25 Nisan 2014 Cuma

Caddelerde bir tırtıl

Ey Bursa ahalisi, duyduk duymadık demeyin!
9 Mayıs’a kadar tramvay hattında bakım çalışması yapılacakmış. Çalışmalar gece yarısından sabah saat 5’e dek sürecekmiş.
Yani yaklaşık 20 gün boyunca böceğe bakım kürü uygulanacak.
Artık makyaj mı yapılır, lifting mi yapılır, yoksa kendisinden çok geçtiği güzergâhın yollarına mı el atılır bilmem.
Böceğin kendisinde görünen bir aksaklık yok lakin gözümün çarptığı kadarıyla rayların kenarları epey yıpranık.
Böceğin beş aydır yollarda olduğunu düşünürsek; hani daha dün 1, bugün 2, bu neyin yıpranıklığı diyecek kadar var doğrusu.
Biliyorsunuz, Bursa caddelerinde salınmaya başladığı Ekim 2013’den beri 'ipekböceği'nin sorunları bir türlü bitmek bilmedi.
İkide bir yolda kalması, yokuş tırmanmakta zorlanması, yoluna park edilen arabaların keyfini beklemek için duraklaması…
Zavallı böceğin kendisine özel bir alan yaratılmayıp ‘jungle’ın içine bodoslama salınırsa olacağı bu.
Gittiği yol ona özel değil ki, o ne yapsın.
Taksisi var, otobüsü var, dolmuşu var, her çeşit özel aracı var, var oğlu var.
O hengamenin içinde tırım tırım tırmalıyor o da.
Böceğin dışındaki araçlar da çaresiz. Yılların iki şeritli yolunun bir şeridi kalktı böceğin oldu. Kaldı mı sana tek şerit.
Şehir içinde araç eskisinden çok, o kadar araca yetecek yol ise yok.
O zaman da yapılacak tek bir şey kalıyor.
Böceğin yoluna dalmak..
Böcek ortalarda yokken sorun sadece böceğin yoldaki lastik düşmanı rayları ve bölünmüş yol aparatları.
Varken ise küllüm kendisi…
Keşke şehrimizdeki yollar beş şeritli olsaydı da seve seve verseydik kendisine o şeritlerden birini.
Zinhar gözümüz kalmazdı. Lafı bile olmazdı. Helal hoş ederdik.

Böceğin güzergâhına şöyle bir göz atarsak;
Zafer Plaza’nın oradan başlayıp Atatürk Caddesi’nden geçerek Kent Meydanı’nın oraya kadar olan kısımda yol hem tek yön ve hem geniş.
Kent Meydanı’ndan Darmstadt Caddesi’ne girdiğinizde yol yine tek yön ama genişliği ara ki bulasın.
Esas kâbus Darmstadt Caddesi çıkışından Zafer Plaza’ya kadar olan kısımda yaşanıyor.
Eğer böcek Darmstadt Caddesi’den çıkmak üzere ise, İzmir istikametinden gelerek İpekiş önünden Altıparmak’a çıkmak isteyen araç içindeki sürücüler de, yolcular da kurdeşen dökme kıvamına geliyorlar.
Böceğin salına salına geçisi sanki bir filmin ‘slow motion’ sahnesi.
Aheste çek kürekleri -aman- mehtap uyanmasın….
İnsanın arabadan inip böceği itesi geliyor.
“Hadi gençler bir el atın da….”

Neyse orayı geçtik.
Genç ama dizleri ağrıyan böceğimiz Stadyum önünden Altıparmak Caddesi’ne ağır aksak tırmanıyor. Kendisine ayrılan istasyonda (eğer otobüs yoksa) yolcularını alıp-bırakıyor.
Otobüsler durağa yaklaşırken böceğin durumunu kesip duruyor.,
Böcek var mı, yok mu? Biz girsek mi, girmesek mi? (Veee, 22 Kasım Salı günü saat 15.00 sularında Atatürk Caddesi’nde meydana gelen kazada Uludağ Üniversitesi’ne ulaşım yapan 48 hattının şoförü tramvay yoluna girince, arkadan gelen İpekböceği ile çarpışıyor)
Dolmuş ve taksi esnafı ise hem kurnaz, hem seri, hem sabırsız. Duraklara bir dalıyor, bir çıkıyor.

