Bugün YouTube’da Snowpiercer filmini anlatan bir video izleyince ve filmin Netflix’te de olduğunu öğrenince izlemek için hemen ekran başına geçtim. Netflix için dizi olarak çekilmiş olan ilk üç bölümü ardı ardına izleyiverdim.
Üç bölümün ardından filmin şeceresine şöyle bir göz attım.
1982 yılında Fransız grafik roman sanatçıları Jaques Lob ve Jean- Marc Rochette tarafından yaratılan ve aynı yıl Le Transperceneige ismi ile basılan çizgi roman, o tarihten yaklaşık otuz yıl sonra İngilizce’ye çevrilir ve 2013 yılında Güney Koreli yönetmen (Parazit filmi ile 2020 ’En İyi Film Oscar’ını alan) ve senarist Bong Joo Ho tarafından Snowpiercer adıyla beyazperdeye taşınır.
Film ile Netflix dizisi arasındaki mukayeseyi ikisini birden izleyenlere bırakalım ve biz filmin/dizinin konusuna bakalım.
Dizi "Önce iklimler değişti" sözleriyle başlayıp, savaş yüzünden ısınan dünyayı soğutmak için bilim insanları tarafından yapılan girişimlerin dünyayı yeni bir buz çağına sürüklemesini, "ileri görüşlü Bay Wilford" tarafından hazırlanan 1001 vagonlu trene, çoğu dünyanın felaketine sebep olan insanların sığınmasını, geride kalan biletsizlerin trene binme mücadelelerini, trene binebilenlerin pek çoğunun trenden atılmasını, kalanların da trenin en son vagonunda, yani kuyrukta yaşamaya mahkum edilmelerini, hiç durmaksızın yol alan trendeki sınıfları, şiddeti, dalavereyi, eşitsizliği, vahşeti anlatıyor.
Üstelik ekranda görünmeyen Bay Wilford ile Bay Wilford’un 'treni yöneten temsilcisi' Bayan Melanie, isimlerinin baş harfleri W/M gibi adeta iç içe geçiyor. Görünen ile görünmeyen, olan ile olmayan, gerçek ile algı birbirine giriyor.
"Kuyruktakiler" olarak nitelendirilen son vagon sakinleri, Platform filminde alt katlarda yaşayanların üst katlardakilerden "kalanlarla" yaşamaya çalışmaları gibi, ön vagonlardan kalanlarla idare etmeye çalışırlar.
3000 kişilik trende 1. mevkide yaşayanlar ile kuyrukta yaşayanların ihtiyaçları aynıdır oysa.
Doymak, ısınmak, sağ kalmak ve çoğalmak.
Lakin birilerinin daha fazla doyduğu ve daha fazla ısındığı sistem trende de şaşmıyordur.
Zenginlerin bir araya geldiği vagonlardaki hayat, Fransa’daki Versailles/Versay Sarayı’nda yaşanan hayatlara benziyordu bir bakıma.
Versay XIII. Louis tarafından 1624 yılında av köşkü olarak kullanılmak üzere yaptırılmaya başlanmış, XIV. Louis tahta çıkar çıkmaz oturma yeri olarak Versay’ı seçmiş, sarayı genişletmek için 30 bin işçi çalıştırmıştı. Niyeti bütün soyluları burada toplamaktı. Böylece, kendisine ihanet edebileceğini düşündüğü soyluları bir arada, gözlem altında tutabilecekti. Kral’ın gözüne girmek ve Kral’ın gözünden düşmek arasında bir yerlerde yaşayan soylular, konumlarını türlü çeşit entrikalarla belirlemeye çalışıyorlardı.
Soylular sarayda bohem bir hayat sürerken sarayın dışındakiler ise açlıktan kırılıyorlardı. Zaman zaman çıkan isyanlara rağmen XIV. Louis Fransa'nın en uzun süre tahtta kalan kralı oldu. XIV. Louis 1643-1715 yılları arasında 72 yıl Fransa krallığı yaptı.
XIV. Louis'nin torununun oğlu olan XV. Louis (Sevilen Louis) 1715-1774 arasındaki krallığı esnasında güçsüz yönetimiyle krallık otoritesinin zayıflamasına yol açmış ve 1789 Fransız Devrimi'nin patlak vermesinde etkili olmuştu.
Filmdeki Snowpiercer trenine binmeye çalışan biletsizler ile 15 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak Kuzey Atlantik'in buzlu sularına gömülen ve beraberinde 1.514 kişinin ölmesine sebep olan Titanik'ten filikalara doluşup kurtulmaya çalışan biletli insanların görüntüleri birbirlerinden farklı değildi.
Nihayetinde herkes can derdindeydi.
Titanik kalkarken imtiyazlılar lüks kamaralarına yerleşmiş, "diğerleri" ise yolculuklarına geminin altındaki kompartımanlarda, görünmeyen bir yerlerde başlamışlardı.
İmtiyazlılar turistik gezi peşindeyken, alt kompartımanlarda yolculuk edenler kapağı yeni dünyaya atabilme derdindeydiler.
Geminin batmasına sebep olan buz dağı ise M.Ö. 1000'li yıllarda bir yerlerden kopup kendi yolculuğuna başlamıştı.
Titanik ve buz dağının kesişmesi sonrasında "Batmaz Gemi Titanik" batmaya başladığında sınıf farkı yine öne çıktı ve imtiyazlı yolcular filikalardaki yerlerini aldı. Gemideki filikaların çoğu alabileceği kapasitenin altında yolcu aldığı için gemideki toplam yolcu sayısının yüzde 53'ü yerine yüzde 31'i kurtulabildi.
3.547 kişinin yolculuk yaptığı gemide ölen 1.514 kişinin kaçı imtiyazlılardandı, kurtulanlardan kaçı alt kompartımanlardandı.
Bong Joon-ho'nun çektiği Snowpiercer filmini izlemedim ama filmin sonunda, trenin kumandasını ele geçiren devrimcilerin şikâyet ettikleri yöneticiler gibi davranmaya başladıklarını okudum. (Filmi izledim ve Lokomotiftekiler ile Kuyruktakilerin arasında danışıklı dövüşler olduğunu gördüm.)
Politik veya askeri gücü eline geçirenler, uğruna savaştıkları halkı unutup, tıpkı devirdikleri despot liderler gibi halka zulmetmeyi sürdürmeye başlamışlardı demek.
Tıpkı John Steinbeck'in, Zapata the Unconquerable (Yenilmez Zapata) adlı biyografik kitabından uyarlanarak yönetmen Elia Kazan tarafından çekilen, Meksika Devrimi'nin en önemli kişiliklerinden biri olan köylü lider Emiliano Zapata'nın hayatını anlattığı filmdeki gibi.
Viva Zapata!
Snowpiercer filminin sonunda zengin-fakir herkesin bir arada yaşadığı 1001 vagonlu tren patlayıcı ile patlatılır. Bu patlamadan geriye bir kız çocuğu ile bir erkek çocuğu kalır.
Ve döngü al baştan yeniden başlar.
Dizide olaylar nasıl ilerleyecek ve nasıl nihayetlenecek, onu da izleyip göreceğiz...
****
Snowpiercer'dan Platform'a, Platform'dan Versay'a, Versay'dan Titanik'e, Titanik'ten Meksika'ya uzanan zamanlararası ve filmlerarası bir yolculuk yaptık birlikte.
Her dönemde sınıfsal farklılıklar olduğunu, sınıflar arasındaki farkın fazlalaşmasının ve adaletsizliğin korku imparatorluğu ile ayakta kalmaya çalışan imtiyazlı azınlığı ezip geçtiğini, sonra bu senaryonun yine baştan yazıldığını, dünyanın bir türlü adalete ve eşitliğe tam anlamıyla ulaşamadığını, insanlığın zerre yol almadığını gördük.
Şu günlerde yaşanan, ABD'nin Minneapolis kentinde polis şiddeti sonucu hayatını kaybeden siyahi George Floyd'un ardından başlayan ve dinmek bilmeyen protestolar da yüzyıllar boyu süren adaletsizliğin ve yüzyıllar boyu biriken öfkenin göstergesi değil midir?
****
Bu pandemi de ders olmadı bize anlaşılan. İhtimal ki 2000'lerde de adil bir düzen sağlayamayacağız.
Ne dersiniz;
2100'ü mü hedefleyelim, yoksa direk 3000'e mi gidelim?
Ona göre nitrojen tanklarında yer ayırtacağım...
7 Haziran 2020 / C.E.Y.
Üç bölümün ardından filmin şeceresine şöyle bir göz attım.
1982 yılında Fransız grafik roman sanatçıları Jaques Lob ve Jean- Marc Rochette tarafından yaratılan ve aynı yıl Le Transperceneige ismi ile basılan çizgi roman, o tarihten yaklaşık otuz yıl sonra İngilizce’ye çevrilir ve 2013 yılında Güney Koreli yönetmen (Parazit filmi ile 2020 ’En İyi Film Oscar’ını alan) ve senarist Bong Joo Ho tarafından Snowpiercer adıyla beyazperdeye taşınır.
Film ile Netflix dizisi arasındaki mukayeseyi ikisini birden izleyenlere bırakalım ve biz filmin/dizinin konusuna bakalım.
Dizi "Önce iklimler değişti" sözleriyle başlayıp, savaş yüzünden ısınan dünyayı soğutmak için bilim insanları tarafından yapılan girişimlerin dünyayı yeni bir buz çağına sürüklemesini, "ileri görüşlü Bay Wilford" tarafından hazırlanan 1001 vagonlu trene, çoğu dünyanın felaketine sebep olan insanların sığınmasını, geride kalan biletsizlerin trene binme mücadelelerini, trene binebilenlerin pek çoğunun trenden atılmasını, kalanların da trenin en son vagonunda, yani kuyrukta yaşamaya mahkum edilmelerini, hiç durmaksızın yol alan trendeki sınıfları, şiddeti, dalavereyi, eşitsizliği, vahşeti anlatıyor.
Üstelik ekranda görünmeyen Bay Wilford ile Bay Wilford’un 'treni yöneten temsilcisi' Bayan Melanie, isimlerinin baş harfleri W/M gibi adeta iç içe geçiyor. Görünen ile görünmeyen, olan ile olmayan, gerçek ile algı birbirine giriyor.
"Kuyruktakiler" olarak nitelendirilen son vagon sakinleri, Platform filminde alt katlarda yaşayanların üst katlardakilerden "kalanlarla" yaşamaya çalışmaları gibi, ön vagonlardan kalanlarla idare etmeye çalışırlar.
3000 kişilik trende 1. mevkide yaşayanlar ile kuyrukta yaşayanların ihtiyaçları aynıdır oysa.
Doymak, ısınmak, sağ kalmak ve çoğalmak.
Lakin birilerinin daha fazla doyduğu ve daha fazla ısındığı sistem trende de şaşmıyordur.
Zenginlerin bir araya geldiği vagonlardaki hayat, Fransa’daki Versailles/Versay Sarayı’nda yaşanan hayatlara benziyordu bir bakıma.
Versay XIII. Louis tarafından 1624 yılında av köşkü olarak kullanılmak üzere yaptırılmaya başlanmış, XIV. Louis tahta çıkar çıkmaz oturma yeri olarak Versay’ı seçmiş, sarayı genişletmek için 30 bin işçi çalıştırmıştı. Niyeti bütün soyluları burada toplamaktı. Böylece, kendisine ihanet edebileceğini düşündüğü soyluları bir arada, gözlem altında tutabilecekti. Kral’ın gözüne girmek ve Kral’ın gözünden düşmek arasında bir yerlerde yaşayan soylular, konumlarını türlü çeşit entrikalarla belirlemeye çalışıyorlardı.
Soylular sarayda bohem bir hayat sürerken sarayın dışındakiler ise açlıktan kırılıyorlardı. Zaman zaman çıkan isyanlara rağmen XIV. Louis Fransa'nın en uzun süre tahtta kalan kralı oldu. XIV. Louis 1643-1715 yılları arasında 72 yıl Fransa krallığı yaptı.
XIV. Louis'nin torununun oğlu olan XV. Louis (Sevilen Louis) 1715-1774 arasındaki krallığı esnasında güçsüz yönetimiyle krallık otoritesinin zayıflamasına yol açmış ve 1789 Fransız Devrimi'nin patlak vermesinde etkili olmuştu.
Filmdeki Snowpiercer trenine binmeye çalışan biletsizler ile 15 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak Kuzey Atlantik'in buzlu sularına gömülen ve beraberinde 1.514 kişinin ölmesine sebep olan Titanik'ten filikalara doluşup kurtulmaya çalışan biletli insanların görüntüleri birbirlerinden farklı değildi.
Nihayetinde herkes can derdindeydi.
Titanik kalkarken imtiyazlılar lüks kamaralarına yerleşmiş, "diğerleri" ise yolculuklarına geminin altındaki kompartımanlarda, görünmeyen bir yerlerde başlamışlardı.
İmtiyazlılar turistik gezi peşindeyken, alt kompartımanlarda yolculuk edenler kapağı yeni dünyaya atabilme derdindeydiler.
Geminin batmasına sebep olan buz dağı ise M.Ö. 1000'li yıllarda bir yerlerden kopup kendi yolculuğuna başlamıştı.
Titanik ve buz dağının kesişmesi sonrasında "Batmaz Gemi Titanik" batmaya başladığında sınıf farkı yine öne çıktı ve imtiyazlı yolcular filikalardaki yerlerini aldı. Gemideki filikaların çoğu alabileceği kapasitenin altında yolcu aldığı için gemideki toplam yolcu sayısının yüzde 53'ü yerine yüzde 31'i kurtulabildi.
3.547 kişinin yolculuk yaptığı gemide ölen 1.514 kişinin kaçı imtiyazlılardandı, kurtulanlardan kaçı alt kompartımanlardandı.
Bong Joon-ho'nun çektiği Snowpiercer filmini izlemedim ama filmin sonunda, trenin kumandasını ele geçiren devrimcilerin şikâyet ettikleri yöneticiler gibi davranmaya başladıklarını okudum. (Filmi izledim ve Lokomotiftekiler ile Kuyruktakilerin arasında danışıklı dövüşler olduğunu gördüm.)
Politik veya askeri gücü eline geçirenler, uğruna savaştıkları halkı unutup, tıpkı devirdikleri despot liderler gibi halka zulmetmeyi sürdürmeye başlamışlardı demek.
Tıpkı John Steinbeck'in, Zapata the Unconquerable (Yenilmez Zapata) adlı biyografik kitabından uyarlanarak yönetmen Elia Kazan tarafından çekilen, Meksika Devrimi'nin en önemli kişiliklerinden biri olan köylü lider Emiliano Zapata'nın hayatını anlattığı filmdeki gibi.
Viva Zapata!
Snowpiercer filminin sonunda zengin-fakir herkesin bir arada yaşadığı 1001 vagonlu tren patlayıcı ile patlatılır. Bu patlamadan geriye bir kız çocuğu ile bir erkek çocuğu kalır.
Ve döngü al baştan yeniden başlar.
Dizide olaylar nasıl ilerleyecek ve nasıl nihayetlenecek, onu da izleyip göreceğiz...
****
Snowpiercer'dan Platform'a, Platform'dan Versay'a, Versay'dan Titanik'e, Titanik'ten Meksika'ya uzanan zamanlararası ve filmlerarası bir yolculuk yaptık birlikte.
Her dönemde sınıfsal farklılıklar olduğunu, sınıflar arasındaki farkın fazlalaşmasının ve adaletsizliğin korku imparatorluğu ile ayakta kalmaya çalışan imtiyazlı azınlığı ezip geçtiğini, sonra bu senaryonun yine baştan yazıldığını, dünyanın bir türlü adalete ve eşitliğe tam anlamıyla ulaşamadığını, insanlığın zerre yol almadığını gördük.
Şu günlerde yaşanan, ABD'nin Minneapolis kentinde polis şiddeti sonucu hayatını kaybeden siyahi George Floyd'un ardından başlayan ve dinmek bilmeyen protestolar da yüzyıllar boyu süren adaletsizliğin ve yüzyıllar boyu biriken öfkenin göstergesi değil midir?
****
Bu pandemi de ders olmadı bize anlaşılan. İhtimal ki 2000'lerde de adil bir düzen sağlayamayacağız.
Ne dersiniz;
2100'ü mü hedefleyelim, yoksa direk 3000'e mi gidelim?
Ona göre nitrojen tanklarında yer ayırtacağım...
7 Haziran 2020 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder