25 Kasım 2022 Cuma

Had Safhada Vahşet Dönemi

Had safhada saçmalama, had safhada kötülük ve had safhada vahşet bir arada olunca ortaya nasıl bir manzaranın çıktığını görüyorsunuz değil mi?
"Normal"in "vasıf" sayıldığı, saçmalamanın ve kötülüğün zirve yaparak vahşet boyutuna ulaştığı, olanın olduğu, ölenin öldüğü yerde kaldığı, çalan çırpanın ve yalanları gözüne baka baka sıralayanın "mübarek", hakkını savunanın "hain" olarak nitelendirildiği karanlık bir tüneldeyiz. 
Hiçbir canlı can'dan sayılmıyor, var oluşun anlamı bilinmiyor, dengenin kudreti anlaşılmıyor, toprağın dahi kabul etmeyeceği insanlar kendi halinde yaşayan tüm canlılara zulmetmeyi kendine hak sayıyor.

Yıllardır gördüğümüz üzere, ormana atılan hayvanlar açlıktan birbirini parçalarken, sokaklarda başıboş gezen köpekler zaman zaman insanlara saldırırken, Konya Hayvan Barınağından gelen son görüntüler sokak hayvanlarının nasıl bir vahşete maruz kaldığını gözler önüne serdi.
Bir hayvanı elindeki kürekle kafasına vura vura öldürmek herkesin yapabileceği bir iş değil. Ha bir çocuğu öldürmüşsün kafasını parçalayarak, ha bir hayvanı. Arada hiç ama hiçbir fark yok.
O da etten kemikten, o da sevgiye ve bakıma muhtaç, o da barınmak, ısınmak ve doymak istiyor, o da büyümek ve üremek istiyor, onun da kendini ve yavrularını koruma güdüsü var. 
Oyuncak gibi alınarak sokağa atılmak, ağzı dili yok diye tecavüze uğramak, insan kişi eğlensin diye kendi hemcinsini parçalamak istemiyor. 

Lakin eninde sonunda saldırganlıkla ve vahşilikle suçlanan hep hayvan oluyor. Çünkü o kendini savunamıyor.
Peki ya köpekleri, horozları dövüştüren, develeri güreştiren, canlı bir maymunu masaya getirip beynini canlı iken afiyetle yiyen, kaynar suya kedi-köpek, istakoz gibi hayvanları canlı canlı atıp pişiren kim?
Kürk giymenin ihtiyaç değil moda olduğu dönemlerde masrafı, uygulama zorluğu ve ölen hayvanın soğumasının ardından kürkünün zor çıkartılıyor olması sebebiyle ötenazi yapılamadığından dolayı işkence ederek, kurşunlayarak öldürmek kürkte delik açar diyerek kürkü alınacak hayvanın kafasına tahta veya beyzbol sopası gibi cisimlerle vurarak öldüren kim?
Spor adı altında keyfine avlanan, kendisine bir zararı olmayan heybetli bir geyiğin kafasını duvarına asan, kendi doğasında yaşayan devasa bir ayının postunu şöminenin önüne seren kim?
Kurban bayramında sevaba gireceğim diye hayvana eziyet ede ede hayvanı kesmeye çalışan, kaçan hayvanın bacaklarını satırla parçalayan; turistler eğlensin diye arenadaki boğayı kanlar içinde bırakıp delirten, sonra da öldüren kim?
Sirklerde ve havuzlarda hayvanları birbirinden acımasız yöntemlerle "eğiten" kim?
Evine bakmak için aldığı köpeği balkona atıp günlerce aç susuz bırakan kim?
Evine bakmak için aldığı kedi koltukları tırmalamasın diye hayvanın tırnaklarının büyüdüğü kemikleri (parmaklarını) kestiren kim?
Hayvanların uzuvlarını keserek, yakarak, boğarak, ateş ederek öldüren kim?
Daha öncelere gidip, eski zamanlarda ölümüne dövüştürülen gladyatörler, arenada aç hayvanların önüne atılan köleler vardı desem, oo, onlar çok gerilerde kaldı dersiniz.
Kafanızı kaldırıp şöyle bir etrafınıza bakın, ne gördünüz? Bugünler de o günlerden pek de farklı değilmiş değil mi? 
Vahşet, sadece kılık değiştirmiş...
****
Yazının burasında, Neslihan Tunç'un "Canlı Canlı Kaynar Suda Haşlanıyorlar" başlıklı haberinden pasajlar paylaşmak isterim:

Nasıl öldürülüyorlar?
Vizon: Gaz ile boğularak veya yüksek doz zehirle öldürülüyorlar. Bazı yerlerdeyse boyunları kırılarak veya oksijensiz bırakılarak öldürülüyorlar.
Tilki: Yabani olanları tuzaklarla yakalanıyor. Tuzağa yakalanan tilki, günlerce acı çekerek can veriyor. Eğer ölmemişse anal bölgeden elektrik veriliyor.
Astragan: Kaliteli astragan elde etmek için kuzular 10-15 günlük olmadan kesiliyor. Hayvan büyüdükçe, renginin güzelliği ve parlaklığı azalıyor, kıvırcık bukleler kayboluyor.
Fok: Derilerine zarar gelmesin diye başına ucu sivri balta ile vuruluyor. Avcı, bu darbeden sonra eliyle hayvanın yarılan başından içeri parmağını sokup beyninin dağıldığından emin oluyor.
Çinçilla: Bazı ülkelerde boyunları kırılarak veya elektroşok ile öldürülüyorlar. Elektroşok yönteminde kulak ve genital bölgelere veya dudak ve ayağa iki metal uçlu elektrik kablosu bağlanıyor.
Köpek: Kış aylarında küçük kafeslere kapatılarak, aç ve susuz bırakılarak barındırılan köpekler sonrasında boyunlarına geçirilen telle boğularak öldürülüyor.
Kedi: Kedilerin öldürülmesi zor olduğu için ve kürklerinde herhangi bir hasar istenmediğinden, ağızlarına bir hortum sokularak hortumun diğer ucundaki musluk açılıyor ve önce hortumun içinden geçen su, boynundan telle asılmış kedinin ağzından içeri doluyor. Nefes almaya çalışan hayvanın akciğerlerine su doluyor ve hayvan boğularak can veriyor.

Yüzde 70'i Çin'de üretiliyor
Kürk kurbanları arasında tilki, vizon, vaşak, leopar ve fok gibi yaban hayvanları ve çinçilla, tavşan, kedi ve köpek gibi hayvanlar yer alıyor. Dünyadaki kürk üretiminin yüzde 70'ni üstlenen Çin'de üretilen kürklerin yaklaşık yüzde 30'u yaban hayvanlarından, geri kalanıysa kürk çiftliklerindeki kafeslerde sıkış tıkış tutulan hayvanlardan elde ediliyor. Hepsi akıl almaz vahşilikteki metotlarla öldürülüyor. Daha sonra üreticiler bu kürkleri, giyim eşyası, aksesuar ve hediyelik eşyalarda kullanılmak üzere Avrupa'ya pazarlıyorlar. Anahtarlık, terlik, saç tokası, tüylü oyuncak ve biblolar bu eşyaların en kolay ulaşılabilir örnekleri arasında.

HAYTAP'tan kısa notlar
Kürk hayvanları yaşamlarını, kürkleri daha canlı olsun diye soğuk ortamda minicik kafeslerde sürdürmektedir. Bulundukları ortamı pislememeleri için masum canlılara yem ve su verilmez.
Ölü hayvanın kürkü albenisini kaybeder. Bu yüzden kürk, hayvan henüz hayattayken onun acı çığlıkları duyulmazdan gelinerek yüzülür. Bu işkenceler sırasında masum hayvan hayattadır ve kürkünün bedeninden yüzüldüğünü hissetmektedir.

Yukarıda okuduklarımıza bakıp şunu söyleyebiliriz o zaman;
"Doğal hayat içinde hayvan vahşidir ancak vahşeti yaratan, medenileştiğini iddia eden insandır."
****
Tarih, sokak köpeklerinden "kurtulma" öyküleriyle dolu. 
Bunun önüne ne kısırlaştırmayla, ne sahiplendirmeyle ne de öldürmeyle geçilebilmiş. Geldiğimiz noktada sokaklarda hâlâ başıboş köpekler var. Demek ki onlara şefkatle ve vicdanla yaklaşılmamış, sevilmemiş, hep sorun olarak görülmüş, hep şiddet uygulanmış. Malum, sevmek için önce anlamak lazım.
Onların da yaşama hakkı ve duyguları olduğu hiç anlaşılmamış.

Gözden kaçan, onların hepsi değil, bazıları saldırgan. Hepsini değil, bazılarını toplayın.
Sanki bir kişi insan öldürünce tüm insanlar hapse atılıyor. Hoş, insan öldüren insan bile doğru düzgün ceza almıyor, dışarıda "başıboş" gezip etrafa tehlike saçıyor...
Sokaklardaki o başıboş hayvanlar toplansa daha iyi olmaz mı?

25 Kasım 2022 / C.E.Y.

Siz de hayvan sevenlerden misiniz? / 14 Ekim 2010
Hayvan kes(eme)me bayramı! / 30 Eylül 2014
Hayvana zulmeden zalimdir / 25 Şubat 2016
Harambe'ı neden vurdunuz? / 8 Haziran 2016
Kuyudan ders çıktı / 15 Şubat 2017
Zulmün adı ET olmuş! / 6 Eylül 2018
Kokuşizm! / 21 Aralık 2018 
Tavşan Kaç! / 13 Ağustos 2019
Aman avcı, vurma beni! / 5 Şubat 2019
Siz Niye Oturuyorsunuz? / 27 Ekim 2019

23 Kasım 2022 Çarşamba

Baktığın Ben, Gördüğün Sen

PodyumPark Sanat Mahal'de sahnelenecek olan "HU, Baktığın Benim, Gördüğün Sensin" oyununu izlemek için günler öncesinden sevgili İbtihal Odman ile sözleşmiştik. Oyundan kendisinin daveti ile haberim olmuştu zaten. 22 Kasım'da Sanat Mahal fuayesinde buluşup, oyunu izlemeye gelen diğer konuklarla birlikte önce kameraya böyle gülümsedik, sonra salondaki yerlerimize geçtik.
Oyunun yazarı, aynı zamanda oyunun dört oyuncusundan biri olan Ceyla Odman idi. OJİ Tiyatro yapımı olan ve bir saat süren oyunun diğer oyuncuları Ercan Ertan, Korhan Soydan ve Merve Akın, yönetmeni Taner Tunçay'dı. 
Diğer teknik detayları bakacak olursak; 
Işık tasarım Tayfun Karataş, Işık uygulama Burak Uyanık, Dekor tasarım Taner Tunçay, Kostüm İlayda Pakgüç, Yönetmen Asistanı Zeynep Yeşim Kendirli, Afiş tasarım Ceyla Odman, Afiş fotoğraf Can Mocan, Teaser Toral Lülü, Şarkı Rengin Sakaoğlu (Dem), Giriş müziği Anjelika Akbar (Love) olarak sıralayabiliriz.
Oyun bu aralara moda olan K(l)işesel Gelişim tadından ziyade daha felsefi ve daha sufi bir lezzetteydi. Var oluş, hakikat, özü arama, davranışlar, anlayışlar, iç sesler, kendin ile konuşmalar, yüzleşmeler, reddedişler ve kabullenişlerle dolu bir oyun izledik. 
Aynı cümlelerin nasıl farklı anlamalara sebep olacağı, saldırganlığın beynin tüm akışını kapatıp karşısındakini anlamamaya ya da yanlış anlamaya sürüklediğini, kabulleniş ve akışta kalışla birlikte her şeyin su gibi akıp yolunu bulacağını gördük.
Şikayet edene hadi sen yap dediğinde yapamaz hani, çünkü o şikayet etmeye programlanmıştır. Çünkü ona göre şikayet etmek ve suçlamak kolaydır, alışık olduğudur. Kaçak güreşir yani. 
Kendine dönüp bakmaz, kendisi ile konuşmaz, kendisi ile hesaplaşmaz. Kimselere itiraf etmek istemese de, kimsenin olmadığı bir anda aynaya bakıp kendi kendine haykırsa bile yetecektir aslında. Kendi sesi ile seslenip kendi kulağı ile duysa hatalarını, kabul etse, evet dese, yaptım dese, ben de hatalıyım dese, sonrasında değişecektir de. Kısacası, önce kendine itiraf etse, sahte özgüvenleri ve kibri bir kenara bırakıp, öz'üne güvense. İçinde güvenilir bir öz taşıyabilmek için özünü keşfetse ve o özü geliştirse. Mucize için olmayacak şeylerden medet umacağına hayatın her evresinin bir mucize olduğunu görse. Baktığını görebilse, duyduğunu anlayabilse, o anda her nerede ise o ânda kalabilip o ânın hakkını verebilse. Ölümün doğumdan bir farkı olmadığını, birinin geliş birinin gidiş, önemli olanın gidiş ile geliş arasındaki "kalış" olduğunu fark etse. Bir kişinin canı yanarsa, sadece o bir kişinin değil, dalga dalga herkesin canının acıyacağını bilse...
****
Oyunda bir karşısındaki kişi ile diyalog vardı, bir de görünmez bir sesle. Aynadaki yansımalar, açılır kapanır aynalı kapının bir önünde bir arkasında, bazen de ortasında, yani Araf'ta kalmalar hepimize aşina davranışlardı. Düşünen ve duyguları olan bir varlık olan insan bazen aklını, bazen de duygularını devreden çıkartıyor, ikisini birden dengelemeyi bilemiyordu.
Oysa hayatın özü dengeydi.
Bu dengeyi oyunda iki kişi bozuyor, diğer ikili de dengeyi sağlamaya çalışıyordu.

Oyun hakkında daha fazla konuşmayı artık bir kenara bırakayım diyorum. Nihayetinde güzel olan; oyunun izlenmesi, hissedilmesi, an be an yaşanması ve her izleyicinin her cümleyi kendi dünyası ile anlamasıdır.

OJİ TİYATRO 
2021-2022 tiyatro sezonunda "HU, Baktığın Benim, Gördüğün Sensin" oyununa iki farklı ödül jürisinden iki farklı ödül gelmiş.  Oyun "XXII. Direklerarası Seyirci Ödülleri dalında En İyi Özgün Oyun"; OJİ Tiyatro, "9. Uluslararası Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri'nde Yılın Tiyatro Ekibi" seçilmiş.
Oyun 16 Aralık Cuma Fişekhane'de, 18 Aralık Pazar Kadıköy BOA Sahne'de, 6 Ocak Cuma BAU Pera'da sahnelenecek.
Biletler https://tiyatrolar.com.tr/tiyatro/hu adresinden temin edilebilir.
****
Oyun izlenirken güzel olan oyunun hissedilmesi, an be an yaşanması ve her izleyicinin her cümleyi kendi dünyası ile anlamasıdır demiştim. Ben de oyunu zihnimin içindeki zıplamalarla, dolanmalar ve konuşmalarla izledim. 
Bir, Kate Winslet ve Jim Carry'nin oynadığı Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Türkiye'de yayınlanan adıyla Sil Baştan) filmine gittim, bir Netflix'te gösterime yeni girmiş bir dizi olan 1899'a.
1899'un sloganı "Uyan" idi. Sil Baştan filmindeki uyanış ve hayata dönüş ile yaşanan kesişim ise insana kaderi sorgulatıyordu.
1899'un sonlarına doğru yaklaştığımızda gizem bir yandan çözülmeye, bir yandan da çözüldükçe dolanmaya başlamıştı. 
Müzevircilik yapmış olmamak için ney neydi diye anlatmayacağım. Sadece filmden birkaç cümle alıntılayacağım.
"Her seferinde aynı hataları yapıyorlar. Her seferinde de ölüyorlar. Çünkü duyguları bir kenara bırakamıyorlar. Oysa duygular onları zayıflatıyor. İnsan doğasının en büyük zaafı bu. Sevgi, öfke ve nefrete dayanarak karar vermemek gerekiyor. Bunlar zihni bulandıran saçma sapan hisler. "
"İnsan ya arama ya kaçma güdüsüyle doğar. Kaçma güdülüler dertsiz tasasızdır. Ama arama güdüsü olanlar acıdan başka bir şey bilmez. Daha çok bilgi edinme arzusuyla her kapıyı açar, en karanlık boşluklara adım atarlar." 
"Acından kurtulmaya çalıştın ama sadece daha çok acı yarattın." 
"Bu oyun benim değil, senin. Yaratıcı sensin." 

Başkalarının yarattığı oyunlarda figüranlık yaparken başrol oyuncuları ve oyun için laf söylemek kolay.
Mesele kendi yarattığı oyunda kendi oyununun baş rolünde oynarken, oyununa bir seyirci gibi dışarıdan bakarak kendini izleyebilmekte...
O zaman;
Perde!

23 Kasım 2022 / C.E.Y. 

16 Kasım 2022 Çarşamba

Çok mu zor?

 22 Ekim 2022 / C.E.Y.
Doğalgaz patlamış, mış!
9 Ekim 2022 günü Kadıköy Fikirtepe Mahallesi Emir Sokak üzerinde bulunan iki katlı binada bir patlama oldu ve sonrasında yangın çıktı. Yangından sonra yapılan çalışmalarda 3 kişinin hayatını kaybettiği belirlendi. Önce 'doğalgaz patlaması' olarak açıklanan ve terör bağlantısının saptanmadığı söylenen patlamanın failinin, 1998 yılında İsviçre'de 4 kişiyi katleden Mustafa Karahan olduğu, oluşan patlamada kendisi ile birlikte, evdeki Özbek çalışanın babası ve kızının da can verdiği açıklandı.

"Tüm yolcuların peronları derhal terk etmeleri..."
2 Kasım 2022 günü Tarihi Yarımada'ya geçmiş, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni gezmiş, akşam olunca Marmaray ile Üsküdar'a dönmek için Sirkeci Garı'na gelmiş, Marmaray'daki aşırı yoğunluğu görünce ve oradaki insanların 'seferlerde bir gariplik var' demesiyle 'ben de şehir hatları vapuru ile giderim' diye düşünüp Marmaray'dan gerisin geriye çıkmış, ancak Marmaray para iadesi yapmadığı için tekrar Marmaray'a dönüp, o arada tenhalaşmış olan trene binip Üsküdar'a geçmiştim.
Üsküdar'a indiğimde saat 18:16 idi. Perona adım atar atmaz canhıraş bir sese eşlik eden uyarı cümleleri duyuldu.
"Sayın yolcularımız lütfen dikkat! Acil bir durum nedeniyle tüm yolcuların peronları derhal terk etmeleri gerekmektedir!"
Bu uyarının üzerine Sirkeci'de kulağıma çalınan 'seferlerde bir gariplik var' sözü eklenince, henüz bir ay önce Yenikapı istasyonunda trenin önüne atlayarak intihar eden kişiyi düşününce ve yürüyen merdivenleri de dolu görünce hızla basamaklara yöneldim. Kimse henüz ne olduğunu anlamamıştı. Kargaşa yoktu. Ben arkamdan her an bir patlama sesi gelir endişesiyle ama panik yapıp kendi nefesimde boğulmadan, sakin ve tempolu bir şekilde merdivenleri çıkmaya başladım. Bilenler bilir, metroya inen merdivenler  inmekle de çıkmakla da bitmez. Son 10-15 basamağa ulaştığımda bacaklarım titremeye, nefesim kesilmeye başlamıştı. Son bir gayretle basamakları tırmandım ve kendimi dışarıya attım. Marmaray'a girmeye çalışanlar içeriye alınmıyor, kart basanların paraları iade edilmiyor ve herkes dışarıya çıkartılıyordu. Ortama kargaşa hakim olmaya başlamıştı. Marmaray'dan çıkar çıkmaz semtimize giden minibüsle burun buruna geldim ve bir an önce oradan uzaklaşma güdüsüyle hemen minibüse atladım. 
Daha sonra yapılan açıklamalarda bir yolcunun 'amacı dışında' yangın butonuna basması sonucu yangın alarmının devreye girmiş olduğu, asılsız alarmın kısa sürede iptal edilmesi ile tren seferlerinin aksama olmadan devam ettiği söylendi.

Çök-Kapan-Tutun
On gün öncesinden telefonlarımıza, 12 Kasım 2022 günü Türkiye geneli ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, 12 Kasım 1999 Düzce Depremi'nin yıl dönümü dolayısıyla saat 18.57'de "çök kapan tutun" tatbikatı yapılacağının mesajı düşmüştü. 12 Kasım'a geldiğimizde ise telefonlarımızda ne bir alarm, ne bir uyarı, ne de bir bilgi vardı. Galiba uyarılar seçilmişlere gitmiş, biz vazgeçilmişlere ise gelmemişti. Haliyle ne çöktük, ne kapandık ne de tutunduk.
BaĞzı büyüklerimizin sosyal medyada yayınladıkları Çök-Kapan-Tutun videolarını izleyince ağlasak mı gülsek mi bilemedik.
Depreme kapalı mekânda yakalanınca cenin pozisyonu alıp sarsıntının geçmesini bekleyecek, deprem yönetmeliğine göre yapılmamış evlerin un ufak olmuş harçlarının ayakta tutamadığı duvarlar altında cenin pozisyonunda sıkışacaktık.
Dışarıdaysak, Betonkent'e dönüşen şehirlerdeki orda burda kalan minicik toplanma alanlarında bulduğumuz yere çöküp, kapanıp, bulduğumuza tutunacaktık ama ellerimiz ve sırtımız koca koca binalardan üzerimize yağan taşlara ne kadar dayanacaktı?
Zannım o ki; bin yıllar sonra gömüldüğümüz yerde bizi bulan medeniyetler acaba ne oldu da bu insanlar böyle topluca öldü diye epey bir düşünecekti...

Kanlı Ay
8 Kasım 2022 günü olay bu kez de gökyüzündeydi. Ay tutuldu, kanlı ay oldu. Malum; Ay, Dünya'nın gölgesinden geçtiğinde ve güneş ışığının Ay'ın yüzeyini aydınlatmasını engellediğinde böyle bir tutulma yaşanıyor. Güneş ışığının ufak bir kısmı, Dünya'nın atmosferi yoluyla dolaylı olarak Ay yüzeyine ulaşmaya devam ediyor ve Ay kırmızı, sarı ve turuncu bir parıltıyla kaplanıyor. NASA'ya göre Mart 2025'e kadar bir daha Ay Tutulması olmayacaktı. Gördünüz gördünüzdü.
Dünya ile Ay arasında meydana gelen Kütlesel Çekim Kuvveti med-cezirleri oluştururdu. Acaba bu tutulma insanlar ve dünya üzerinde nasıl bir etki yapmıştı?
Astrolojiye merak salanlar bundan türlü anlamlar çıkardı. "Tutulma hem bireysel hayatlarımızda hem de dünya üzerinde çok önemli değişimleri başlatacağını bizlere gösteriyor" dendi. Tutulmadan hangi burçlar etkileniyor bir bir sıralandı. Bildiğimiz bilmediğimiz her şey gökyüzü hareketlerine bağlandı.

Kanlı İstiklâl
13 Kasım 2022 Pazar günü güzel bir havada kendini dışarıya atarak İstiklâl Caddesi'nde buluşanları, el ele kol kola dolaşanları, birbirinden keyifli mekânlarda kahvelerini yudumlayanları acı ve kanlı bir tat bekliyordu. İstanbul şehrinin, hatta Türkiye'nin kalbinde bomba patlatılmış, patlayan bomba 6 kişinin ölümüne, onlarca kişinin yaralanmasına yol açmıştı. Gelen görüntülerde etrafa saçılan beden parçaları, kaçışan insanlar, insanların gözlerinde korku ve dehşet vardı.
Ki benim de en sevdiğim rotalardan biri Taksim'den İstiklâl'e yürümek, Galata Kulesi'nin dibinden Karaköy'e sallanmaktı. İstiklâl'e sık sık gider, cadde boyu avare avare dolaşır, her seferinde dantel gibi işlenmiş tarihi binaları hayranlıkla izler, efsaneye dönüşen mekânların yaşanmışlıkları üzerine kendimce çıkarımlar yapar, eski dönemlerin fısıltılarına kulak verirdim. Bilirdim ki İstiklâl ahalisinin yarısı "güvenlik görevlisi" ve hepimizi izliyorlar. Kendimi güvende hissederdim. İstiklâl'de dolaşan yabancı uyrukluların çokluğuna baktığımda ise kendi memleketimde yabancı kaldığımı görür, derin bir iç çekerdim.
"Ne vardı bu kadar insanı memlekete dolduracak!"
O gün çocuklar da ben de evdeydik, bir yere gitmemiştik. Mesela ben o gün İstiklâl'e gitmiş olsaydım belki şu an ya o dakikaları yaşamış biri olarak yazıyordum ya da tamamen sessizliğe gömülmüştüm. Evimin ocağında acı ve gözyaşı kaynıyordu...

Bombalamanın ardından adeta sosyal medyaya da bomba düştü, yazılanlar bir anda alevlendi. Alev yakıcı hale gelmeye başlayınca tüm sosyal medya mecraları kapatılarak bilgi akışı kesildi. Etrafında duvarları olmayan bir bahçenin demir kapısını kilitlemek gibiydi bu kesinti. Gezi dönemindeki VPN'ler tekrar devreye girdi, resmi ve doğru bilgiler gelmeyince eskinin kanlı görüntüleri yeni diye servis edildi. Böylece ortam daha da kirlendi.
Daha sonra yapılan birbirinden tutarsız resmi açıklamalar ise akılları daha da karıştırdı. 

Bombacı kimdi, nereliydi, bombalama ile hangi mesaj verilmek isteniyordu, devamı gelecek miydi, 2023 seçimleri yaklaşıyordu, yoksa yine 2015 haziran-kasım seçimleri arasındaki kanlı günlere mi dönülecekti, HDP'yi reddeden hükümetin HDP ile görüşmeye başlaması bu patlamada ne kadar etkiliydi? 

O dönemde yazdığım birkaç yazı:
2015 Temmuz, Suruç patlaması, Ateş ki ne Ateş! 
2015 Ekim, Ankara Garı patlaması, Vampir misin, yamyam mısın, sen nesin?
2016 Şubat, Ankara patlaması, "Temas muhakkak" yazıyor
2016 Aralık, Beşiktaş patlaması, Bu sefer de sıyırdık!

Ne hayat pahalılığı, ne tepetaklak olmuş ekonomi, ne bilmemkaç haneli enflasyon... 
Her şey bir anda unutuldu, herkes can derdine düştü.
Bombacının kendisi bulundu ancak membaın neresi olduğu henüz açıklanmadı.
Patlamanın ardında hepsi birbirinden acı insan manzaraları kaldı.
"Başımız sağ olsun, geçmiş olsun, mekanları cennet olsun" sözleri şiddeti ve acıyı kabul edip, hayatıma devam etmek gibi geldiğinden, bu sözlerin hiçbirisini zikredemedim...

Acabalar
Evde bomba yapmak bu kadar kolay mıydı?
Marmaray'daki acil durum anonsu 'amacı dışında'nın dışında mıydı?
Çök kapan tutun neyin provasıydı?
Bombalamalar devam edecek miydi?
Ayakkabı numaralarının dahi bilindiği söylenen teröristler nasıl olmuştu da İstanbul'un göbeğinde bomba patlatmıştı.
Günlük hayatımızı ve eski alışkanlıklarımızı sürdürmekte büyük zorluk çektiğimiz bugünlerde, bir de can korkusu mu yaşayacaktık?
(Merak etmeyin, yaşanan Ay tutulması ile %60'ı su olan insanlarda ve %71'i su olan dünyada nasıl gel-gitler yaşandı diye sormayacağım.)

Tek isteğimiz Atamızın açtığı yolda, çalışarak, üreterek, onurlu ve huzurlu bir hayat yaşamak. 
Bunu sağlamak iktidar için çok zorsa sağlayabileceğini söyleyenlere devretsin yönetimi o zaman. Devretmek istemiyorsa da Atamızın açtığı yolun gereklerini uygulasın.
Olmam mı?

16 Kasım 2022 / C.E.Y. 

7 Kasım 2022 Pazartesi

Had Safhada Kötülük Dönemi

İnsan yanlış anlar, yanlış anlatır, yanlış yapar da; o yanlışları göz göre göre, bile isteye yapınca yanlış yanlış olmaktan çıkar, kötülük haline dönüşür.
Kanunda yeri vardır; "nefsi müdafaa" ile "taammüden" farklı değerlendirilir. Planlanarak işlenen bir suç "yanlış, hata, kaza" değildir. 
Vahşi, vicdansız, arsız, tüm insani ve ahlâkî değerlerden uzak kişiler büyük bir soğukkanlılıkla yaparlar ve uygularlar planlarını. Suç işlenip canlar yandıktan sonra arkalarına dönüp bakmaz, bilakis kahvelerini keyifle yudumlar, zevkle geçerler dalgalarını.
Bir canlıya zarar vereceğim diye ödü kopan insanların anlayamayacağı bir kötülüktür bu.
"Ama neden?"

Neden çoktur.
İkbal, güç, itibar ve rant hırsının ve doymazlığının altında yatan eziklik ile ezmeye, daha çok ezmeye, önüne çıkan ne varsa devirmeye ant içmiştir sanki kişi.
Hiçbir şey onu durduramaz. O hiç kimseyi dinlemez.
Dinlese de anlamaz.

Böyle bir kötülük içinde var olmak ve kendine yer açmak için bu kez daha kötüler çıkar sahneye. Başı sonu belli olmayan bir yılan gibi dolanır kötülük kendi halinde yaşamaya çalışan insanların boynuna. Bütün bedeni sardığında delice bir kuvvetle sıkmaya başlar. Kemikler çatırdar, nefes tıkanır, kurban kendinden geçer, boğulur ve ölür.
Sıra kurbanı yutmaya geldiğinde iştah daha da kabarmıştır. Mide asidi öyle güçlüdür ki her şeyi eritir, sindirir, emeceğini emer, geriye kalanı çıkartıp atar. Kötülük şimdi daha güçlenmiştir. Güçten düşmemek için yeni kurbanlar arar kendine. Bulur da.
Kötü kişi konuşmaya başladığında ağzının içindeki dil, zihnindeki zehri taşıyan çatallı ve zehirli bir dile dönüşür. Sonra önü alınmaz bir taşkına dönüşüp başlar yolundakileri yıkıp geçmeye.
****
Had Safhada Saçmala Dönemi ve Had Safhada Kötülük Dönemi el ele verip ülkemizi kapkaranlık dönemlere soktu. Henüz hayat tecrübesi olmayan başı sarıklı gençler tuvaletimize, banyomuza, yatak odamıza giriyor, neyi nasıl yapacağımızı anlatıyor; uluslararası suç örgütleri ülkemizde cirit atıyor; kendi aralarındaki hesaplaşmalar ulu orta her yerde silahlar eşliğinde yapılıyor; cinayetler sıradanlaşmış, uyuşturucu kullanımı neredeyse ana okulu bebelerine inmiş, insanlar kabına sığmayan hayat pahalılığı ve çılgınca yükselen vergiler ile açlığa mahkum edilmiş, doğruları söyleyenlerin yaşayacağı köy kalmamış ama 20 yıldır ülkeyi yönetenlerin bunda suçu yok. (Sıkıysa bunlardan birini dile getirin de görün savunmayı: "Ezanlar susturulamaz, TOGG durdurulamaz, kızlarımızın başı açılamaz, duble yol yapDık, köprü yapDık, Ayasofya'yı açDık." dık dık dık, dıgıdık dıgıdık dıgıdık.)
Hatta bunların tüm suçlusu (en klasikleşmiş tanımla) "cehape"! 
İşte bu kötülük.

Kötülük işlediğin suçu kendi üzerine almayıp, karşı tarafa attığın anda başlıyor...
Kendini aklamak için başkalarını karalamayla, insanların hayatlarını karartmaya ve daha kötüsü, tüm bu yalanlara ve kötülüğe halkı ortak etmeyle devam ediyor. 
Had safhada dememin sebebi, artık gem azıya alınmış, kötünün gözünde insanların zerre kadar değeri kalmamış, öyle ki; artık yalan konuşulurken kıl dahi kıpırdamıyor. 
- "Nasılsa herkes bana inanıyor. İnanmayanlar da, aaa kimse YOK! Yaşasın, artık herkes bana inanıyor! Neredeler, nereye gittiler diye sorup kafamı bozmayın şimdi. Devletime laf söyletmem!"
- "Beyefendi, iktidar devlet değildir, sadece devleti yönetmeye gelendir. Başarılı yönetirse kalan, yönetemezse gidendir. Süleyman Hep Başbakan olmaz haliyle!""
- "Alın bunu, alın alın!"
****
Büyük bir kesim hızla fakirleşiyor, dibin dibine iniyor ve üstüne üstlük "şükrediyor", bir avuç "avane" ise parayı nereye süreceğini şaşıracak kadar zenginleşmiş, paranın terbiyesizliğini yaşıyor. 
İktidar hedefe odaklanmış, dereyi geçene kadar, pardon seçime kadar kesenin ağzını açmış, fütursuzca "saçılım" yapıyor. Yeniden seçilirsek "hallederiz", seçilmezsek "halletsinler de görelim"!
Yıllardır çözüm diye bağıran ama seslerine kulak tıkanan EYT'lilere bir anda yeşil ışık yakılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı'nın geçen yıl hizmete açtığı yurtlarda hijyen kiti dağıtmasını bir kısım medya, "İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'ndan üniversiteli kızlara cinsel taciz!" başlığı ile sunuyor.
Daha düne kadar HDP'yi yerden yere vurup CHP'nin HDP ile iş tuttuğunu ilan edip, taraftarlarına CHPKK dedirten akıl, bugün HDP ile gülüş cümbüş görüşmeler yapıyor.
Tabii ki yapacak. Sonuçta HDP mecliste sandalyesi olan yasal bir parti. Biz de AKPKK mi diyelim şimdi?
Bir soru daha, madem görüşmeler var, HDP Başkanı Selahattin Demirtaş neden yıllardır hapiste? 

Bunlar gibi sorgulanacak çok şey var ve işte bunlar hep kötülük.
Siyaset değil, strateji değil, akıl oyunları değil. 
Bunlar kötülük ve şeytanlık.
Malum, iyilik yapan insanların hepsi iyi değil ama kötülük yapanların hepsi kötü...
****
Yazıda örneklediğimiz doğa ve doğal hayatla ilgili iki laf etmek isterim. Doğa kendini sürdürmeye odaklıdır. Hakkından fazlasını değil, yeten kadarını alır. Her canlıya kendini doyurması için de koruması için de belli hasletler verilmiştir ki biz bunu yargılayamayız. Doğanın aklı ve mantığı vardır, duygusu yoktur, inisiyatif kullanmaz. Çığ düşerken aşağıdaki köyün yanından geçip gideyim, kimseye zarar vermeyeyim demez mesela. Sürünün hareketini engelleyecek sakat bir yavru ya da artık güçten düşmüş bir yaşlı doğaya bırakılıp yola devam edilir mesela. Sürünün devamlılığını sağlayacak yavruların en güçlünün genlerini taşıyabilmesi için genç erkekler arasında ölümüne çarpışmalar yaşanır mesela. Sürüdeki erkekler ise ergenliğe girince sürüden kovulup kendi sürülerini oluştursun ve sürü kendi içinde çiftleşip genetik direnci düşürmesin denir mesela. 
Doğanın bir parçası olan insanı diğer yaşamlardan ayıran ise ahlâk, vicdan, empati, duyarlılık, yani duygulardır. 
Bu "akıl"la insan her şeyi keşfeden, icat eden, güzelleştiren olduğu kadar eğen, büken, bozan, yıkan, insani değerleri yok sayandır.
Yani şeytandır, yani melektir.
Yani şeytan da bir melektir...

7 Kasım 2022 / C.E.Y.