Darmstadt’tan Zafer Plaza’ya kadar olan çıkış, Atatürk Caddesi’ndeki gibi tek yön yapılmalıydı. Çatalfırın’dan Altıparmak Caddesi’ne ve dahi Çarşamba’ya inilen iki şerit de çıkışa katılmalıydı.
Kısacası Kent Meydanı’nan başlayıp yine Kent Meydanı’nda biten tam bir RING olmalıydı.
Ki yapıldığına değsin…
Ya da böcek dışındaki tüm toplu taşıma araçları toptan kaldırılmalıydı.
Bu kadar problem arasında böcekten en çok kim memnun diye düşününce;
Vakit sıkıntısı olmayıp da ‘bakına bakına giderim, hatta kendi kendimle kalıp azcık kafamı dinlerim’ diyenler olsa gerek.
Yaklaşık 40 dakika süren bir ring yalnız kalıp düşünmek için güzel bir zaman.
Vaktiniz sınırlı ise, hiç boşu boşuna binmeye yeltenmeyin.
Atlayın bir dolmuşa ya da taksiye, bakın başınızı çaresine.
Bursa’nın göbeğinde dolaşan böceğin ömrü kelebeğin ömrü kadar mıdır bilmem ama halleri kısaca budur…

23 Nisan 2014 Çarşamba

Bir bayram da siz buyrun!

23 Nisan'daki geleneksel koltuğa geçme atraksiyonu çocuklar bizi anlasın diye mi yapılır?
Yoksa her 23 Nisan biz çocukları anlayalım diye mi kutlanır?.
O gün koltuğa geçen çocuğun 'bir günlük beylik beyliktir' deyip verdiği emirler kayda geçer mi, yerine getirilir mi bilmem.
Belki de büyük olmanın ne kadar zor bir iş olduğunu anlasın da beklentilerini abartmasın diyedir o yer vermeler.
Doğru, onlar büyük olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar.
Lakin biz çocuk olmanın ne demek olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Biliyoruz da, sadece kendi çocukluğumuzu biliyoruz.
Diğerlerinden bihaber herkesi kendimiz gibi zannediyoruz.
O yüzden belki de makam sahibi karar vericiler her 23 Nisan'da farklı çocukların yerlerine geçmeliler. O gün birer saatlerini o çocukların yerinde geçirmeliler.
Tornacıdan marangoza, çöp toplayıcıdan ayakkabı boyacısına, AVM'lerde gezeninden tatil günü dershaneye gidenine kadar her çeşit çocuğa ulaşmalılar.
O çocuklarla çocukların kendi alanlarında yaşamalılar.
Bakın, koltuğa emaneten oturtulan çocukların ezberletilen dilekleri ile yıllar ve yıllar geçti
Çekilen fotoğraflar birer anı olarak kaldı.
Koltuk için seçilen çocuklarla arkadaşları arasında biraz kıskançlık, biraz da gıpta yarattı.
O gün kimisi Vali oldu, kimisi Emniyet Müdürü, kimisi Komutan, kimisi Başkan.
Sonra evli evine köylü köyüne…
Keşke çocuklar birkaç saatliğine makam sahibi olacaklarına, makam sahipleri bir günlüğüne çocuk olsalar da dünyaya tepeden değil, aşağıdan bakmayı hatırlasalar.
Çocukluk hayalleri, ilk aşkları, heyecanları, şımarıklıkları ve acıları ile büyümenin sancılarını bir kez daha yaşasalar...

Anlaman için her gün sana 'çüş' mü dememiz gerek?

İstanbul Feminist Kolektif (İFK), kadınların muzdarip olduğu toplu taşıma araçlarındaki tacizle ilgili bir kampanya düzenledi. Kampanyanın fotoğrafı oldukça çarpıcı ve aslında bir o kadar da bilindik. Bacaklarını kapatıp adeta kendini gizleyerek oturan kadın ile bacaklarını açıp rahatça oturduğu alana yayılan ve bunu çok da doğallıkla yapan erkek.
İFK'nın öncüsü olduğu kampanya, bir etiket (sticker) yapma fikriyle doğdu. Sticker'ın aslında toplu taşıma araçlarında ve bu tacizin yaşandığı alanlarda paylaşılması amaçlanırken sosyal medyada hızla yayıldı.
Kampanyada erkeklerin metrobüs, otobüs, metro gibi toplu taşıma araçlarında kadınları nasıl rahatsız ettiklerini gösteren fotoğrafları paylaşıldı. 
İşte twitter'daki o kampanyadan bazı tweetler:
-O koltuklar iki kişilik topla bacağını. Ne daracık yerde oturmaya, ne de senin tacizine katlanmak zorundayız!
-Hayatımızdaki alanları daraltma!
-Nasıl oturulacağını kendinize söylettiriyorsunuz, bunu kendinize layık görüyorsunuz ya ne diyeyim
-Bu afişi tüm toplu taşıma araçlarına asmak gerekiyor. Taciz bir suç ve cezası belli.
-Kadınları taciz etmek için çabalayan erkeklerden nefret ediyorum.
-Bacaklarını topla kardeşim. Ayıptır.
-Bu dünyada sadece sen yaşamıyorsun 
-Sen rahat rahat yayılacaksın, benim yolculuğunu eziyete dönüştüreceksin..
Yok öyle bir dünya beyefendi!!
-Anlaman için her gün sana "çüüüş" mü dememiz gerek?
-Pergel gibi açma. Otobüs babanın değil!
****
Evet beyler, anlıyoruz bacaklarınız uzun. Anlıyoruz oraya buraya sığmakta zorlanıyorsunuz. Anlıyoruz bacaklarınızı ayırıp oturmaktan haz alıyorsunuz. Anlıyoruz başka bacaklara yer vermemekle kendinizi muktedir hissediyorsunuz. Anlıyoruz bacaklarınızı büzüştürüp hanım hanımcık oturmak size ters!
Tamam da, bir bacak kuzey yarım kürede, bir bacak güney yarım kürede oturmanın da bir anlamı yok değil mi?
Toparlanın biraz. Edepli olun. Çevrenizdeki insanlara saygınız olsun. Yaptığınız düpedüz taciz.
Taciz benim 'elimin kiri' diyorsanız o başka.
Haberiniz olsun, kadınlar da en az sizin kadar kirlenebilir.
Çünkü gerektiğinde 'kirlenmek güzeldir'...

18 Nisan 2014 Cuma

Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan

Bir Çocuk Sevdim Uzaklarda...
O kadar uzaklardaydı ki o çocuk, bilmediğim diyarların, tanımadığım ailelerinden birinin 9 yaşındaki evladıydı.
Görsem severdim ihtimal.
Görmedim, lâkin onca mesafeye rağmen yine de sevdim.
Yaşadıklarını öğrenince ise, insanlığımdan iğrendim.
Bir çocuğa tecavüz etmek, acıyla kıvranan küçücük bir bedenden haz almak, sonra da kendisini ihbar edeceğinden korkup çocuğu boğmak ve cansız bedeni götürüp çöplüğün yanındaki boş bir tabyanın içine atmaktı kanımızı donduran.
Hangimiz bu olanlara isyan etmedi ki. Hangimiz Karslı Mert'in yerine kendi evladını, anne-babasının yerine de kendisini koymadı ki...
Olacak ya, o gün Mert babasına yemek götürüyormuş.
Başka bir gün ekmek almaya gidecekti. Diğer bir gün yoğurt, diğer bir gün gofret...
Her gün okula gidecek, her gün okuldan dönecekti.
Fırsatını buldu mu sokakta top koşturacak, belki de arkadaşlarıyla taş bir duvar üzerinde heyecanlı heyecanlı bir şeyler konuşacaktı. Arabalar, kızlar, bilgisayarlar, oyunlar, okul, dersler...
Anlatacaktı işte o çocuksu, o masum neşesiyle.

Bundan birkaç gün önce izlediğim bir videoda ise, 9 yaşlarındaki bir çocuk kameranın karşısına geçmiş, canından bezmiş bir halde döküyordu içini kameraya. "Beni sokağa salmıyorlar, evden dışarı adım attırmıyorlar, ‘sıkıldım' deyince önüme bilgisayar sürüyorlar, gitar dersini anladım da keman dersine bile zorla götürüyorlar, ben sokağa çıkmak istiyorum, ben arkadaşlarımla düşe kalka oynamak istiyorum, bazen kavga etmek, bazen şaplak yemek istiyorum, ben hayatı ancak sokakta öğrenirim, çocuklarınızı sokağa salın" diyordu.
Kısacası; salsan bir türlü, salmasan bir türlü...
****
Videodaki çocuk istisna olsa da, okuldan eve döneniyle, bakkala markete gideniyle, arkadaşıyla gezeniyle, Mert gibi milyonlarca çocuk hayatının bir kısmını evinin dışında yaşıyor.
Cani ruhlu sapkınlar da kuzu postuna bürünmüş bir kurt gibi aralarına sızıp, gözlerine kestirdiklerini sürüden çekip alıyor.
Avcı bazen yakın bir akraba, bazen dip komşu, bazen de tamamen rastgele bir sapkın oluyor.
Ne yazık ki bebekler dahi bu sapkınlıktan nasibini alıyor.
Bundan dört yıl önce Siirt'in Pervari ilçesinde önce kız arkadaşlarının uygunsuz fotoğraflarını çekip, sonra da bununla kıza şantaj yapıp tecavüz etmek için kendilerine küçük çocuk getirmeye zorlayan, kızın getirdiği amcasının oğlu 2 yaşındaki bebeğe tecavüz ederek derede boğmak isteyen ama başaramayan, daha sonra kızın getirdiği diğer amcasının 3 yaşındaki kızına sırayla tecavüz eden ve onu dereye atarak boğan, yaşları 12 ile 14 arasında değişen 8 çocuğu hatırlayın.
Uzak değil, mart ayında, Kırklareli'nde 45 yaşındaki bir adamın ‘Sana köpek tasması alacağım' diyerek kandırdığı ve tecavüz etmek isterken çocuğun direnmesi üzerine ellerini ayakkabı bağı ile bağladığı, tecavüz ettikten sonra da boğarak öldürdüğü 4. sınıf öğrencisi erkek çocuğu hatırlayın.
Yine 2013 Kasım'da Antalya'da 3 erkek kardeşe üç yıl boyunca işkence ve 2 yaşındakine tecavüz eden, anne-baba evden çıkınca çocuklara yemek vermeyen, sözünden dışarı çıkanı Haydar adını verdiği sopasıyla döven, evlerinde kaldığı ailenin annesiyle ilişkiye giren ve buna koca tarafından da rıza gösterilen, hatta ve hatta kocaya bile ayar çeken Kâzım'ı hatırlayın...
Yine bu Nisan'ın 16'sında Aydın'da evlerinin önünde oynarken kaybolan, boğazı ve bileği kesilerek öldürülen 4 yaşındaki Caner'i hatırlayın.
Valilik tarafından Caner'in otopsisinde tecavüz bulgusuna rastlanmadığı, çocuğun düşme sonucu öldüğünün değerlendirildiği, Caner'in boğazındaki kesiğin 'çivi batması', bileğindeki kesiğin ise 'tel örgülere takılmasından olduğu' görüşünün savunulduğunu da unutmayın...
****
Son yıllarda üst üste duyduğumuz vak'aların kat be katı kadar duymadığımız vakalar yaşandığını düşünürsek ne kadar vahşi zamanlarda yaşadığımızı daha iyi anlayabiliriz belki.
Bu son yıllara imza atanlara bakacak olursak; geçmiş dönemleri yerden yere vurarak daha dindar ve daha ahlâklı olduğunu söyleyen partiye kendimizi teslim edeli 11 yıl doldu.
O günden bugüne 11 yıl önceki bebelerin hepsi birer erişkin oldu.
Baskı altında yetişen, ne kendi cinsiyle ne de karşı cinsle sağlıklı arkadaşlık kuramayan, karşı cinsi sadece hayvanî dürtüsünü gidermek için gerekli bir meta sanan, sevgisiz, bilgisiz ve agresif gençler gittikçe çoğaldı.
Ve onların bu agresifliği gerektiği zamanlarda çok da güzel kullanıldı.
Bunun yanında Gezi ruhuna sahip, kızlı-erkekli bir hayatın özünü kavramış, kendi bedenine ve kendi ruhunun sesine kulak veren, gerektiğinde inisiyatif kullanabilen, hem akademik eğitimli, hem de insanî terbiyeyle donatılmış gençler çapulcu olarak nitelendirilerek haklarında edilmeyen kelam, atılmayan yalan kalmadı.
****
Gün geçtikçe artan taciz, tecavüz ve cinayet vak'alarından da anlaşılıyor ki bir memleketin öncelikle sosyal, ahlakî ve kültürel değerlere sahip olması, yasaklarla bastırılıp, din ile korkutulmaması, özellikle de yaşam haklarında fırsat eşitliğini ve demokrasiyi ön planda tutması, dolayısıyla da komplekslerinden arınmış ve kişilik gelişimine açık insanlardan oluşması gerekiyor.
Sokaklarında gencinden yaşlısına, hayvanından nebatına kadar tüm canlıların sevgi ile kucaklanıp saygı ile sarmalandığı bir ülke düşünün.
Hayal mi?
Bence değil…
Kendi kendini ayakta tutup, sadece tüketen değil, üreten de olabilen, gelir seviyesi insanca yaşamaya yetebilecek ve dış etkenlere karşı dik durabilecek kadar güçlü, barışçıl, güler yüzlü, iyi niyetli, mütevazı, dingin ve doygun bir ülke hayali hayal olarak kalmamalı.
Gerçek olmalı...

3 Nisan 2014 Perşembe

Kedi gibi malın olsun...

Şu dünyada bahaneler çeşit çeşittir. Pek çoğu da kediye yüklenir...
"Kedi kedi kaptı gitti biftekler"dir mesela.
"Ben özlemedim ki seni, kedi özledi"dir.
"Be nankör kedi"dir.
Vazo kırılır, ciğer kaybolur kedidendir.
Nasreddin bile kaybolan ciğere bahane edilen kediyi tartarak, kedinin kilosuyla ciğerin gramını hesap edendir.
O "Kedidir kedi"dir.
Bazen de "Kedi canını senin"dir.

"Bir kedim bile yok" diyenlere teselli, dünya alemin bütün kabahatleri kedi yüzündendir.
Meraklıdır kerata. Burnunu sokmadığı yer yoktur. İlla ki görecek, illa ki bilecek...
Bre kedi, ne işin var araba motorlarının içinde, inemediğin dalların tepesinde, çatıda, camda pervazda, hâttâ ve hâttâ trafoda.
Hep muzurluk peşindesin hep....

Bilenler bilir, bizim tatlı kedicikler internet aleminin prensleridir, prensesleridir.
Öyle ki 'manyakları' bile vardır. Boy boy fotoğraflar, şekil şekil pozlar. Gerinirken, yalanırken, uyurken, oynarken....
Lâkin memleket kedilerinden bir tanesi hepsini sollayarak, camianın tepesine çıktı ve alemin kralı oldu.
Ne diyelim, kıskananlar çatlasın!
Bundan kelli diğer bütün kediler OUT, Trafo Kedisi IN!

O da kim diyenlere anlatalım..
Hani ülke gündemini bir kuyruk darbesiyle çalkalayan.
Hani ıslak burnunu her yere soktuğu gibi trafoya da sokan.
Hani koskoca trafoya kısa devre yaptıran ve memleketin yarısını karanlığa boğan.
Hani Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın "Trafoya kedi girdi" açıklaması ile BBC Trending Bölümü'nün hazırladığı '1 Nisan Özel Listesi'nde yer alan...

Seni gidi haylaz kedi seniiii.
Tam da nasıl bildin trafoya gireceğin geceyi.
Yoksa sen de mi kaçamakta basıldın da oraya saklandın?
Eğer öyleyse yaptın yapacağını Mart'ın son günü.
Bastın mührü milletin bağrına.
Yok, değilse ve suç yine üzerine kaldıysa, ne diyeyim.
Senin de kaderin bu.

Lakin bizim kaderimiz senin kuyruğuna bağlı olmamalıydı.
Bu kadar 'yoruma açık' bir açıklamayla halkın damarına damarına basılmamalıydı.
Olaylara tepki vermek için yapılan espriler kadar, yaşanan aksaklıklara bulunan bahaneler de birer zekâ göstergesidir.
Eğer bu bir bahaneyse, emin olun kedi bile daha iyisini bulurdu...