23 Ocak 2021 Cumartesi

Marketingen Haşırtingen

Şehirliler olarak evde yağ bitecek, peynir bitecek, ekmek bitecek, un makarna pirinç bitecek de market alışverişine gideceğiz diye ödümüz kopuyor. 
Niye koptuğunu biliyorsunuz.
Çünkü her market ziyaretinde fiyatları bir ziyaret öncesine göre "güncellenmiş" görüyoruz da ondan.
Hem de ne güncellenmek.
Güncelleme, yani ZAM oranları %30, %40, %50 ile rekora koşuyor.

Her zaman 100 liralık benzin alan vatandaş misali, vatandaş da her markete gidişine 100 lira ayırdığında, torbanın ağırlığı gittikçe azalıyor, içine paketlerce ürün sığan torbada birkaç paket birbirlerine değmeden sesiz sedasız oturuyor.
Eğer kişi evin tüm ihtiyacını bir kalemde gidereyim diyecek olursa, market arabası tepeleme dolarken kredi kartı hızla boşalıyor.
Kart kullanmayıp da nakit üzerinden alış verişte ısrar edenler ayaklarını yorganına göre uzatmayı daha iyi biliyorlar. Lakin onların da üzerlerine örttükleri yorgan çeke çeke düdük gibi kaldı. Yorgan altından görülen yırtık çoraplara, dizleri eprimiş pijamalar eklendi. Bu gidişle yorgan buhar olup uçacak, insanlar cıscıbıldak ortada kalacak.

Salgın dolayısıyla insanlar sosyal hayattan el çekince giderlerinden birçok kalem düştü ve bu giderlerin neredeyse tamamı gıdaya yöneldi ya, marketler de bu krizi fırsata çeviriverdiler.
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur deyip vücudu sağlamlaştırmak isteyenler ile evde canı sıkılanlar kendilerini yemeğe vurdu. Mutfak giderleri bir anda gider pastasında en büyük yeri tutar oldu.
Ev ahalisi arasında, Zoom’a bağlanıp bağlanamama muhabbetinden sonra en çok konuşuna konu, "Sabah kahvaltıda ne yiyeceğiz, öğlen yemeğinde ne yiyeceğiz, akşam sofrasında ne yiyeceğiz, aralarda ne atıştıracağız, akşam yemeğinden sonra ne içeceğiz, çayın yanına börek çörek olsa mı?" oldu.
Market fişleri uzadıkça uzadı, evdeki elektrik su tüketimi arttıkça arttı. 
Market ve Mutfak arasında geçen bir hayatın ortasına düşmek hem kesemize dokundu, hem de canımıza yetti.

Korona Öncesinde aç mı geziyorduk diyeceksiniz?
K.Ö. çocuklar okula, büyükler işe gider, akşam herkes evde buluşurdu. 
K.S. ise herkes tokur tokur evlerde.
Her odada ders, her odada bir insan: Mutfak ve banyo harıl harıl çalışıyor. 
Durmadan "Acıktım!"  diyenlerden mütevelli evin mutfaktan çıkamayan annesinin canı burnunda, kime ne yemek yetiştireceğini şaşırıyor.

Bu yazıda can sıkıntısından yemekten değil de, temel gıda maddelerini alabilmekten bahsedelim.
Ekmek, süt, yumurta, peynir, yağ, sabun gibi bir evin olmazsa olmazı ürünlere ulaşmak her geçen gün zorlaşıyor.
Memlekette Koronavirüsten ve raflarda her gün değişen fiyatlardan başka bir şey konuşulmaz oldu.
Bu nasıl bir JET HIZINDA artıştır, ki kimse hesabın içinden çıkamaz oldu.

Üretim mi düştü, tedarikte mi sıkıntı var, hammadde mi yok, ithalat mı yapılamıyor, yoksa temel gıdadan alınan vergiler de mi arttırıldı?
Hadi şarap rakı içmeyek, sigara içmeyek, somon havyar ejder meyvesi yemiyek, tamam da yumurta da mı yemiyek, peynir de mi yemiyek, süt de mi içmeyek, ne yapek?

İnsan merak ediyor:
Marketing dersi veren uzmanlar bu "Marketingen Haşırtingen" konusunu ayrı bir ders olarak işliyorlar mı?
****
Köyde yaşasak birkaç koyun ile birkaç kuzu, bir kümes tavuk, birkaç evlek toprak ile karnımızı doyururduk. Ancak şehirlerde iş öyle değil. Markete ürün getirirlerse yeriz, gazı açarlarsa ısınırız, suyumuzu kesmezlerse yıkanırız.
Temiz suya ulaşmak için derenin başına gidemeyiz, kurbağa sobada yakacak odunu bulmak için ormana dalıp ağaç kesemez, ateş tutuşturmak için çalı çırpı toplayamayız. Toplanma alanlarının bile betonlaştığı koca şehirlerde bir karış toprak bulup da domates biber ekemeyiz. 
Kısacası, kendi kendimizi besleyemeyiz.

Şimdi;
Şu kadar insan şehirlere kilitlenip kalmış iken ve insanların alış veriş için marketlerden başka seçeneği kalmamış iken ve market fiyatları da alıp başına gitmiş iken, düşük gelirli insanların merdiven altı üretilen ürünleri talep etmelerini kim, nasıl kınayacak?
En temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve insanca yaşama hakkından yoksun kalan insanların hakkını kim, nasıl savunacak?
İnsanca yaşayamayan insanların insanca davranış göstermelerini kim, nasıl bekleyecek?

Demedi demeyin;
Bu gidişle tokların tombul etleri açların iştahını kabartacak ve açlık sofuluğu bozacak.
Komşusu aç iken tok yatanlar tokluklarının kefaretini tombul etleri ile ödeyecek

23 Ocak 2021 / C.E.Y.

15 Ocak 2021 Cuma

"Artık Yeşerecek Bir Dalım Yok"

Son zamanlarda ekrana bakıp bakıp iç çekiyorum. Ne elim yazmaya gidiyor, ne de dilim konuşup anlatmaya.
Kime ne desem, ne söylesem fayda etmeyecek ümitsizliği içinde koyu bir suskunluğa gömülüyorum.

Olanları şöyle bir saysam siz de bana hak vereceksiniz.
Korona bir yanda, aşı karmaşası bir yanda, ölüp giden canlar bir yanda, acımasızca sürüp giden siyasi kavgalar bambaşka bir yanda.
Ekonomi deseniz kanatlanmış uçuyor. Kimse hızına dayanamadığı için ekonomi kuşunun her kanat çırpışında üzerinden onlarca, yüzlerce insan düşüyor.
"Taciz-tecavüz-cinayet-şiddet" vakaları Mahşerin Dört Atlısı gibi köyde kentte dört nala at koşturuyor.

Siyasilere yönelen şiddet gittikçe artarken, şiddet, yapanın yanına kâr kalıyor. Saldırganın ceza alması beklenirken, saldırgan ceza yerine sırt sıvazlama ile ödüllendiriliyor.
Tabii ki ceza alıp almama şiddetin kime yöneldiği ile değişiyor. Malum, muhalif kanada her türlü şiddet mubah. 
Muhalif kanattan yükselen tek bir söz ise "halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği" gerekçesiyle hemen cezalandırılıyor. Cezalandırılma sosyal medya linçi ile başlayıp, CİMERe şikâyet ile devam ediyor, kişi hakkında hemen dava açılıyor, kişi hemen gözaltına alınıyor, bazen birkaç gün tutulup gözü korkutulduktan sonra serbest bırakılıyor, bazen de dava tutuklanma ile son buluyor.
Böylece sade vatandaşlara, "Biz herkese her şeyi söyleyebilir, herkese her şeyi yapabiliriz ama siz sesinizi çıkartamazsınız, fikrinizi söyleyemezsiniz, hatta düşünemezsiniz bile!" deniyor.
Aman ha, Düşünürseniz Düşünce Suçu, yan bakarsanız Yan Baktı Suçu, susarsanız Sustu Suçu, konuşursanız Konuştu Suçu gibi her çeşit suçla suçlanabilirsiniz.
İyisi mi, ne bakın, ne görün, ne duyun, ne konuşun ne de düşünün...

* Ekim 2018de İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşenerin evi basıldı, ses yok. Nisan 2019da Kılıçdaroğlu yumruklandı, ses yok. Aralık 2020’de Kılıçdaroğlu Çakıcı tarafından tehdit edildi, ses yok. Bugün, Ocak 2021’de Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'a sopalarla saldırıldı, ses yok. Yine bugün, Yeniçağ gazetesinin Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu evinin önünde üç kişi tarafından dövüldü, ses yok.
Ses yok derken, adalet arayan, adaleti sağlayan, duyulması beklenen güçlü bir ses yok.
Suçlayan, ötekileştiren, "Hak etmişti zaten, oh olsun!" diyen ses ise pek çok. 

Muhalif sesleri terör örgütü üyeliği ile suçlayıp seslerini kesmeye çalışmak işin en kolayı. Anlamaya çalışmak, dinlemek, kulak vermek bu kadar mı zor anlamadım ki...  

* Boğaziçi Üniversitesinin içinden seçilerek değil de, tepeden inme atanarak rektör yapılan Melih Bulu'ya tepki gösterdiler diye ne öğrencilerin teröristliği kaldı ne de hocaların.
Boğaziçi olayları, tezinde intihal olduğu kanıtlanan Melih Bulu'nun hâlâ rektörlük makamında oturması, bir de makam odasının penceresinden kendisini protesto eden öğrencilere el sallaması ve üniversitenin demir parmaklıklı kapısına polis tarafından kelepçe takılması ile tarihe geçti.

* Cuma namazına ya da aşı olmaya itibardan tasarruf olmaz diyerek koskoca bir koruma ordusu ile giden cumhurbaşkanı bir yanda, işsizlikten kendisini yakanlar ya da bir yerlerden atanlar öte yanda.

* İşsizlik nedeniyle intihar girişiminde bulunan ve ağır yaralanan 28 yaşındaki genç, "Artık kuracak bir hayalim de, hayattan bir beklentim de kalmadı." demiş. Atanamayan öğretmenler deseniz, pek çoğu derin bir umutsuzluğa kapılıp ardı ardına intihar ediyorlar. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Selçuk'un beyanatlarına bakarsanız ülkede açlık da işsizlik de yok. Selçuk, “Türkiye’de yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, sorun olmaktan kalktı” demişti, hatırlayın.
Ben de kendi kendime sormuştum, "Ne oldu, hepsi öldüler mi?" diye...

* Cumhurbaşkanımızın, "Ben tıptan anlamam, benim alanım ekonomi" sözlerine bakıp kendisinin ekonomi dalındaki diplomasını sorgulamak isteyebilirsiniz. Sorgulamayın. Bir yüzük ile çıktığı yolda vardığı yere bakın ve söylediği sözün haklılığını kabul edin.

Diploma konusundan devam edersek, diplomalılar iş bulamadıkları için intihar ederken diplomasızlar en üst mertebelere getiriliyor.

* Her konuda engin bilgi sahibi, Yeliz kod adlı Ahmet Hamdi Çamlı'nın TBMM sitesindeki bilgilerine bakıyorum, eğitimi hakkında "ilahiyat mezunu" yazıyor. Hangi okul, hangi lise, hangi fakülte belli değil. 26. ve 27. dönemde İstanbul Milletvekili seçilen, Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi olarak görev yapan ve Dışişleri Komisyonu Üyesi olarak görevini sürdüren Çamlı'nın faaliyet raporuna bakıyorum, faaliyet karnesi sayfası adeta boş. Hakkını yemeyelim, sayfada gördüğüm kadarıyla en aktif olduğu konu Genel Kurul ve Komisyon Konuşmaları. Ha bir de, birbirinden âlâ basın açıklamaları.

* FILA tarafından "Asrın Güreşçisi" unvanı ile onurlandırılan Hamza Yerlikaya, TBMM’nin sitesinde üniversite mezunu, AK Parti’nin resmi sitesinde ise lise mezunu görülüyor. Cumhuriyet gazetesinin yayımladığı bir habere göre, üniversiteye meslek lisesinden aldığı sahte diplomayla kayıt yaptırdığı için açılan davada, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Yerlikaya’nın lise mezunu olmadığına ve "resmi evrakta sahtecilik" yaptığına karar kılmış. Aralık 2020'de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Hamza Yerlikaya’nın lise diplomasının sahte olduğu haberlerine "unutulma hakkı" gerekçesiyle erişim engeli getirildi. 23. Dönem Milletvekillerinden olan Yerlikaya'nın 23. Yasama Faaliyetleri yok denecek kadar az. 
Yerlikaya şu anda Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı. 

Hep kötü haber vermeyelim. Ülkemizde iyi şeyler de oluyor.

* Türkiye Cimnastik Federasyonu sporcuları yurt içinde ve yurt dışında madalya üzerine madalya alıyorlar mesela. Federasyon başkanı Suat Çelen, dünya jimnastik literatürüne çifte burgulu hareketi Çelen Hareketi olarak geçiren Türk millî jimnastikçi. Eğitim gördüğü dalda çalışmalar yaparak büyük başarılara imza atıyor. Herhangi bir bankanın ne başkanı ne de yardımcısı. 
O sadece en iyi bildiği işi en iyi şekilde yapıyor.

Tüm bunları duydukça içiniz cız etmiyor mu?
Bu kadar büyük potansiyeli olan gençler sevgi ve bilgi ile işlendikçe başarı katlanarak geliyor ve ülke gururlanıyor; aynı gençler itilip kakılınca ve yok sayılınca olan yine ülkeye oluyor, fırsatını bulan kendini yurt dışına atıyor, pırıl pırıl beyinler başka ülkelere göçüyor ve ülke hızla kontrol edilebilir ve uysal vasıfsızların eline kalıyor demiyor musunuz?

Derin bir nefes alıyorum;
Taner Şener bir yerlerde Artık Yeşerecek Bir Dalım Yok şarkısını söylüyor içli içli.
Boğaziçili gençler Metallica'nın "Master of Puppets" şarkısı eşliğinde dans ederek gösteriyorlar tepkilerini. 
Kadın Ritmik Cimnastik Grup Milli Takımı, Ritmik Cimnastik Avrupa Şampiyonası’nda ‘3 çember 2 labut’ aletinde şampiyonluğu elde ettikleri performansları ile göğsümüzü kabartıyor. 

Bir yanda hayatlar solarken, bir yanda umutlar yeşeriyor.
Canım vatanımda solanların değil de yeşillerin daha çok olması, gencecik insanların hayatlarının  baharında solup gitmemesi gerekiyor.

16 Ocak 2021 / C.E.Y.

9 Ocak 2021 Cumartesi

Katil Kadınlar

8 Ocak 2021 günü, Antalya’da ellerini kelepçeleyip kendisini çıplak halde saatlerce döven eşi Ramazan İpek’i av tüfeği ile vuran Melek İpek’in ifadesi kan dondurucuydu. 8 ve 6 yaşlarında 2 kız çocuğu annesi olan Melek, jandarmadaki ifadesinde, cinayete giden süreci ve işkence gecesi yaşadıklarını detaylarıyla anlattı. Her satırında kanımın donduğu ifadeyi okumamın ardından, yeni bir yazı yazmak yerine 28 Haziran 2011 ve 10 Mart 2016 tarihli yazılarımı okumanızı istedim.

Ne acıydı ki, tarihler değişse de olaylar hiç değişmiyordu.

Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011

Her gün üç-beş insanın öldürüldüğünü okuyoruz gazetelerde.
Basına yansımayan daha ne cinayetler var kim bilir.
Genelde katiller, saldırganlar hep erkek taifesi. Ya birbirlerini katlediyorlar ya da yanlarındaki kadınları. Güçlü ve baskın olan erkek ‘sevdiği’ kadının en doğal hakkı olan ‘Yaşama Hakkı’nı elinden almayı kendisine bir hak saymış.
Kadın öldüren erkekler kadar bir de erkeklerini öldüren kadınlar var. Kocalarını ya da sevgililerini gözlerini kırpmadan öldürebilenler…
Kimse onlarla pek ilgilenmiyor. Kadınların öldürülmesi vak’aları daha çok haber yapılıyor. Hele de habere ‘namus cinayeti’ yaftası yapıştırıldı mı kadın bir kez de gazete sayfalarında öldürülüyor.
Neden erkek bu kadar kolay öldürür diye soruyor insan. Ya maddi sıkıntılar sonucu çıldırma noktasına gelmiştir ya da yanındaki kadını kaybetmiş olmayı hazmedememiştir. Öyle mi?
Yoksa bütün bunlar öldürmek için birer bahane mi?
Esas neden kişilik bozukluğu mu? Hazımsızlık, duyarsızlık, sevgisizlik, ve merhametsizlik mi?
Erkek, bir insanı öldürürken olacakların önünü ardını pek düşünmüyor. Ne hapiste yatacağı günleri, ne şartların zorluğunu, ne de arkasında bıraktıklarını.
Trafikte yol vermeyen sürücüyü de öldürebiliyor, istediği şarkıyı söylemeyen sanatçıyı da. Çıkartıyor belinden tabancasını ve oracıkta saydırıveriyor. Pişman olmadığı gibi arkasında kaç ‘leş’ bıraktığıyla övünebiliyor bile…
‘Ya benimsin ya kara toprağın’ sözünü arabalarının arkasına yazan bir memlekette yaşıyorsak daha fazlasını beklemek de bizim hayalperestliğimiz olsa gerek…
Erkek çocuklar doğduklarından itibaren tabancalarla-kılıçlarla oynarlar. Karga yavrularını, kedi ya da köpek eniklerini yalaklara daldırıp çıkartarak zavallıcıkları hiç acımadan boğarlar.
****
Kız çocuklarsa o sırada bebekleriyle evcilik oynuyorlardır.
Anaçlık kadınların doğasında vardır. Öldürmeye değil doğurmaya ve yaşatmaya programlanmışlardır.
O yüzdendir ki kadın öldürürse öyle öfkeye kapılarak öldürmez. Yudum yudum dolarak gelir o raddeye. Planlar, programlar ve uygular.
Cinayet işlemiş dahi olsa, eğer ki psikolojik bir hastalığı yoksa, kadın cani değildir.
O cinayetlerin ardındaki hikâyeleri ise kimse dinlemez.
Kocasına itaat etmemesi, kendisine ekmek getirenin canına kastetmiş olması en büyük suçtur.
Yediği dayaklardan bunalıp da kocasını şikayet etmek için gittiği emniyette dahi ‘Hanım hanım, kocandır döver de sever de!’ denir.
Korunmaz, kollanmaz. Şiddet gördüğü için kocasını dava ettiğinde, davaya bakan mahkeme heyeti kadına manidar gözlerle bakar.
Başkaldıran bir asidir o. Doğru düzgün bir kadın olmuş olsa zaten kocası onu niye dövsündür, değil mi? Kesin hak etmiştir…
Kadın dediğin kan kusup kızılcık şerbeti içtim demelidir. Boyun eğmelidir. Ses çıkartmamalıdır.
Kocalarını öldüren kadınlar için ‘Niçin öldürüyor, boşansın gitsin der’ bazıları da.
İşkembeden atmak denir ya hani, işte öyle atarlar kendi tuzlarının kuruluğunda.
Onların dediği gibi medenîce boşanabilir mi sanki o kadınlar?
Görmüyor musunuz boşanmak istedi diye paramparça edilen kadınları?
Sadece ayrılmak istemiş olması dahi öldürülmesi için yeterli bir suç.
Ayrılıp baba evine dönse sanıyor musunuz ki durum orada daha iyi olacak. Bu kez de babası, ağabeyleri ve ailedeki diğer erkekler göz açtırmayacaklar kadına. Bir yandan da etraftaki erkekler musallat olacaklar.
Sığınma evlerine gitse, o da nereye kadar. Orada da bulup infaz etmiyorlar mı zaten.
Kadın bütün bunları ölçe-biçe-tarta karar verir. Verir ki; ya ölecek, ya da öldürecek…
Bir kadın; öldürmekten zerre kadar korkmaz hale gelmişse, yuvasından ve evlatlarından ayrılmayı göze almışsa varın siz hesap edin ne kadar büyük bir cenderede sıkıştığını.
Unutmayın ki kaybedecek bir şeyi olmayanlar her zaman en tehlikeli kişilerdir.
Hapiste yaşamak korkutmaz onu artık. Zaten yaşadığı hayat da bir çeşit hapishane değil midir? Üstelik de her an her türlü işkenceye tabi tutulduğu bir hapishane.
En azından gerçek hapishanede sağdır. Arada sırada da olsa sevdiklerini görebiliyordur. Yaptığından belki pişmandır belki değildir ama her iki şekilde de bu hayatı hak etmediği gün gibi ortadadır.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin son sahnesini hatırlayın. Ali Kaptan’ı vuran kişi kendi öz annesiydi. Demek insan bazen o kadar çaresiz kalabiliyor ki, gözünden sakındığı evladına dahi kurşun sıkabiliyor.
Birinin hayatta kalabilmesi için son çare bir diğerinin ölümü olmamalı.
Keşke ailelerine sürekli zarar veren hasta ruhlu bu insanlar tedavi edilebilseler. Keşke toplumda zararsız yaşamayı öğrenebilseler.
Bir suç işlediklerinin ertesi günü sorumsuzca salınıvermeseler. Devreye psikologlar, psikiyatrlar girse. Devlet vatandaşına sahip çıksa.
İnsanların çaresizliğine çare olunsa. Yasalar çıkartılsa, yaptırımlar uygulansa. Fizikî ya da ruhî şiddet uygulayıp çevresindekilerin hayatlarını cehenneme çevirenlere ağır cezalar verilse.
Ve bu cinayetler artık bitse.
Ne yazık ki medenice yaşamayı da, medenice ayrılmayı da beceremeyen bir toplumuz.
Ben’ce;
Ne kadınların hepsi birer melek, ne de erkeklerin hepsi birer şeytan;
Bütün mesele insan olabilmektedir, insan!


Katil Oldum Ben! / 10 Mart 2016

Adana’da eski eşi 33 yaşındaki Hasan Karabulut’u öldüren 28 yaşındaki Çilem Doğan yaptığı savunmasında “Öldüyse hepsi benim suçum mu?” dedi.
Karar mahkemenin, lakin savunmasında anlattıklarına bakılırsa, değil…
Mahkemeye getirilirken üzerine giydiği tişörtte yazan, “Dear past, thanks for all the lessons” yazısı genç kadının kendi hayatına bir seslenişi sanki.
Devamında yazan; “Dear future, I’m now ready!” ona keza…
O tişörtü tesadüfen giydi belki ama hayat zaten bir tesadüfler silsilesi değil mi?
Yine savunmasında, “Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün” demesinden katil olmaktan başka çaresi kalmadığını anladım ben.

Yıllardır gördüğüm o ki, erkek ve kadın farklı biçimlerde katil oluyorlar.
Erkek neden bu kadar kolay öldürür diye sorgularsak;
Ya maddi sıkıntılar sonucu çıldırma noktasına gelmiştir ya da yanındaki kadını kaybetmiş olmayı hazmedememiştir.
Aslında ise, erkek olmayı kendine taşıyamayacağı kadar ağırlaştırmış ve “önce insan” olarak yetiştirilmemiştir.

Erkek kişi bir insanı öldürürken olacakların önünü ardını pek düşünmez mesela. Ne hapiste yatacağı günleri, ne şartların zorluğunu, ne de ardında bıraktıklarını.
Trafikte yol vermeyen sürücüyü de öldürebilir bir çırpıda, istediği şarkıyı söylemeyen sanatçıyı da.

Kadınsa öldürmeye değil doğurmaya ve yaşatmaya programlanmış.
O yüzden kadın öldürürse öyle öfkeye kapılarak öldürmüyor. Yudum yudum dolarak geliyor o raddeye. Planlıyor, programlıyor, uygun bir zamanı kolluyor ve planını uyguluyor.
Ya da Çilem’in durumunda olduğu gibi, yaşadığı tüm vahşet onu bir anda katil ediyor!
Katil doğulmuyor ama katil olunuyor…

Çilem’in kocasına itaat etmemesi, yani kendisine ekmek getiren velinimetinin canına sıkmış olması topluma göre en büyük suçtur.
Yediği dayaklardan bunalıp da kocasını şikayet etmek için gittiği emniyette ‘Kocandır döver de sever de!’ denilerek evine geri gönderilir.
Devlet tarafından korunmaz, kollanmaz.
Başkaldıran bir asidir o.
Doğru düzgün bir kadın olmuş olsa zaten kocası onu niye dövsündür, değil mi? Kesin hak etmiştir…
Çilem tam bunları yaşamış işte.
Ya o gün o ölecek ve sıradan “BİR KADIN CİNAYETİ DAHA” haberi olarak ekranlarda 3 dakika görünüp unutulup gidecekti, ya da yaşamak için öldürmeyi seçecekti.
Karar vermek için düşünemezdi, bekleyemezdi…
Başka şansı da kalmamıştı.
Boşansa, BOŞANAMAZDI…
Yalnız yaşasa, YAŞAYAMAZDI…
Baba evine dönse, DÖNEMEZDİ…
Sığınma evlerine gitse, GİDEMEZDİ…
Bir kadın öldürmekten ve hapse düşmekten zerre kadar korkmaz hale gelmişse, hele hele yuvasından ve evlatlarından ayrılmayı göze almışsa varın siz hesap edin ne kadar büyük bir cenderede sıkıştığını.
****
Birinin hayatta kalabilmesinin çaresi bir diğerinin ölümü olmamalı elbet.
Ne yazık ki biz ne medenice yaşamayı ne de medenice ayrılmayı becerebiliyoruz.
Egomuz ŞİŞ, hem de çok ŞİŞ,
Ama içi BOŞ, hem de BOMBOŞ…

Çilem Doğan / 8 Mart 2020
Çilem Doğan, 2013 yılında evlendiği 1 çocuğunun babası Hasan Karabulut’u şiddet gördüğü ve kendisini fuhşa sürüklemek istediği gerekçesiyle 8 Temmuz 2015'te tabancayla vurarak öldürdü. Tutuklanan Çilem Doğan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılandığı 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘tahrik ve iyi hal indirimi’ ile 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Doğan’ın avukatı 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne müvekkilinin uygun görülecek adli kontrol tedbirleriyle tahliye edilmesi için talepte bulundu. Mahkeme heyeti ise Çilem Doğan’ı 20 Haziran 2016'da 50 bin TL kefaletle tahliye etti. Dava ise Yargıtay’a gönderildi, ancak henüz karar verilmedi.”
Kaynak: Cumhuriyet.com.tr
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cilem-dogan-kadin-haklari-8-martta-degil-her-gun-gundemde-olmali-1725866

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nda yer alan Anıt Sayaç’taki verilere göre, 2020’de 388 kadın öldürüldü.
2021’e girdiğimiz şu birkaç gün içinde 6 kadın öldürüldü.

Ölen kadınların ardından ah vah edip unutuyor, birkaç gün sonra yeni bir cinayetle sarsılıyor, sonra onu da unutuyoruz.
Kadınlar ise ölmemek için öldürüyor, kurtuluşu ya cinayette ya da intiharda buluyorlar. İki halde de olan hem kadının gençliğine, hem de bu vahşete tanıklık eden çocuklara oluyor.

9 Ocak 2021 / C.E.Y.


Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021