli kollarından koparılıp alınışı yıllar boyunca kanayacak bir yara açmaz mı o minicik yürekte?
Kim haklı-kim haksız, kim doğru-kim yanlış bilemez ki o.
Bildiği tek şey ortasında kaldığı bu karmaşanın kendisini ne kadar korkuttuğudur. Ki ömrünce taşır o korkuyu.
Birlikte yaşanacak hayata adım atarken kimse kötü bir hayat yaşamayı da, ayrılmayı da düşünmez elbette ki.
Zaman içinde ortaya çıkan ya da aslında her zaman var olup da sevginin tükenmesiyle birlikte artık göze batan her şey tahammül edilemez hal aldığında, ayrılmak belki de en doğrusudur.
Lâkin, pek çok sebepten dolayı boşanılamadığından dolayı yaşanan gerginlikler bu anlaşmazlıkların üzerine tuz biber olmaktan öteye geçemiyor.
Gitmek isteyip gidememek ya da kalmak isteyip kalamamak arasında sıkışan hayatlar; kin, öfke ve nefret içerisinde yaşanılmaya mecbur bırakılıyor.
Birbirlerinin hayatlarından gitseler de, çocuklarının hayatlarından gitmeyen; o hayatlarda kalsalar da, kalışlarını çocuklarının sırtına yük etmeyen insanlar da yok değil.
Onlar ayrılmış ya da boşanmış insanlar.
Ama sadece eşlerinden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder