30 Eylül 2011 Cuma

Birisi de beni anlasın!

Ah ne anlaşılmaz yaratıklarız biz böyle...
Keşke içimizde yaşadığımız duyguları karşı tarafın da aynı şiddette anlayabileceği kestirme bir yol olsa değil mi?
Doktora gittiğimizde derdimizi uzun uzun anlatmak yerine, doktorun bizim yerimize geçip ne hissettiğimizi şıp diye anladığı bir teknoloji olsa mesela.
Beşeri ilişkilerde de herkes birbirinin bedenine 1 dakikalığına bürünüverse ve o insanın düşüncelerini kolayca kavrayabilse.
Sürekli kendini anlatmaya çalışmak ne büyük zulümdür öyle.
Ne kadar anlatırsan anlat karşındakinin anladığı kadarsındır zaten. Geri kalanlarsa sözcük israfı...
Hiçbir şey anlatmadan da anlaşılmayı beklemek olmaz.
Ne demişler; "İnsanlar konuşa konuşa"...
Birbirini anlayan insanlar konuştukları kadar dinlemeyi de bilen insanlar aslında.
Sürekli anlatmayı sevenlerin hayatıysa, sadece anlaşılmak üzerine kurulmuş.
Anla beni, dinle beni, ara beni, çöz beni, sev beni, sar beni, koru beni, kolla beni.... Bu taleplerin ardı arkası kesilmez.

Küçük olursun büyüklerden, büyük olursun küçüklerden anlayış beklersin.
Gelin olursun kayınvalidenden, kayınvalide olursun gelininden anlayış beklersin.
Öğrenci olursun öğretmenlerinden, öğretmen olursun öğrencilerinden anlayış beklersin.
Yaya olur sürücülerden, sürücü olur yayalardan anlayış beklersin.
Alıcı olur satıcıdan, satıcı olur alıcıdan anlayış beklersin.
Kadınsan erkekten, erkeksen de kadından anlayış beklersin.
Beklersin de beklersin...
Ama hep sen beklersin.
Kimse seni anlamaz, kimse seni dinlemez, kimse derdine derman olmaz...
Peki ya herkesin sadece anlaşılmak istediği bir dünyada o 'bir anlayan’ı nereden bulacağız?
Allah'tan anlayışlılar da çıkıyor arada sırada.
Anlaşılmak isteyenlerin kendilerine kurban seçtikleri “iyi”ler onlar.
O iyiler herkesi anlayan, dinleyen, şikayet etmeyen, kimseyi üzmeyen, kimseyi kırmayan androidlerdir sanki.
Onların derdi tasası yoktur. Her şeyi kendi içlerinde yaşar, kendi içlerinde hallederler.
Çözemeseler de çevrelerine yük olmamak adına yardım talep etmezler.
Onlar bir kere “verici” elbisesini giymişlerdir ya, “alıcı” olmayı ömürleri boyunca öğrenemezler.
Üstelik bir de alıcılar dünyasında o vericilerin adı “ezik” tir...
Bir bakıma doğrudur da bu tanım.
Bilmezler ki;
Kendi arzularını öteleyip irade kullanmamak iyilik değildir.
Kendini bir gün bile düşünmeyip sürekli başkalarını düşünmek iyilik değildir.
Kendisinden hazzetmeyen insanları sevmeye devam etmek iyilik değildir.
Kendisine saygısızlık yapılmasına izin vermek iyilik değildir.
İyi olmak adına kendimize ettiğimiz kötülüklerse, hiç değildir...
Her şeyde olduğu gibi bunda da bir denge olmalı.
Yoksa dünyada olan biten her ne varsa terazinin bir kefesine yığılırsa o kefenin dibe vurması kaçınılmaz olur.
Havuza dolan su, boşalan sudan az olursa havuzun kuruyup kalması kaçınılmaz olur.
Hayat havuzumuzun doluluğu için o havuza akacak kaynakları bulmak varken; anlaşılmayı beklemekle ya da herkesi anlamaya çalışmakla zaman kaybedip, bizi zenginleştirecek bütün kaynakları görmezden geliyoruz.
Oysa hayat "yaşamak" için değil midir?
Neşeyle, sevgiyle ve aşkla beslenen insanların sonsuz bir gençliği ve hâttâ ölümsüzlüğü yakalamalarındaki sır, içlerinde taşıdıkları işte bu hasletler değil midir?
O zaman biraz dolalım, biraz boşalalım ve bize verilen bu kısıtlı zamanı kendimize de, çevremize de zehir etmeden yaşayalım.
Olamaz mı?
Olabilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder