Gazino kültürünün kültleri olan İstanbul beyefendileri 80'li yıllarda yerlerini demir tüccarlarına kaptırınca sanatın ve sanatçının da tarifi değişmişti hatırlarsınız.
Sonra da dönem dönem kazanç miktarıyla öne çıkan meslekler oldu. Bankerler olsun, müteahhitler olsun paraya para demediler, aldılar sattılar, kısacası saçtılar. Sonra da saçtıkları yerlere birer tüy dikerek battılar. Arkalarında saçılmış tüye bulanmış bir dolu mağdur ile iki dünyaya da yetecek kadar "ah" alıp battılar üstelik...
Son üç beş yılın zengini ise akla hayale gelmeyecek bir zat olmalı.
Ne kutucu, ne ocu ne bucu; kanımca o zat-ı muhterem şu kavuniçi direklerin "tasarımcısı" ve her adım başına serpme "iknacısı" zat...
Öyle ki; uzaydan biraz zumlayarak bir çekim yapılsa Türkiye neredeyse kavuniçi rengiyle oralardan dahi seçilecek.
O kadar mı diyeceksiniz, evet o kadar...
İşte ifşa ediyorum; bunların üreticisi olan zat bu dönemin voleyi vurmuş kişisidir.
Lakin kimdir, nedir, necidir, nerededir?
En geniş caddeden en dar sokağa kadar her bir yere genellikle birer metre, bazen de birer karış arayla dikilen o malum direkler için eminim ki herkes hayatının bir döneminde kendisine en az bir kez "hayır duası" etmiştir.
Şöyle iki elini havaya kaldırıp, içinden dışından saydırarak üstelik...
Allah kabul etsin. Amin...
Arkadaş; öncelikle o direklerin dikilmesindeki amacı anlamış değilim ben...
Yaptığın, "Sen buraya park etme, yoksa yolu daraltıyorsun, diğer araçlar geçemiyor" demekse, o zaman senin yaptığın ne?
Kaldırımın bir metre dışına diktiğin direğe değmeyelim, karşıdan gelen arabaya sürtmeyelim, diğer taraftaki park etmiş araçlara teğet geçelim derken kılı kırk yarıyoruz.
Yok; "Biz sağa sola şahane otoparklar yaptık, git oralara park et, sudan ucuz" diyorsan, sana öyle geliyor. Girdin-çıktın 5 (yazıyla BEŞ) TL. Kaldığın saat kadar da katlaması serbest. Mesela gün başında bıraktığın aracını gün sonunda almaya gittiğinde karşılaştığın bedel sebebiyle aracı alamıyorsun, otoparka hibe edip arkana bakmadan kaçıyorsun.
Üstelik elinizde o kadar mal fazlası var ki; yolun ortasına ayrı koyuyorsunuz direkleri, kenarına ayrı. Yollar bölünmüş yolun dışına çıktı, labirent koridorlarına döndü.
Bu labirentlerde yol almaya çalışırken yeterince iyi şoför değil miyim acaba diye sormaya başladım ben kendi kendime artık.
"Geçersin kızım sen buradan" deyip bol kazıklı yollardan söylene söylene geçiyorum, lakin bir yandan da niçin bu kadar strese girdiğimi sorguluyorum.
Maziye bir bakıver
90'lı yıllarda taşındığımız ve o zamanlar geniş olmasına bayıldığımız yollarımız birer birer daraltıldı. Yol kenarlarına araçlar için park cepleri yapıldı.
Yapıldı da; o minicik ceplere sığar mı bizdeki araç sayısı?
Hedefi tutturamayan araç satıcısının canına okunma korkusundan hep.
Her evde en az iki araç.
Ne otopark alıyor, ne cep-park...
Yollar böyleyken böyle. Ya kaldırımlar? Kaldırımlar adeta birer otoban genişliğinde.
Geniş olmaları güzel ama üzerinde trafik akmıyor.
Çünkü bizim buralarda yaya yok, sürücü ise haddinden fazla çok.
Sürücülere ait metrekarelerce alan, yollardan çalınıp kaldırımlara aktarılınca ve araçlar dar yollarda kullanılmaya mecbur bırakılınca, bir de üzerine kavuniçi direk terörü eklenince; sanki her daim direksiyon sınavındayız hissiyatındayız.
Mübarek zulüm ki ne zulüm...
Bu durumdan halet-i ruhiyemiz ayrı hasar görüyor, araçlarımız ayrı.
Hasardan sebeplenenlerin kazançları yerinde maşallah.
Hele direkçi, merak ediyorum "O" acaba kaç köşe...
****
Şimdi arkadaş; yok mu bir babayiğit şu direk terörüne bir son verecek ve hepsini tek tek sökecek?
Kaldırımları, yolları, yerleri akil insanlara teslim edecek.
Duyarsız ve saygısız sürücülere diyecek lafımız yok zaten.
Onlara ne direk söküyor ne ceza.
Olan hep bize, hep bize..
Şu yazıyı yazarken fotoğraf çeksem de yazının içinde paylaşıp belgelesem mi acaba diye düşündüm önce; sonra da fotoğrafa ne hacet, herkes en az benim kadar görüyor nasılsa dedim.
Hele bir bakın;
Önüm-arkam-sağım-solum, EBE!
Her kimsen sen ey direkçibaşı, sana da SOBE!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder