29 Mart 2020 Pazar

Falında Virüs Çıktı Dünya

Kahve içilince fallanmak kaçınılmaz malum.
Neyse halım, çıksın falım diyerek fincanı ters yüz etmek, fincanın dibinin soğumasını beklerken fala bakacak kişi ile sohbete dalmak, bir yandan da dibi soğumuş mu diye fincanın dibini ellemek, soğuyan fincanı itinayla eline alan falcı kişi tarafından fincanı tabağından ayırarak açmak, fincan tabağa yapışmışsa bakılacak falın sahibine "Bir dileğin mi var senin?" diyerek şöyle manâlı bir bakış atmak kahvenin en keyifli halleri. 
Fincanı tabağından ayırdıktan sonra ters çevrilen fincanın dibindeki kahve telvesinin fincan tabağına doğru süzülürken fincanın çeperlerinde bıraktığı izleri yorumlamak ise falcının marifeti. 

Fala bakan kişi baktığı kişinin hayatını, "Sana yol görünüyor, bir yere mi gidiyorsun?", "Senin için kabarmış, bir sıkıntın mı yaşadın?", "Bayrak gördüm, devlet dairesinde işiniz mi var?", "Leylek gördüm, ev mi alıyorsunuz?", "Uzun boylu, endamlı birisi görünüyor, kız, yoksa sevgilin mi var?", "Alyans mı o şuradaki, aaa, yoksa evleniyor musun?" gibi sorularla didikleyince,  fal muhabbeti bir çeşit terapiye ve ağızdan laf almaya dönüşür.
Fala bakan tanıdıksa hoş bir anı olarak kalır bunlar.
Yok eğer falcı tanıdık değilse, geçmişini sayıp döken falcıya ağzı açık bakakalır falına baktıran kişi.
Falcı konuşur, kişi, falcının sözlerini hayatına uydurur.
"Evet evet, o da öyleydi, bu da böyleydi! Vaaay, nasıl da biliyor! Pes!"
Ya da başkasının gözünden kendisinin nasıl göründüğünü görür. Hayatının neye benzediği ile, beklentileri ile yüzleşir. 

Bense hep şöyle düşünürüm: "Benim bildiklerimi anlatma bana, onları ben senden iyi biliyorum! Gelecekle ilgili bir önerin varsa amenna. Ama onu da kim bilebilir ki?"
****
Coronayla kavrulduğumuz şu günlerde geçmiş zamanlara gidip "Bak bak Corona’nın adı şurada da geçiyordu, bak o da Corona demiş, bak burada yazmış, vay vay vay, çözdük olayı!" diyenleri bizim geçmişten haber veren falcılara benzetiyorum ben.
Bak bir sır da ben size vereyim, "Toyota bir dönem çıkardığı arabalardan birine Corona adını vermişti!". 
Vaaay, değil mi? Vay tabi...
Bu yazıyı yazdığım anda Twitter’da Toyotanın Trend Topic olduğunu gördüm. Toyotanın TT olmasının nedeni Toyota’nın Corolla, Corona, Carina, Camry araba modellerini sayıp dökmek değildi elbet. Toyota Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurtun: "Bir yıl araç satmasak da maaş ödeyeceğiz, kimseyi işten çıkarmayacağız, devlet desteğini de ihtiyaç sahiplerine bırakacağız” sözleriydi.
Bu mudur, budur!

Bill Gatesten Al Haberi
Bill Gates olsun, pek çok bilim insanı olsun Üçüncü Dünya Savaşının biyolojik bir saldırı ile yaşanacağını hep söylüyorlardı. Dünya eskisi gibi top-tüfek-bomba ile değil, gözle görülmeyen askerlerle fethedilecekti.
Yoksa siz hâlâ silaha mı yatırım yapıyordunuz?
Bill Gates’in gördüklerini görmek için çok donanımlı ya da geleceği görebilen bir falcı olmanıza gerek yok. İnsanların tavırlarına, alışkanlıklarına, tarihten ders almayan aymazlıklarına, değişen dünyaya, karşılıklı yığılan silahlara (ki o yüzden kimse düğmeye basmaya cesaret edemiyor!), en çok da ulaşım ağlarına bakmanız yeter.
Gücü tek elde tutmak isteyen bir sistem tüm bu verilerden ve teknolojinin nimetlerinden faydalanarak dünyayı avucunun içine alabilir.
Bunun için teknolojik alt yapı zaten hazır. Gelecek dediğimiz gelmiş, ceplerimize girmiş.
Şimdi vakit harekete geçme vakti...

Yine bu yazıyı yazarken bu kez şöyle bir bir ileti geldi Whatsapp üzerinden.
İletide 156 yıl önce yazılan bir şiirin bugünü anlattığı söyleniyordu. 
"Allah Allah, 1800lerde yaşamış bir insan bu günleri bu kadar iyi nasıl anlatabilir?" diye araştırdığımda, şiiri yazanın Kathleen O'Meara değil Kitty O'Meara olduğunu gördüm.
Okuyun bakın neler yazmış Kitty OMeara şiirimsi o yazısında:
...
ve insanlar evde kaldılar,
kitap okudular ve dinlediler.
dinlendiler, egzersiz yaptılar,
sanat yaptılar, oyun oynadılar
ve yeni varoluş yollarını öğrendiler,
durdular

daha derinden dinlediler ,
biri meditasyon yaptı,
biri dua etti,
biri dans etti,
diğeri kendi gölgesini keşfetti ,
insanların düşünceleri değişti,
iyileştiler.

cahilce, tehlikeli, anlamsız ve vicdansızca yaşayan insanların yokluğunda,
dünya iyileşmeye başladı.

ve tehlike sona erdiğinde insanlar ölüleri için ağladılar
ve yeni kararlar aldılar,
yeni bir dünya hayal ettiler,
yeni yaşam biçimleri yarattılar,
Dünyayı tamamen iyileştirdiler,
Tıpkı kendilerini iyileştirdikleri gibi.

Eğer bu şiir söylendiği gibi 156 yıl önce yazılmış olsaydı,
"Demek ki yaşadığımız insanlık için hiç de yabancı değil bu keskin viraj.
Demek ki insanlık dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyor.
Demek ki insanlık teknoloji olarak ilerlese de ruh olarak pek ilerlemiyor.
Demek ki insanlık için atılan adımlar çok ama çok yavaş yol alıyor.
Demek ki geçmişi gördüğünü söyleyenlere değil gelecekten haber verenlere kulak vereceğiz.
Demek ki bu hale gelmemiz bile binlerce ama binlerce yıl aldıysa, daha iyiye ulaşmak için önümüzde daha çok ama daha çok bin yıl var demektir." diyecektim.
Demedim...

Dedim ki;
Tarih hep tekerrürden ibarettir lakin yöntemler değişir.
O yüzden siz, size, sizin de bildiğiniz geçmişi anlatanlara değil de, dünyanın geçmişten geleceğe uzanan yolculuğunu anlayıp, yorumlayabilenlere kulak verin.

Falcı Bacılar baktıkları fallardan kazandığı paralar ile sadece günü kurtarmış ve kendilerini kurtaramamışken sizi hiç kurtaramazlar. 
Ceplerine bol para koyarsanız size bol bol dua ederler, koymazsanız üzerinize bol bol beddua gönderirler.
Hiçbir türlüsü tutmaz haliyle.
Ama,
Ya tutarsa?

Her ama her dönem kendi içinde geçmişi ve geleceği barındırır.
Bugün 2020de, 100 yıl öncesinin geleceğinde, 100 yıl sonrasının geçmişinde, yani "ŞİMDİ"de yaşıyorken artık fal kapatmayı bir yana bırakıp aklımızı ve kalbimizi açmayı, paylaşmayı, iyiliği ve güzelliği öğrenmemiz lazım.
Yoksa, yakındır,
Bir tarafımıza bir ÇİP takıp aklımızı alacaklar bir güzel! 
Sonunda kendi aklımıza değil, aklı takan akıla hizmet edeceğiz.
Ve o akıl bizi nereye çekerse oraya gideceğiz...

29 Mart 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

24 Mart 2020 Salı

Yaşlı Adayları, Sözüm Size

Büyüyeceğini bildiği bebeğe güle oynaya bakar insan.
Üstelik zordur bebek bakımı. Zordur bir insan yetiştirmek. 
Bir yandan da her bebek bir mucizedir.

Büyüyüp kendine yeteceği, hattâ ailesine destek olacağı günlerin hayali ile el bebe gül bebe büyütülür o minicik insan.
İçinde kim vardır, içinden kim çıkacaktır bilinmez.
Büyürken birbirinden şapşik halleriyle güldürür, boyundan büyük sözleriyle düşündürür, çevresindeki her veriyi zihnine yazan zekâsı ile insanı büyüler, çok zaman da bedenine sığmayan coşkun ruhu ile ebeveynlerini deli eder.
"Sizin çocuk size çok zeki geliyorsa kendi zekânızı ölçtürün!" sözü boşuna edilmemiştir.
Lakin burada atlanan, insanın daha dün agu gugu diyen et parçasındaki bu hızlı gelişime gösterdiği hayranlık ve hayrettir.
Bazıları "Kendi çocuğum diye söylemiyorum .....!" diye başlar anlatmaya.
Bazıları da "Bizimkinden bir cacık olmaz.....!" sözleriyle.
Öyle böyle büyür çocuk.
O büyürken onu büyüten büyükler küçülür.
Küçülür, küçülür, küçülür.
Yaşlanır yani...

Bebek ve çocuk gelecek zamandır, genç ve orta yaş şimdiki zaman, yaşlı ise geçmiş zamanlarda kalmıştır.
Sanki o yaşlı hiç çocuk olmamış, hiç genç olmamış, sanki Benjamin Button gibi hayata yaşlı başlamıştır. 
Öyle de başlasa sonu yok olmaktır, böyle de başlasa.
Mesele başlangıç ve bitiş arasındaki mesafede yaşananlardır.

Bebek gün be gün açılırken yaşlı gün be gün kapanır.
Bebek hayata hazırlanırken, yaşlı kişi tüm hazırlıkların hepsinin üzerinden geçmiş, bütün zorluklara göğüs germiş, düşe kalka bugünlere gelmiştir.
Yorgundur. Yorulmuştur...
Kolay mı, 70 yıl, 80 yıl, 90 yıl yaşamak kolay mı?
Kainat içinde "bir an" olan bu yıllar, insan için uzun ve yorucu bir ömür demektir...

İnsanın evreleri etrafında dönüp duruyorum yazının başından beri, elbette ki sebebi var.
Tüm dünyayı saran Koronavirüs'ün en çok 65 yaş üzerini etkilediği ve ölümlerin en çok yaşı büyüklerde gerçekleştiği açıklanınca, yayımlanan bir genelge ile 65 yaş üzeri büyüklerimizin ve kronik rahatsızlığı olanların evden çıkmamaları, çıkarlarsa cezai işlem ile karşılaşacakları söylendi.

Kadınlar genelde evde olduklarından ve daha kapsamlı düşündüklerinden evlerinden pek çıkmadılar. Evde konuşlanan hane halkına yemek yetiştir, sofra kur sofra kaldır, yatak topla dağınık topla derken zaten çıkacak halleri de kalmadı.
Yaşı büyük erkek ise evde ne yapacağını bilmediğinden evin içine sığamaz oldu. Kadın adamı evde istemez, adam evde pineklemeyi hiç istemez. 
Henüz daha birinden biri bu dünyadan göçmediyse, adam kahveye gidecek, camiye gidecek, pazara gidecek, akşam oldu mu evine dönecek. Kadın da o arada evin işini gücünü bitirip komşusuna çaya kahveye geçecek.
Yalnız yaşayan yalnızlığı ile, çocukları ile yaşayan çocuklarının hayatı ile avunacak.
Yıllardır düzen böyle...

Şimdi o düzene bir anda yasak gelince çarşı karıştı elbet.
Canından ve kanundan korkusu kalmamış insanların pek çoğu genelge neyim dinlemedi. Kimisi meseleyi hiç anlamadı. Anladıysa da sallamadı.
Ya evdeki dır dır öldürecek beni, ya da Koronavirüs deyip kendini dışarı attı.

Lakin sokaklardaki bu yaşlıları gören gençler yaşlılara Orta Çağ'da yaşıyormuşcasına cüzzamlı muamelesi çekmeye başlamazlar mı?
Hay Allah!
Bak şimdi, mesele o değildi ki!
Mesele onları korkutmak değil, korumaktı.

Hastalık yayılmasın diyorsanız ve dışarı çıkanları kovalayacaksanız önce kendinizin neden dışarıda olduğunuzu açıklayın, geçerli bir sebebiniz varsa gidin sahillerde salına salına dolaşanları, ormanlarda mangal yapanları, namaz kılacağım diye caminin kapısını zorlayanları kovalayın.

Belediyeler yaşlıların dışarı ile temasını kesmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyor. 
Aileler, komşular, mahalleli, topyekûn bir mücadele verme zamanı şimdi.
Yaşlı peşinde koşturma, yakaladığı yerde sorgulayarak korkutma, üzerlerine su dökme, oturacakları bankları sökme zamanı değil.
Bu önlemin hastalığı zamana yaymak için olduğunu, hastanelerdeki yığılma dolayısıyla şu anda hasta olurlarsa hem sistemi meşgul edeceklerini hem de tedavide daha genç hastalar tercih edileceği için kendilerinin yeterli sağlık hizmeti alamayacağını anlatma zamanı.
Bu da en iyi televizyonlar ile yapılır. Çünkü yaşlılar en çok televizyon izlemeyi sever.

Bırakın yaşlıları, şu ara dışarıya çıkmak zorunda olmayan hiç kimsenin dışarıya çıkmaması lazım aslında.
Sistemin rölantide de olsa dönmesi için çalışmak zorunda olanlar var.
Hayatımızı idame ettirebilmek için elektrik, su, iletişim, sağlık ve tabii ki gıda hizmetleri olmazsa olmazımız.
Bunları da birileri yapıyor ve yapmak zorunda.
Çalışmak zorunda olanları işleri ile baş başa bırakıp, kendimizi evlere kapatıp, çıkmak zorunda kaldığımızda da sosyal mesafeyi koruyup, hijyene azami dikkat ederek atlatacağız bu zor günleri.
Sıcak evimizde, suyumuz akarken, elektriğimiz varken, televizyonumuz açıkken, internet kesilmemişken "Canım sıkılıyoooo!" diye sızlanmayacağız.

Yaşlılar ölsün çığlıkları ile ağzından kan damlayan vahşilere dönüşmenin alemi yok.
Merak etmeyin, hepimiz öleceğiz. 

Bak ne güzel demiş Hayyam;
"Niceleri geldi neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen; hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Er geç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki, Nuh kadar yaşadın zor belâ
Sonunda yok olacak sen değil misin?"

"I Know What It Is To Be Young, But You Don't Know What Is To Be Old" der o meşhur şarkısında Orson Welles. Sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmiyorsun ama ben gençliğin ne olduğunu biliyorum der.
Biz büyükler işte bu bilgeliğimiz ile gençleri anlayacak ve gençlere hayatı ve doğayı anlatacağız.

Yaşlanmanın en kötü yanı yaşlandığının farkına varmamaktır belki.
Yaşlılığa hazırlananlar ve yaşlandığının farkında olanlar ise hep gençtir.

Ya siz, 
Siz yaşlandığınızın farkında mısınız?
Ve siz;
Siz yaşlılığa hazır mısınız?

24 Mart 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

22 Mart 2020 Pazar

Eşeğini Kaybedenler Kulübü

Ömrümüz boyu her an istemsizce yaptığımız binlerce şey arasında en basitlerinden birisi yutkunmak ya da gözünü kırpmaktır herhalde.
Ağız içinde biriken tükürüğü farkında olmadan yutar, gözlerimizi farkında olmadan kırparız.
Ta ki dişçi koltuğuna oturup da dakikalarca ağzımız açık kaldığında üretilen tükürüğün fazlalığına şaşırırız. Eğer ki ağzımızın içinde tükürüğü emen hortumcuk olmasa belki de kendi tükürüğümüzde boğuluruz.
Ya da bademciklerimiz hasar görüp de patlayacak kadar şiştiğinde, sayısız kere yaptığımız yutkunma hareketinin nasıl bir ızdırap haline geldiğini anlarız. Tükürüğü mümkün olduğu kadar ağzında biriktir, topluca yut. Ya da onu dışarıya, bir kaba tükür.
Olur da, şu odağa gözünü kırpmadan bakacaksın dediklerinde hiç farkında olmadığımız göz kırpmanın ne kadar önemli olduğunu anlarız. 
İngiliz aktör Michael Caine kameraya gözünü kırpmadan uzun süre bakabilmesiyle bilinir.
Bir röportajında gazetecinin, "Sizin için 'Buz gibi bakışları ile gerilim filmlerinin vazgeçilmez aktörü oldu' diyorlar soru-yorumuna, "Gözlerimin ayrıcalığını bir tiyatro yönetmeni keşfetmiş ve bana, 'Bu donuk göz ifadesinden faydalan. Bu özelliğin kimsede yok' demişti. Bunu ben de fark ettim. Aynanın karşısına geçip aylarca gözümü kırpmama çalışmaları yaptım. Sonuçta insanı tedirgin edebilecek, rahatsızlık verebilecek bir bakışı yakalayıp beynime monte ettim. Kısacası Clark Gable ve Hugh Grant bakışlarının tam tersi benimkisi." sözleriyle cevap verir.

Nefes almak ona keza.
Kaç nefes alacağımız sayılıdır derdi anneannem. Nefesimi tutarsam ömrüm uzar mı acaba diye sorardım kendime hep. İnsan aldığı nefesin bile farkında değil çok zaman. O yüzden meditasyonda önce nefes çalıştırılıyordur belki de. Bak nefes alıyorsun, farkına var deniyordur.
Solunum yollarında bir problem yaşadığında, bir ameliyat sonrası nefes alma güçlüğü çektiğinde ya da oksijenin azalıp hava kirliliğinin çoğaldığı zamanlarda nefesinin farkına varır insan.
1952 yılının sonlarında İngiltere'de ortaya çıkan ve 12 bin kişinin hayatını kaybettiği Londra Sis Felaketi'nde olduğu gibi solunum yetmezliğinden ölür insanlar. Öldüren Sis olayı, dünyanın hava kirliliğine bakış açısını da değiştirir. İnsanların sanayi devriminin yan etkilerini daha net ve korkunç bir biçimde görmeye başlarlar.
Dünyaya gelir gelmez başlayan "nefes" yolculuğu, bazen sıra dışı gelişen olaylar sebebiyle "alamamak" ile sonlanır böyle.

Sağlıklı insanlar olarak hiçbir şeyi düşünmeyiz. Dünya sağlıklı insanlara göre kurgulanmıştır nasılsa.
Merdivenleri koşa koşa ineriz, bir çırpıda çıkarız. 
Bir sakatlanma sonrasında, bırakın merdivenleri, banyo girişindeki o minik eşiğin bile yaşamımızda ne kadar büyük bir engel olduğunu anlarız.

Gözümüz görüyorken iğneye iplik geçirmekten kolayı yoktur. Gözler bozulup da eller titremeye başladığında gel de ipi ve iğnenin deliğini aynı düzeyde tuttur!

Aklî ve bedenî melekelerimiz yerinde olup da araba kullanıyorken, ya yaşlılık ya da sakatlanma sebebiyle artık araç kullanamayacak hale gelip "taşınmaya muhtaç" olunca, arabanın sağladığı o deli özgürlük ve o müthiş konforun kıymetini anlarız.
Araç kullanmayı bırakın, toplu taşımanın nimetlerinden faydalanabilmek de aynı değerdedir.

Arkadaşlarımızla buluşur, neşe içinde sarılışır, çay kahve eşliğinde sohbetler ederiz.
Yaşımız ilerleyip de çevremizde kendi dilimizde konuşacak akranımız kalmayınca ya da evden çıkamayacak derecede hastalanınca ya da bir başka vesile ile eve çakılınca o sohbetlerin değerini anlarız.

Bahçelerde dolaşmak, yürüyüşe çıkmak, spor salonuna, alış verişe, fırına, bakkala, manava, kasaba gitmek, evden işe işten eve belli bir rutinde gidip gelmek, iş yerinde verilen kahve molalarında, öğlen yemeği aralarında bazen keyifli bazen kızgın sohbetler etmek, yağmur bastırınca ıslanmamak için bir saçak altına sığınmak, sağa sola kaçışmak, kar yağınca kendini kütür kütür karların üzerine bırakmak, deniz kıyısında bir bankta oturup engin maviliğe dalmak, kadınların komşu gezmeleri, erkeklerin kahvehane ziyaretleri, kulüp-dernek toplantıları, konserler, geziler, sergiler ve dahası ve dahası.
Doğduğumuzdan beri sorgusuz sualsiz dur durak bilmeden, günlük hayat içerisinde koşturur dururuz.
Koşturabilmenin değerini bilmeyiz.
****
Allah fukarayı sevindirmek isterse önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş.
Ki kaybettiği zaman kendine gelsin ve eşeğinin kıymetini bilsin diye.
İnsan evladı ancak kaybettikten sonra fark eder elindeki hazinenin kıymetini.
Bir nefes, bir tükürük, bir bacak, bir göz, bir fincan kahve, bir bardak demli çaydadır kıymet.

Şimdi esas sorulara gelelim:
Bize eşeğimizi kim kaybettirdi?
Kaybettiğimiz eşeğimizi bulduğumuzda eşek yine aynı eşek olacak mıdır, yoksa yerine yeni bir eşek mi konulacaktır?
Eski eşeğini arayanlara, "Geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye!" mi denilecektir?
Yeni eşeğe binmeyi bilmeyenleri eşek sırtından atacak mıdır?

Gidişattan anladığımız kadarıyla karşımıza yeni bir eşek çıkartılacak ve artık yola bu eşekle devam edilecektir.
Haydi bakalım o zaman, 
Deh!

22 Mart 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

20 Mart 2020 Cuma

Bir Kez Daha

Okuduğum kitapları bir kez daha okumak, izlediğim filmleri bir kez daha izlemek istiyorum.
Gördüğüm şehirleri bir kez daha görmek, gittiğim okullara yeni baştan gitmek istiyorum.
Annem ve babamla çocuk olmak, çocuklarımla bir kez daha anne olmak istiyorum.
Hayatı ta en başından, bir kez daha yaşamak istiyorum.

Yaşama arsızlığı değil bu.
Sadece;
Her şeyi bir kez daha yapmam lazım... 

