26 Ağustos 2015 Çarşamba

Ya İrlandalı boksör çıkmasaydı!

Gün geçmiyor ki bir çılgınlık haline şahit olmayalım. Gün geçmiyor ki ağlasak mı gülsek mi durumlarda kalmayalım.
Zembereği kurulmuş gibi yaşayan, en ufak bir ters durumda tersten de ters olan, anlayıp dinlemeden saldıran, birlikten kuvvet doğar deyip bir parmak şıklatmada bir araya gelerek Voltran'ı oluşturan ve tek bir kişiye dahi onlarca kişi saldıran, teke tek durumlarda ise çok zaman yaya kalan bir güruh var ve bu güruh her an sıradan birini linç edebilir.
İstanbul Aksaray'da bir otelde kalan İrlandalı turiste yapılmaya çalışıldığı gibi...
Video görüntülerini izlediğim olayda İrlandalı olduğu söylenen turist su almak için marketin önündeki su kabinini biraz sert açınca, sallanan kabinin içindeki su şişeleri de açılan kapıdan yere düşüp etrafa yayılınca koptu kıyamet.
Turist saçılan şişelere şaşkın şaşkın bakarken market sahibi elinde sopayla attı kendini dışarıya. Turist ne olduğunu anlamadan başladı tepesine sopalar inmeye. Ardından Komşu Cemil'in "Koş Sevim, kavga var!" nidasını duyan esnaf da girdi işin içine. Eline ne geçerse kaparak kavgaya koşan onlarca insan saldırdı 1 (yazıyla BİR) tane adama.

Lakin adam normal adam değil, Bruce Lee çıktı.
Hatta adamın içinden Rocky Balboa çıktı.
Hatta adamın içinden Malkoçoğlu Cüneyt Cüreklibatur çıktı.
Aslında boksör olan adam bizim tayfaya daldıkça daldı, dalmaya doyamadı dinlendi dinlendi yeniden daldı.
Hele kendisine yumruk sallayan tüy siklet bir vatandaşımızı tek bir fiske ile yere serdi ki, yere serildikten sonra ayağa kalktığını gördüğümüz vatandaşın feleği tam anlamıyla şaşmıştı. Sallana sallana kaldırıma çıktı. Zannedersiniz ki 'akşamdan kalma'...
10 gün iş göremez raporu alsa yeri.
Kanımca daha da her çağrıldığı kavgaya koşmaz.
Eee, her kuşun eti yenmiyor malum...
****
Şimdi işi tersine çevirelim.
Ya o adam gerçek bir boksör olmasaydı?
Ya o adam kendini savunamasaydı?
Ya o adam her tarafına inen sopaların, tekmelerin, yumrukların arasında kalarak öte tarafı boylasaydı?
Bir 'linç'e imza atmış olacaktık böylece değil mi?
Sonra da "zaman aşımından"....
****
Cana geleceğine cama gelsin derdi bizim büyüklerimiz oysa.
Su'dan sebeplerden kavga çıkmaz derdi.
İncir çekirdeğini doldurmayan şeylere kafanızı yormayın derdi.
Hoşgörü, sabır, tevazu ve edep ile yoğrulurdu hayat.
Bilmediğimiz bir yerlerde ise aynı hayat kin, öfke, kibir ve şiddet ile yoğruluyormuş meğer.
Acıyla öğrendik...
****
Yazımızın sonunda tekrar İrlandalı turiste ve Aksaray esnafına dönelim ve havuz problemi misali bir soru soralım. Bakalım kim bilecek.
Soru:
"Bir Türk dünyaya bedelse ve bir İrlandalı da 15 Türk'e bedelse, bir İrlandalı kaç dünyaya bedeldir?"
Hadi kolay gelsin...
****
Bu arada; sopa ve sandalye darbelerine yumruklarıyla karşı koyarak fenomen haline gelen turistin, Kuveyt asıllı İrlanda vatandaşı Mohammed Fadel Dobbous olduğu ortaya çıkmış.

25 Ağustos 2015 Salı

Hıııı, taaaaam o zaman!


Ölenin arkasından konuşulmaz ama ölenin arkasından konuşanlar hakkında gayet güzel konuşulabilir.

Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde teröristler tarafından şehit edilen Yüzbaşı Ali Alkan'ın ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan'ın cenaze törenindeki tepkisinden sonra aile için 'Malatya Alevisi', 'Ulusalcı', 'PKK propagandası yapıyor' ve 'paralel' deniliyor hedefe kilitli dedikoducu troller tarafından.
Usta'nın dilini kullanıyorlar yani...

Şehit Ali Alkan alevi imiş.
Eeee?
Şehit Ali Alkan ulusalcı imiş.
Eeee?
Şehit Ali Alkan paralel imiş.
Eeeee?
Ha bir de PKK propagandası yapıyormuş.
Hııı, taaa(m)am o zaman, dağılalım...

Yani diyor ki "Boşuna üzülmeyin, hatta ‘iyi olmuş' diye sevinin".
Yani diyor ki "Neyine üzüleceksiniz?"
Yani diyor ki "O da insan mı la!"
Yani diyor ki "Saldırın!"...

Orduya alırken sesini çıkartma, savaşa yollarken sesini çıkartma, sonra şehit olup da cenazede bir feryat yükseldi mi, "Ama o bir Alevi!"...
Hıııı, taaaaam o zaman...
****
Kişiler birbirlerini sevmek zorunda değiller.
Kimsenin dinini, ideolojisini tasvip etmek zorunda değiller.
Peki ya siz devleti niye kişiselleştiriyorsunuz?
Niye devletin tüm organlarını kendi hırsına kurban ediyorsunuz?
Devlet halkındır,
Hükümet de halkındır.
Hükümet devlet eliyle halkına hizmet eder.
Yani halkı için vardır.
Halkının insanlarını ayırt etmez, halkını bölmez.
Hani balkon konuşmalarında diyordunuz ya "Bana oy vermiş vermemiş herkesi kucaklayacağım" diye...
Unuttunuz zannedersem...

Yoksa sizde unutma hastalığı da mı var?
Hııııı, taaaaaam o zaman...

Canınız 'köfte' mi çekti?

Yediğini içtiğini kendisi bilen, söylemek gerektiğinde de söze "Söylemesi ayıp...." diyerek giren bir neslin ahfadı olarak yeme-içme muhabbetlerini paylaşma konusuna az biraz hassasım ben de.
Lâkin iyi yapılmış bir yemeği tavsiye etmekten ya da tarifini vermekten imtina etmem.
Sezar'ın hakkı Sezar'a der, "Ellerine Sağlık"ı ağız dolusu söylerim.
Mutfak işinden anlayan bir insan olarak iyi bir yemeğin geçtiği evreleri bilirim çünkü.
İyi bir malzeme ile yemeği pişirme esnasındaki itina ve sevgi bir araya geldi mi o yemek tadından yenmez.
Yani iyi bir yemekte malzeme ne kadar önemliyse "el" de o kadar önemlidir.
Bir de her keresinde aynı lezzeti yakalamak.
Ve o lezzeti nesilden nesile aktarmak...
****
Bursa'ya mâl olmuş değerlerden birisi de 'Rodop Köfte'dir.
Tarihidir.
Eskidir.
Zaman içinde pek çok badire atlatmış olmasına rağmen, tüm zorluklara direnerek insanlara iyi köfte yedirmek derdindedir.
Ve Çekirge'deki yerinde elan hizmetinizdedir.
****
Köfteyi çok seven ama dışarıda köfte yemeyi pek tercih etmeyen biri olarak önünden defalarca gelip geçmeme rağmen yıllardır Rodop Köftecisi'ne girip bir porsiyon köfte yememiştim.
Üstelik mekân sahipleri aile dostumuz iken. Üstelik defalarca davet edilmiş iken.
Sonunda geçtiğimiz günlerde şeytanın bacağını kırdım ve Serhat-Hümeyra Şensoylu'ya "Ben geliyorum, köfteler ızgaraya atılsın" dedim.
Bir yandan köftelerin tadına bakarken bir yandan da sohbet ederiz, ben de Rodop Köftecisi'nin tarihini öğrenirim ve sizlere de anlatırım derdindeydim.

Rodop Köftesi nereden gelmiş?
1942 yılında Yunanistan'ın İskeçe kasabasından Türkiye'ye gelen Halil Şensoylu o tarihte Besler Köfte'nin yanında işe başlıyor. Köfte işini Besler'den öğrenerek dört yıl sonra, yani 1946'da Setbaşı Köprü çıkışında, bugünkü Mahfel'in bahçesine denk gelen yerde kendi dükkânı olan Rodop Köftecisi'ni açarak işe başlıyor.
Araya bir "flash back" yapalım:
Serhat Şensoylu ile evlenen Hümeyra Barçın henüz yeni gelin iken kayınvalidesi ile birlikte Mehmet Besler'i ziyarete gidiyorlar. Mehmet Besler diyor ki; "Senin kayınpederin var ya senin kayınpederin, o çok uyanık bir adam. Ben bu mesleği yaptım, kimse benden bu formülü alamadı. Bizim bir imalathanemiz vardı. Orada malzemeyi kendi formülümce koyar, köfteyi hazırlar, sonra ustaları çağırırdım, onlar karardı. Ama senin kayınpederin imalathanedeki bir ahşabın budağını çıkartarak kendisine göz deliği açmış ve ne yaptığımı oradan gözleyerek öğrenmiş. Ama helâl olsun, iyi öğrenmiş. Hatta boynuz kulağı geçer denir ya, o beni geçmiş."

Yeninden günümüze geri dönelim;
1952 yılında Mahfel'deki dükkanların yangında yanması ve yıkılmasıyla birlikte sırasıyla Basat Caddesi'ne (şimdiki Ressam Şefik Bursalı Caddesi), Santral Garaj ve Ulu Cami'nin karşısındaki Çınarlı Oteli'nin altına açılıyor Rodop Köftecisi. 1992 senesine kadar çalışıyor bu işletmeler. Sonra Santral Garaj'da devam ediyor. Hafif Raylı'nın Osmangazi İstasyonu Santral Garaj'a denk gelince Rodop Köfte oradan da ayrılıyor. Bu arada sağlık sorunları sebebiyle köfteciliğe biraz ara veriliyor.
Şu anda ise işletme üçüncü nesil köfteci olarak Serhat Şensoylu'nun oğulları Oray ve Barçın Şensoylu kardeşler tarafından Çekirge Meydanı'nda hizmet vermeye devam ediyor.
Torunların amacı, dedelerinin ismini yaşatmak ve bu isme lâyık olmak...

Biraz da köfte konuşalım;
Köftenin tarifini istemeyeceğim tabii. Ama yine de biraz soracağım, hangi et, hangi yağ, hangi usta?
Ustalar Halil Şensoylu döneminden beri aynı ustalar. Şu anda 63 yaşında olan Veysel Usta askere gitmeden önce işe başlamış, askerlik dönüşü yine dönüp gelmiş. 70 yaşında olan Aydın Usta ona keza.
Ve mekânın en eskisi 74 yaşındaki Hasan Usta ona keza.
Hepsi o gün bugündür vefa ile hizmete devam ediyorlar.
Emekli olmalarına rağmen dükkânı yalnız bırakmıyorlar ve mekânın sembolü olmuşlar.
Laf aramızda ustaların yaşını duyunca şaşırmadım değil. İkisi de gayet dinç ve genç idiler.
Eskiden zihnimize nakşolan yaşlılık kavramı ile bugünün yaşlıları pek uyuşmuyor ya neyse...

Köfteye dönelim; yüzde yüz yerli kesim danalardan ve özellikle hayvanın özel yerlerinden alınan etlerden yapılıyor kıyma. O kıyma bir gece dolapta dinleniyor. Sona ekmekleniyor. Sonra da soğan suyu katılarak pişmeye hazır hale getiriliyor. Köftede kesinlikle iç yağ, katkı malzemesi ya da sakatat kullanılmıyor.
Günlük belli bir porsiyondan fazla köfte yapılmıyor. İhtiyaç halinde akşam üzeri tekrar bir fasıl köfte yapılıyor.
Menüde köfte dışında kuzu şiş ve kuzu pirzola da mevcut.
Günümüzün olmazsa olmazı olan 'evlere servis' hizmetini Rodop Köfte de veriyor.
Özellikle Yemek Sepeti'nde çok başarılılar.
"Şu anda Yemek Sepeti'nde Bursa'da en fazla beğeni alan mekânız" diyor Hümeyra Hanım. "Bir porsiyon köftede 140-150 gr et yemiş oluyor" müşteri diyor bir yandan da.
O bunları anlatırken bana da web sitelerinin adresini duyurmak düşüyor.
Siteye ulaşmak için tıklayın:
****
Biz sohbet ederken mangalda pişmiş köftelerimiz de geliyor. Kaşarlı ve klasik olarak karışık köfte istemiştim ben.
Evet, Hümeyra Abla (Hanım demeyi bıraktım) haklı; bıçak kesmez, soğuduğu zaman taşa dönen köftelerden değil bu köfteler. Bu yumuşaklık hayvanın özel yerinden alınan etlerden dolayı imiş zaten. Onu söylemişti az önceki konuşmamız esnasında.

Köftenin yanında tabakta közlenmiş domates ve biber, ortaya piyaz, yanına ister şıra ister ayran, ister kola... Yemeyi çok tercih etmesek de masaya gelen ekmek sünger gibi değil, tok bir ekmek. Bir dilim de olsa yedik tabii.
Devamında kaymaklı Kemalpaşa Tatlısı (Tatlı hanesine kış mevsiminde kabak tatlısı da dahil oluyormuş) ve üzerine sıcak sıcak demleme çay...
Yanında Ustalarla olsun Hümeyra Abla ile olsun uzun uzun sohbet.
Karşısında Kervansaray Otel, önünde Çekirge Caddesi ve kapının önünden akıp giden yaşayan bir şehrin canlı dokusu...
**** 
Her gittiği yeri anlatmıyor insan malum. Hizmet iyi değilse eş dost hatırı da geçmiyor.
Bursa'ya değer katan, işinde iyi, insanın yüzünü ağartan yerler olunca ise insan görmezden gelemiyor.
Hele de işin içinde kocaman bir yürek ve bir o kadar da hayat mücadelesi varsa, alıp başına taç ediyor...
Veda vakti geldiğinde ise bir selfie çekilmeden olmuyor... :)

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Çingeneye beylik vermişler...

Cenazemiz var.
O kadar çok var ki hem de...
Hangi birine dönsen, hangi birini dinlesen, hangi birine döksen gözlerindeki yaşları...
Tabutlar sıra sıra,
İnsanlar tükenmiş.
İnsanlar isyanlarda...

Şehit cenazelerinde ön saflarda yer tutanlar var bir de.
Aileden değil.
Şehidin yakını değil.
Sadece 'protokol'!
VIP yani...
Mevta mühim bir şahsiyetse ön saflar yakın olmasa da hatırlı kişilerle doludur.
Hatırlı ve saygın kişiler törene katılmış ve acıya ortak olmuşsa şükran duyulur.

Lâkin şehit cenazeleri başka...
Orada 'makam' olmaz.
Orada 'sıra' olmaz.
Orada 'parti' olmaz.
Orada 'ego' olmaz.

Orası ölenin en yakınlarını iteleye iteleye ön saflarda yer tutup kameralara 'şov' yapma yeri değil;
Orası saygı, acı ve yürek yeridir.
İnsanları isyana sevk etmek, sonra da isyan edenleri bir bir fişlemek için mi geliyorsunuz siz bu cenazelere, yoksa kalbiniz gerçekten ağrıdığı ve bu ölümlerden bir nebze olsun sorumluluk duyduğunuz için mi?
Öyle olsa anlardı bu millet değil mi?
Ki olmadığını anladığı gibi...
O gençler 8'er 10'ar elden gidiyorlarken bir de insanlara şehitlik mertebesinin kutsallığını öğretmeye çalışıyorsunuz ya; bu ufak hesaplarınızla kutsal kavramların tümünden nefret ettiriyorsunuz...
Üstüne üstlük bir de memleketin gidişatından şikâyetleniyorsunuz.
E biz ne yaptık şimdi?
Her ne yaptıysanız siz yaptınız 13 senedir.
"Duble duble yollar!" diye haykırıp yolları gözümüze gözümüze sokarken iyiydi.
Sevaplar sizin günahlar bizim mi oldu şimdi?

Bakın artık millet susmuyor.
Bakın artık millet galeyana geliyor.
Bakın artık her şey sarpa sarıyor.
Ha istediğiniz buysa eğer,
İstediğiniz bir iç savaşsa ona da ramak kaldı...
****
Son yıllara bakıp bakıp "Çingeneye beylik vermişler önce babasını kesmiş" deyişi geliyor insanın aklına.
"Akılsız başın cezasını onu kendine baş seçenler çeker" geliyor.
"Kurunun yanında yaş da yanar" geliyor...

Demem o ki insan ya makamına yakışmalı ya da yakıştığı makamdan fazlasına zıplamamalı.
Seçenler de yakışmayacak insanlara o makamları sunmamalı.
Yoksa kesilmedik ne babamız kalacak, ne de evladımız...

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Bilemedim, seçemedim…

751’de Türkler’in İslamiyetle tanıştığı Talas Savaşı’ndan girdim Türk tarihindeki savaşlara, Türklerin en geniş batı sınırlarına ulaştığı ve Batı’daki son toprak kazanılan anlaşma olan 1672’deki Bucaş anlaşmasına, oradan 1699’da Osmanlının toprak kaybettiği ilk anlaşma olan Karlofça Anlaşması’na ulaştım, oradan da 1921’deki Sakarya Savaşı’na kadar olan geri çekilmeyi başlatan 1683’deki II. Viyana Kuşatması’na kadar dayandım.
Yaklaşık 238 sene boyu kaybedilen savaşlar, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemâl ile başlayan süreç ve 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve kuruluştan 40 yıl sonra da bu Cumhuriyet’in içinde buldum kendimi.
70’li yılların ikinci yarısından sonrasına kadar iyiydi her şey benim için.
Kötü olanların da ben farkında değildim.
Çocukluk güzeldi, ailem güzeldi, dünyam küçüktü ve o hepsinden güzeldi.
Sonra başladı “Sağ-Sol”…
İlk gençlik günleri tam bir karmaşa içerisinde geçti. Sonra huzur(!) sağlandı netekim.
Devamını hepiniz biliyorsunuz…
Türk Tarihi böyleyken Dünya Tarihi de pek farklı değil.
Tarih boyu yaşanan savaşları araştırırken en büyük 10 savaş ve bu savaşlarda yitip giden insan sayısı takıldı gözüme.
1. İkinci Dünya Savaşı 1939 – 1945 / Dünya Genelinde – 40.000.000 Ölü
2. Moğol İstilası 1206 – 1368 / Avrasya – 30.000.000 Ölü
3. Qinq Hanedanlığı’nın Ming Hanedanlığı’nı Fethi 1616 – 1662 / Çin 25.000.000 Ölü
4. Taiping İsyanı 1851 – 1864 / Çin –  20.000.000 Ölü
5. I. Dünya Savaşı 1914 – 1918 / Dünya Genelinde – 15.000.000 Ölü
6. Timur’un Fetihleri 1369 – 1405 / Rusya,Asya – 15.000.000 Ölü
7. An-Lu Şan İsyanı 755 – 763 / Çin – 13.000.000 Ölü
8. Dungan İsyanı 1862 – 1877 / Çin –  8.000.000 Ölü
9. Rusya Sivil Savaşı 1917 – 1921 / Rusya – 6.000.000 Ölü
10. İkinci Kongo Savaşı 1998 – 2003 / Kongo –  5.400.000 Ölü
Buradaki rakamlara göre 177 milyon, hesaba katılmayanları da katarsak belki de 200 milyon ölü…
İlk 10’un dışında yaşanmış binlerce savaş var irili ufaklı.
Onlarda da yitip giden milyonlarca insan var…
****
Niye savaşları araştırıyorsun derseniz, kendime savaşsız bir zaman dilimi arıyorum şu dünyada.
Varsayıyorum ki elimde bir zaman makinesi var ve ben bir tuşa basarak istediğim zaman dilimine gidebileceğim…
Altı üstü 70-80 sene yaşayacağım nasılsa. Onu da şöyle 'hırsız-gürsüz', kimsenin kimseyi taciz etmediği, konuda komşuda da savaşın olmadığı, kıyımların yaşanmadığı bir dünyada yaşasam fena mı?
Savaş geçirmemiş ülke yok belki ama şu anda savaşmayan ve barış içinde huzurla yaşayan ülkelerin sayısı da az değil.
Nasıl başarıyorlar peki?
Vatansa vatan, insansa insan…
Ya başaramayanlar nasıl başaramıyor?
Onlarda da vatansa vatan, insansa insan…
****
Biz başaramıyoruz mesela.
Tam “Oh diyelim, işimize dönelim” derken karışıyor ortalık yeniden.
Bir anda basılıyor düğmeye, bir anda toz dumanın ortasında kalıyoruz…
Yeni yetme delikanlılar ellerine yakışmayan silahlarla verilen emirlere itaat ediyorlar.
Kurt savaşçılar ise paramparça ediyor o tazecik bedenleri çoğa varmadan.
Haneye düşen ateşin ardından geride kalan ise canhıraş bir isyan, tarifsiz bir acı ve her biri bir ömre bedel milyonlarca gözyaşı…
2015 Haziran dan beri dört yüze, son birkaç günde ise 20'ye yakın şehidimiz var
Ki her “1” tanesi anasının babasının göz bebeği…
Ah bilemedim nerelere gideyim…
Hangi yıla, hangi çağa?
****
Soruyorum durmaksızın; 

Öte taraftaki Cehennem ve Ateş bu tarafta olabiliyor da; yine öte tarafta vaat edilen Cennet ve Barış niçin bu tarafta olamıyor?
Ve cevaplıyorum yine kendimi; bu dünyadaki cenneti de cehennemi de yaratan hep insanoğlu.
Her çağda, her mecrada Melek de o, Şeytan da o…

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kuşatma Günleri 2015

7 Haziran'dan beri yaşananlara bakıyorum da; 9 Temmuz'da hükümeti kurma görevini Cumhurbaşkanı'ndan alan Davutoğlu bu görevde bir türlü başarılı olamadı ve sonunda bu gece itibari ile görevi Cumhurbaşkanı'na iade etti.
Partiler arası 'git-gel'ler, mekik dokumalar, koalisyon için oradan oraya koşturmalar bir işe yaramadı.
Sanki sahnede bir oyun vardı ve karakterler sahneye bir kapıdan dalıp diğer kapıdan çıkıyordu. Sert kapı çarpmaları, yükselen sesler, teatral davranışlar, bir edalar, bir çalımlar...

Onlar sahnede böyle performanslar sergilerlerken ve biz de bu oyunu sabırla izlerken geçen yaklaşık 2.5 aylık zaman diliminde neler olduğunu araştırdım biraz...
Haberler şöyle:
* 5 Haziran Cuma gün sonunda 617 milyar lira olan borsa şirketlerinin değeri, koalisyon sürüncemesi yüzünden 60 milyar lira azalarak 557 milyar lira oldu. Hükümet belirsizliğinin faturası daha şimdiden en az 60 seçime bedel hale geldi.
* Serbest piyasada 5 Haziran Cuma gününü 2,67 liradan kapatan dolar, devam eden siyasi belirsizlik baskısıyla haftaya 2.84 seviyesinden başlayıp, tarihte ilk kez 2,86'yı aşarak rekor tazeledi. Merkez Bankası'nın açıkladığı son verilere göre; özel sektörün Haziran sonu itibariyle 212 milyar dış borcu bulunuyor. Bu rakamın 178,2 milyar doları uzun vadeli, 33,8 milyar doları ise kısa vadeliden oluşuyor. Borç dağılımının yüzde 62'si dolar, yüzde 31,4'ü avro, yüzde 4,5 Türk Lirası, yüzde 0,4'ü ise diğer para cinsinden. Bunun üzerinden basit bir hesaplama yapıldığında özel sektörün dış borcunun 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana yaklaşık 14 milyar dolar arttığı görülüyor.
Ya olacaklar?
* Olası bir seçimin maliyeti YSK harcamaları, parti ve adayların giderleriyle beraber ortalama 1 milyar lirayı bulacak. Daha yüksek rakamlara işaret eden spekülatif haberlere cevap veren Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; "Yardımı almaya hak kazanan partilere Ocak ve Şubat'ta ödemeler yapıldı. Bu yıl içinde yapılacak genel seçim için ek bir ödeme yapılmayacak" dedi.
* Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven; "7 Haziran seçimlerinde YSK olarak 189 milyon 851 bin 107 lira harcama yaptık. Bu seçimde de yaklaşık aynı rakamlarda maliyetimiz olur. Kesin bir rakam vermem mümkün değil" dedi.
* Erken seçimde AK Parti, CHP, MHP, HDP ve SP; 550'şerden toplamda 2 bin 750 kişiyi aday gösterecek. Her adayın ortalama 100 bin lira harcayacağı düşünülürse, bu 2 bin 750 kişinin toplam masrafı 275 milyon lirayı bulacak. Medya Federasyonu'nun yaptığı hesaplamaya göre, geçtiğimiz seçimde, bayrak üreticilerinden araç kiralamaya, tanıtım ve reklam giderlerine kadar çeşitli sektörlerdeki parti harcamaları, 500 milyon lirayı buldu. Bu rakamlar dikkate alındığında, sandıkların yeniden kurulmasının ekonomiye faturası 1 milyar lira civarında olacak.

İşin ekonomik boyutu bu durumda.
Artan terör boyutunu canlı canlı yaşıyoruz.
Açılım sürecinde gelmeyen şehit cenazeleri adeta o günleri telafi edercesine her gün artarak geliyor. Anaların babaların yüreğine kan yağıyor...
****
Bütün bu olanlar bana bir kuşatma altında olduğumuz hissi veriyor.
Bilirsiniz, sözlük anlamı ile kuşatma; bir şehrin, bir ülkenin ya da bir bölgenin abluka altına alınıp dış dünya ile ilişkisinin kesilmesidir. Kuşatma, düşmanın dışarıyla ilişkisini kesip, teslim olmaya yahut kuşatılan bölgeyi bırakıp kaçmaya zorlayan bir savaş taktiğidir.

Yazının başında yazdıklarıma bakıp siz de bu hislerimde bana hak vereceksinizdir eminim.
Koalisyon oluş(a)maması, hükümet kurul(a)maması, daha doğrusu erken seçimden başka çıkar yol olmadığının dayatılması için ne mümkünse yapılıyor.
Boğazımıza bir yağlı ilmek geçirilmiş, sıktıkça sıkılıyor, nefessiz kalıyoruz, boğuluyoruz.
Dizlerimize dizlerimize vuruluyor, dermanımız tükeniyor, yine de diz çökmek istemiyoruz.
Hızla "Kırk katır mı kırk satır mı?" seçimine doğru gidiliyor, gidişatı durduramıyoruz.

Görüyorsunuz; bu kuşatmanın tüm çıkışlarında "Ver Kurtul" yazıyor.
Ne yana dönseniz karşınıza Usta çıkıyor.
Belki de sarayında "Keşke Reis olmasaydım da şu 400'ü bir güzel çaksaydım" diye dövünüyor.
Bu arada da ne yardan geçebiliyor, ne de serden...
Neyse ki aynı zaman diliminde aynı insanın klonlanıp çoğaltılması hâlâ mümkün değil.
Olsaydı eğer, klonlanan binlerce "Usta" kendi aralarında "En Usta Benim" kavgasına girerlerdi ihtimal...
Peki ya o zaman biz kimden taraf olacaktık?
Bu kuşatmanın mağdurları olarak o zaman ne kadar dayanacaktık?

13 Ağustos 2015 Perşembe

Ve 'Sonsuza dek Barış'tılar...


Yurdun pek çok yerinde olduğu gibi Kumyaka/Siği'de de yıllarca barış içinde yaşamış Rumlar ile Türkler bir arada. Sonra Yunan askeri Anadolu'ya girince değişmiş işin rengi. Bir anda "komşuluk" rafa kalkmış ve en vahşi duygular çıkmış açığa.
"Çabuk çabuk, beş yumurta bir tavuk!" diyerek yumruklanan kapıların ardında korkuyla bekleşen Türk insanı kapıyı yumruklayan Rum'un isteğini yerine getirmeye çalışırken, daha düne kadar can ciğer komşuluk ettiği insanların bu denli değişmiş olmasına şaşırmış.
"Ah, demek ki yıllardır.........."
Sonrası savaş, sonrası mübadele, sonrası barış...
Ve yıllar sonra atalarının yaşadığı toprakları görmeye dünyanın dört bir yanından gelen Rumlar.
İyiymişiz oysa. Savaşa ne gerek varmış?
Varmış işte...
Sular dalgalanmadan durulmazmış.
Ama yeter artık.
Artık durgun suyu dalgalandırmayın. Durduk yere bulandırmayın.
Biliyoruz siz bulanık sularda avlanmayı seviyorsunuz ve o yüzden suyu bulandırıyorsunuz.
Lakin biz berrak sularda yüzmeyi seviyoruz.
Bitmek bilmeyen dalgalanmalarla bizi yoran denizin artık durgun halini yaşamak istiyoruz.

Bu yüzden de "Savaşın getirdiği kan izlerini suyla arıtıp 'BARIŞ'ı su'dan getirelim" diyor tarihinde pek çok medeniyet barındırmış Mudanya.
Bu yüzden bir rekora imza atmak istiyor.
Ki tüm dünya duysun Mudanya'nın Kumyaka sahillerinden yükselecek olan 'barış' çığlığını.
Gelecek nesillere ufak da olsa barış adına tarihe geçen bir çaba kalsın.
Gün gelip de "Siz ne yaptınız barıl için?" diye sorduklarında onlara verilecek bir cevabımız olsun.
Yetmeyecek evet ama yine de bir ses vereceğiz hep birlikte.
Ne mi yapacağız?
Suyun üzerinde duracağız...
Mecaz yapmıyorum, suyun üzerinde öylece duracağız...
Ve 30 Ağustos Zafer Bayramı günü Kumyaka sahilinde, saat 13:00'da denizin üzerinde 'Barış Sembolü'nü oluşturacağız.
Bu muhteşem görüntü de havadan fotoğraflanarak gelecek kuşakların barış simgesi olacak.
Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz'ın Kumyaka Sahili'ndeki İskolya Çay Bahçesi'nde düzenlediği basın toplantısı bu organizasyon üzerineydi.

Mudanya'yı "Barışın Başkenti" olarak nitelendiren Başkan, "Dünya'da barış kenti olmayı hak eden birkaç kentten biri olan Mudanyamızda, ‘Sonsuza Dek Barış' diye haykıracağız" dedi konuşmasında.
"460 gönüllü ile su üzerinde oluşturulacak bu tablo ile savaşta kazananın olmadığını vurgulayacağız" dedi.
Bir kentin belediye başkanının, kentiyle ilgili bütün değerleri öne çıkarması ve o kenti bütün Türkiye ve dünyaya, tüm güzellikleriyle tanıtması gerektiğinin altını çizdi.

460 yüzücü ile gerçekleştirilecek bu organizasyon, Guinnes Rekorlar kitabına girmek için resmi aday olmuş. Rekor denemesi İngiltere'den gelecek olan Resmi Guinness Hakemi ve Resmi gözlemciler huzurunda tamamlanacak ve sonuç aynı gün etkinlik sonunda Guinness hakemi tarafından resmi olarak açıklanacak.
Bu etkinliği daha önce; 2400 gönüllü ile 2012'de İzmir Konak'ta ‘İZİNDEYİZ', 5990 gönüllü ile 2013'de Bursa Nilüfer'de ‘DURUYORUZ' ve 2014'de 6000 gönüllü ile Ankara'da ‘ANITKABİRDEYİZ' projeleri ile Dev Atatürk Portreleri oluşturan fotoğraf sanatçısı Cumhur AYGÜN ve ekip arkadaşları gerçekleştirecek.
Etkinlik bilgileri Sonsuza Dek Barış internet sitesinden ve sosyal medyada da sonsuzadekbarış sayfasından izlenebilir.

NASIL KATILABİLİRSİNİZ?
Gönüllü katılımcı olmak ve barışı tarihe yazmak için 14-21 Ağustos 2015 tarihleri arasında Mudanya Kent Konseyi'ne 10:00 - 20:00 saatleri arasında şahsen başvurup form doldurarak kaydınızı yaptırabilirsiniz. Bu etkinlik tamamen başvuru tarihleri arasında ilk kayıt yaptıran 460 kişi ile gerçekleşecek. Etkinlik öncesinde kayıt ya da rezervasyon gibi bir ihtimal olmayacak. O yüzden elinizi çabuk tutun.
Etkinliğe katılabilme şartları:
- 15 yaşından gün almış olmak. (Reşit olmayan katılımcılar için ailelerinin yazılı izni gerekmektedir.)
- İyi derecede yüzme bilmek
- Herhangi bir sağlık sorunu bulunmamak.
Katılımcılar etkinlik günü olan 30 Ağustos'ta Kumyaka'ya gelip, kayıt masalarından sıra numaralarını, can yeleklerini ve şortlarını teslim aldıktan sonra, etkinlik alanında bulunan soyunma kabinlerine yönlendirilecekler. Hakemlerin gözetiminde suya girerek sıra numaraları ile eşleşen mantar dubayı bulacak ve 30 dakika kadar hareketsiz kalarak barışı suya yazıp tarihe geçecekler.
460 kişinin Kumyaka sahilinde gerçekleştireceği bu eşsiz görüntü, hava fotoğrafları ile ölümsüzleşecek. Tüm etkinliğin hazırlık sürecini ve tamamlanmasını içeren video belgeseller de tarihe bırakılacak.

Katılımın yüksek olacağını düşündüğüm o gün aynı zamanda memleketim de olan Kumyaka'ya ya erken ya da bir gece önceden gitmeyi planladım ben. Malum o kadar araç ve o kadar insan akacak küçücük köye. Siz de tedbirinizi şimdiden alın.
Biz basın toplantısının ardından Başkan Türkyılmaz ile ayaküzeri 'Sahillerimize Denizotobüsü ve Feribotun Olumsuz Etkileri'ni konuşurken, projeyi gerçekleştirecek ekip de bu olumsuzlukların organizasyona zarar vermemesi için neler yapılması gerektiğini tartışıyordu.

Önce ekiple ve Mudanya Belediyesi Meclis üyeleriyle, sonra da basın mensuplarıyla çekilen fotoğraflar sonrasında 30 Ağustos'ta buluşmak üzere randevulaşarak dağıldı herkes.
Sonsuza Dek Barış için sizleri de bekleriz...
Siz de benim gibi Barış Sembolü'nün tarihçesini merak ediyorsanız tıklayın: