29 Mart 2021 Pazartesi

Ayvatoğullarıgiller

Son zamanlarda  erkekler arasında yeni bir profil türedi. 
Giyimleri, tavırları, yaşantıları, saçları, fotoğraflardaki pozları ile bas bas "Ben de Nişantaşı çocuğuyum!" diye bağıran bir profil.
Dapdaracık ve üstten birkaç düğmesi açılmış, içeriden göğüs kıllarının fışkırdığı gömlekler, dapdaracık ve kısa paçalı pantolonlar, babet çorabı ile giyilen ama çorapsız giyilmiş hissi veren ayakkabılar, tepeye kabartılmış saç, gıdığa indirilmiş sakal, elde son model telefon, parmakta iri taşlı yüzük, kolda duvar saati gibi bir saat, gülmeyen bir surat, suratın yarısını kapatacak kadar iri güneş gözlüğü, gidilen mekanda markası görünecek şekilde içilen içki ve tüm bunlardan sonra, ki olmazsa olmaz, araba önünde çekilmiş havalı bir fotoğraf. Bazılarında da fazla parlak, fazla uyumlu ama doğal olmayan bir görünüş. 
Kendilerini "muhafazakâr" olarak nitelendirilen bu kesimde erkekler böyleyken, aynı kesimdeki kadınlar da onlardan aşağı değil.
En pahalı eşarp, eşarp altında en yüksek saç ya da hotoz, en koyu makyaj, en dar pardesü, en yüksek topuklu ayakkabı, en "marka" el çantası, en pullu payetli, en parlak kıyafet, en iri taşlı yüzük(ler), en yüksek ve en geniş araba en belirgin özellikleri.
(Trafikte nasıl kuş serisi otomobillerden sakınıyorsanız, sosyal medya kapak fotoğrafında arabasının önünde verdiği pozu kullanan profillerden de sakınınız.)
Evler ona keza. En geniş arazi üzerinde, en az üç katlı, evin içindeki mobilyalar varaklı, duvarlar Arapça dua levhalarıyla, Osmanlı tuğralarıyla, tezhip ya da hat sanatı eserleriyle kaplı, yüksek bahçe duvarlarının üzeri iki metrelik branda ile daha da yükseltilmiş, önünde iki-üç lüks araç duran evler ihtişamlarına ihtişam katıyor.
Bunların hepsi, muhafazakarlıkla en ufak bir alakası olmayan, muhafazakarlığı kullanarak edinilmiş servetin göze sokulma görüntüleri.
Ve tüm bu görüntüler adım adım gelirken "dinime dokunma" sloganının ardına saklanarak geldi.
Alnının teri ile çalışarak kazanana ise sözümüz yok...

Bu bir çeşit moda
24 Mart 2012 tarihinde yazdığım Doğanın Kudretine Karşı Durmak yazımdan bir pasaj ile devam edelim:
"Peki ya şimdilerde toplumda oluşan yeni moda akımı için ne diyeceksiniz? Bu yeni moda giyinmenin hayatı algılama ve yaşama tarzıyla bir alâkası var mı sizce de?
Altı kaval üstü şişhane misali gezen genç kızları siz de her yerde görüyorsunuzdur. Onlarla aynı cinsten olsanız dahi siz de bu ilginç görüntüye dönüp bir kez daha bakıyorsunuzdur.
Benim diyen bir kişinin dahi giyemeyeceği kadar iddialı kıyafetler ve bir o kadar da iddialı bir makyajın üzerine kondurulan yine aynı iddiadaki baş örtüsüyle salına salına dolaşan kızların neyi yansıttığını bir türlü anlamış değiliz.
'Dinim böyle emrediyor' dese; 'E ama saçından gayrısını açmanı da emretmiyordur herhalde!' diyesim var. 'Kapanma özgürlüğü ve demokrasi var' dese; 'Kıvırıyorsun!' diyesim var. 'Bu da bir çeşit moda' dese, 'Amenna' diyesim var.
En azından bu dürüst bir yaklaşım..."

Kürşat Ayvatoğlu
Bizler bu profilin yanlış bir profil olduğunu yazıp dururken, araç içerisinde buruna uyuşturucu çekme videosu ile bir anda gündeme düşen Kürşat Ayvatoğlu tüm yazdıklarımızın vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıktı.
Bir "büro görevlisi" olarak tanıtılan henüz 27 yaşındaki Ayvatoğlu'nun lüks yaşantısı değme zenginde yokmuş. Ortaya saçılan fotoğraflardan anladığımız kadarıyla paraya para dememiş, "Ya Rabbi şükür!" demiş. 
Uyuşturucu ile olan videosundan dolayı gözaltına alındığında verdiği ifadede, pipet ile burnuna çektiğinin uyuşturucu değil, pudra şekeri olduğunu söylemiş. (Küvetteki köpük banyosu görüntüleri için de pasta yaparken 'krem şanti'yi biraz fazla kaçırmışım diyebilir.) 
Önce serbest bırakılan Ayvatoğlu daha sonra tekrar gözaltına alınmış.
Kastamonu Belediyesi’nin AK Parti’de olduğu döneminde, Kastamonu Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü olarak görev yapan Kürşat Ayvatoğlu, Kastamonu Belediyesi MHP’ye geçince kapağı Ankara’ya, AK Parti’nin kalbine atmış. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın özel kalemi olarak (Hamza Dağ özel kalem iddiasını reddetti, büro çalışanı olduğunu söyledi) Ankara’da yaşamaya başlamış. 
Ortaya çıkan video sonrası Kürşat Ayvatoğlu’nun AK Parti ile olan iş akdi feshedilmiş.

İtiraf: Pudra şekeri değil uyuşturucu
Ayvatoğlu'nun yeniden gözaltına alınmasının ardından kendisine ait olduğu belirtilen Twitter hesabından "Ailesi aracılığı ile kaleme aldığı açıklamadır" başlığı ile bir açıklama paylaşıldı.
Paylaşımda "Daha fazla güçlü görünürsem her kapının açılacağını düşündüm. Daha fazla nüfuz sahibi olma, olduğundan farklı görünme çabasıyla gücün yanında görünme, hükümetteki güçlü insanlarla fotoğraf vererek kendime yeni kapılar açma düşüncesi beni her gün başka bir yanlışa sürükledi. Ardından uyuşturucu batağına sürüklendim. Ticaret yapıyor olmama rağmen, AK Parti Genel Merkez'de bir işim olursa siyasi büyüklere daha yakın olursam daha güçlü olurum düşüncesiyle orada işe girmek için bütün koşulları zorladım. Maddi olarak ihtiyaç duymama rağmen partinin gücü için orada olmak istedim. Bu düşünce tarzı beni daha büyük yanlışların içine sürükledi" ifadelerini kullandı.

Sonradan Görmek
"Hızlı koşan at çabuk yorulur" ya da "Yanlış hesap Bağdat’tan döner" atasözleri tam da bu profiller için geçerli.
İnsan basamak atlamak, hayatını daha iyileştirmek için çalışır haliyle. Başından göremediyse, ağzında gümüş kaşıkla doğmadıysa, çalışarak sonradan görmek ister. Ki herkesin yaptığı budur. Bu ne ayıp ne de günahtır.
Ayıp ve günah olan, parti ya da din gibi kimlikler kullanarak haksız makam ve kazanç elde etmek, hakkıyla çalışan insanların üzerine basarak geçmek, kibre kapılmak.
Basamakları adım adım, emek vere vere, ter akıta akıta çıkanların yapmayacağı şeyler bunlar. 
Koşar adım, büyük bir para hırsıyla, hiçbir değere aldırış etmeden ama tüm kutsal değerleri kurnazca kullanarak çıkanlar ise soluğu duvarda alıyorlar. 
Onları alkışlayıp elinden tutup tepelere çıkartanlar ise içeriğe değil, ekran görüntüsüne bel bağlıyorlar.
Sormuyorlar ki, bu kadar ekmeğe bu kadar köfte fazla değil mi?
Demiyorlar ki, tevazu ve muhafazakarlık bizim düsturumuzdur.
Hoş görüyor, hoş buluyor, alkışlıyorlar.
İhtimal ki hoş görmelerinin arkasında, aynadaki yansımalarının yattığını biliyorlar.

Zengin Olmak, Varlıklı Olmak
Daha çok para sahibi olmakla zengin olunuyor belki ama parayı harcama yönteminiz sizin gerçek zenginliğinizi gösteriyor.
Soygun yapan bir hırsız çaldığı para ile pavyon kapatabiliyor mesela. 
Ya da ürün hasadı yapan bir adam tüm yılının emeğini götürüp bir gecede gazinoda harcayabiliyor.
Kimisi işine gücüne yatırım yapıp kendisini bir adım daha ileriye taşıyor, kimisi de günlük zevkler peşinde ömür tüketiyor.
Ânı yaşamayı, anları çarçur etmek olarak görüyor.
Ne anların kıymetini biliyor ne de elindeki paranın.

Gianni Versace Cinayeti
Netflix’te Versace’nin öldürülüş hikâyesinin anlatıldığı sekiz bölümlük mini diziyi izledim geçenlerde. (American Crime Story: The Assasination of Gianni Versace)
Filipinli bir baba ile İtalyan asıllı bir annenin son çocuğu olan Andrew Cunanan’ın seri katil olmasına giden yolda, hızlı para kazanmanın, yalanın, -mış gibi yapmanın, -mış gibi görünmenin, büyürken kendisine sunulan balon köpüğü dünyanın, sıkışmışlığın, çaresizliğin izlerini görürüz. Sosyopatlıkla ve seri cinayetlerle yürüdüğü bu yolun sonunda intihar vardır. Versace cinayetinin ardından yakalanacağını anladığında hapishanelerde sefil yaşamaktansa konforlu bir yatakta ölmeyi seçer.
Cunanan kısa hayatı boyunca hep başkalarının hayatına özenmiş, hayatına girdiği insanların kazançları ile onların hayatını yaşamak istemiştir.
Çalışmak onun için züldür.
O, dünyadaki her şeyi, bunun için vahşice insan öldürmek gerekse dahi, hak ediyordur.
Herkes onu sevmeli, beğenmeli ve takdir etmelidir...

Emeksiz Yemek Olmaz
Emek vermeden zengin olunamaz. Zengin doğulsa dahi zengin kalınamaz.
Ne acıdır ki ortaya çıkan yeni anlayışta emek verenler ve dürüstler "enayi", işini bilip her türlü numara ile oradan oraya sıçrayan çekirgeler ise "makbul". (Hoş, bizde Makbul ve Maktul bir anda yer değiştirebilir. Bknz, Pargalı İbrahim Paşa)
Liyakat ile işe alma gereksiz, parti kaydı ile işe alma elzem.
Eğitimliler "gıcık elit, sinir monşerler", kifayetsizler "bizim çocuklar".

Şeytan mı Doldurdu?
Böyle diye diye doldurduğunuz o silah geldi sonunda sizi vurdu işte. 
Şimdi arınma zamanı. 
Doğru yola girme, içinizdeki asalakları ayıklama zamanı.
Ha, onu kim ayıklar, nasıl ayıklar, ayıklanınca elde ne kalır bilemem.
Milletin kanını emenlerden kurtulup, emmeye niyetlenenlere de sıkı bir ayar verin yeter.

Yetmez, yetmez, yetmez
Bakın artık bu kurnazlık devri gümbür gümbür gümledi.
Bu pisliğin temizlenmesi için iş akdinin feshedilmesi yetmez.
Biliyoruz ki bu çürümüş sistem içinde bir tane değil yüzlerce, binlerce Ayvatoğlu var.
O yüzden daha derine, daha derine, kuyunun dibine inmek lazım.
O kuyudan kimler kimlere su taşıdı ona bakmak lazım.
Kovaları elden ele geçiren eller kimlerin eli, kovalarda kimlerin parmak izleri var, hepsini ayrı ayrı sorgulamak lazım.
O ellerin hepsine işten el çektirmek lazım.
Temizlik, dürüstlük, hak, hukuk ve adaletin hak ettiği itibara kavuşması lazım...

29 Mart 2021 / C.E.Y.

11 Mart 2021 Perşembe

Kraliçe olmak mı, ASLA!

11 Mart 2021 akşamı, Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde, Dr. Yaşar Can Bağatırlar ve Özlem Özkoşar’ın hazırladığı, “Kraliçe Shakespeare” oyununun ilk gösterimini izledim. Oyunculuğunu Özkoşar’ın üstlendiği tek kişilik oyunda “Kraliçe Birinci Elizabeth üzerinden, erkek egemen bir kültürde kadının yaşadığı sıkışmışlık” anlatılıyordu.
Bakire Kraliçe olarak anılan Birinci Elizabeth’in kraliçeliğinin ilk zamanlarında hem geçmişinin hem de tacının altında ezilişini, bir kadın olarak savaşlara ve ölümlere isyan edişini, masum yüreğini katılaştırmamak için gösterdiği çabayı, sözünü dinletebilmek için aşktan ve kadınlığından vazgeçişini, bu evrelerden geçerken nasıl değiştiğini ve nasıl bembeyaz ve donuk bir surata büründüğünü izledik.
Elizabeth, din baskısının olduğu ve erkek egemen bir toplumda erkekleşmeden, kadın kalarak ama kadınlığını yaşamayarak kraliçe olmanın savaşını veriyordu. 
İrdeliyordu, sorguluyordu, gözyaşı döküyordu, zaman zaman hayatından vazgeçiyordu.
Pandemi ve Shakespeare
Katıldıkları Bursa Tabip Odası Podcast yayınından dinlediğim kadarıyla, Özlem Özkoşar William Shakespeare’in 1592-1594 yılları arasında, veba sebebiyle tiyatroların kapandığı dönemde, çok önemli eserler verdiğini, kendilerinin de bu oyunu Pandemi sürecinde sahneye koyduklarına dikkat çekiyordu. Özkoşar, Shakespeare hakkında edinilen ‘kadın düşmanı’ düşüncesinin  bu oyunla değişeceğini söylüyordu.
Oyunu Pandemiden kaçış rampası olarak niteleyen Dr. Yaşar Can Bağatırlar ise, hekim camiası olarak Pandemi döneminde epey yoğun bir tempoyla çalıştıklarını, bu dönemde trajedilerle karşılaştıklarını, belirsizlik içinde yaşamlarını sürdüklerini anlatırken, “Bu zor dönemden kurtuluşun sanat ile olacağını düşünmüştük ve tiyatro bizim için çok önemliydi." diyordu.
Haksız değildi.
Oyun, hepimizin çok yorulduğu, çok bunaldığı, çok üzüldüğü bu döneme ilaç gibi geldi.
Salona girişte HES kodumuz tarandı, ateşimiz ölçüldü. Salonda seyirci kapasitesi %50 azaltılmıştı. Koltuklara bir boş bir dolu olarak oturuldu. İzleyiciler maskeli ve mesafeliydi.
Oyunu oyunlaştıran ve oynayan Özlem Özkoşar, bir saat boyunca düşmeyen temposu ile Elizabeth’in iç dünyasını yaşadı ve yaşattı.
Oyunun yönetmenliği Can Bağatırlar ve Özlem Özkoşar’a ait.
Kostüm: Aslıhan Pekün, Işık: Cenk Usta, Dekor: Fatih Tokdemir, Aksesuar: Hale Bayraktar, Fotoğraf: Meral Kuru, Afiş Tasarım: Hamit Demir, Grafik Hazırlık: Hasan. H. Çiçek
Oyun 12 Mart 2021 günü Bursa Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu Sahnesi’nde sahnelenecek. Oyununun biletlerine www.biletinial.com adresinden ulaşılabiliyor.

ELİZABETHLER
Oyunun daha iyi anlaşılabilmesi için size birinci ve ikinci Elizabethleri anlatmak isterim.

Birinci Elizabeth
Birinci Elizabeth’in kraliçe oluşu İkinci Elizabeth kadar kolay olmaz. Birçok karışıklık içinde baştan başa uçan taç, sonunda Elizabeth’in başına konar.
I. Elizabeth İngiltere’yi Katolik kilisesinin etkisinden çıkararak Anglikan yapan VIII. Henry'nin kızı olarak 7 Eylül 1533 tarihinde Londra'da doğar. Teninin fazla beyaz olması nedeniyle doğduğunda hayalet olduğu söylenerek öldürülmek istenir ancak annesi buna engel olur. Annesi VIII. Henry’nin 2. eşi olan Kraliçe Anne Boleyn’dir. (Yaklaşık altı yıl boyunca ilk karısı Aragonlu Catherine’den boşanmak için uğraşan Henry, İngiliz Reformu ile Anglikanizm kilisesini kurar ve ilk evliliğinin geçersiz olduğunu ilan eder.) Kraliçe Anne, iki kere düşük yapsa da erkek çocuk doğuramaz. Elizabeth henüz üç yaşındayken annesi Anne, zina yaptığı gerekçesiyle kafası uçurularak idam edilir. Böylece Elizabeth de gayrimeşru evlat durumuna düşerek tahta çıkması imkânsız hale gelir. Babası, Anne Boleyn'den sonra evlendiği Jane Seymour'dan Edward isimli bir erkek evlat sahibi olur ve ölmeden önce Elizabeth'in prensesliğini tekrar meşru hale getirir. 1547 yılında VIII. Henry öldüğünde oğlu Edward tahta çıkar. Henry'nin son karısı Catherine Parr, Thomas Seymour ile evlenir. Catherine Elizabeth'i kendi yanına alır. Fakat  Elizabeth, Thomas Seymour ile arasında geçtiği söylenen ilişki yüzünden saraydan uzaklaştırılır. Bir yıl sonra Catherine kızını doğururken ölür ve Thomas Seymour Elizabeth ile olan ilişkisinden dolayı idam edilir. Elizabeth böyle bir ilişki olmadığına dair beş kez Kitab-ı Mukaddes'e basarak yemin eder.

Edward 6 Temmuz 1553 tarihinde öldüğünde ölümü gizli tutulur ve dört gün sonra yerine Jane Grey geçer. Aslında VIII. Henry'nin vasiyetine göre kraliçenin Mary olması gerekirken Edward, Jane Grey'i veliaht olarak seçer. İngiliz orduları Mary ve Elizabeth'in üstüne yürür. Dokuz gün sonra İngiliz orduları Mary'nin tarafına geçer. Mary tahta geçtiğinde Jane Grey, Guilford Dudley, Robert Dudley ve John Dudley kuleye kapatılır. John Dudley vatan hainliği suçundan yargılanır ve idam edilir. Bundan birkaç ay sonra Protestan Lord Thomas Wyatt Elizabeth'in tahta geçmesini öngören bir anlaşmayı kuleye kapatılan Jane Grey'in babası Henry Grey'e sunar; fakat Henry Grey'in kızına bir şans daha verilmesini istemesi ve bu konuda ısrarcı olmasıyla yeniden Jane Grey'i tahta geçirmeyi amaçlayan bir ayaklanma başlatılır. İsyanın bastırılmasının ardından kraliçe, Jane Grey'e Katolik olursa affedileceğini söyler ama adanmış bir Protestan olan Jane Grey bu teklifi kabul etmez. Babasının iktidar hırsı yüzünden kocası Guilford Dudley ile birlikte idam edilir. Bunun yanında Thomas Wyatt'ın Elizabeth'e yakınlığının bilinmesi isyanda Elizabeth'inde parmağı olduğu dedikodularına yol açar. Prenses yargılanır ve ev hapsine mahkûm olur. Bu isyandan sonra Mary'nin Protestan nefreti körüklenir ve ülke çapında Protestan avı başlar. Mary en yakınındakileri bile yargılatmaktan çekinmez. Bu şekilde Mary ve Elizabeth'in arası iyice açılır ve aralarında daha önce görülmemiş bir rekabet ve kıskançlık başlar. Mary aylar sonra İspanya Prensi Felipe ile evlenir. Birkaç ay içinde kraliçe hamilelik belirtileri göstermeye başlar. Halka kraliçenin hamile olduğu duyurulur. Daha sonra gebeliğin yalancı gebelik olduğu anlaşılır. Bu durum iki defa tekrarlanır. Kraliçe ile aralarındaki uçurumun artması ile sarayda daha fazla hor görülmeye başlanan Elizabeth çareyi İngiltere kral vekili ve Mary'nin kocası II. Felipe ile yakınlaşmakta bulur, bu şekilde sarayda ayrıcalıklarını yeniden kazandığı gibi II. Felipe'nin kraliçeden soğumasına da sebep olur. Mary krallığa bir veliaht veremez. Kendisinden sonra tahta Protestan bir prenses geçmesi olasılığı, yalancı hamilelikleri, kocasının kendinden uzaklaşmasının verdiği üzüntü ile o dönemde İngiltere'nin Büyük Britanya dışında bulunan kolonisi Calais'in Fransızlar ile yapılan savaş sonucu kaybedilmesi Mary'i yatağa düşürür ve ölümünü hızlandırır.
Kraliçe Mary 17 Kasım'da ölür ve yerine Protestan Prenses Elizabeth tahta geçer. Mary'nin kocası II. Felipe Elizabeth ile evlenmek ister fakat Elizabeth'in çocukluk aşkı Robert Dudley'e olan zaafı yüzünden evlilik gerçekleşmez. Elizabeth ilk olarak kiliselerde mass ayininin uygulanmasını yasaklar, daha sonra kendini İngiltere kilisesinin yöneticisi seçtirir ve ülkeyi yeniden Protestan döneme döndürür. Bunun sonucu olarak birçok suikastla burun buruna gelir. Yakın koruması ve kraliyet muhafızları şefi Sir Francis Walsingham'ın uyguladığı politikalar sayesinde bu suikastlerden kurtulur. Katolik İskoçya'ya karşı Protestan Lordları destekler, verdiği desteğin deşifre olmasının ardından İskoçya ile savaşa girer. Bu dönemde İskoçya'nın başında Elizabeth'in babası VIII. Henry'nin kız kardeşi Margaret Tudor'un küçük torunu Mary Stuart vardır. Fransa'nın ölen kralının ardından Mary Stuart'ın annesi Marie Guise'in hanedanın başına geçmesinin ardından Fransa, İngiltere'yi işgal planlarına girişir. Fransa gibi büyük bir güçle savaşa girmenin hata olacağını düşünen Elizabeth, baş danışmanı William Cecil'i Fransızlar ile müzakere için İskoçya'ya gönderir. Müzakerelerden sonuç, ancak Sir Francis Walsingham'ın Marie Guise suikastının ardından alınır. Fransızlar işgal planlarından vazgeçerek İskoçya'yı terk ederler ve Mary Stuart İskoç tahtından indirilerek kuleye kapatılır. Ardından burada planladığı suikast yüzünden vatan hainliği suçundan idam edilir. Böylece Elizabeth taht için alternatif bir Katolik Tudor kanını ortadan kaldırmıştır. 
Büyük rakiplerine karşı büyük müttefiklere ihtiyaç duysa da istemediği bir erkekle evlenmeyi reddeder ve bu yönde kendisine baskı yapan baş danışmanı William Cecil'in görevine son verir. Ölümüne kadar bekar olması onun bekar kraliçe unvanının almasını sağlar. 
Elizabeth çoğu tarihçiye göre o Anglikan kilisesinin annesidir. Din konusunda her zaman nötr bir siyaset izler. O zamana kadar ülke birçok dini görüşten dolayı çalkantılı bir dönem geçirmiştir. Elizabeth çözümü hem Anglikanları hem de Katolikleri mutlu edecek yeni dini yasalarda arar. Tabii ki bu girişim pek de başarılı sonuçlanmaz. 1588 yılında II. Felipe'nin İngiltere seferinde dönemin en büyük ve en güçlü deniz filosu olan İspanyol Armada'nın İngilizler tarafından yakılması Elizabeth'in isminin günümüze kadar unutulmadan gelmesini sağlar. Kraliçe 1603 yılında ülkeyi uzun yıllar tek başına yönettikten sonra ölür. Ölüm döşeğinde elinde Robert Dudley'in kendisine yazmış olduğu mektubun bulunduğu rivayet edilir.

