29 Mayıs 2015 Cuma

Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum


Bilenler bilir, yazmaya ilk başladığım günlerde İncelikler Yüzünden başlıklı bir yazı kalem almıştım…
Hoşgörünün azalıp hanımefendiliğin, beyefendiliğin tedavülden kalkmasını anlatmıştım o yazıda dilim döndüğünce. Eski günlere özlemle dolu bir yazıydı.
O yazının üzerinden geçen yıllar hoşgörüye olan özlemimi daha da arttırdı.
Benim gibi herkes hoşgörüyü özlüyordu da; herkes hoşgörüsüzlükten bu kadar yakınıyorken, 'Bu hoşgörüsüzler de kim?' diye kimse merak etmiyordu.
Nereden gelmişlerdi mesela? Nasıl türemişlerdi?
Başka bir tür müydü yoksa onlar? Farklı bir gezegenin insanları mıydı? Oradan buraya mı ışınlanmışlardı?
Yoksa insanların ‘hoşgörüsüzlüğü ne kadar hoş görebileceği’ üzerine bir araştırma yapılıyordu da, pilot ülke olarak ülkemiz mi seçilmişti?
Yoksa yediğimiz-içtiğimiz her şeye bizi delirtecek bir şeyler mi karıştırılıyordu da hepimiz bu kadar gerim gerim gergindik?
Maçtan tutun düğüne, trafikten tutun cenazeye kadar her yerde bir kabalık, bir duyarsızlık, bir saygısızlık.
Hani ne ölüye ne diriye, ne hayvana ne nebata, ne canlıya ne cansıza, ne kadına ne çocuğa, ne gence, ne yaşlıya, ne emeğe, ne sevgiye, ne aşka, ne aşığa…
Örnekleri çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar.
İnananlar olarak yaradılanı yaradandan ötürü sevmiyor muyduk biz?
Neydi bu kadar kendinin dışında herkese saldırmak, herkesi yok etmeye çalışmak, kimseye nefes alacak ufacık bir alan dahi bırakmamak.
****
Beğenip beğenmemek, övmek ya da eleştirmek değil mevzu; kalkıp eleştirilerden gaza gelmek, aklın mantığın dışına çıkarak işi saldırganlığa vardırmak. Kısacası durumdan vazife çıkartmak…
Hal böyle olunca “Hiç mi fikir beyan edemeyeceğiz?” diye sorguluyor insan.
Hiç mi iyi-kötü bir şey söyleyemeyeceğiz?
Hiç mi eleştiremeyeceğiz?
Biz nasıl yapılan yorumları kendi içimizde değerlendirip bir fikir ortaya çıkartıyor ve gidip kimsenin boğazına çökmüyorsak, diğer insanlardan da bunu bekliyoruz.
Bir sakin ol kardeşim! Bir kendine mukayyet ol!
Malum; memlekette heykellere düşman, sanata düşman, yeniliğe düşman, her ama her şeye düşman bir güruh var ve önlerine ne gelirse yıkıyorlar. Sanki müzeleri talan eden IŞİD’cilerin yerli versiyonları yaşıyor içlerinde.
Onlara hiçbir şey söylenmeye gelmiyor. Palalar, sopalar, bıçaklar ellerinin altında hazır olmalı ki, hemen silaha sarılıyorlar.
****
Onlardan korkuyoruz hepimiz. O yüzden sesimizi çıkartamıyoruz. Sadece kendi kendimize konuşup duruyoruz.
Nil Burak derdi ya; “Boş vere boş vere ne hale geldik” diye; ben de diyorum ki, “Hoş göre hoş göre bu hale geldik”.
Bu hoşgörüsüzlükleri kabul edip, sığındığımız köşemizde kendi kendimize şikâyetlenmenin bir adım ötesine geçip sesimizi çıkartmalıyız artık. Yaptıklarının yanlışlığını göstermeliyiz o insanlara.
Medeniyetin tüm nimetlerinden yararlandıkları kadar, medenî olmaları gerektiğini de söylemeliyiz.
Son model arabaya binip, kemer takmayan, çöpünü dışarı atan, akan trafikte çocuğunu kucağında direksiyona oturtan ve araba kullandıran insanlar var her yanda.
Emniyet şeridine dalarak bisikletliyi altına alan sürücüler var.
Kendisini sollayan bir sürücü ile adeta ölümüne düello edenler var.
Ambulansa yol vermemekle övünenler var.
Memlekete gelen her turisti potansiyel tecavüz edilesi varlık olarak görenler var.
Açık gezen her kadının “müsait” olduğuna inanan, hiçbir kadınla aklı başında bir ilişki kuramayanlar var.
Evlenmek istemedi ya da boşanmak istedi diye “sevdikleri” kadını öldürenler var.
Herhangi bir kuyrukta herkes kadar beklemek varken araya kaynak yaparak öne geçmeyi marifet sayanlar var.
Bunun gibi küçük küçük kurnazlıkları büyüterek büyük büyük hak yemeler, büyük büyük can yakmalar var.
Var oğlu var, var oğlu var…
****
Toplum
olarak depresyondayız kanımca.
Panik atak insanlar bir yanda, manik atak insanlar öte yanda.
Nüfusun yarısından fazlası psikolojik tedavi görüyor.
Duyarsızların duyarsızlıkları duyarlıların canına okuyor.
Hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeyi hoş gören ne ise, yine hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeye kükreyen kişi aynı kefede tartılmalı bence.
“Eşit olmayan insanlara, eşit davranmaktan daha büyük eşitsizlik olamaz.” demiş Thomas Jefferson.
Hak etmemesine rağmen herkese aynı hoş görüyü göstermek de böyle bir şey olmalı.

Zaman zaman yazılarıma da konu ettiğim hoşgörüsüzlüklerim var artık benim.
Gelecek tepkilerden korksam da susmuyorum, sesimi çıkartıyorum…
Bir yandan da “Ne gerek var bu itiş kakışlara?” diyorum.
Bir içten gülümsemede saklı değil mi oysa her şey?
Bir sıcak Selam’da. Bir tatlı Günaydın’da.
Yol vermekte, sıra vermekte, saygı göstermekte, sevgide, bir tatlı muhabbette.
Ah bunun keyfini bilseler bir, onlar da yaşarlar mı hiç böyle haset içinde?

