* Kiracılık sistemi olduğundan beri kiradan kiraya gezen insanların ruhları da, uçma zamanı geldiğinde kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan göçebe kuşlar misali sanki.
Ya sıkılındığında ya da mecburiyetten değiştirilen her evle birlikte, orada yaşanan hayattandan da bir parça o evde bırakılıp kalıyor. Taşınırken atılan fazlalık eşyalar gibi oradaki anılar da silinip gidiyor.
* Ya sıkılındığında ya da mecburiyetten değiştirilen her ‘sevgili' ile birlikte de, onunla yaşanan hayattan bir parça da o sevgilide bırakılıp kalıyor. Kolayca vazgeçilen o sevgiliyle yaşanmış her ne varsa, sanki hepsinden bir an önce kurtulmak istenirmişcesine arkaya dahi bakmadan gidilebiliyor.
****
* Evi olanın bir evi, kiracının bin evi var denir ya hani; buradaki ‘bin ev' sadece bin mekân anlamına geliyor aslında. Muhtarlıktaki farklı bin ikametgâh adresi, farklı bin posta adresi.
* Evli olanın bir sevgilisi, bekar olanın bin sevgilisi var denir ya hani; buradaki ‘bin sevgili' de sadece ‘bin partner' anlamına geliyor aslında. Sadece kısa zamanlar yaşanan, kök salınmayan, yeterince derin tanınmaya gerek duyulmayan bin farklı vücut adresi.
****
* Görevi dolayısıyla farklı şehirlere tayini çıkan insanlar bu farklılıklarla kendilerini zenginleştirirken, o insanların çocukları okuldan okula, mahalleden mahalleye savrulur durur. Bu savruluşlarda ne bir kök salmayı öğrenebilir, ne de sağlam bir temeli oluşur.
* Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra aile içinde yaşanan ayrılıklarda taraflar istedikleri hayatları istedikleri gibi yaşayıp günlerini gün ederken, ya annede ya da babada kalan çocukların hayatları da oradan oraya savrulur durur. Bu savruluşlarda iki taraf arasında kalan çocuklar aidiyet duygularını kaybederek boşlukta salınmaya başlarlar.
****
* Kiradan kiraya gezilen evler gibi, anneyle baba arasındaki o gidiş-gelişlerde daldan dala konulan hayatlar yaşamayı öğrenirler.
Bu evin mutfağını mı beğenmiyorsun, sana başka ev mi yok, git mutfağı daha güzel olan bir ev bul hemen.
* Sevgilinin daha önce fark etmediğin bir tarafı mı batmaya başladı, sana başka sevgili mi yok, git o tarafı daha güzel olan bir başka sevgili bul hemen.
Nasılsa sevda yüklü, özlem dolu şarkılar da yerlerini "gidersen git, çok da umrumda" tadında şarkılara bıraktı zaten.
****
Oysa bizim evlerimiz vardı.
Beğenemediğimiz, kullanışsız ya da eskimiş bir tarafı olduğunda ufak değişiklikler yaptığımız, tamir ettiğimiz, çatısını aktardığımız, duvarındaki çatlaklarını doldurduğumuz, çerçevelerini verniklediğimiz; yani elimizi üzerinden çekmediğimiz, emek verdiğimiz, her tuğlası özenle ve sevgiyle örülmüş bize ait evler.
O evlerin güven dolu ve insanın içini ısıtan, sarıp sarmalayan sıcacık havaları vardı.
Kiradan kiraya gezmek zorunda olan insanlar emeklilik paralarıyla öncelikle bir ev alma hayali kurarlardı.
'Ev' önemliydi.
O evi de bir yuvaya dönüştüren içinde yaşayanlardı.
Yuvayı yapan o evin sadece dişisi değil, dişisine o yuvayı sapasağlam yapabilmesi için gereken malzemeleri sunan erkeğiydi de.
****
Daldan dala atlayan insanların aradıkları da aslında içlerini ısıtacak, onları dışarıya salmayacak, sımsıkı saracak bir çift kol.
Ve içinde huzurla kıvrılıp uyuyabilecekleri aşk dolu bir yürek.
Aşk dolu o yüreği bulabilmek için belki bütün o daldan dala atlayışlar, bütün o arayışlar.
O sıcaklığı aramak ve istemek güzel de; herkesin sadece beklediği ama kendisinin böyle bir yürek olmaya yanaşmadığı, kalbinin kapılarını sımsıkı kapattığı bir dünyada, sadece talep eden olmak da biraz bencilce ve hâttâ biraz da korkakça değil mi?
Korkmakta da haklılar belki ama hani derler ya;
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin diye.
Gülü seven dikenine katlanır diye.
Biraz dalgalarla mücadele ve biraz da kanayan eller.
Sonunda sakin bir liman ve nefis rayihalar yayan bir çiçek.
Hem;
Kiralarda sürünmeden sahip olunan mükemmel evler de pek kıymetli olmuyor zaten...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder