23 Şubat 2021 Salı

İtibardan Tasarruf Günleri

Merak ediyorum. 
Bunlar kimin işi, kimin sorumluluğu?
Metinleri kim yazıyor, kararları kim alıyor, etkinlikler nasıl organize ediliyor?
Her şey o kadar birbirine girdi ki, acaba bu işleri yöneten ekip mi değişti?
Değiştiyse yeni ekip eski ekibin size neler söylettiğini biliyor da özellikle mi tam tersini söyletiyor, yoksa sizin zamanında neler konuştuğunuzu bilmiyor mu, öğrenmeye çalışmıyor mu?
Siz yanlış yanlış üstüne yaparken itibardan "tasarruf" ettiğiniz masaya yatırılmıyor mu?

Mesela;
* Hangi akıl Maske-Mesafe-Hijyen günlerinde geniş katılımlı parti kongreleri yapma kararı aldı?
* Hangi akıl, maskesiz gezenlere cezaların yağdığı, açık havada dahi maske kontrolünün sıkı tutulduğu, esnafın kepenk kapattığı, müzisyenlerini mekân sahiplerinin kan ağladığı, birçoğumuzun kurallara riayet ettiği günlerde, tıklım tıklım kongrelerle övünen Cumhurbaşkanımızı ikaz etmedi?
* Hangi akıl yaptı da, Cumhurbaşkanının 16 şehidin verildiği gün gülücükler saçarak yaptığı parti kongresi konuşmasının ekranlara yansıyan görüntüsünün üzerine 16 şehit haberi bindirildi ve servis edildi?
* Kim akıl verdi de Cumhurbaşkanımız parti kongresinin sahnesinden şehit annesini cep telefonundan arayarak kendisi ile iletişim kurmaya çalıştı?
* Akıl veren yoksa ve bunlar Cumhurbaşkanımızın kendi aklı ise, bu akla kim dur demedi?

Karşıdan gelen sesi duydum:
"Sümme hâşâ, bre zındık, sen kim olursun da sayın cumhurbaşkanımızın aklını sorgularsın!"
El cevap:
"Keşke siz sorgulasaydınız ya da sorgulayanları kale alsaydınız da, sorgulamaya sorgulamaya düştüğünüz şu duruma düşmeseydiniz!"

LEBALEB
Geçen hafta T.C. Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rize'de partisinin 7. il kongresinde konuşmuş, Aksaray, Eskişehir ve Konya'daki kongrelere de seslenmiş ve salgın sürecinde gerçekleştirdikleri kongrelerin tıklım tıklım dolu olmasını, "Salgının olduğu bir dönemde kongre yapıyoruz ve Rize'de salon lebaleb dolu" sözleriyle   övmüştü. (Sayın Fahrettin Koca sakin olunuz, sinirlenmeyiniz.)
Erdoğan geçtiğimiz günlerde Bursa kongresindeki hınca hınç kalabalığı da övdü.
Cumhurbaşkanı'nın da katıldığı AKP İzmir İl Kongresinde de benzer görüntüler sergilendi, benzer övgüler yinelendi.
Kentlerdeki her türlü açık hava toplantısı, yürüyüş, oturma eylemi, basın açıklamaları, vatandaşların demokratik ve Anayasal hakkı olan toplanma ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı yasaklanırken, cenazelere kişi sınırlaması getirilirken, iktidarın çifte standartta sınır tanımaması Adan Zye her vatandaşın bu adaletsizliği sorgulamasına sebep oldu.
Olağan kongreler, olağan virüs yayıcı şüphelilerle doldu.

Nasıl görmüyorsunuz?
* Sayın Cumhurbaşkanım, her gün kürsüden milletinize seslenirken kendinizi Alice Harikalar Diyarında mı zannediyorsunuz?
* Neden sadece kendi medyanızı izliyor da muhalif kanallarda konuşulanları duymuyorsunuz? Duysanız da o seslere kulak vermek yerine niçin hepsini teröristlikle suçluyorsunuz?
* Niçin "Ey CeHaPe!" ve "Bay Kemâl!" demeden konuşamıyorsunuz?
* Metin yazarlarının ve çevrenizi kale duvarları ile kuşatıp dışarısını size göstermeyen ya da farklı gösteren bir kesimin işi mi bu?
* Odanızda televizyon da mı yok, koskoca sarayda internet de mi yok, elinizde akıllı telefon da mı yok, sosyal medyaya girmeyi de mi bilmiyorsunuz?
* Esnaf bitik durumda, intihar üzerine intihar yaşanıyor, aileler parçalanıyor, kötülük aldı başını gitti, bunların başka ülkede yaşandığını mı zannediyorsunuz?
* Yarın bir gün yine "Aldatıldım!" derseniz yine inanacak mıyız?
Son gelişme olarak:
* Madem damadınız o kadar iyiydi de niçin vazifeden "affettiniz"?
* Niçin insanların sorgulamalarını "kudurmak" olarak nitelendiriyorsunuz?
* Hayatınız kıskanmak-kıskandırmak üzerine kurulu mu da herkesin sizi kıskandığınızı düşünüyorsunuz? Yoksa siz her şeyi kıskandırmak, çatlatmak, kudurtmak için mi yapıyorsunuz?

Siz kim, Biz kim?
Sanki başka memleketin cumhurbaşkanı gelmiş de bizim ülkemizi ve cumhurbaşkanımızı eleştiriyor gibi bir havada yaptırılan konuşmalar, henüz birkaç yıl arkamızda duran konuşmaları satır satır hatırlayan, hiç unutmayan kişiler ve teknoloji sayesinde ortalara seriliveriyor.
Artık sosyal medya size söyletilenleri karşılaştırmaktan yoruldu.
Bir öyle bir böyle konuşmalarınızdan örnek vermeye kalksak sayfalar yetmez.
Muhalefete muhalefet eden parti başkanları gördük ama kendine muhalif partili cumhurbaşkanı olarak sadece sizi gördük.
Kendi yaptıklarını bu kadar yerden yere vurmak ve bu kadar dışlamak da sizin marifetiniz.
2002'den bu yana sizden başkasını görmedik.
İyisiyle kötüsüyle, günahıyla sevabıyla her şey sizin eseriniz.
Soralım o zaman;
Övündükleriniz "BİZ YAPTIK!" oluyor da, yerindikleriniz niçin "SANKİ BİZ YAPTIK" oluyor?

23 Şubat 2021 / C.E.Y.

20 Şubat 2021 Cumartesi

Baştan Ayağa Mobbing!

Nefret dilinin tek dil olmaya evrildiği şu günlerde, o dili bilmeyen insanlar kendilerini muhafaza etmek için suskunluğa sığınıyor. Belki de suskunluğunun altında, konuşursa kendini o dile kaptırma korkusu yatıyor.

Öyle acı ki konuşulanlar, öyle kötülük dolu, öyle yırtıcı, öyle tırmalayıcı, öyle vahşi, öyle nefret dolu ki kullanılan dil, bu dile sahip olmak için nerelerde neler yaşandı, nerelerde neler öğretildi diye sormadan edemiyor insan.

İyi-Kötü
Herkes doğuştan belli imkânlara sahip olamıyor malum. İnsanlık var olalı beri de olmadı.
İçine doğduğu coğrafya, içine doğduğu ülke, şehir, ev, kucaklarına bırakıldığı aile, aile bireylerinin hayata bakışı, koşturduğu sokaklar, gittiği okullar, edindiği arkadaşlar, hepsi kişiyi an be an şekillendiriyor.
İyi şartlara doğan her insan iyi olmadığı gibi, kötü şartlara doğan her insan da kötü olmuyor. 
İnsanın iyiliğini ya da kötülüğünü, beslendiği sofradaki yemekler değil, içinde yaşadığı toplumun kendisini ne ile beslediği belirliyor.  
Kişi iyilikle beslenirse iyi, kötülükle beslenirse kötü oluyor.

Çalışkan ve sebatkâr insanlar, hayatın dengesizliği içinde kendisine yer bulmaya çalışırken şikâyetlenmek yerine çabalamayı öğreniyor.
Yıllarca nefret dili ile beslenen, mağdur edebiyatını kendine şiar edinen, içi hınç ve öfke ile tıka basa doldurulmuş insanlar toplumun orta yerine pimi çekilmiş bir bomba misali bırakılınca, nerede patlayacakları belli olmuyor.
Zannediyorlar ki memlekette, hattâ dünyada mağdur olan sadece kendileri ve kendileri dışındaki herkes güllük gülistan yaşıyor.

Çirkin
Kürsülerde hep bu dil, ekranlarda hep bu dil, yazılarda hep bu dil...
Ağızlardan tükürükle karışık çıkan sözcükler, imalar, meydan okuyan bakışlar, buraların ağası biziz tarzı külhanbeyi tavırlar. 
Ne bir kucaklayıcılık, ne bir bağlayıcılık, ne bir paylaşımcılık, ne bir samimiyet, varsa yoksa kükreme. 
Cumhurbaşkanımız da Ak Parti Genel Başkanı olarak aralıksız her gün ekranlardan kükrüyor.
Kızıyor, bağırıyor, hakaret ediyor, aşağılıyor. Prompterlarda yazılanların okunması bitince bugünkü vazifesini de yerine getirmiş olarak evine huzurla dönüyor.
Alt kadrolar da açılan yolda, gösterilen hedefe doğru gözlerini kırpmadan ilerliyor, yarım kalanları da onlar tamamlıyor.
Zamanında el ele kol kola yol yürüdükleri eski yol arkadaşları ile ettikleri kavgalar caddelere, sokaklara taşıyor. Haliyle memleket ahalisi de aynı ağız ile birbirine giriyor.
Akıllı uslu ve sakin konuşanlar izlenmiyor, dinlenmiyor, okunmuyor.
Varsa yoksa hamaset.
Memleket adeta hamasetten besleniyor.

Hiddetli ve Şiddetli Dil
TBMM AK Parti Grup Başkanvekili, TBMM 25. ve 27. dönem Ak Parti Tokat Milletvekili Avukat Özlem Zengin'in (Özlem Hanım unvanını çok önemsediği ve sürekli üstüne basa basa söylediği için ben de tam yazmak istedim.) Meclis'te gündeme gelen çıplak arama iddialarına yanıt verirken yaptığı konuşma esnasındaki beden dili ve "Bir kadını çıplak arayacaksın, dakikasında bundan rahatsızlığını beyan eder, bir sene beklemez. Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez" sözleri haliyle ve haliyle büyük tepki çekti.
(Filmlerde gördüğümüz, röportajlarda izlediğimiz kadarıyla o öyle olmuyor Özlem Hanım. Bu sözlerinizi bir kez daha değerlendirin isterseniz.)
Özlem Hanımın kadın hakları üzerine çalışmaları var. Ancak anladığım kadarıyla onun kadın haklarından anladığı türbanlı kadınların hakları.
Olsun, kadın kadındır.
Kadınlığıyla ve türbanıyla ve şortuyla ve saçıyla ve kaşıyla değerlendirilemez.

Türban Out, İnsan Hakları In
Yıllardır sıcak tutulmaya çalışılan ama artık soğuyup anlamını yitiren türban kavgasında, türbanı olanlar türbanı olmayanların iyi şartlarda yaşadıklarını düşündüler hep. Oysa ki başında türban olmayanlar da zor şartlarda okumaya çalışıyordu. Ki onların pek çoğu türbanlı arkadaşlarına destek verip, türbanını çıkartmadan derse girmek isteyen arkadaşlarının haklarını savundu. 
İşler hallolup "türban hasıl olunca" açık kızlar perdesiz pencereye benzetilerek dışlandı. 
Nihayetinde dere geçilmişti. Artık birlikteliğe hacet yoktu...
Şimdilerde gençlere bakıyorum da, hiç kimsenin artık böyle bir derdi yok. Türban mağduriyeti anlamını yitirmiş, yerini el ele, kol kola verdikleri insanlık ve insan hakları mücadelesi almış.
Böylece mağduriyetten beslenen ahtapotun bir kolu (kolun yeniden çıkması için büyük gayret sarf edilse de) kesilmiş. 

