16 Ağustos 2016 Salı

Muhalifi bırak, haine bak

Bu lafın üzerine laf konmaz ya, yine de edelim iki laf.

Bir ay önce kalkışılan işin ardından birbirine karışan yaftalama işi, hain ile muhalifin aynı kefeye konmasına ve çıkan her muhalif sesin susturulmasına dayanır oldu.
Muhalif hep açıkta yaşıyordu, gizlenmiyordu.
Her daim açık ve net bir şekilde sıkıntısını dile getiriyordu. Bundan da gocunmuyordu. 
Sonuçta memlekette demokrasi yok muydu?

Darbe girişimine bakınca gördük ki esas düşman içeride imiş.
Hain, koyun postuna bürünmüş, sinsi sinsi, sessiz ve derinden yol almakta imiş.
Bu durumda düşman olan muhalif kişi midir, yoksa içerideki hain mi?
Kilit dediğin hırsız içindir. Hırsız evin içindeyse o kilit etkisizdir.

Şimdi; hainlerin pek çoğu itirafçı olup bülbül gibi şakırken, muhalifliğinden ödün vermeyen sesler birer birer avlanıyor.
Cemaatle uzak yakın ilişkisi olmayan insanlar sırf muhalifliklerinden dolayı cezalandırılıyor.
Bakınız açığa alınan tiyatrocular, yuhalanan sanatçılar...
Fırsat bu fırsatken öyle mi?

Cemaate referans olan hükumete güvenerek giriştikleri işlerde hükumetin elini çekmesiyle iyot gibi açıkta kalan iş adamlarının mağduriyeti de işin başka bir boyutu. E kanmayacaktınız diyeceğim ama, hırslarınıza kapılıp sorgusuz sualsiz ardından koşturduklarınıza kanmayıp da ne yapacaktınız. 

Bakın bu acımasız hainlerin kimisi kaçtı, kimisi sindi, kimisi cezaevine yerleştirildi.
Muhalif ise hep muhalif.
Buyurun vurun...
****

Yıllardır kendim dahil gördüğüm odur ki, hiçbirimiz muhalif sesi sevmiyoruz. Eleştiriye zinhar tahammülümüz yok. Ayrıca eleştiri yapmayı da bilmiyoruz. Dediğimiz dediktir, bizden gayrı herkes de çaldığımız "düdük"tür.

Kendi adıma konuşacak olursam; 
Zaman içinde eleştiri ya da uyarı yapmayı da öğrendim, eleştiri ve uyarıları değerlendirmeyi de.
En çok da, eleştiride kızdığım şeyin aslında kendim olduğunu fark ettim. "Nasıl olur da ben böyle bir hata yapabilirim"den, "hatalarımı söyleyenlere şükran duymaya" uzanan yolculukta hatalarımdan ders almayı öğrendim. 
Demek ki hamdım, piştim, daha da pişeceğim...

Murathan Mungan'ın Harita Metot Defteri isimli kitabının tanıtımında ettiği ders gibi birkaç söz hiç aklımdan çıkmaz. 
"Bende benden çok var" başlığı ile yazdığım yazıdan alıntılayalım hemen.

"Eleştiriye açığım ama hoşlanmam"
"Beklenti güzel bir şeyler duymaktır. Kulağını kime açıp kime kapatacağına karar vereceksin. 'El içinde saç kesme, kimi uzun der kimi kısa"'derler. Herkesin sözüne kulak verirseniz siz siz olmaktan çıkarsınız. Eleştiri yapanın hangi taraftan eleştiri yaptığına dikkat ederim. Benim uzayımda yapmasını beklerim. Kıskandığı için söylediği bir şeyi de değerlendirmeye alırım. Çok sevdiği için söyleyemeyenler ya da gözden kaçıranların açığını kapatıyordur o. Ben işime bakarım. Söylediği işime yarıyor mu, hakikaten bir yere oturuyor mu ona bakarım. Bu konuda dengeye bakarım."

"Ben de eleştirmeni okurum"
"Eleştirmenlerin bilmesi gereken şey, onlar benim hakkımda bir şeyler söylüyor iken aslında kendi haklarında da bir şeyler söylüyorlardır. Yazdıklarıyla ben de onun hakkında bilgi edinirim. Dikkatli okuyup okumadığını, bağlantıları görüp görmediğini, kitabı anlayıp anlamadığını anlarım. İster beğensin ister beğenmesin ama bende 'Kusurlu Okur' izlenimi bırakmasın."

"Yazar olarak en çok öğrenmeniz gereken şey adalet"
"Çünkü elimde kalemin var. Anlattıklarının bir kısmı hayatta veya değil. O yüzden sizin önce arınmış bir vicdanla, tertemiz bir mürekkeple oturmanız gerekiyor yazı masasına."
****
Adalet kavramının rafa kalktığı, eleştirinin karalama halini aldığı, toplumun ayrıştıkça ayrıştığı bir ülkede tahta linç kültürü çıkar ki, çıkmaz olsun...
O sebep, linç meraklılarını teşvik edecek hareketlerden kaçınıp, insanları "seçkinler-vatanperverler" diye diye ötekileştirmeyi bir kenara bırakmalı artık.
Toplumu gerçekten "seçkin" hale getirmek için emek vermeli...
Dünyadan muhalif sesleri değil, dünyaya ayrık otu gibi kök salıp dünyanın başına bela olan hainleri temizlemeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder