27 Haziran 2020 Cumartesi

Corona Günlerinde Ben

Corona Günlerinde Ben

Corona Türkiye’ye gelip, özellikle de şehirlerde hızla yayılmaya başlayınca karantina günlerimiz de başlamış oldu. Yoğun bir sosyal hayat sonrası bir anda inzivaya çekilince, üstelik korkuyla çekilince, ne yapacağımı bilemez oldum önce. Sonra hemen ayak uydurdum. Hattâ sevdim bile.
Sokağa çıkma yasağının olduğu sabahlarda sessizliğe uyanmak bana çok iyi geldi.
Çıkmak zorunda olmadığım hiçbir gün dışarıya çıkmadım.
Evde kaldım ve uzun zamandır okunmayı bekleyen kitaplarım ile izlenmeyi bekleyen filmlerime daldım.
Bugün de kendimle sohbet minvalinde bir video yaparak Corona günlerini nasıl geçirdiğimi anlattım.
Önceleri hiç kitap okuyamadım. Netflix’te pandemi filmlerine sardım. The Road, The Platform, Pandemic, World War Z derken baktım işin içinden çıkamayacağım, sonrasında kendimi tarihe, tarihi kitaplara ve tarihi filmlere verdim.
Bir yandan da YouTube üzerinden Cüneyt Özemir’i düzenli izlemeye başladım. Özge ErsuCoşkun Aral ve Gani Müjde’nin videolarını hiç kaçırmadım.
Fatih Altaylı ile TekeTek Bilim, Flu TV Emrah Safa Gürkan, Biz10 TV Pelin Batu, Açık Beyin Sinan Canan, Colt Clark and the Quarantine Kids (tatlı mı tatlı bir ailenin hep birlikte müzik yaptıkları program) programlarını radyo dinler gibi dinledim.

Videoda bahsettiğim kitap ve film isimlerini yazılı olarak şu metinde bulabilirsiniz.
Bu videoyu çekmemde biraz da İlkin Başar Özal’ın Kısa I. Dünya Savaşı Tarihi ve Kısa II. Dünya Savaşı Tarihi (henüz bitiremedim) kitapları sebep oldu. O kadar detaylı ve o kadar akıcı anlatılmış ki bu kitaplardan daha çok kişinin haberi olsun istedim. Sonra da devamı diğer kitaplar ve filmlerle geldi.

Corona Günlerinde Ben videomu izlemek için tıklayınız:
https://www.youtube.com/watch?time_continue=720&v=Rz2OQ5Nu2F4&feature=emb_title

Birinci Dünya Savaşı ile ilgili film ve kitaplar:
Kısa I. Dünya Savaşı Tarihi (İlkin Başar Özal), Sessiz Anzaklar (Serkan Ertem), Gelibolu (Peter Hart), Kayıp Osmanlılar (Arzu Arınel), Çanakkale 1915 (Tayfun Çavuşoğlu), Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok (Erich Maria Remarque), Atatürk’ün Ağzından Vahideddin (Falih Rıfkı Atay)

1. Dünya Savaşı sırasında yıkılan çarlığı anlatan Son Çar dizisi. Anastasia filmi (Ingrid Bergman, Yul Brynner), I. Dünya Savaşı sırasında Arabistanlı Lawrence (Peter O’Toole) ve Çöl Kraliçesi filmi, yani Gertrude Bell’in hayatı. Filmin başrolünde Nicole Kidman oynar.
I. Dünya Savaşı’nda savaşa katılan bir atın öyküsünü anlatan Savaş Atı filmi.(Steven Spielberg).
Savaş Karakaş’ın Gelibolu belgeseli izlenmeye değer.
Başrolünde Russel Crowe’un oynadığı, savaşmak üzere Gelibolu’ya gelen üç oğlunu aramak için gelen Avustralyalı bir çiftçinin hikâyesinin anlatıldığı The Water Diviner / Son Umut filmi. Ki, filmin en etkileyici cümlesini, Çanakkale’de ölen oğullarının naaşlarını bulması için Connor’a yardım eden Binbaşı Hasan söyler.
“Connor’a niye yardım ediyorsun?” diye soranlara, “Çünkü oğullarını bulmaya bir tek o geldi.” der.
Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut Gelibolu kitabında da kıtalararası acı bir bağa sebep olan Çanakkale Savaşı vardır. 2000 yılında Gelibolu’yu ziyarete gelen genç bir Yeni Zelandalı kadın olan Viki’nin, Çanakkale Savaşı gazisi bir Türk’ün aslında kendi büyük dedesi olduğunu, 1985 yılında eceliyle ölen ve Çanakkale’de çok sevilen bu Türk gazisinin aslen bir Anzak askeri olduğu iddia edişini anlatır roman.
I. Dünya Savaşı’nda Vera’nın anılarını anlatan Testament of Youth filmi de izlenmeye değer.

İkinci Dünya Savaşı ile ilgili film ve kitaplar:
Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi (İlkin Başar Özal), Fontamara (Ignazio Silone), İtalya’da Mussolini rejimini anlatılır, Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Ernest Hemingway)’da, İspanya iç savaşında Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasındaki savaşı ve Guernica tablosunun neden yapıldığı anlatılır.

Guernica
İspanya’da Malaga’da doğan ressam Pablo Picasso savaş yıllarında Paris’tedir. 1937 yılında Almanya, bombalarının tahribat gücünü İspanya’nın Atlantik kıyısında yer alan beş bin nüfuslu Guernica adlı kasabada dener…
Nazi Almanyasına ait 28 bombardıman uçağının saldırısı sonucunda iki bine yakın insan hayatını kaybeder. İki bine yakın masum insana ölüm birdenbire göklerden bomba olup gelir. Vakitsizce, habersizce ve vahşice. Kırmızı karanfiller atılır akan masum kanların ardından. Çok sayıda yaralının da olduğu kasaba yerle bir olur…
Bu katliam Picasso’ya GUERNICA tablosunu yaptırır.

Guernica / Pablo Picasso

The Endless Trench filmi, İspanya’da diktatör Franco’nun iktidarda olduğu 1936 yılındaki İç Savaştan 1969’daki genel af dönemine uzanan sıra dışı bir hikayeyi anlatır. Film, 30 yıl evlerinde saklanan komünistlerin anlatıldığı bir film.

Victory, Zafere Kaçış filminde. Paris’te 90 dakikalık futbol maçını,
Nazi ordusunun futbol takımı ile esir kampında tutulan müttefik kuvvetler subaylarının on biri arasındaki o 90 dakikayı, futbol sahasındaki iki kalenin önünde adeta bir meydan savaşına çevrilmesini izleriz. İşgal eden ile hürriyeti için direnen arasında, savunulan ve hücum edilen iki kalenin önünde tahkim olunmuş bir özgürlük savaşı gibi. Bombalara ve savaş toplarına değil en çok futbol topuna sahip olanın kazanacağı bir gaile. Böyle bir savaş filmi Zafere Kaçış.

Fransa demişken;
Fransa, tarih boyunca, daha doğrusu Paris Almanlar tarafından iki kere işgale uğramış. Biri III. Napolyon (1871) zamanında. Bir diğeri de İkinci Dünya Savaşı’nda.

Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la girdiği polemikte demiş ki: “Biz kurtarmaya geldiğimizde Paris’te Almanca öğreniyordunuz.”

II. Dünya Savaşı filmi Altınlı Kadın.
İspanya İç Savaşı’nı anlatan Geçici Mutluluk filmi.
Kwai Köprüsü, 2. Dünya savaşında Japonlara esir düşen İngiliz askerlerine, Japonlar tarafından Kwai Nehri’nin üzerinde stratejik konumu çok yüksek olan bir yerde köprü yaptırmalarını konu alıyor…
Alan Turing’in hayatının anlatıldığı Imitation Game filmi İkinci Dünya Savaşı’nda Kripto çözücü anlatır.
İkinci Dünya Savaşı’nda Mauthousen Fotoğrafçısı’nda İspanyol bir fotoğrafçının hayatını izleriz.
Unbroken, Yenilmez ine İkinci Dünya Savaşı’nda maraton koşucusunun hayatı Japonya’da.
Normandiya Çıkartması
Er Ryan’ı Kurtarmak
General Patton

İkinci Dünya Savaşı sırasında sinemada suikast yaparak yangın çıkartanları anlatan Inglouroius Basterds filmi.
Milada filmi ikinci Dünya Savaşı sırasında Çeklerin hayatını anlatır.
Çanakkale 1915 filmi I Dünya Savaşı sırasında.
Troçki’nin öldürülüşünü anlatan The Chosen / Seçilmiş filmi ya da Trochki dizisi izlenebilir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında nazilerin zulmü anlatan Çizgili Pijamalı Çocuk filmi çok iyidir.
Orkestra filmi çok iyidir.
Umut Bahçesi, yani İnsanat yani Zookeeper’s Wife filmi.
Edebiyat ve Patates Turtası Derneği filmi.
RipHagen İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere ele veren adamın filmi. Operation Finale, Oscar Isaac ve Ben Kingsley’in başrolünde oynadığı film.
The Resistance Banker Film, II. Dünya Savaşı sırasında Hollanda direnişini finanse eden banker Walraven van Hall’un hayatına anlatıyor.
Anne Frank’in Hatıra Defteri 
(İki yıl boyunca Hollanda’nın Nazilerce işgali sırasında ailesiyle birlikte saklanıyorken Anne Frank tarafından tutulan günlüğünü içeren kitap. Ölümünden sonra yazdıklarını onun adına yayımlayan ise ailenin sağ kalan tek üyesi ve çok sevdiği babası Otto Frank oldu. O günden bu yana Anne Frank’ın Hatıra Defteri, dünyanın en çok okunan eserlerinden biridir..)
Dunkirk / İkinci Dünya Savaşı 300 binden fazla asker Fransa’nın Manş kıyısındaki Dunkirk kentinden İngiltere’ye tahliye edilir.
Piyanist (Filmde, Nazi işgali altındaki Polonya’da yaşamanın imkansızlaştırıldığı bir dönemde, bir şekilde esir kampına gitmekten kurtulan ünlü piyanistin Varşova’nın kenar mahallelerindeki hayatta kalma mücadelesi anlatılır.)
Schindler’in Listesi 
(Oskar Schindler adlı bir Alman iş adamının 2. Dünya Savaşı zamanında Polonya’da kurduğu fabrikada Yahudi işçileri çalıştırmasını ve bu sayede 1100 Yahudi’nin hayatını kurtarmasını anlatır.)
Hayat Güzeldir 
(Yahudi oldukları için toplama kampına götürüldüklerinde Guido, oğluna esir kampının ve savaşın bir oyun olarak söyler.)
Sophie’nin Seçimi 
(Filmde, İkinci Dünya Savaşı’nı Yahudi kampları ve bir annenin çaresizliği anlatılır.)
Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini
 (II. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan’ın Kefalonia Adasında konuşlandırılan İtalyan Ordusu’nun yüzbaşısı ile yerli bir kadının aşk hikâyesi anlatılır.)
Curtis (Casablanca filminin yönetmeni Michael Curtis’in hayatının anlatıldığı filmde senaryoya müdahale edilmesi ve senaryonun defalarca değiştirilmesini görürüz. Çünkü film II. Dünya Savaşı’nı anlatan bir filmdir. Senaryo buna uygun olmalıdır.)
filmleri de II. Dünya Savaşı filmlerinden.

Filmler Ne Kadar Gerçek?
Sinema iyi bir anlatma aracıdır. Tabii ki herkes kendi tarafından anlatır. O yüzden izlenen filmler hakkında okuma yapmak vakanın daha iyi anlaşılmasını sağlar. Alev Alatlı’nın Hollywood’u Kapattığım Gün kitabı sinemanın algı ve toplum mühendisliği üzerine nasıl çalıştığını anlatır.

Kısa Birinci Dünya Savaşı Tarihi — Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi (İlkin Başar Özal)
I. Dünya Savaşı sonrası Almanya silahsızlanma anlaşmalarına uymayarak gizli gizli silahlandı ve Polonya’ya saldırdığında bütün kara ve hava kuvvetlerinin kullandı. Polonyalılar yeterince donanımlı değildi. Az sayıda savaş uçakları vardı. Onların modası da geçmişti. Polonya ordusu sayı bakımından yeterliydi ama model uçaktan ve nakil araçlarından yoksuldu süvarileri hala mızrak ve kılıçla donatılmış durumdaydı.
İngiltere ve Fransa Almanya’ya eğer Polonya’ya saldırırsa ona karşı duracaklarını söylediler ama ne bir plan hazırladılar ne de Polonya savunmasını takviye etmek için girişimde bulundular. Tek yaptıkları Sovyetler Birliğini Polonya savunmasına taahhüt eden bir devlete dönüştürme çabası. Oysa Berlin ve Moskova Polonya’yı paylaşmıştı bile.

Hitler Polonya’ya saldırmak için bir mizansen hazırladı. Nazlı birliklerinden seçilmiş askerler Polonya sınırından içeri girdi Polonya üniformalarını giyip 31 Ağustos gecesi Polonya sınırındaki Salman Radyo İstasyonu’na saldırdılar. O sırada toplama kamplarındaki bazı mahkûmlar öldürüldü. Cesetlerine Alman üniforması giydirildi. Saldırıda öldürülmüş Alman askerleri olarak basına tanıtıldı ve bu beklenmedik saldırıya “misilleme” olarak bir sonraki sabah Alman birlikleri Polonya sınırına girdiler. Hitler nihayet kendince kısa süreli bölgesel savaşına kavuşmuştu ama başlayan İkinci Dünya Savaşı’ydı Tarih 1 Eylül 1939.
3 Eylül’deki kargaşayı yaşayan bir Londralı günlüğüne şu notu düştü “Önümüzdeki Savaş uçakların gaz mikrop ya da ateş bombardımanı ile ya kazanılacak ya da kaybedilecek.”
Londra Hayvanat Bahçesi’ndeki yılanlar bir saldırı sonrasında serbest kalıp başkent içerisinde tehlikeye neden olacakları gerekçesiyle öldürüldü.

İkinci Dünya Savaşı’nın ilanı birincisinin ilanı gibi neşeyle karşılanmadı. Birincisinde Noel’de evde oluruz diyerek askere giden gençler, dört yıl süren savaşın sonunda evlerine ya döndüler ya da dönemediler.
Fransa büyükelçisi diyor ki:
Paris’ten ayrılan askerler sessizlik içinde ayrılıyorlar. “Bando yok, şarkılar yok. Sadece öz kontrol, dingin bir ruh hali ve sessiz cesaret.”
I. Dünya Savaşı neşe ile karşılanmıştı fakat daha sonrasında bütün devletler savaşın ne olduğunu anladılar. O yüzden bu kez neşe yoktu.
Kraliyet hava kuvvetlerinin harekâtları geceleri Almanya üzerinde propaganda bildirileri atmakla sınırlandırılmıştı. Bir süre İngiliz hava gücünü yönetmiş olan Arthur Harris gece akınlarını savaştan sonra şöyle değerlendirdi: “Savaşın 5 uzun yılı boyunca Avrupa kıtasının tuvalet kâğıdı ihtiyacını karşıladık.”
Ruslar Finlandiya’ya saldırınca “hayalet askerler” olarak adlandırılan Fin birlikleri gerilla taktikleri uygulamaya başladılar. Ayrıca dünyaya mal olacak bir de silah geliştirdiler. Petrol ve kimyasalların bir araya getirilerek şişelerde depolanıp ağızlarından bir paçavra ya da fitille yakıldıktan sonra atıldığı yerde yangın çıkarttığı bu silâhın adına Molotov Kokteyli dediler.
1923 yılında doğmuş Rus çocukların %80'i savaşta öldü.

Dünya Savaşları’nda ABD
ABD birinci dünya savaşına girmek istemiyor. Ta ki Almanya’dan Meksika’ya giden, Meksika’ya ittifak teklif eden ve Meksika’nın ABD’nin güneyini işgal etmesini söyleyen mektubu ele geçirene kadar. (16 Ocak 1917) Şifrenin çözülmesi iki hafta sürmüş.
ABD ikinci dünya savaşına da girmek istemiyor. Ta ki Pearl Harbor’a kadar. (7 Aralık 1941)
İngiltere, yanında ABD olmazsa yeterince güçlü olamayacağını biliyor.

İlkin Başar Özal’ın, Kısa Birinci Dünya Savaşı Tarihi ve Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi kitaplarından alıntıydı bu yazdıklarım.

“Yurtta sulh, dünyada sulh”
Dünyanın en büyük savaşçılarından biri olan Mustafa Kemâl Atatürk ise barışı savunur. “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.” der. “Yurtta sulh, dünyada sulh” ister. İsmet İnönü de savaştan kaçınır. Savaştan yeni çıkmış ve kendini toparlama savaşı veren bir devlet olarak İkinci Dünya Savaşı girdabına kapılmamak için, halkı karşısına almak pahasına, büyük mücadeleler verir. Çünkü O, savaşın ne demek olduğunu gayet iyi bilir.

“Birisi Barışı Başlatmalı”
Ekim 2018'de Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü tarafından beşincisi gerçekleştirilen ve yerli-yabancı çok sayıda felsefecinin katıldığı “V. Uluslararası Felsefe Kongresi”nde “Savaş ve Barış” kavramı 96 konuşmacı tarafından enine boyuna konuşuldu.
Ben de o günü “Birisi Barışı Başlatmalı” başlığı ile yazdım.
O yazıdan alıntılar ile baş başa bırakayım sizi:

Robosapiens Geliyor
Tüfek icat olduğunda mertlik bozulduysa, robotlar icat olduğunda gidişatın ne olduğunu hiç sormayın.
Kimin daha çok robotu (kurşun askeri) varsa ve robot askerleri kim daha iyi kumanda ediyorsa savaşı o kazanacak artık. Robot savaşları bilgisayar ekranından kumanda edilerek sokaklarda üç boyutlu olarak yaşanır olacak.
İnsanlar ölmesin diye üretilen robot askerler birbirlerini imha edecekler önce. Tüm robotlar imha edildiğinde ise sıra yine insana gelecek.
Çünkü yeme içme ve barınma ihtiyacı olan taraf robot tarafı değil, yine insan tarafı.
Robotu en fazla yağlayıp, eskiyen kısımlarını değiştirdin mi, arada da yazılımını güncelleyip bir üst yazılımı yükledin mi tamamdır.
Ekmek istemez su istemez. Ağrı sızı duyup şikâyet etmez. Olur olmaz zamanlarda izin ya da zam istemez, Grev desen, hiç bilmez. Tepesi atarsa devreleri yanar, o kadar.
Ha, kafası karışır da beynindeki tilkilerin kuyrukları birbirine dolaşırsa kendisini yaratanın dahi gözünün yaşına bakmaz. Vefa minnet bilmez, ahlâk vicdan dinlemez, acıma desen, geçiniz…
Basar tetiğe bir saniye bile tereddüt etmeden. Elektrik mi verir artık, su mu sıkar, yoksa karşısındakinin doğrudan boğazını mı sıkar, ‘chip”ine kalmış.

Robotlar anti humanist karakter taşıyacaklar. Otonom sistemde öldürmek onlar için zor olmayacak. Transhumanistler Otomasyon Çağı’nın daha fazla barış getireceği savunuyor olsalar da bu çağ dünyaya daha büyük yıkım getirebilir. Yapay zeka özellikle askerlik alanında çok tehlikeli olabilir. Savaşçı robotlar insan hakları örgütlerini de endişeye düşürmüyor değil. (Robo Sapiens savaşmak yerine niçin barışı inşa etmek üzere planlanmıyor diye soralım hemen.)
Kısacası; Homo Sapiens’a güvenilmez, Homo Sapiens’in icat ettiği Robo Sapiens’e hiç güvenilmez.
Homo Sapiens olarak, M.Ö. 3 bin 500 yılında bulunan yazı ile başlayan insanlık tarihinden bu yana sadece 270 yılı savaşsız geçirmişiz, Robo Sapiens döneminde ne olur bilinmez. Hangisinden daha çok korkmalıyız, o hiç bilinmez…

Barış Ucuz, Savaş Pahalı
Savaş insanın hayatta kalma güdüsünden çıkar. Barış da yine hayatta kalmak için gerçekleşir. Barış bir sonraki savaşın başlangıcı olabilir.
Bölgesel savaşları saymaz isek 75 yıldır savaşmıyoruz aslında. Şimdilerde barışa en yakın dönemlerdeyiz. Çünkü artık büyük ölçekli bir dünya savaşını kimsenin gözü yemiyor. Çünkü artık ülkeler arasında bir “dehşet dengesi” meydana geldi. Barış Oyunları üzerine kafa yoranlar ile Savaş Oyunları üzerine kafa yoranların arasında dağlar kadar fark var. Devletler silah üretimi ve silah geliştirme üzerine sınır tanımıyorlar. Herkesin deposunda yeterince silahı var ve hepsi kullanılmayı bekliyor. Bir yandan da herkes biliyor ki savaş baltası topraktan çıkarsa dünyada ateş almadık tek bir yer kalmayacak.
Hem, savaşa ne hacet, artık her şey savaşmadan da elde edilebiliyor. Ve artık savaşmak için bir kişinin fikri yeterli olmuyor.

Demokrasi ve Savaş
Demokrasiyle yönetilen ülkeler kolay kolay savaşmıyor. Ülkede savaş yanlıları olduğu kadar savaş karşıtları da oluyor. Savaş kararı almak uzun sürüyor. Tek başına bir kralın yönettiği ülkelerdeki gibi “Şu ülkeye savaş ilan ettim!” demekle olmuyor savaş ilanı. Meclis var, senato var, halk var. Savaş artık sadece kralın değil, herkesin suçu. Demokrasiye de pek güvenmemek gerek. Toplumlar bazen, Hitler ve Almanya örneğinde olduğu gibi, sonu felaketle biten kararlara imza atabiliyorlar.
Bir yandan da kimse artık evladını ateşe atmak istemiyor. (Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok, Savaş ve Barış, Çanlar Kimin İçin Çalıyor gibi romanlarda ya da İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan filmlerde savaşın iç yüzünü daha iyi görmüşüzdür.) Milliyetçiliğin eski ateşi söndü. Sömürgecilik bitti. Yeni sömürgecilik ticaret ile devam ediyor. Dünya artık eskisi kadar sempatik değil. Moda kavramlar sürekli değişiyor.

İYİ
Platon eserlerinde birçok farklı idealardan söz etse de “iyi” ideasının altını özellikle çizer.
İyinin ne olduğunu bilmek yetmez aslında. İyi de olmak gerek. İyi olmak bir yaşam tarzıdır. İyi olmak için bir bahanen yok iken iyiysen, iyisindir.
İyi olmaya çalışmak ise başkadır.
İyi olmaya çalışmak, kötülerin işidir!” başlığını kullanmış Reyya Advan bir yazısında.
“İnsanlar sosyal duruma geçtikten sonra ‘kötü’ olmuşlardır.” der Jean Jacques Rousseau da.
Kötülüğün kötülüğünün farkında olup hâlâ kötülük yapmaya devam etmek, sonra da gidip günahlarının kefaretini ödemek için ibadet etmek, ya da “iyilik” peşine düşmek insanoğlunun en iyi bildiği bir davranış biçimi.
Açlıktan uyuyamayanlar ile açlıktan uyuyamayanlardan korkanların halet-i ruhiyesi sorgulanmalı. Tüm zenginliklerin ne kadar adil dağıtıldığı, biri yer biri bakar durumunda kıyametin kopmasının kaçınılmaz olduğu göz ardı edilmemeli.

Evet, herkes barış istiyor.
Evet, kimse savaş istemiyor.
Evet, birisi barışı başlatmalı.
Evet, birisi savaşı durdurmalı.
Tamam ama o BİRİSİ kim?
Sen değilsen, ben değilsem, kim?
Öteki mi?
Diğeri mi?
Kim?

28 Haziran 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti
 / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020
Aç Olsan Çarıklarımı Yersin! / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say! / 16 Nisan 2020
Değnekte Tutulacak Yer Kalmadı / 8 Mayıs 2020
Corona Günlerinde Ben / 28 Haziran 2020

15 Haziran 2020 Pazartesi

Cinsiyetçi Dilden Yılanlar!

                                   
Filmlerde görürdüm; mahallenin bıçkın delikanlıları yalnız yaşayan kadının kapısına arada bir dayanıp, "Bir ihtiyacın var mı abla?" diye sorarlardı gevşek gevşek. Kapısına dayandıkları kadın ya dul olurdu ya da eşi ya gurbetteydi ya da hapiste. Mahallenin yavşakları ise kadına "hizmet etme" derdindeydi. 
Ne mübarek bir düşünce ya Rabbim!!!

Tıpkı Vedat Yazıcı denen ne idüğü belirsiz bir yavşağın, eşi hapiste olan Başak Demirtaş için Twitter'dan bir paylaşımda bulunarak, kocası hapiste olan bir kadının erkeksiz kaldığını ve kendisinin de bu eksikliği gidermeye aday olduğunu en iğrenç sözlerle dile getirmesi gibi.
Tıpkı 15 Temmuz'da ölen ya da tutuklanan komutanların eşlerinin kendilerine helâl olduğunu söyleyen baĞzı akıllar gibi.
Tıpkı herkesin karısına kızına uçkur çözdükleri gibi.
Tıpkı ulaşamadıkları ciğere murdar demeleri gibi.
Tıpkı ciğere ulaşabildikleri zaman ciğeri paramparça etmeleri gibi.
Tıpkı Bosna savaşı koptuğunda, üç gün önce ağabey kardeş ilişkisi içinde oldukları Sırpların Müslüman kadınlara tecavüz etmeleri gibi.
Tıpkı savaşan tarafların topluluktaki kadınları savaş ganimeti olarak görmeleri gibi.

Dilin Kopsun!
Cinsiyetçi dil kadını kadınlığı ile cezalandırıyor. Erkeği ise eril dil ile yüceltiyor.
Erkek, sanki erkek doğmak kendi elindeymiş gibi böbürleniyor erkekliği ile.
Hasmının kadınına sahip olmayı hasmını yenmek olarak görüyor.
Düşmanını etek giydirerek aşağılamaya çalışıyor. Bu tavrı ile etek giyen tüm kadınları, daha doğrusu kadınlığı aşağılıyor.
Ya kadın kişi pantolon giyince ne oluyor? 
Erkeklik mi kutsanıyor, yoksa aşağılanıyor mu, ne oluyor?

Cinsiyetçi Dilden Yıldık!
Karı gibi erkek derken kadınlığı da kadınlaşan erkeği de yerin dibine gömüyor, erkek gibi kadın derken ise erkekliği de erkekleşen kadını da göklere yükseltiyor.
Erkek, erkek gibi kadından korkuyor, erkek gibi kadına saygı duyuyor.
Erkek, kadın gibi erkeği aşağılıyor, onunla alay ediyor. 
Nasıl ki kadını hem saymayıp hem de kadınsız duramıyorsa, kuytularda kadın gibi erkeğin peşinde dolanmaktan da kendini alamıyor. Onun derdi öyle ya da böyle illa ki "aktivitesini" gerçekleştirmek!
Ancak cinselliği bitip doğurganlığını kaybedince eli öpülür, sözü dinlenir hale geliyor kadın. 
O zamana kadar kullanılması ve elde tutulması gereken bir maldan öteye geçmiyor.
O yüzden de erkek dünyasında erkeğe saldırmanın en ahlâksız yolu olarak kadına saldırmak seçiliyor.
Küfürlerin öznesi bile ana, bacı, avrat falan falan!

Vurun Kahpeye!
Topluluklara saldırı yüzyıllardır hep böyle kadın cinsiyetçiliği üzerinden sürüyor.
Hiçbir trafik kazası haberinde "erkek şoför" detayı yazılmıyor ancak kazanın taraflarından birisi kadın ise "kadın şoför" olarak üstüne basa basa kadının altı çiziliyor.

Kadın Şoför - Kadın Yolcu
Bundan çok yıllar önce, trafikte karşı karşıya geldiğimiz erkek araç sürücüsü bana bir iki laf saydırdıktan sonra, benim de hakkımı savunmam ile birlikte haksız olduğunu anlayınca, "Sürtünme, sürtünme!" diyerek beni dinlemeyi kesmiş ve yoluna devam etmişti.
Bir anda midemin kasılması ile iki büklüm olduğumu hatırlıyorum.
Yine bundan çok yıllar önce, dolmuşta arka koltukta otururken yanımdaki delikanlının serçe parmağının pantolonumun üzerinde durduğunu, çekmesi için hafif kıpırdanarak çocuğa rahatsızlığımı belirttiğimi, buna rağmen çocuğun bana aldırmayıp parmağını hâlâ üzerimde tutmaya devam etmesi ile  ilk durakta hışımla dolmuştan indiğimi hatırlarım.
Şimdiki yaşımda ve şimdiki aklımda olsam o aracı ona dar ederdim ya, gençlik işte, korkuyor insan.
Korkuyor çünkü, hemen devreye "kuyruk sallama" hadisesi giriyor.
Kadın kişi haklı olduğu her olaydan haksız çıkıyor.
Sadece kadın kişi değil, kadına şiddete müdahale edip dur diyen kim varsa onlar da haksızlığa uğruyor.
Tıpkı dövülen kadını kurtarmak isterken katil olan Kadir Şeker gibi...

Gösterelim Abla!
Arabesk filminde İstanbul'un yolunu soran Müjde Ar'a kahve ahalisi hep birlikte "Gösterelim abla!" derdi. Kadın İstanbul'u bulana kadar kaç yol sorduysa o kadar "yol" gördü.
Yeşilçam filmlerinde, birisi tarafından tecavüze uğrayan genç kızlar tekme tokat evden atılır, kötü yola düşerlerdi. Tecavüz edenler ise yeni kurbanlar peşine düşerlerdi.
Böyle böyle yetişti nesiller. Sonra da diziler marifetiyle atarlı delikanlılar ile giderli kadınlar doldurdu memleketi.
Bir türlü normalleşemedi kadın-erkek konusu. Bir türlü bir arada yaşamayı beceremedik.
Bir felaket anında, can derdine düşmüşken el ele, omuz omuza yaşadık.
Sonra yine kadınlar eski yerlerine marş marş dendi.
Tabii ki kadınlar bu sepet havasını hiç sevmedi. 

Aile Olamamış Aileler!
Hep erkeklerden şikâyet ediyoruz. Lakin kadınlar da çok günahsız değil.
Yalnız yaşayan bir kadından onlar da korkuyorlar. Eşi vefat eden arkadaşlarına daha çok sarılmak yerine ondan uzaklaşıyorlar. 
Sanki kendileri sonsuza kadar eşiyle yaşayacak, boşanmayacak ya da dul kalmayacak gibi kapılarını yalnız arkadaşlarına kapatıyorlar.
Acaba arkadaşlarına mı güvenmiyorlar, yoksa kocalarına mı?
Ya kendi kocası kocasız kalmış kadına (insaniyet namına!) kocalık yapmaya heveslenirse! 
Ya kocasız kadın kocasından kendisine cici koca yaparsa!
Ya kendi tahtı sallanırsa!
Ya evden kovulursa!
Ya bunca yılı buhar olup uçarsa!
Ya erkek, erkek ölüverirse gencecik, ya karısı dul kalırsa, ya arkadaşları karısına göz koyarlarsa, ya peşi sıra dolanırlarsa!
Olamaz mı? 
Olur olur, hem de bal gibi olur.
Bakınız gündüz programlarındaki "aile olamamış aile" ilişkilerine...

Al sana NAMUS!
Bir türlü kurtulamadığı tecavüzcüsünü öldürüp başını keserek köy meydanına atan ve namusunu temizleyen Nevin Yıldırım gibi, Adana'da eski eşi Hasan Karabulut'u öldüren ve namusunu kurtaran Çilem Doğan gibi kadınlar kendilerini bir cehennemden kurtarırken başka bir cehennemde yanıp duruyorlar.
Erkek şiddeti ise dur durak bilmiyor.
Kadınlar her yerde her şekilde taciz ediliyor, her yerde her şekilde öldürülüyor.
Zehirli dil bugün Başak Demirtaş'ı, yarın bir başkasını, öbür gün seni beni hepimizi zehirleyip duruyor...

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nda yer alan Anıt Sayaç her yıl büyük bir hızla artan kadın cinayetlerini saymaya yetiştiremiyor.
Bunlar bilinenler.
Ya bilinmeyenler?

15 Haziran 2020 / C.E.Y.

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021