Terörist olan PKK
Gördüğüm kadarıyla, Halkların Demokratik Partisi HDP kendini PKK'dan ne kadar uzaklaştırmaya çalışıyorsa, PKK da kendini HDP'ye bir o kadar yakınlaştırıyor.. 
Yıllarca rehin tutulduktan sonra kurtarma operasyonu sırasında PKK tarafından vahşice katledilen evlatlarımızın öyküleri PKK'ya nefret olarak yansırken, bir el bu nefreti HDP'ye ve HDP seçmenine yönlendiriyor.

Parti olan HDP
15 Ekim 2012'de kurulan, Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinde seçimlerinde %13,12 oy alarak 80 milletvekiliyle TBMM'ye giren, sonrasında kurulan 63. Türkiye Hükûmeti'nde iki bakanlıkla temsil edilen HDP, mecliste sandalyesi bulunan resmi ve yasal bir parti.
Vatandaş olarak bu partiye oy verirsin ya da vermezsin ama varlığını kabul edersin.
İktidar olarak diğer partilerle seçimlerde yarışırsın ama yarışı kazanmak için yarışçıları ve izleyicileri çekip vurmazsın.

Mobbing
Bu hiddet, şiddet ve nefret dili ülkenin kılcal damarlarına kadar yayılıp, insanlar arasında "bezdirme taktiği"ne, yani mobbinge dönüşüyor. 
Geçtiğimiz günlerde Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görevli asistan doktor Mustafa Yalçın “Kayak yapmaya gidiyorum” diyerek evden çıkmış ve saat 11:00'de girmesi gereken ameliyata gitmeyince durum jandarma ve polise bildirilmiş, arama kurtarma ekiplerinin çalışmaları sonunda Yalçın'ın cansız bedeni Uludağ'da bulunmuştu. Yalçın kendi hazırladığı ilacı kullanarak kendi hayatına son vermişti. Ardında ise 6 sayfalık bir mektup bırakmış ve mektupta kız arkadaşının da kendisiyle aynı serviste görev yaptığını, bazı kişilerin kız arkadaşıyla birlikte kendisine mobbing uyguladığını belirtmişti. Haberde, mektupta "Ben bu hayattan keyif almıyorum. Artık yaşamak istemiyorum" dediği yazıyordu.
Soralım o zaman, bir insana canından bezdirecek kadar eziyet etmek hangi ahlâka, hangi vicdana sığar?
Kendinize gelmeniz için illa ki birilerinin ölmesi mi lazım?
Ölüm de mi kendinize getirmiyor sizleri?
Ezilmemek için ezmek üzerine kurulu bir düzende kim ne kadar mutlu ve başarılı olabilir?
Kaybeden "kişi/insan" gibi görünse de, kaybedilen "ülke/insanlık"tır. 

Gülümsesek de mi geçsek, gülümsemesek de mi geçmesek? - 1
Ölümünün 103. yıl dönümü için II. Abdülhamid’in türbesi önünde toplanan Devlet-i Aliyye Ocakları üyeleri, padişahın IV. kuşaktan torunu ve kurucu başkanları Kayıhan Osmanoğlu’nu mehter takımı ve “Yolun yolumuzdur şehzadem” sloganlarıyla karşıladı. Sultanahmet meydanına çakarlı araçlarla gelen Kayıhan Osmanoğlu, araçtan kapısı açılarak indi, hazır kıta bekleyen fesli dernek üyeleri kendisine doğru slogan atarak yaklaştı,  şehzade kendisini karşılayanlara baktı, onlar slogan attı, o baktı, baktı, baktı. Sonra video bitti.
Osmanlı tarihini dizi filmlerden öğrenenler, Osmanlıyı Osmanlıspor olarak anlayanlar ve Osmanlı ailesini diriltmek için uğraşanlar Osmanlı tarihini, dünya tarihini ve Türk tarihini ne kadar biliyorlar bilmem. 
Osmanlı İmparatorluğu Sezon II'yi yüklemek isterken kendileri için ne bekliyorlar onu da bilmem.
Kapıkulluğu mu, Yeniçeri Ağalığı mı, Sadrazamlık mı, ne? 

Gülümsesek de mi geçsek, gülümsemesek de mi geçmesek? - 2
2017 yılında Binali Yıldırımın "Sosyal Medyadaki Yazılı Dil Yozlaşması" üzerine yaptığı konuşma metni ile 2021 yılında Cumhurbaşkanının aynı konu üzerine yaptığı konuşma metninin bire bir aynı olmasına gülümsesek mi gülümsemesek mi, ne dersiniz?
Ülke istikrarını sürdürüyor ne güzel mi desek, metin yazarları "copy-paste" ile günü kurtarmış mı desek yoksa dört yıl arayla aynı metnin okunduğunu kimin fark ettiğini ve sosyal medyaya kimin servis ettiğini mi sorgulasak?

Metin yazarlarının da işi zor
Her gün bir konu bulacaksın, uzun uzun anlatacaksın, yazacaksın yazacaksın yazacaksın.
Malum, Cumhurbaşkanı her gün en az bir kez uzun bir konuşma yapıyor. Pardon, okuyor.
O konuşmalar içinde dün ak denene bugün kara denmiş, dün haykıra haykıra söylenen bugün inkar edilmiş, kimin umurunda...
Demeden geçemeyeceğim; Prompter'dan okuma dersinden not vermiş olsam, Binali Yıldırım 3, Erdoğan 5 alırdı.

Bugünler epey hareketli geçiyor kısacası
Her cenahtan, her kafadan bir ses çıkıyor.
En ufak bir muhalif ses, (bknz: "Uğur Dündar’ın sunduğu programdaki sözleri nedeniyle 'Cumhurbaşkanına hakaret' iddiasıyla 4’er yıl 8’er aya kadar hapisle cezalandırılmaları istenen Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın yargılandığı davanın ikinci duruşmasında savcı mütalaasını açıklayarak usta sanatçıların cezalandırılmasını talep etti."), hemen kesilmeye çalışılıyor.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum: "İletişim Başkanlığı'nı eleştirmek devleti eleştirmektir" diyor.
Boğaziçi Üniversitesinin istenmeyen rektörü Melih Bulu, "Bana dokunan devlete dokunmuş sayılır!" diyor.
Boğaziçili öğrenciler olsun, öğretmenler olsun, tüm muhalif kişiler terörist ilan ediliyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Garadaki şehitlerle ilgili sorduğu sorulara karşılık T.C. Cumhurbaşkanından "Terbiyesiz herif!" cevabı alıyor.
Virüs nedeniyle herkese yasak olan toplanma, Ak Parti Kongrelerinde yasak dinlemiyor. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımız virüse rağmen salonların "lebaleb" dolu olmasıyla övünüyor.

Tepeden Tırnağa Mobbing
Kısacası, ülke olarak Mobbing içinde yaşıyoruz.
Baştan ayağa kim kime dişini geçirebilirse ona Mobbing uygulayıp canından bezdirmeye çalışıyor.
Yetmediyse daha saldırganlaşıp daha sertleşiyor.
İçeri alıyor, gözdağı veriyor, tutukluyor...
Kimse kendisi gibi olmayan hiç kimseyi sevmiyor.
Kendisi gibi olduğunu düşündüğü kişilerin içini ise hiç kimse bilmiyor.

Ne demiştik bir zaman hatırlayın:
Bak bak, daha iyi bak...

20 Şubat 2021 / C.E.Y.

14 Şubat 2021 Pazar

Aşk Olsun mu?

Aşka mı aşıksın, aşığa mı aşıksın, aşık olmaya mı yoksa aşık olunmaya mı aşıksın?
Seni cezbeden ayrıyken yaşanan yürek çırpıntısı, mide spazmı, heyecan, melankoli, kıskançlık, özlem mi, yoksa birlikte yaşanan anlardan aldığın haz mı?
Aşkını kendi kendine yaşamayı mı tercih ediyorsun, yoksa aşığınla bir olup, birlikte yaşamayı mı?

Bir coşan sel gibiyim engeller aşıyorum
Gecenin sükununda sensiz dolaşıyorum
Ne çıkar aramasan, sormasan, hiç gelmesen
Ben seni iç dünyamda tadarak yaşıyorum
İçindeki büyük aşkı, aşkına münasip ve layık bulduğun bir bedene tutturup onun da sana aşkla bağlanmasını mı istiyorsun, yoksa delice aşık olunup arzulanmayı mı?
Aşk senin içinde mi, yoksa dışında mı?
Bir yandan sonsuz aşkın olmadığından yakınırken, bir yandan da sonsuz bir aşkla bağlanmaktan ya da bağlanılmaktan mı korkuyorsun?
Bir anda aşık olup, aşkı zirvelerde yaşayıp ve yaşatıp ve tüketip, bir zaman sonra balon gibi sönüyor musun?
Yoksa aşkı yudum yudum, uzun uzun, ağır ağır, yıllanmış bir şarap tadında, her ânı hücrelerine nakşederek mi yaşayıp yaşatıyorsun?
Beyninle kalbin birlikte mi atıyor, yoksa kalbin hiç kimseleri dinlemeden başına buyruk bir aşka mı konuyor?
Aşkın alevli halini mi daha çok seviyorsun yoksa dingin halini mi?
Yoksa dinginliğin içinde kor haline gelen, aşina olduğun o ateşi alevlendirmeyi mi?

Herkesin aşkı kendine aşk
Herkes nasıl sevilmek istiyorsa öyle seviyor.
Aşka inanmayanın da, kendine aşık olanın da aşkı olmuyor.
İçinde aşk taşımayan, hiç kimseye aşık olmuyor.
Bazıları sadece aşık olunmak, bazıları da sadece aşık olmak istiyor.
İki tarafın da "talep eden" olduğu bir aşkta taleplerin ardı arkası kesilmiyor. 
Alan almaktan bıkmıyor, veren vermekten yılmıyor. İkisi de bu alış verişi aşk zannediyor.
Aşk dediğin bir hayalden ibaret, hayal kime uyuyorsa "aşk" da o oluyor.
Aşk ile hemhâl olanın gözü başka bir aşk görmüyor.
Birbirlerinin gözbebeklerinde kaybolanlar aşkı doya doya yaşıyor.

Türk filmlerinin unutulmaz aktörlerinden Mete İnselelin kızı Müfidenin şarkısındaki gibi mi artık sevgililik ve aşk?
Sadece beklenti mi?
Kişi mükemmel aşkı ararken dönüp de kendisine bakmıyor. Kendisiyle hiç yüzleşmiyor.
Müfide yüzleşmiş ve "O ben de değilim ne yazık ki" deyivermiş.

Geceyi gündüz eden
Güvenen güvendiren
Ama gücendirmeyen
Yok öyle bir sevgili

Gönlünü hoş eyleyen
Koşulsuz, şartsız seven
Özenen, hep hoş gören
Yok öyle bir sevgili

Kaldı ki;
Bu ben de değilim ne yazık ki

Yalnız, sen olduğun için seven seni
"Susmak erdemdir' diyebilen biri
Bir ömrü, aynı yastıkta eskitecek gibi
Ama yok ki, yok öyle bir sevgili

Ne çok şey istiyoruz
Aslında çok, çok, çok
Ama yok öyle bir sevgili
Yok ki de yok

Öyle bir sevgili var mı yok mu bilmem. 
Her isteği yerine getiren ya da hep isteyen birinden sevgili olur mu onu da bilemem...

Aşk Başa Girince Akıl Seyahate Çıkar
Akıl seyahatten dönünce aşk bitiyor. Ya da aşk bitince aklın havalarda seyreden seyahati sona eriyor.
Gariptir ki, erer ermez de akılsızlık hâli tekrar özlenmeye başlıyor. 
Yine içinde kelebekler uçsun, yine aklı baştan gitsin, yine ve yeniden yeni bir aşk yaşasın, hayatı yine aşk ile anlamlansın istiyor insan.
Aşkı bu anlara yükleyenler hep bu anların peşinden koşuyor. Koşmaktan yorulanlar bir limana sığınmaya çalışırken, bazıları içten içe çürüseler de, ağaçlar gibi dimdik ayakta ve yalnız kalmaya devam ediyor.
Yalnız kalmışlar değil, yalnız kalmak istemişler ile yalnız kalamayanlar ve yalnız kalmamak için "bir insana razı olanlar" aşkı birbirinden farklı algılayıp, farklı yaşıyorlar...

İnsan yaş aldıkça anlıyor ki, aşk sadece üreme organlarının kışkırtmasıyla yaşanmıyor.
İnsanın içinde aşk varsa ve insan içindeki o aşkı dünyaya aktarabiliyorsa, dünya da onu aşk ile sarıp sarmalıyor.

Sevgililer Günü Beklenti Günü değil, aşk olsun...
Seven bekletmez, haberiniz olsun.
İçinizde her an aşk olsun. 
Her gününüz Aşk Günü olsun.

Adı konmuş madem biz de kutlayalım o zaman:
14 Şubat Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun

Mutsuzum / 14 Şubat 2020
Aşk Olsun mu? / 14 Şubat 2021

3 Şubat 2021 Çarşamba

Tezgâha Gel-Me

Boğaziçi Boğaziçi olalı böyle günler yaşadı mı bilmem.
Atanan rektörü reddeden öğretim üyeleri ile öğrenciler bir yanda, üniversitenin gelenekleri ve kuralları bir yanda, ülkenin en itibarlı üniversitelerinden birine girebilmiş gençlerin terörist muamelesi görmesi bir yanda, evlatları yerlerde sürüklenen ailelerin isyanı bir yanda, tepeden inme atanan ve istenmeyen rektör ile onu oraya atayan akıl ve o aklı ölümüne destekleyen akıllar öte yanda.

Protestoyu suça dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan karanlık eller ise tüm hepsinin ortasında.
Karanlık ellerin vazifesi, haklarını koruma ve savunma hakkını kullananların arasına karışıp; bir slogan, bir Tweet, bir hareket, bir pankart ile kendini ifade etmeye çalışan gençleri kışkırtmak, kışkırtıcı marifetlerini özellikle medyanın gözüne sokmak ve kötülüklerini Boğaziçili gençlere bulaştırıp onları karalamak.
Başardılar mı?
Her zamanki gibi başardılar, evet.
Malum, bu tezgâh hiç şaşmaz.

Yaşadığımız onca yıldan sonra biliyoruz ki hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Gezi, 15 Temmuz, 12 Eylül, 6-7 Eylül olayları ve dahası ve dahası.

Önce kazana bir damla deterjan damlat, sonra elini kazanın içine sok, çalkala çalkala çalkala, köpürt köpürt köpürt. Köpüğü kesmek için bas köpük kırıcıyı, tüm kazanı kimyasala boğ ve kullanılamaz hale getir.

Önce insanlara tepki gösterecekleri bir olay dayat, sonra tepki gösterenlerin arasına hain sok, karıştır  karıştır karıştır, olayları büyüt büyüt büyüt. Büyüyen olayları bastırmak için güvenlik güçlerini daya, tüm alanı şiddete boğ ve toz duman arasında ayrım yapmaksızın her öğrenciyi terörist ilan et, sistemi kullanılamaz hale getir.

İşte şimdi elinizde nefis bir kapkaranlık tablo var.
Ve şimdi artık siz bu tabloyu kullanarak istediğiniz her şeyi yapabilir, bir taşla beş kuş vurabilirsiniz.

İstifa mı, o ne?
En büyük hayalinin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olmak istediğini açıklayan ve istifa etmeyi asla düşünmediğini söyleyen Melih Bulu, o kadar istenmemeye, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanının “İstifa et” davetine ve pek çok kişinin ve kurumun bu işin sarpa saracağını söylemesine rağmen makam koltuğunda kalmakta bir sakınca görmüyor.
Boğaziçi arazisi ile ilgili komplo teorileri de devreye girince her şey iyice kördüğüm oluyor.

Nefret Dili
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada tüm gençleri ve onlara destek verenleri şu sözlerle terörist ilan ediyor.
"Aydınım diye geçinen zavallılar, sivil toplum kuruluş hüviyeti taşıyan fırsatçılar, demokrasi ve hukuk sınırları içinde siyaset yaptığını zanneden gafiller tarihi yanlıştadır. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylara destek vermek geldiğimiz bu aşamada teröre destek vermektir."
İçişleri Bakanı Süleyman Soylunun attığı Tweet ise nefret söylemi içerdiği için Twitter tarafından kaldırıldı. 
O kadar mı derseniz, evet o kadar...

Beyin Göçü
Hoşgörünün ve demokrasinin en yüksek seyrettiği, bilim ve sanat yuvası Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini bu nefret dili ve bu şiddet ile mi dize getireceksiniz?
Beyin göçünü tersine çevirmeyi planlıyordunuz hani?
Demokratik bir ortam içinde daha da parlaması beklenen beyinler, okulu öyle böyle bitirirler ancak bitirir bitirmez arkalarına bile bakmadan memleketlerini terk ederler.
Ki siz de biliyorsunuz, ne acı ki gençlerin büyük kısmı kapağı yurt dışına atma sevdasında.

Ortama Gel
Sesine kulak verilmediği, anlaşılmaya çalışılmadığı, insan yerine konulmadığı bir ortamda nasıl verimli olabilir ki insan?
Hepimiz kavgadan, düzenden, kumpastan, dayatmadan, iftiradan, terörden, sevgisizlikten bıktık.
Gençler ise bu çekişmenin nedenini hiç anlamıyor.
Haksızlık karşısında başını öne eğip "Tabi efendim!" demiyor genç dediğin.
Onun idealleri var, hayalleri var, neşesi var. Yeniliklere açık. Ruhu özgür. Yaratıcı. Meraklı.
Onun hayatı algılamasına, sorgulamasına, anlamaya çalışmasına engel olmasak da, ona kucak açarak kendi bildiklerimizi aktarsak, sonra da öğrendiklerini deneyimlemek ve kendisini geliştirmek için onu serbest bıraksak.
Biz ki şu yaşa geldik, pek çok şeyi zaman içinde öğrendik ve anlamaya başladık. 
Genç daha yolun başında. 
Hatırlayın yolun başındaki çaylak günlerinizi. 
Öğrenme ve anlama dediğin sonsuz bir yolculuk. Bırakınız onlar da kendi yolculuklarının hazzını yaşasınlar. 
Hem, siz hiç genç olmadınız mı? Kanınız hiç deli akmadı mı? Hiç saçmalamadınız mı? Hiç hata yapmadınız mı? Hiç pişman olmadınız mı? Şimdiki tecrübelerinizi bu yollardan geçerek kazanmadınız mı?
Unutmayın;
Eğer ki gençlerin enerjisi çağlar boyu engellenmiş olsa idi, biz bugün hâlâ (yontma bile değil) bildiğin düz Taş Devrindeydik.

Tezgâha Gel
İllüzyon bir resme bakar gibi gözler kısılıp bakılınca tezgâh net görülüyor.
Bu tezgâhlar kimin kirli emelleri için kuruluyorsa, geleceğimiz göz göre göre ateşe atılıyor.
İhtimal ki ülke, 12 Eylül öncesi olduğu gibi, okullarında ders yapılamayan bir sistem içine sürüklenmek istiyor.

Tezgâha Gel-Me
Gençlerden, araya karışan kötü sesleri ayırt edebilmelerini ve tezgâha gelmemelerini istiyoruz.
Emniyet güçlerinden, henüz hayatlarının baharındaki gençlere, halkın vergileri ile sahip oldukları orantısız güç ile saldırmamalarını istiyoruz.
Büyüklerimizden de, yangına körükle gitmemelerini istiyoruz.

3 Şubat 2021 / C.E.Y.