İkinci Elizabeth
İngiltere'yi kırk beş yıl boyunca idare eden Kraliçe Birinci Elizabeth ise de, İkinci Elizabeth 1953 yılından bugüne, yetmiş yıla yakındır İngiltere Kraliçesi olarak hüküm sürüyor.
II. Elizabeth, Kral VI. George ve Elizabeth Bowes-Lyon'ın büyük kızı olarak 21 Nisan 1926'da, Londra'da doğar. Çocukluğu boyunca evde özel eğitim görür. Babası, ağabeyi VIII. Edward'ın tahttan çekilmesiyle 1936'da kral olur ve kendisi o tarihten itibaren olası vâris konumuna gelir.
II. Dünya Savaşı sırasında orduda görev almaya başlar. 1947'de Edinburgh Dükü Philip ile evlenir ve Charles, Anne, Andrew ve Edward adlarını verdikleri dört çocukları olur.
Kocasıyla birlikte çıktığı bir yolculukta, Kenya'nın Sagana kentinde bulundukları sırada, 6 Şubat 1952'de babasının öldüğü ve yerine kendisinin geçtiği haberini alır. İlk Parlamento açış konuşmasını 4 Kasım 1952'de yapar. 1953 yılında resmî olarak taç giyer ve gerçekleştirilen tören tarihte ilk kez televizyonda yayınlanır. Aynı zamanda babasının yerine İngiliz Milletler Topluluğu'nun başkanı seçilir. Kendisinin 69 yıllık iktidarı döneminde İngiliz Milletler Topluluğu'na dahil olan 25 ülkenin devlet başkanı olur. 
Prenses İkinci Elizabeth 1947 yılında, ailesiyle birlikte İngiltere sömürgelerine yaptıkları gezide, Cape Town Hükümet Binası'ndan 21 Nisan 1947 tarihinde, 21. yaşına girerken yaptığı konuşmada"Tüm hayatımı, ister kısa olsun ister uzun, sizin hizmetinize ve hepimizin bağlı olduğu büyük imparatorluk ailemizin hizmetine adayacağıma hepinizin önünde söz veririm." der ve o günden bugüne 74 yıldır sözünü tutar.
Gerçek anılardan derlenen ‘A Royal Night Out / Kaçak Prenses’ filminde ise, İkinci Dünya Savaşı’nın 8 Mayıs 1945’te resmen sona ermesi üzerine gerçekleşen Zafer Günü kutlamalarına katılan Prenses Elizabeth ve kız kardeşi Margaret’in tek gecelik macerasını görürüz. Prensesler de gençtirler ve halkın arasına karışarak eğlenmek isterler.
Onların etraftan kayboldukları o bir gecelik maceranın sarayda ve kraliyet ailesinde yarattığı telaş ve korkuyu hayal edebilirsiniz.
İlerleyen yıllarda Elizabeth söz verdiği üzere sorumluluklarla dolu bir hayat yaşasa da, Margaret daha pervasız, daha uçarı ve daha isyankardır.
Ömrünce kraliçe olamayacağı gerçeği ile yaşayan Margaret mi, yoksa genç yaşında ve hiç beklemediği bir anda kraliçe olan Elizabeth mi daha iyi ya da daha zor bir hayat yaşamıştır bilinmez.

Kraliçe olmak mı, ASLA!
Bir zamanlar kraliçe olmak için ödenen bedeller, dökülen kanlar, oynanan oyunlar, yerini taçtan kaçmaya bıraktı. 
Bakınız en son Prens Harry ve Meghan Markle tası tarağı toplayıp ABD'ye göç etti. Çift göç ettiği ile de kalmayıp, Buckingham Sarayı ve Kraliyet Ailesi ile ilgili demediğini koymadı.
Prens Harry'nin annesi Lady Diana da Prens Charles'a, Kraliyet Ailesine ve saray kanunlarına pek çok kez isyan etmiş, kemikleşmiş kanunlarla baş edemeyince de sonunda boşanmıştı. (Camilla ve Charles takdire şayan bir azimle beklemeye devam ediyorlar.)
Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Reşit El Maktum'un altı eşinden biri olan Prenses Haya, 2019 yılının başlarında çocuklarıyla Dubai'den kaçarak İngiltere'ye yerleşmişti.
Şeyhin (o günlerde 33 yaşında olan) kızı Prenses Latifa da kaçmaya çalışırken yakalanmıştı.

Taç başa ağır geliyordu.
Yeni nesil bu ağırlığı taşımak istemiyordu.
İhtimal ki eskilere de ağır geliyordu ama bunu dile getiremiyor, kendi elleri ile yarattıkları zindanda yapayalnız yaşıyorlardı.
Şimdi gençler söylüyorlar ve gidiyorlar...

Shakespeare kadın olsaydı
Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları bir soru vardır: 
"Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?"
Virginia Woolf bu soruyu şöyle cevaplar:
"Shakespeare gibi bir dehanın kendisiyle aynı zihinsel kapasite ve yaratıcı güce sahip Judith adında bir kız kardeşi olsaydı, Judith, benzer tarihsel, ekonomik ve toplumsal koşullarda Shakespeare’in başarısına ulaşamayacaktır."

Kadın Olmak
Görüldüğü üzere, kraliçe de olsanız, prenses de olsanız, halktan biri de olsanız, zengin de olsanız, fakir de olsanız, eğitimli de olsanız, eğitimsiz de olsanız, meşhur da olsanız, sıradan da olsanız, kadın olmak zor.
Erkek dünyasında kabul görebilmek için erkek gibi kadın olmanız bekleniyor.
Kadınlığınız sizin yumuşak karnınız olarak görülüyor.
Çünkü erkek aklı her şeyi sürekli cinsellik ile ölçüyor.
****
Birinci ve İkinci Elizabeth ile ilgili yazdığım bilgileri Wikipedia kaynaklarından derledim.
İngiltere tarihini biraz daha iyi anlamak için birkaç film ve dizi önermek de faydalı olacaktır.
The Crown, King's Speech, The Royal House of Windsor, A Man for All Seasons, Mary Quenn of Scots, Elizabeth, Elizabeth The Golden Age, The Other Boleyn Girl, Tudors, The Last Kingdom, Vikings, Outlander, Victoria&Abdul, Shakespeare in Love, A Royal Night Out, Queen of the Desert

12 Mart 2021 / C.E.Y.

7 Mart 2021 Pazar

Baldan Tatlı Zehirli Öfke!

Bir 8 Marta daha ulaştık sürünerek.
Kadına şiddet haberleri ndeme adeta sabitlenmiş, yurdun dört bir yanından her gün en az bir taciz, tecavüz, şiddet, cinayet haberi geliyor. 
Haberlerdeki isimler değişiyor, yaşananlar ise hep aynı.

Öfke duymak, lanet okumak, sokaklara çıkmak, haykırmak, şiddet üzerine yazılar yazmak, aklıselim konuşmalar yapmak, efendi gibi anlatmak, protesto yürüyüşleri düzenlemek, hiçbirisi ama hiçbirisi bu gidişata çözüm olmuyor.
Topluma ayna tutmak için yazılan yazılar birkaç kişi arasında kafa sallamasıyla onaylanarak okunuyor. Kadınlar tarafından düzenlenen programlar, seminerler, sempozyumlar yine kadınlar tarafından izleniyor.  Televizyonlardaki tartışmalarda kadın konusu kendisine yer bulsa da izleyen erkekler tarafından kale alınmıyor. Kumanda üstünlüğü ile kanal değiştiriliveriyor. 
Zaman zaman verilen 'Kadına yönelik şiddet araştırılsın' önergesi her seferinde MHP ve AK Parti oylarıyla reddediliyor. Kadınların sesini duyurmaya çalışan kadın dernekleri her sokağa indiğinde, eylem henüz daha başlamadan polis tarafından orantısız şiddet uygulanarak bastırılıyor.

Sevmiyorsunuz!
Devletin kadını sevmemesi diye bir kavram olamaz, ancak her yıl gittikçe artan kadın cinayetlerine bakınca, bu hükümet kadınları sevmiyor diyorum...
Şiddet uygulayanları incelediğimizde karşımıza hep aynı, öfkeden beslenen, vatanı ve bayrağı kendine malzeme eden, arabesk maço tavırları erkeklik zanneden, sosyal medya hesaplarını atarlı giderli sözlerle bezeyen, kulaktan dolma bilgilerle milliyetçi olmuş, silahlarla haşır neşir müslüman din kardeşi profil çıkıyor. 
Bu profil, ne milliyetçiliğe ne de dine sığan hareketlerle hem milleti, hem de dini aşağılıyor.

Rakamlar Yalan Söylemez
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun 2020 raporuna göre, 2020 Yılında erkekler tarafından 300 kadın öldürüldü, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. (Sitede bulunan Anıt Sayaçta şiddetten ölen kadın sayısı 2020 yılı için 408.)
2021in üçüncü ayına girdiğimiz şu günlerde kadınlar birer ikişer, üçer beşer katledilmeye devam ediyor.
Bu rakamlar içinde medyaya yansımayan kim bilir neler var. Görmediğimiz yerlerde, ev görünümlü zindanlarda kim bilir daha neler yaşanıyor.
Erkekler, analarını, bacılarını, komşu kızlarını, okul arkadaşlarını, nişanlılarını, sevgililerini, karılarını, kısacası çevrelerindeki nisa taifesinden kim varsa hepsini taciz ve darp etmeyi, "uygun bulduklarında" da öldürmeyi kendilerine vazife addetmişler.
Her yaptıkları için bir bahaneleri var!

Nefes alsın yeter mi dedi?
"Aydın’da yalnız yaşayan 92 yaşındaki Hanım Pınarlı 23 yaşındaki komşusu tarafından tecavüze uğrayıp boğularak öldürüldü" haberi için nasıl bir bahane bulunabilir acaba?
Hanım Pınarlı 23 yaşındaki komşusunu ayartmaya mı çalışmıştır, derin dekolteli kıyafeti ile pencereden sarkarak genç delikanlıya işveli işveli göz mü süzmüştür, yaşına başına bakmadan dapdaracık tayt mı giymiştir, saçlarını sarıya mı boyamıştır, genç erkeği tahrik mi etmiştir? Hanım Pınarlı ne yapmıştır da önce tecavüzü, sonra da öldürülmeyi "hak etmiştir"?
Malum, yukarıda saydığım maddeler hukuk içerisinde kendine yer bulup kadını suçlu, erkeği suçsuz bulabiliyor. Bu sayede de erkeğe cezai indirim sağlayabiliyor.
Acaba sanık şimdi hangi bahaneyi öne sürüp bu davadan paçasını kurtarmaya bakacaktır. 
Kurtarır kurtarmaz da kendisine yeni bir kurban bulmayacak mıdır?

Nefesini kesene kadar dayak!
Samsunda sokak ortasında yaşanan vahşeti anlatmaya ise kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Pencereden o anları kaydedenler bir yandan kayıt yaparken diğerleri "Aman karı koca arasına girmeyelim!" demeyerek kadına yardıma koşuyor.
Haberde yazdığına göre çift üç yıl önce boşanmış. Çocuk ile görüşme gününün ardından böyle bir kızılca kıyamet kopmuş. Kendisi de henüz 27 yaşında olan baba İbrahim Zarap, öfkeden deliye dönmüş bir şekilde kadına saldırıyor.
Kadın aldığı darbelerden dolayı kendinde değil, ancak Zarap hızını alamamış, öfkesini yenememiş, yerde yatan genç kadının saçlarını eline dolayıp dolayıp başını zemine vuruyor, kafasına gözüne bakmadan narin bedeni defalarca tekmeliyor, pencereden "Yapma, dur!" diye seslenenlere ayrı saydırıyor.
Hepsinden çok daha acısı ise, küçük kız çocuğu annesinin dövülme sahnelerime kim bilir kaçıncı kez şahit oluyor.
Küçücük bir çocuk, kadına şiddetin ilk izlerini, ilk kendi babası ile, ilk kendi ailesi içinde yaşıyor.
Geleceğin kadınına ömrünce silinmeyecek ilk çentiği babası atıyor.
Medenice yaşayamayanlar, medenice ayrılamıyor. 
Yaşarken de ayrılırken de hayatı birbirlerine zindan ediyor.

Dur Deyin!
Bu korkunç gidişata biz vatandaşlar olarak dur demeye çalışıyoruz ancak yeterli olmuyor. 
Üstelik bir de direnen insan suçlu pozisyonuna düşüyor.
Karanlık zihinlerin zapt ettiği gençlerin bu karanlığın elinden bir an önce çekilip alınması lazım.
Bunun için var olan yasaların uygulanması lazım.

Ne yazık ki toplum Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırılıp yeniden "dizayn edilirken" değerlerin içi boşaltıldı ve tüm bu suçlar, hiç anlaşılamamış değerler uğruna işlenir oldu. 
Var olan yasaların uygulanmasına gerek duyulmadı.
Ailenin namusundan sorumlu kişi kadın, temizliğinden sorumlu kişi kadın, beslenmesinden sorumlu kişi kadın, çocukların yetiştirilmesinden sorumlu kişi kadın. 
Her yükün sırtına vurulduğu ama ezik ve zayıf diye nitelendirilen yine kadın.
Yanlış giden her şeyin sorumlusu ve her türlü cezayı hak eden yine kadın.
Korkutulan, sindirilen, sömürülen yine kadın.

Nisâ Suresi - 34 . Ayet Tefsiri
Diyanet Bakanlığının sitesinde yer alan Nisâ Suresi - 34 . Ayet Tefsirinin spotunda şöyle der:
"Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür."

Herkes bunu okur ve dayağın erkeğin hakkı olduğunu savunur. Devamında yazanları okumaya ise tenezzül etmez. 
Tefsirin tamamını okumayı size bırakayım ama son paragrafını birlikte okuyalım:
"Kadının aile hukukunu çiğnemesi halinde bir ıslah tedbiri olarak başvurulabilecek belli başlı yolların insanlığın tecrübeleri ve özellikle içinde yaşanılan topluluğun örf ve âdeti dikkate alınarak zikredilirken “kocanın karısını dövmesi” eylemine de yer verilmiş olmakla beraber, bu uygulama Hz. Peygamber tarafından toplum ıslah edilerek, insanın ve özellikle zevcenin dövülemeyeceği ifade ve telkin edilerek kötülenmiş, “iyi bir kocanın karısını dövemeyeceği” kaidesi bu yakışıksız davranışın önüne bir set olarak konmuştur. Burada sünnet (Resûlullah’ın sözleri ve uygulaması) âyeti neshetmemiş, yerelliğini ve kültürel bağlamını açıklamıştır."
Gördüğünüz üzere, Diyanetin spotu güncellemesinin zamanı gelmiş de geçmiş...
****
Yazar der ki;
Hepsi birbirinin tekrarı Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri üzerine o kadar çok yazdım ki, artık yazamaz oldum. 
Öfke baldan tatlıdır diyerek zehrini tüm dünyaya saçan bu öfkeli erkeklerden yıldım! 
Yazdım yazdım ve sustum...
7 Mart 2021 / C.E.Y.