29 Mayıs 2015 C.E.Y.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

O bir 'Adam Olmuş Çocuk'

Çok uzun yıllardır ailesinin her ferdini tanıdığım, gelmişini geçmişini ve dahi bebekliğini birebir yaşadığım, büyüme evrelerini ise kaçırdığım, sonrasında bambaşka bir şekilde karşılaştığım genç bir adam o.
Benim hafızamda kalan; elinde boyundan büyük futbol topu, kocaman yeşil gözleri ve çocukluğuna yaraşır yaramaz halleri. Ki o zaman bizim yaramazlık dediğimiz, aslında kabına sığamama belirtileri.
Şimdi karşımda oturan adam ise elinde top yerine gitar taşıyan, yazdığı sözler ile gitarın tellerinden nağmeler doğuran ve bana aynı yeşil gözlerle bakan "çocuk" Samet.
Yani Samet Çelebi.
Yaptığı albümü ve sosyal medyada paylaşılan şarkılarını zaman zaman dinliyordum. Bir ara Sametle otursak da anlatsa bana bu yolculuğun öyküsünü diyordum; ki aynı fikir Samet'in annesine de gelmiş. Bursa'ya geldiğinde buluşalım dememizin üzerinden çok geçmeden Samet Bursa'ya bir canlı yayın çekimine geldi ve biz de buluştuk.
Nerede mi? Tabii ki yine tanıdık bir mekânda.
70'lerin sonundan beri ağabeyimiz olan Fuzûli'nin Altınkum Sahili'ndeki Fuzûli Balık mekânında. Çünkü Samet ile Fuzûli'nin oğlu Gökay çocukluktan arkadaş.
Bize de sohbet için bundan alâ ortam olmaz.
Girizgâhı biraz uzun tuttum farkındayım. Geçmişte dolanmadan bugüne gelinmiyor, neylersiniz.
Şimdi gelelim bugüne. Samet anlatsın ben sorayım, ben sorayım Samet anlatsın;
"Kumsalda gitar çalan bir adam olmadım. İstemezdim hadi gelin size gitar çalayım demeyi" diyor Samet.
"Kız tavlamak için değildi yani gitar çalış. Peki nasıl başladın gitara?" diyorum ve sohbet akmaya başlıyor.
"Erkan Oğur ile başladım. Karacabey Parkı'ndaki Masal Cafe'de Erkan Oğur dinlerdim hep. Lisede iken kendisini gördüğümde ‘Ben üniversitede sizden ders alacağım' dedim. Üniversiteye gittiğimde her konserine gittim. Kendisini her gördüğümde ‘Bana ne zaman kurs vereceksiniz?' diye asıldım. Sonra kısa bir süre kurs aldım kendisinden. Müziğe bakışım o yüzden Erkan Oğurvaridir."
Fazıl Say'dan da etkilenmiş Samet. Say bir konserinde herhangi bir his istenmesini ve müziği ile onu canlandıracağını söylemiş. Hamile bir kadın hamileliği ve doğum anını canlandırılmasını istemiş Say'dan. Ve Fazıl Say o kadını ve doğum anını piyanoda çalmış. "İçindeki hissin müziğe dönüşmesiydi o an" diyor Samet. Bu olay Samet'in kendi içine bakmasını sağlamış.
Peki sen de aynı hisleri yansıtabiliyor musun Samet?
"Sözlerim de bestelerim de hep böyle. Hepsi beni yansıtır. Herhangi bir olay yaşadığımda ya da herhangi bir şey dinlediğimde hep enstrümantal bir şeyler çıkıyor. İlk önceleri kendi kendime çalıyordum. Kimse bir şey anlamıyordu. Anlatmıyordum da zaten. Müziğim içimde hep kendi kendine büyüdü. Sözler besteye dönüştü."
Müziğin senin hayatın olacağına ne zaman karar verdin?
"Üniversite son sınıftaydım; ‘Bu iş olacak' dedim. Beste yoktu ama sözlerim vardı. İçimde o alt yapıyı, o müziği hissettim. Beste olmasa da ben gitarımda o his geçişlerini çalıyordum."
Ailen nasıl baktı senin bu kararına?
"Babama dedim ki; ‘Okul bitti, ben artık kendi ayaklarımın üzerinde durup çalışabilirim. Senin beni bakma zorunluluğun yok. Ama benim bir hayalim var. Ben yüksek lisans da yapacağım. Bu sırada müzikle de ilgilenmek ve günün birinde profesyonel olarak müzik yapmak isterim'. Ve ailem bu hayalime saygı gösterdi ve destek verdi."
Bu arada araya girip Samet'in eğitimini belirtelim.
Samet Yıldız Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümü mezunu. İşletme Yönetimi Yüksek Lisansı da yapmış. O arada albüm de yapmış.
Kim inandı sana önce?
"Babama üç yıl daha okuyacağımı söyledim. ‘Bana yüksek lisans yapma evremde yine öğrenci muamelesi yapar mısın?' dedim. ‘Yaparım' dedi. İlk inanan ailem oldu kısacası."
Peki ya stüdyo, müzisyenler, bağlantılar?
"Stüdyo olayı; benim endüstride okuyan arkadaşım var. Ailesinin stüdyosu olduğunu ve orada çalışabileceğimi söyledi: Orada çalışırken başka insanlarla tanıştım. Onlar benim müziklerimi sevdiler ve bana destek oldular. Orada demo yaptık. Demo ortaya çıktıktan sonra çevreme dinlettim. Ve herkes şaşırdı."
Bu arada Gökay araya giriyor; "Samet sessiz ve derinden gittiği için böyle bir şeyi ortaya çıkartacağını hiç tahmin etmedik." diyor.
Nota bilgin var mı?
Birebir klasik gitar dersi aldım. Ayrıca üniversiteden bir arkadaşımdan da yardım aldım.
Bir konuda hemfikiriz; Nota bilgisi olmadan da müzik yapılabilir ama yine de bilmek gereklidir. Hani ne derler, müzikle ilgili her bilgiyi öğren, sahneye çıktığında hepsini unut. Yüreğinle söyle.
Erkan Oğur da bunun benzerini söylemiş kendisine.
"Bütün kitapları bileceksin. Büyük bir kütüphanen olacak. Gerektiği zaman açıp bakabileceksin." demiş.
"Sevdiğim adamın karakteri ve hayata bakış açısı benim içime işledi. O beni dokudu. Ondan etkilendim. Fakat müzikal olarak beni o yetiştirmedi." diyor Erkan Oğur için.
Albüm yaptığını biliyor mu?
Albüm yapma aşamasında olduğumu biliyordu. Albüm çıkarttığımı söylemedim.
İlk kime dinlettin kendini?
"Demoyu Bülent Ortaçgil'e dinlettim. Dinlemeden önce biraz ön yargılı idi ise de dinledikten sonra bana bakışı değişti sanki. Eli yüzü düzgün bir şarkı olmuş dedi. Kelimeleri söyleme tarzıma biraz daha dikkat etmemi söyledi. Önerisini dikkate aldım ve tekrar söyledim. Klibi de o şarkıya çektik. Ben onlardan feyz aldım."
Bütün söz ve müzikler sana mı ait?
"Denizlerden Geldim şarkısı hariç hepsi bana ait."
Albüm aşamasında zorluk yaşadın mı?
"İşi yaptıktan sonra hayata geçirmek ve albüm yapmak zor. Prodüktörlerle anlaşmak zor. İşin içinde maddiyat var. Sürekli kendimden harcıyorum. Yola beraber çıkıp beraber yol alacağımız arkadaşlar aradım hep. Buldum da. Fakat onların da motivasyonu kaçınca kendileri de kaçıyorlar. İdare etmek zor. Zaman zaman zarara da girdim."
Menajerin var mı?
"Henüz yok. Her şeyi ben idare ediyorum. Şimdilik bağlantılar var, onlarla gidiyoruz. "
****
"Meşhur olmak istemiyorum"
"Çok titizim. Stüdyoda en ufak tıkları dahi duyuyorum. Hayatım bu. Yaptığım iş benim imzam. Sabah akşam bununlayım. Başka bir şey düşünemiyorum. Tutkun olduğum bir şey üretmek."
Sen kendini nasıl keşfettin?
"Maddesel şeyler benim kafamda müziğe dönüşüyor. Hisleri döndürebiliyorum. Sözler benim kafamda müziğe dönüşebiliyor."
Mühendislik yapmak istemiyor musun?
Mühendislik olarak her şeyi yapabilecek durumdayım. Doktora için başvuracağım. Özgür iş yapabilmem için kendimi güvende hissetmem gerek."
Şarkı sözlerin şiir tadında değil mi?
"Evet. Sözlerimi kitap olarak yayınlamak istiyorum."
Yaptığın işleri nasıl koruma altına alıyorsun?
"Gitar kayıtlarım var. Albüm ve her şey MESAM üzerinden kayıtlı."
Geçtiğimiz günlerde bir konserde MFÖ'den önce çıktın. O nasıl oldu?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Gençlik Meclisi'nin düzenlediği bir organizasyondu o. Sağolsunlar, bana da fırsat tanıdılar."
Müziğini yaparken ve pazarlarken neyi hedefledin?
"Hiçbir zaman müziğimden taviz vermedim. İdealist yaklaştım. Olmayacaksa olmasın dedim. Sabır gerekiyordu. Sabrettim. Anlaşılmasını bekledim. Anlamayanların yorumlarını duymadım, dinlemedim. Anlaşıldıktan sonra anlayan kitle insanı bırakmıyor. Beni anlayan ve her yerde benimle olan insanlar olsun. Sayısı önemli değil. Bu bana yeter."
Stüdyoda nasıl bir adamsın? Biraz da onu anlat...
"Şarkının her anı bir his. Bas gitarın çalınması, aradaki solonun atılması. Hangisini kim çalacak? Nasıl çalınacak? Aşırı titiz bir adamım kısacası."
Albümde aranjeleri kim yaptı?
"Aranjeler Murat Can Tapan'dan. O da titizlikte benden aşağı değil. Müziğin okulunda okumuş adam."
Kendini nasıl besliyorsun?
"Keşke enstrümana günde beş-altı saat ayırabilsem. Sözlü müzikler yapıyorum, sadece enstrümantal müzikler de yapmak istiyorum."
Mutluluk?
"19 Mayıs'taki konserde izleyiciler son nakaratta şarkıları yakaladılar hep birlikte söyledik. İnanılmaz bir mutluluktu."
Şarkıların ağır sanki biraz...
"Şarkılarım depresif değil. Evet, tempo olarak ağır şarkılar. Rahatlatmayı düşünerek yaptığım şarkılar. Ancak sözlerin hepsinde umut var. Şarkılar hayata dair iyilik taşıyor."
Biraz da senden dinleyelim çocukluğunu
"Bebekliğimde futbol hastasıydım. Babam çok istedi futbolcu olmamı. Sonra olmadı. Ortaokulda basketbola başladım. Lisanslı oynadım. Kolum kırıldı ve yüz gün sarılı kaldı. Araya ÖSS girdi. Yani basketbol da olmadı. Küçükken pek çok çocuk gibi astronot ve arkeolog olmak isterdim. Endüstri mühendisliğini kazandım. Dördüncü sınıfa geldiğimde kafamda sorular oluşmaya başladı. Müzik yaptığım zaman yaşadığım hazzı düşündüm. Müzik üretme fikri beni başka bir farkındalığa doğru itti."
Seni tetikleyen ne oldu?
"Tarkan ve Sezen Aksu'nun birlikte verdikleri bir konserini izledim. ‘Bir insan bu kadar mı mutlu olur sahnede' diye baktım. Ben de o sahnede olmak istedim. Ben kendimi makam şoförü olan bir genel müdür olarak görmedim hiç."
Hayat yolculuğu ilginç değil mi?
"Yaşanan olaylar birbirinden bağımsız gibi görünse de bir şekilde o noktalar birleşip insanı bir yerlere götürüyor. Doğa bana tüm sinyalleri verdi. Ailem destekledi. Ben de cesur davrandım. Kişinin kendini tanıyıp anlayabilmesi önemli. Şu an mutlu olduğum bir işi yapıyorum. Kariyer, insanın sevdiği işi bulabilmesi, onu yapabilmesidir bence. O da başarıyı getiriyor."
Gelecek için ne düşünüyorsun?
"Hayat acımasız. Hayatın gerçekleri var. Nişanlıyım ve Kasım'da, yani yakında evleneceğim. Nişanlım benim hayallerime aşık olduğunu söyler hep. O benim hayallerimin yoldaşı. İnandığım müziği yapmaya devam edeceğim."
****
Samet'le sohbet ederken baktım da; ne kadar duyguları derin ve ne kadar ayakları yere sağlam basan bir genç adam olmuşsun sen dedim.
O bir mühendisti. Müzik de bir çeşit mühendislikti. Müziğin de bir matematiği vardı. Hayatın da...
Samet marka olabilmenin ilk kuralını içine sindirmiş. İşini iyi yapıp kaliteden ödün vermiyor. Ardından da sürdürülebilirliği sağlayacak isteğe sahip. Çünkü o müziği çok seviyor. Müziğe tutkun olmasının dışında disiplinli de.
"Ne olursa olsun işini iyi yapma bilinci ve disiplini insanı zinde tutar. Mutsuz olduğun bir işte işini doğru düzgün yapmıyorsan yarın bir gün mutlu olacağın işte de başarılı olamazsın. Çünkü öz disiplinin yoktur. Senin vücudun o terbiyeyi almamıştır. O zaman da başarı gelmez." diyor.
İşini yapmaktan başka bir gailesi olmayan insan duruşuna sahip. Başkaları değil konusu, sadece ama sadece kendisi. Bu da onun kendine olan inancı, müziğe olan sevdası ve keskin zekâsı...
Herkesi sorduğum gibi Samet'i de sordum sözlüklere. Onlar da benim düşüncelerimden farklı bir şey söylememişler açıkçası.
Sohbetin ardından gelen günlerde albümünden parçaları daha dikkatli dinledim. Yazıyı yazmadan önce biraz daha fikir sahibi olmak istedim.
Sesinde ve söyleyişinde bazen Keremcem'i, bazen Yalın'ı, bazen Eflatun'u yakaladım. Sözleri bazen Emre Aydın'ı, bazen Teoman'ı, bazen Kayahan'ı, bazen de Ulaş'ı çağrıştırdı...
Sonra da; "Niye illa ki birilerine benzetmeye çalışıyorum ki?" dedim. "Bırak kendini müziğin kollarına ve dinle"
Ve dinledikçe gördüm ki; Samet bana hepsinden bir tını hatırlatsa da o kendisi gibi yazıyor, kendisi gibi söylüyor.
Kendine özgün bir tarzı var ve sohbetimizden de anlaşılacağı üzere hayatın her evresinde kendisini oynuyor.
Yani işi kolay...
Yolun açık olsun evlat...

26 Mayıs 2015 Salı

Bu yazı hem Gastronomik, hem Akademik

Tencere yemeği sever bir milletizdir malum. Şöyle ekmeği yemeğin suyuna bandıra bandıra, değil mi?
Bir yandan da mangalcıyızdır. Cızır cızır etler, balıklar, tavuklar...
Yap yanına da salatayı. Dök üzerine limonunu, yağını...
Yağ demişken, zeytinyağlılarla arası hoş olanlarımız, olmayanlarımız, zeytinyağlıyı meze dışına çıkartmayıp yemekten saymayanlarımız.
Ha bir de; hamur işlerinden vazgeçemeyip kilo üzerine kilo koyanlarımız.
Dönerdi, kebaptı, acılısı, acısızı derken yemek kültürümüz epey bir karışık açıkçası.
Bu karışıklık hem coğrafyada hangi ürünün daha çok yetişmesinden, hem de o coğrafyadan gelmiş geçmiş medeniyetlerin bıraktığı izlerden...
Yokluk zamanlarının yaratıcılığı dahi yemek kültürü üzerinde etkili...
****
Yazının başında bahsettiğim ve hem haz, hem de karın doyurmak üzerine yapılan ev yemekleri kendi yerlerini korusa da, globalleşen dünyada aşçılık farklı bir boyut kazanarak adeta sadece haz ve sunum üzerine evrilmeye başladı.
Bırakın çok yıldızlı otelleri, ev davetlerinde dahi özel hazırlanmış yemekler şık sofralarda yerlerini alıyor.
Aşçılık okulları bir yandan, bir yandan da televizyon programları derken insanlar gurmelik konusunda gittikçe gelişiyor.
Bu gelişmeye katkı sağlayan ve bu açığı kapatan profesyonel kurumlar da ortaya çıkıyor elbet.
Ve o kurum neyi nasıl yapacağını insanlara enine boyuna anlatıyor.
Akademi oluyor kısacası.
Akademi Gastronomi üzerine olunca da adı, "Gastro Akademi" oluyor.
****
Bursa'nın ilk ve tek Profesyonel Aşçılık Akademisi olan Gastro Akademi, 28 Mayıs Perşembe günü yapacağı resmî açılışının öncesinde basın tanıtımı için davet etti bizleri.
İzmir Yolu üzerinde bulunan Akademi, Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Ziya'nın ev sahipliğinde ince ince anlatıldı bizlere.
Akademi'nin alt katında en küçük mutfaktan en büyük mutfağa hitap edecek her ürünü bulmak mümkündü. Ocaklar, fırınlar, buzdolapları, tencere, tava, kaşık, çatal, bıçak, servis alet edevatı ve elektrikli elektriksiz bilumum küçük ev aletleri.
İster evine tek bir çatal al, ister otelinin mutfağını tepeden tırnağa donat...
Alt katta hal böyleyken üst kattaki Akademi'de durum görsellikte göz dolduruyordu.
Şık ve donanımlı bir mutfak, akademi öğrencilerine özel ocaklar, ocak üzerlerinde LCD ekranlar, mutfağı çevreleyen bar, açık mutfağın dışında on kişilik doğal ahşap bir masa, toplantı odası ve Başkan Hakan Ziya'nın caddeyi gören geniş odası.
Bursa Tüm Aşçılar Derneği (BUTAD) Başkanı Bülent Çalışkan şefliğinde ve ekibinin misafirperverliğinde aşçılığın inceliklerini öğrendik kısaca.

Ardından da önlükleri takıp, başımıza aşçıbaşı takkelerimizi geçirdik.
Ondan sonra da oturduk yaptıklarımızı yedik.
Bir yandan da Başkan Ziya bize hedeflerini ve buraya varan yolculuklarını anlattı.
Kısaca aktarayım:
Gastro Akademi, yiyecek içecek sektörüne fayda ve farkındalık oluşturmak üzere kurulmuş Bursa'nın ilk ve tek Profesyonel Aşçılık Akademisi imiş. "Uzun Dönem Profesyonel Aşçılık, Pastacılık Eğitimleri"nin yanı sıra; "Kısa Dönem Temel Aşçılık ve Pastacılık Eğitimleri" ile hayatın yeni lezzetlerini keşfedeceğiniz programlarımızdan birisi mutlaka size hitap edecektir diyor Başkan Kaya. Hobi Kulüplerinde yer alan Günlük Workshop-Etkinliklerini mutfak gönüllülerine göre planlayabilmekte imişler.
Bu eğitimler; Klasik, Modern, Yöresel Türk Mutfağı ve Uluslararası Dünya Mutfak Kültürlerine merak duyan ve kendisini geliştirmek isteyen bireysel olsun, işletmeci olsun tüm katılımcılara açıkmış.
Gıda sektöründe faaliyet göstermekte olan şirketler için kullandıkları demo mutfak, hem kurumsal ürün lansmanları, hem de nihai tüketici ile buluşma noktası olarak sektöre hizmet veriyormuş.
Sanayi işletmeleri ve özel sektör şirketleri için özel projelendirilmiş mutfak etkinlikleri, şirket eğitimleri, motivasyon toplantıları, bayii toplantıları, özel gün davet ve kutlamalarının yanı sıra, 'event catering' hizmetleri de varmış.
Kök yapılanmasını Bursa'da tamamlamış olan Gastro Akademi; 25 yılı aşkın süredir gastronomi ve endüstriyel yemek sektöründe otel ve restoran ekipmanları satış, proje taahhüt, satış sonrası yetkili servis destek ağı ile hizmet veren deneyimli bir ekip tarafından koordine edilmekte imiş.
Amaçları ne derseniz, sıralayalım;
* Meslek Liselerinin Yiyecek-İçecek/Turizm bölümlerinde eğitim gören öğrencilerin, endüstriyel ekipmanların tamamını güncel olarak tanımalarını sağlamak ve kullanmalarını etkinleştirmek;
* Mezun olan öğrencilerin aktif iş hayatına başladıklarında mutfağı yönlendirebilecek, hatta şeflerini asiste edebilecek konumda pratik bilgiyle donanımlı olmalarına imkan sağlamak;
İşverenlerin iş görenden talep ettikleri "mesleki yeterlilik" statüsünün gereklerini yeni mezun gençlere entegre edileceği programlarla kariyerlerini mesleki anlamda geliştirmeleri yönünden desteklemek;
* Aktif iş gücüne katılan yeni mezun bireylerin sektörde var olan endüstriyel temel üretim ve tüketim markalarını tanımalarına olanak sağlayarak yeni ve gelişmekte olan iş gücü ekibinde marka bilinci sayesinde ürün satın almalarında markanın tercih edilme oranına katkı sağlamak;
* Profesyonel iş hayatında mesleğini icra etmeye devam eden aşçı ve şefler için de; sektörde öncü markalara kolay ulaşma, yeni ürünleri takip edebilme, marka tercihini yönlendirme ve konumlandırmaları için uygun bir platform sağlamak...
Gastro Akademi verdikleri akademik eğitimi bir çeşit Sosyal Sorumluluk Değerlemesi olarak da görüyor.
Yeni nesillerin sağlıklı beslenme kurallarını öğrenmelerini sağlayacak projeler geliştirmek ve dolayısıyla bu kişilerin aktif iş hayatına atıldıklarında hizmet vermeye başladıkları işletmelerde, yemeğin satın alma aşamalarından, servis aşamalarına kadar, hatta gıda güvenliği ve hijyen koşullarının yerine getirilmesi zorunluluklarına kadar tüm etapları titizlikle takip edeceklerini söylüyor.
****
Renkli geçen sabah saatlerinin ardından mutfakta gösterdiğimiz üstün(!) performansa karşılık hepimiz birer sertifika alıyoruz.
Evin ya da işletmenin mutfağına hakim olmak neyse, işin mutfağına hakim olmak da o.
Hakan Ziya'nın işin mutfağından geliyor olması yazımda yansıtmaya çalıştığım detaylarda ortaya çıkmış.
Ve son söz;
Yemek yemek bir zevkse eğer, yemek yapmak da bir zevk.
Şef Çalışkan'ın da dediği gibi; hele de yaptığın yemeğin beğeniyle yenildiğini izlemek;
İşte o hepsinden büyük bir zevk.
En çok da; verdikleri vaatlerin arkasında duracak cesur liderlere ve o liderleri başına getirecek akil bireylere...

Malum, akılsız başın cezasını onu kendisine baş seçenler çeker...

Eğri oturup doğru düşünme zamanıdır.
Biliniz ki;
Mevzu bahis vatansa, ötesi teferruattır...

24 Mayıs 2015 Pazar

X, Y ve Z’nin değerlerini bulunuz

İnsan temalı bir program sırasında tanıyıp, insanî davranışlarıyla dostlarımız arasında kendisine müstesna bir yer bulan Levent Özçengel’in sosyal medyadaki zirve davetini gördüğümde, ilgi alanı ve yazılarının ana teması “İnsan ve insanca davranışlar” olan ben, düzenlenen zirveye zevkle katılacağımı belirttim.
21-22 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen zirve boyunca konuşulanlardan hem pek çok şey öğrendim, hem de birçok konuda kendimi teyit ettim.
Türkiye İnsan Yönetimi Derneği (PERYÖN) Güney Marmara Şubesi tarafından bu yıl 13’üncüsü düzenlenen “İnsan Kaynakları Zirvesi” içeriğine uygun bir motto ile Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşti ve katılımcılar zirve boyunca dünyaya “İnsanca” baktı…
Organizasyonu sunan Ali Tınaz esprili dili, pozitif enerjisi ve düzgün Türkçesi ile konuklardan ve katılımcılardan tam not aldı.
Organizasyonun açılış konuşmasını, PERYÖN Güney Marmara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Levent Özçengel yaptı. Özçengel konuşmasında Çanakkale Zaferi’ne de değinerek, “2015 yılının, bizim için en önemli özelliklerinden biri, Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı olması. Bu sebeple, bizim bugün burada olmamızı sağlayan şehitlerimizi, saygıyla ve rahmetle anıyoruz” dedi. Özçengel, Türkiye’nin endüstri kenti Bursa’da, 13 yıldan bu yana marka haline gelmiş olan İnsan Kaynakları Zirvesi ile ilgili, ‘Bursa iyi şeyleri hak ediyor, biz de iyi bir şeyler yapmaya çalıştık, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum’ ” diyerek konuşmasını Philip K. Dick’in sözleriyle nihayetlendirdi:
“Yıldızlara doğru ama insanca. Uzak gezegenlere seyahat edecek kadar büyük bilgiye ve ileri teknolojilere kavuşmuş olsak da hiçbir zaman bizi biz yapan değerlerimizi kaybetmeden, İNSANCA!”
Levent Özçengel’in açılış konuşmasının tamamını dinlemek için tıklayın:
****
Açılışta konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanvekili Şükrü Köse ise, “İnsan yönetmek dünyanın en zor işlerinden biridir ve yetenek ister. Aynı çatı altında olan farklı kişilerin, aynı hedefe ulaşmak için emek vermesi demektir. Etkili ve doğru yöneticilik, aile yönetiminden ülke yönetimine kadar, insanın olduğu her alanı kapsar. İnsanı anlamak, insan yönetiminin formüllerinden birini çözmektir.” dedi.
****
Resmi konuşmaların ardından sözü endüstriyel ilişkiler, maaş ve ücret yönetimi, işe alım, yönetim geliştirme konularında birçok çalışmaya imza atmış olan Eğitimci Mehmet Kocabaş aldı ve izlemeye değer bir performans sergiledi. Hınzır duruşuna yakışan fıkralar bir yandan, beden dili bir yandan, konuşmasındaki doğallık ve öz güven bir yandan derken kendisine ayrılan süre sona erdiğinde salondaki herkes “tadı damağında kalmış” bir haldeydi.
Kocabaş hakkında Ekşi’ye bir göz attım her zamanki gibi. Onlar orada ne dediyse, bizim sahnede izlediğimiz de o idi.
Kısa kısa birkaç kelamını yazarsak; İlişkilerdeki güç aralığının darlığı ve genişliğinden bahsederken kendi aralığımızı doğru kabul etmememizi, değişebileceğimizi söyledi.
Kocabaş, “Ebeveyn-evlat ilişkileri, patron-çalışan ilişkileri ve tüm ilişkiler eskiye göre daha dar aralıkta artık. Hatta daralma şoku var. Gençler bu dar aralıktan geldikleri için uyum sorunu yaşıyorlar” diyor. Gelecek kaygısı en çok olan ülkelerden birinde yaşamamızın meslek seçiminde özgür olamamaya kadar geldiğine, bunun da işinden nefret eden insanlar yarattığına değiniyor.
“Ülke olarak kadınsıyız” dediğinde salonda tepki sesleri yükseliyorsa da, olaylara duygusal yaklaştığımız gerçeğiyle yüzleşince durum kabul ediliyor.
Bu arada hepimizin hemfikir olduğu bir konuya değiniyor.
“Türkler Türkiye’de yaşarken o kadar zor koşullara alışıyorlar ki; yurt dışındaki zorluklar onlara zor gelmiyor.” deyip ekliyor, “İkiz Kuleler’de ölen Türk yok. Niye mi? Çünkü Türkler kural dinlemez” diyor.
İsveç’ten gelen bir İsveçli’nin ise Türkiye’de şok üzerine şok yaşayacağını anlatırken hepimiz Kocabaş’ın bize tuttuğu aynada gördüğümüz hallerimize gülüyoruz.
“Değişim önemlidir ama değişimi başlatmak hepsinden önemlidir” diyor Kocabaş. “Değişim kontrol dışında gerçekleşir, dönüşüm şartlara ayak uydurmaktır” diyor. “Baskıyı hissetmiyorsan dönüşüm başarılı olmaz” diyor.
Kocabaş’ın konuşmasının ardından Herakleitos’un “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözü takılıyor zihnime.
Vakti geldiğinde değişebilmeyi de bilmek gerek demek ki diyorum.
Oscar Wilde’ın “Ben hiç değişmem” diyene verdiği cevabı hatırlıyorum;
“-Neden? Hayat sana bir şey öğretmedi mi?”

****
Konuşmalar arasındaki kahve molalarında dostlarla karşılaşıyoruz.
Ayaküstü de olsa edilen muhabbetler hep “İnsanca”
Kocabaş’ın sunumunun ardından sözü İtalya’nın dünyaca ünlü Bocconi Üniversitesi’nden işletme ve MBA alanında çalışmalara imza atan Prof. Dr. Marcus Venzin aldı. İngilizce sunum yapan Prof. Dr. Marcus Venzin’in rol model yaklaşımları ve yeni İK süreçleriyle ilgili yapmış olduğu paylaşımlar katılımcılar tarafından ilgiyle izlendi ve konuşma soru-cevap şeklinde nihayetlendi.
****
Üçüncü konuk olan Psikolog Danışman Doç.Dr. Azmi Varan da Mehmet Kocabaş kadar konusuna ve sahneye hakim idi.
“Şirket içi anlaşmazlıkların altında insanî sorunlar yatar” derken iş ilişkilerinin nasıl egoya kurban gittiğini gözler önüne serdi. Teatral anlatımı ile izleyicileri avucuna alan Varan bize dedelerimizi, ninelerimizi sorgulattı. “Çocuk anne-babadan genleri nasıl alıyorsa davranışları da alıyor” dediğinde hepimiz kendimizde gördüğümüz annemizi-babamızı hatırladık. Varan’ın dediğine göre anılar uçup gitmiyordu. Genetik hafıza çok uzun yıllar öncesinden geliyordu.
İçimizde barınan üç çocuk vardı. Doğal Çocuk, Yetişkin Çocuk ve Uyumlu Çocuk
“İçinizdeki doğal çocuğu öldürür ve yaşama sevincinizi kaybederseniz yaratıcılığınızı da kaybedersiniz” diyordu Varan ve ekliyordu; “Hayatınızda eğlenceyi kaybetmeyin”
Yetişkin çocuk bardağın hem dolu hem de boş tarafını görebilen gerçekçi çocuktu.
Bunların içinde en tehlikeli olan ise uyumlu çocuktu. O içinde Sessiz bir Öfke biriktiriyordu.
Sesi kesilmiş, konuşmayan, ağlamayan, sadece küskün ve içli bakan bir çocuk hayal edin…
İşte tehlike o. O adeta, nerede patlayacağı belli olmayan bir serseri mayın…
“Çalışan da, çocuk da kanını asla yerde bırakmaz” diyerek sona erdirdi konuşmasını Azmi Varan.
Bizi kendimizle en netinden yüzleştirerek. Bazen gerilere götürerek. Aslına bakarsanız, içimizi deşerek…
****
Datassist Genel Müdürü olan dördüncü konuşmacı Ayşe Nazmiye Uça idi ve “Outsourcing ile Katma Değer Yaratmak” konusunda bilgiler verdi.
“Outsourcing” yani “Dış Kaynak Kullanımı”nı, “Bir işin sahipliğini başka birine vermek” olarak diye tanımladı Ayşe Hanım. Outsourcing kullanan şirketler bordro, sigorta, teşvik gibi pek çok konunun takibini kendilerine bırakmış, böylece de kâra geçmişlerdi. Yaptığı can sıkıcı bir işti ama Uça’nın tabiriyle “En can sıkıcı işler en çok para kazandıran işler idi”. O yüzden o bu işi yapmayı seçmişti.
****
Danışman Özgür Güner de şirket performansı arttırmaktan ve İnsan Kaynakları kavramından söz etti konuşmasında. X, Y ve Z kuşakları idi konuşmasının odak noktası.
Y Kuşağı için “Sesini duymazsınız, gelip nefesinizi keserler” tabirini kullandı.
60’larda 80’lerde kullanılan İK sistemlerinin artık yetmediğini, X kuşağının görev adamı olmadığını ve sürekli sorguladığını, daha doğrusu X kuşağının Y kuşağının hormonlu versiyonu olduğunu anlattı.
Z kuşağı için henüz gelişen bir tabir yok herhalde ama onların da ayak sesleri duyulmaya başladı. Hızla yaklaşıyorlar.
****
“Mobbing’in İnsani ve Hukuki Boyutları” konusu Mobbing Uzmanı ve Koç Çağlar Çabuk, Avukat Yunus Egemenoğlu ile Avukat Pınar Şahin tarafından enine boyuna anlatıldı.
“Mobbing’in birinin canını kasten yakmak olarak tanımlarsak, mobbing sebebiyle yaşanan işgücü kaybı milyar dolarlarla anılıyor ve işverenleri vuruyor” dedi Çağlar Çabuk. “İnsan faktörünün olduğu her yerde mobbing de var. Her yapıda insana güveniyoruz ve insan hakları olmazsa olmazımızdır” diye devam etti. Liderlik ve yöneticilik arasındaki farkları anlatırken, dünyayı kurtaracaksa liderliğin kurtaracağını söyledi.
Yunus Egemenoğlu her davada “mobbing” olduğunu, mobbing’in fazla konuşulmasının konunun ilerlemesine engel olduğunu söylüyor.
Mobbing’i Bezdirme olarak çeviriyor Egemenoğlu. “Mobbing terimini yerli yerinde kullanmalıyız. Mobbing ve İş Güvenliği terimleri tazminat alabilmek için de kullanılıyor” diyor ve ekliyor, “Mobbing bulaşıcı bir hastalıktır. Mücadele edilmelidir. Yoksa tüm iş yerini sarar. Ve dava açmalarda mobbing teriminin geçmesi şirketin marka itibarını sarsar, marka değerinin düşmesine sebep olur.”
****
İlk günün son programı “Fark Yaratan İK Uygulamaları, İç Eğitmen Konsepti” üzerineydi ve konuşmacılar BOSCH’tan İK Eğitim Müdürü Şahigan Gurbet ve TOFAŞ’tan İK Alan Müdürü Mesut Cengiz idi.
****
İkinci gün HAY Group Türkiye Genel Müdürü Gökhan Toğrul’un “Sadakatin ve Bağlılığın Yeni Kuralları” başlıklı sunumu ile başladı. Çalışanların kalbini nasıl kazanırız ve bağlılığı nasıl arttırabiliriz sorularına cevaplar arandı. Dünyada altı trend vardı. Globalleşme, Çevresel Kriz, Demografik Değişim, Bireyselleşme, Dijital Yaşam, Tekonolojik yakınsama.
Bu altı trend ile mücadele edebilmek için de beş ana konu vardı. Şeffalık, Çeviklik, İşbirliği, İnovasyon ve Verimlilik…
Toğrul’un yenilik ve verimlilik üzerine verdiği örnek basitliği ile çarpıcıydı.
“Yenilik sol el ile yazı yazmaktır. Verimlilik ise sağ el ile”
****
İkinci günün heyecanla beklenen konuğu Fox TV Ana Haber Spikeri Fatih Portakal idi.
“Medyada İnsan Yüzleri, Yaşananlar ve Görünmeyenler” başlıklı konuşmasında; televizyon dünyasından, sürdürülebilir olmaya, yaptığı işi zirvede iken bırakmaktan, her an iş kaybetme korkusu ile yaşadığına ve ülkenin genel durumuna kadar pek çok konuya değindi.
Mesleğinin kuşku, merak ve soru sormak üzerine kurulduğunu, hiçbir zaman önyargılı olmadığını söyledi.
Fatih Portakal’ın konuşmasının tamamını dinlemek için 
tıklayın:
****
“İş Sağlığı ve Güvenliği’nde Bir Adım Öteye” sunumunu Vodafone ve Borçelik Uygulamaları’ndan Dr. Ali Rıza TİRYAKİ ile yine Vodafone Türkiye’den İş Sağlığı & Güvenliği, Çevre ve Refah Kıdemli Müdürü Ergün Tüzün yaptı.
“Yüksek Performanslı Kurumlar Yaratmada İK’nın Rolü”, Sütaş İnsan Kaynakları Başkanı Meltem Kalender Öztürk tarafından sunuldu.
Zirvenin son konuşmacıları olan görme engelli ikiz kardeşleri ben izleyemedim.
“Engelsiz Orkestra Selim & Kerim Altınok” kardeşler, hayat hikâyelerinden oluşan paylaşımlarıyla ve “Engelleri Aşmak” sunumlarıyla katılımcılara duygu dolu anlar yaşatmışlar.
Altınok kardeşler, aynı zamanda hukukçu, müzisyen, orkestra şefi, besteci, yazar, eğitimci, yönetici, keynot speaker, radyo programcısı ve sporcu kimlikleriyle, insanın hayatında her anlamda yetkin birey olabilmesi için asla bir engel olmadığını göstermişler.
****
İki gün boyu izlediğim bu organizasyon sonucunda anladım ki yöneticiler iletişimde zorlandıkları yeni kuşaklarla iletişim kurabilmek için kendilerine strateji arayışı içindeler.
Hatta belki biraz da kuyrukları sıkışmış.
X’leri geçtik, Y kuşağı ile başları epey bir dertte.
Bu kuşaklara hükmedilemiyor, rahatlar, sorguluyorlar, zorlanmaya gelemiyorlar, akıllarına yatmayan ve keyif almadıkları işleri yapmak istemiyorlar, bağlılıkları yok, kolay vazgeçebiliyorlar, ve dahası, ve dahası, ve dahası…
“Arkadan Z kuşağı geliyor. Bakalım onlarla ne yapacaklar?” derseniz, “Onlarla uğraşmak X ve Y kuşağına kalacağına göre onu da onlar düşünsün artık” derim…
Kısacası dostlar; zaman bize uymaz, biz zamana uyacağız.
Hayat hızla akan bir nehirse, asla tersine akmayacağını anlayacağız.
PERsonelimizi doğru YÖNetebilmek için işe önce kendimizi update etmekle başlayacağız.
Ve işte bu zirveler de bunun yolunu arıyor olduğu için bu kadar kayda değer…

Sosyal Medya ve Dijital Dünya Yazılarım
Teknoloji / 16 Ekim 2010
İnternet Çocukları / 10 Mayıs 2011
Kaset sardı! / 3 Ağustos 2011
Doğuştan Dijitalgillerden misiniz?
 / 7 Nisan 2012 
Teknolojik Kutlamalar / 18 Ağustos 2012
Her çıkışın var inişi / 16 Ekim 2012
Dijital Teşhir Çağı / 19 Ekim 2012
İnternet Çocukları ‘TIK’ladı / 2 Haziran 2013
Star Wars ‘OUT’, Siber Wars ‘IN’ / 28 Eylül 2013
İnterneti değil elektriği yasaklayın, rahatlayın!
 / 17 Ocak 2014
Ey ahali, bir bakın buraya!
 / 30 Ocak 2014
Yasaklara uyalım, uymayanları sallandıralım! / 8 Şubat 2014
Sosyal Medya Çöplüğü / 29 Mart 2015
Örgüden ayakkabı, kumaştan kaporta, ağdan bahçe / 12 Nisan 2015
X, Y ve Z’nin değerlerini bulunuz
 / 24 Mayıs 2015
Facebook Mezarlığı / 22 Temmuz 2015
Duyarsız Duyarlı / 12 Eylül 2015
Takdir alsan ne yazar / 27 Ocak 2016
Like and Share
 / 2 Şubat 2016
Zaytung dükkânı kapatsın! / 3 Mart 2016
Bilişim kaçıyor, hukuk kovalıyor
 / 23 Mart 2016
1. Robot Kaynakları Zirvesi ne zaman abi? / 1 Haziran 2016
Ne çektin be dostum!
 / 3 Haziran 2016
Dış çekim şeysi / 2 Ekim 2016
Çuvaldız Lazım Çuvaldız!
 / 24 Aralık 2016
Ey inananlar, korkmayın!
 / 9 Ocak 2017
İnternetime dokunanı buldum! / 25 Ağustos 2017
Roadster’ı alan Üsküdar’ı geçti / 7 Şubat 2018
Dijitalleşmeye Mecburuz! / 14 Kasım 2018
Bugünün Ötesi Neresi? / 31 Ekim 2018
Öğretmenler, dünya koptu gidiyor! / 22 Kasım 2018
‘Misinformation’larınızı kendinize saklayınız / 2 Aralık 2018
Kozan Demircan ile Geçmişten Geleceğe / 13 Aralık 2018
ZOOM’dan ZONK’a / 13 Mayıs 2020
Eyyy Sosyal Medya! / 2 Temmuz 2020

23 Mayıs 2015 Cumartesi

‘Aile Anayasa’sız Aile Şirketi olmaz

Eğer ki bir aile şirketiniz varsa Aile Anayasası'nı uygulamanız artık kaçınılmazdır.
Yoksa pek çok aile şirketi gibi batar, bir zaman hatırlarda kalırsınız. O günleri bilenler de dünyadan elini eteğini çekince mazinin derinliklerinde kaybolur gidersiniz..
Bu kayboluşlarda; şirketi kuran birinci neslin şirketi ikinci nesle devredememesi; her işi kendisinin yapıp, arkadan gelen nesli sonsuz bir rahat içinde yüzdürmesi değil midir?
Ölümsüz olduğunu düşünen baba tarafından bilgi ve beceri aktarımı yapılmadığı takdirde olan hem çocuğa hem de binbir emekle kurulmuş olan kuruma oluyor.
Yaşanan deneyimlerden alınan dersler ile oluşan Aile Anayasası'nı uygulayan şirketler ise nesilden nesile büyüyerek sürüyor.

Bursa Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın BAOB'da düzenlediği basın toplantısında İznik'te gerçekleşecek olan ‘1. Kurumsal Yönetim ve İç Kontrol Sempozyumu'nun tanıtımı yapıldı. Tanıtımda konuşan BSMMO Başkanı Ahmet Hikmet Sönmez şunları söyledi:
"Etkin bir iç kontrol sistemi ile desteklenen kurumsal yönetim anlayışının benimsenmesi; şirketlerde kurumsallaşmanın sağlanması açısından önemli bir adımdır.
Ülkemizde faaliyet gösteren şirketlerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan aile şirketlerinde kurumsal yönetim ve iç kontrol anlayışlarının benimsenmesi ve uygulanması; aile şirketlerinin nesiller boyu faaliyetlerini sürdürebilmesi açısından önem taşımaktadır.
Diğer yandan aile şirketlerinde aile içi çatışmaları en aza indirgemeyi amaçlayan aile anayasasının oluşturulması artık bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hem kurumsal yönetim hem de iç kontrol mekanizmalarının şirketlerde oluşturulmasında mali müşavirlere de görevler düşmektedir.
Bu çerçevede; kurumsal yönetim ve iç kontrolün önemine vurgu yapmak ve farkındalık oluşturmak üzere; Bursa Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası olarak, TÜRMOB'un katkılarıyla, İznik Belediye Başkanlığı ve İznik Ticaret ve Sanayi Odası işbirliğinde; 30-31 Mayıs 2015 tarihlerinde İznik'te ‘1. Kurumsal Yönetim ve İç Kontrol Sempozyumu'na imza atacağız."

Katılmayı çok arzu etmeme rağmen program çakışması sebebiyle katılamayacağım iki gün sürecek bu sempozyum boyunca şunlar konuşulacak.
* Aile Şirketlerinde Kurumsal Yönetim, İç Kontrol ve Aile Anayasası,
* Aile Şirketlerinde Risk Temelli İç Kontrolün Önemi ve Üst Yönetim Sorumluluğu,
* Etkin Bir İç Kontrolün Özellikleri, Etkinlik Nasıl Ölçülür?
* İç Kontrol Uygulaması Sunumu,
* Kurumsallaşma Yolunda Kurumsal Risk Yönetimi,
* İşletme Üst Yönetimindeki Uyuşmazlıkların Çözümü ve Kurumsal Yönetim,
* Kurumsal Yönetim Raporlaması: Türkiye'deki Gelişimi konularında Türkiye'deki çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin sunumları gerçekleşecek.
Sempozyum programı; son dönemlerin önemli konusu 'Aile Anayasası' ve 'Aile Anayasasının Oluşturulmasında Meslek Mensubunun Rolü' konulu panel ile sona erecek.
Türkiye genelinden meslek mensuplarının katılımıyla gerçekleşecek olan sempozyuma 50 ilden, 250 civarı kişi katılacak.
(Bursa dahil toplam 400 katılımcı olacak)
İznik ilçesinin sempozyum için tercih edilmesi hem İznik'in tanıtımı bakımından, hem de İznik ilçesine ekonomik ve sosyal bir hareketlilik getirmesi bakımından doğru bir tercih.
30 Mayıs günü 16:30-19:00 arasında İznik Belediyesi rehberliğinde bir çevre gezisi düzenlenecek.
Yine aynı günün akşamı İznik Grand Hotel Belekom'da canlı müzik eşliğinde bir Gala Yemeği yenilecek.
Programı ve birbirinden değerli katılımcıları gördükçe, bu sempozyuma katılamadığıma şimdiden hayıflanıyorum doğrusu....