21 Mart 2020 / C.E.Y.

19 Mart 2020 Perşembe

Dünya İçin Terbiye Vakti

Bir çıldırma, bir delirme, bir görmemişlik, bir şımarıklık, bir küstahlık, bir kötülük, bir kabalık, bir vurdumduymazlık, bir kadir kıymet bilmezlik, bir şükürsüzlük günlerinin ardından öyle ya da böyle bir kıyametin kopacağı belliydi. 
Kontrol edilemeyen öfke, yani evde, sokakta, okulda, trafikte, her yerde şiddet, kontrolden çıkan kendini beğenme, yani kibir, kontrolden çıkan kendine güven, yani hadsizlik, kontrolden çıkan "iman gücü", yani bilgiden uzaklaşma, tavan yapan hırs, bencillik, kurnazlık, yalan dolan, sahtekârlık, dip yapan ahlâk derken; "Bu böyle olmayacak, ölelim biz, yok olalım!" kıvamına geldiğim olmuştur bir on yıl.
Öyle oldu ki Fareli Köyün Kavalcısı'ndan medet umdum.
"Kavalcı üflesin artık şu meşhur kavalını. Üflesin ve alsın gitsin başımızdan veba saçan tüm sıçanlarını." dedim.
NASA'nın bulduğu yeni dünya Kepler-452b'ye kaçmak isteyenlere "Yok öyle ortalığı temizlemeden kaçmak!" dedim.
Kadını dünya yüzünden silmek isteyenlere "Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz?" diye sordum, kimseden ses çıkmadı.
Çocuklarımıza kıyım kıyım kıydılar hiç acımadan, zalim olup dünyayı birlikte paylaştığımız hayvanlara zulmettiler.
Öyle bir kokuştuk ki, kendi kokumuza dayanamaz olduk.
Dünyanın her köşesinde bir deli, ellerinde adeta bir Joy Stick, basarım ha basarım tehditiyle kırmızı düğmenin üzerinde gezdiriyorlar parmaklarını. 
Arada ufak ufak basıp bir yerleri karmakarışık ediyorlar.
Onlar bir yerlerde tozu dumana katarken kendileri de aynı tozu dumanın parçacıklarını soluyorlar haberleri yok.

Bilimden ve ahlâktan uzaklaşmanın, doğayla uyum içinde yaşamamanın ve doğaya kafa tutmanın bir bedeli olacaktı elbet böyle.
Her anlamda pislik içinde yaşayan, boğazına kadar pisliğe batan insanlığa doğa sıkı bir ayar çekecek ve o mükemmel sistem çığırından çıkmış bu gidişata bir dur diyecekti.

"Oh, iyi oldu mu diyorsun yani sen şimdi bize?" diye soracaksınız, tabii ki iyi olmadı.
Ama zaten hiç iyi değildi ki. Sadece biz içinde yaşarken anlamıyorduk.
Beteri gelince bir anda tokadı yedik.

Şimdi aklımdaki en büyük soru şu:
Acaba bu tokat, araçta tutulan levye miydi, mutfaktaki merdane miydi, arkaya kıvrılan koldaki elin sıkı sıkı kavradığı beyzbol sopası mıydı, imdat çekici miydi, çamaşır tokacı mıydı, tokmak mıydı, gürz müydü neydi ki bıçak kemiğe dayandığında bir anda tepemize indi.

İner inmez insanlar can derdine düştüler hemen. 
Ölüm yolculuğuna çıkıp ölen mültecilere üzülmeyen, anne kuzusu çocuklar elden ele dolaştırılırken, gencecik delikanlılar ne idüğü belirsiz savaşlarda patır patır ölürken, tutunamayanlar, zenginliğin üst sınırlarını zorlayan ve açlık sınırının altında yaşayan insanların arasındaki uçuruma düşüp, oralarda yitip giderken, coğrafyalardaki zenginlikleri zor kullanarak ele geçirmek için tonlarca silah kullanılsın, zenginlikler sömürülsün, insanlar sürünsün derken gıkları çıkmayanlar, görmedikleri bir virüsün önünde diz çöküverdiler.

Ne patronların hükümdarlığının, ne dinlerin hükümdarlığının ne de devletlerin hükümdarlığının sözü geçer oldu.
Sözü geçen sadece bilim, akıl ve mantık.
Hoş, dünyanın avuç içi kadar bir yer olduğunu hâlâ anlamayan ve bilimi parayla satın alıp sadece kendi halkına hizmet ettirmeye kalkışan akıllar var ya, onlara ne desem bilemedim.

Neyse ki az da olsa içinde yaşadığı düzeni sorgulayanlar var. İlmini, aklını ve mantığını imanı ile birleştirip, tehlikenin bilincinde olan ülkeler virüs belasını ülkelerinden söküp atıyorlar.
Bu dünyadan çok öteki dünyaya yatırım yapmaya meraklı olanlar ise hâlâ uyanmış değil.
Uyanmalarını beklemek de akıl kârı değil.
Bu kaosu kolonya ve dua ile çözmeye çalışmak yerine virüs belasını söküp atan ülkelerden örnek alıp yaptırımlar uygulayacaksın. Hem de çok sert yaptırımlar uygulayacaksın. 
Bu arada ekonomi sarsılacak, insanlar sarsılacak, kurunun yanında yaşlar yanacak.
Ama sen yılmayacaksın.

Ve bir kez daha aynı duruma düşmek istemiyorsan eğer, terbiye için bir yumurtanın sarısını sıktığın limonun suyu ile karıştırıp yavaş yavaş yedirmek yerine, insanları terbiyesizlikleri ile yüzleştirip, terbiyeyi zaman kaybetmeden damardan vereceksin.
Bu bahaneyle terbiye olan insanlar önce insanca davranmayı öğrenecekler, sonra da insanca yaşamayı hak edecekler.
Yoksa gelinen nokta bugün bu şekilde, yarın başka şekilde açlığın başı, kanunsuzluğun başı, vahşetin başı, yani yolun sonu. 
Yanlış anlamayın; dünyanın değil, insanlığın sonu...

19 Mart 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

14 Mart 2020 Cumartesi

Delirdim Bi Güzel!

Başım ağrıyor keyfim yok yorgunum da Korona mı oldum yoksa yok canım nereden bulacağım Korona'yı halsizlikle başlıyormuş ama sonra grip gibi oluyormuş sonra geçiyormuş ardından zatürre oluyormuş bak öldürecekler hepimizi kimin işi bu Çin işi mi Amerika işi mi her ne ise soyumuzu silip atacaklar ölen ölür kalan sağlar bizimdir zaten çok çoğalmıştık ölmüyorduk da üstelik yaşlı nüfus patlaması var ölseler ya ölmüyorlar hem emekli maaşı ödemekten canımız çıktı bu sefil yaşlılara ölsünler de ekonomi de rahatlasın öyle diyorsunuz değil mi gençlerden sağlıklı olanlar kalsın onlar üresin sağlıklı nesiller olsun böyle düşüne düşüne beynim su olup akacak burnumdan kulaklarımdan komplo teorisinin bini bir para baksana uzaylılar mı yoksa bunlar al sana istila gözünle görmediğin varlıkların istilası hem de ne oldu koca koca savaş aletleriniz makineleriniz toplarınız tüfekleriniz hadi ateşlesenize ateşleyemezsiniz çünkü düşman görünmüyor hayalet düşman görmediğin düşman sivrisinek bile değil kene bile değil görmediğin bir düşmanla savaşıyorsun kim üretti kim yarattı bunu şimdi başımıza fink fink geziyordunuz durmadan kırın dizinizi evinizde oturun sokağa çıkmayın sarılmayın öpüşmeyin evde otura otura yiyin birbirinizi nasıl oyalayacak insan kendini evde çocuklar derslerini televizyon üzerinden alacaklar toplantıları internetten tele konferans yapacağız düğünler altın günleri kahve sohbetleri alışverişler hep online online online kendisi online olmayanlar açlıktan ölecekler besbelli ölsünler diye bakıyorlar zaten ölünce nasıl gömecekler kim kaldıracak cenazeyi yok ediciler mi gelecek eve astronot kıyafeti giymiş adamlar mı toplayacak ölüyü belki de siliciler gelecek yaşadığına dair iz bile bırakmayacaklar ölenin ardında off çok mu distopik kitap okudum ben bu ara paranoyam tavan yaptı çıkıp dışarıya şöyle bir dolanayım Korona senden korkmuyorum bak diyeyim ama şakası da yok ki meretin gördüğünü indiriyor bunun ardından da çekirge istilası yaşanacakmış ama zaten marketler çekirge sürüsü geçmiş gibi görünüyor raflar bomboş makarna un ne varsa toplamışlar kolonya satışları patlamış alkol desen neredeyse alkol banyosu yapacağız hepi topu 3–5 hasta var geri kalan daha beter hasta oldu korkudan öleceğiz ama korkmazsak da öleceğiz korkmak tedbirli olmak için iyidir ellerinizi yıkayın burnunuza tuzlu su çekin elinizi yüzünüze gözünüze sürmeyin tokalaşmayın sarılışmayın öpüşmeyin son dönemlerde çok sarılmalı günler yaşadım acaba içlerinde virüs taşıyan var mıydı hadi bunu atlattık diyelim çekirgeleri ne yapacağız onu da atlatırsak gök taşı çarpması var nasıl bir oyun içindeyiz Süper Mario mu oynuyoruz level level zorlaşıyor hayatta kalmak göktaşını da uzaylılar mı yolluyor ya çekirge sürüleri kimin işi yok yok hepsi bizim marifetimiz oynamayacaktık doğanın ayarlarıyla bu kadar şimdi fabrika ayarlarına dönme zamanı doğada nasıl yaşayacağım nasıl hayatta kalacağım bilmiyorum kim biliyor ki buradan çıkış yok galiba Allahım hepsini birden mi yaşayacağız sıraya mı koydun verdikçe veriyorsun yolladıkça yolluyorsun hangi duaları okusak acaba hastalıktan korunmak için yok yok en iyisi vitamin takviyesi yapmak çok büyütmeyin diyorlar tamam büyütmeyelim ama bak büyütmeyen İtalya'nın hali ortada kapıları kapatmakta geç kalınca sapır sapır dökülüyorlar neyse ki biz her şeyi tatil ederek aldık önlemimizi okulları kapattık konser konferans etkinlik her ne varsa erteledik o da ne herkes tatile koştu bahaneyle arkadaşım sen bunu ara tatil mi sandın deli misin nesin otursana evinde amaç sana tatil yaratmak mıydı zannediyorsun ay Allahım sen aklıma mukayyet ol bize bir şey olmaz tabi Türküz biz bize işlemez tabi tabi sen öyle san ne sınır tanıyor ne ırk ne cinsiyet ne bir şey zayıf bulduğunu çekip alıyor öte tarafa film seti sanki doyamadı Hollywood dünyayı kurtaran filmler yapmaya Ümre'den gelenler Kâbe kokusu getirdin diyerek karşılanıyor neden kimse 15 gün evden çıkmayın demiyor koklayacaklar mı şimdi birbirlerini Allah kabul etsin ben gidip iki portakal yiyeyim bir de grip ilacı çaktım mı bir şeycik olmaz bana da başımın ağrısı da yorgunluktandır sen bunu da atlatırsın kızım diren ama ne dedi oğlun sana anne sen de kendini karantinaya al yaşın malum ne varmış yaşımda bana göre yaşlı demek 80 demek oğluma göre 55 yaşlı görünüyor demek devlet de 60 dedi kararı verenin yaşıyla alakalı yaşlılık da ben yaşlı değilim o çok genç 26 yaşında daha ama ben 26 yaşımdayken kocaman çocuğum vardı off şimdi nerden girdik yaş işine Kaptan Amerika Süperman Örümcek Adam neredesiniz şimdi ortaya çıkmanın tam zamanı saklanmayın ben gidip ellerimi bir kez daha sabunlayayım en iyisi siz de yıkayın ellerinizi ovuştura ovuştura üstüne bir alkol ile temizleyin alkolü zinhar yasaklayanlar da alkol peşine düşer oldular ya Allah'ın sopası yok işte herkes yapmam dediğini yapar oldu can tatlı malum temizlik imandan gelir diye boşuna demezler temiz olacaksın temiz bak su var sabun var daha ne olsun off bugünleri de yaşamak varmış hayatımız alt üst oldu altı üstünden iyi mi bilmem birileri fena oynuyor insanlarla ya neyse hayvanlar Korona falan olmuyor herhalde Pati'nin böyle bir derdi yok mesela iki yalanıyor tamam tertemiz sokak hayvanları o kadar yaşamıyor zaten bütün mesele de çok yaşamakta hayvan bile evde yaşayınca sonunda kanser oluyor ölmesi gereken zamanda ölmüyor çünkü bir hayat arsızı olduk hepimiz zamanı donduralım hiç yaşlanmayalım hiç ölmeyelim zaman dursun olduğumuz yerde kalalım olmuyor işte aşı da bulamadılar mı daha ne kadar sürecek bu delilik hali ne zaman karar verecekler bittiğine ne zaman ikna olacaklar bak yine paranoyam tuttu başım hâlâ hafiften ağrıyor rüzgâra mı kaldım ne anneannem derdi başını rüzgâra tutma diye saçım da nemliydi belki çok yoruldum bu ara ondandır çok yorgunken beni yakalar mı dersiniz bu Korona yok yok bakarım ben kendime yakalatmam kendimi bir ballı süt içer yatarım sabaha Allah kerim helâlleşsek mi yarın işimiz var yine iş bitmez yeter ki iyi olalım güzel güzel yaşıyorduk şurda nerden çıktı bu iş şimdi derdimiz bindi BİR oldu pir oldu her geçen gün eskiyi mi arayacağız yeniye alışacağız eskiyi unutacağız belki de unutturulacağız çipleneceğiz idare edileceğiz yönetileceğiz koyun diyorduk ya kuzu olacağız meleyeceğiz hırla deyince hırlayacağız ısır deyince ısıracağız Kuzey Kore enfekte olan iki kişiyi idam etti diyorlar hastalanırsam kim bakacak acaba bana amaaannn yattım ben hadi iyi geceler
15 Mart 2020 / C.E.Y.

Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020

Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020 

9 Mart 2020 Pazartesi

Şiirin Peşinde Kadın

Ey şair, kalk da gel, gel de gör, gör bak şiirlerin nasıl da unutulmadı, nasıl da yaşıyorsun şiirlerinde hiç ölmemiş gibi. 
Sana o şiiri yazdıran kadın var ya hani o kadın, o da yaşıyor gepgenç ve dipdiri.
Bir sigara tüttürüyorsun ya şiirlerinde derdinden, derin bir nefes çekip içine, sonra salıyorsun havaya usulca ya, ciğerlerine dolan duman mı, sevda mı, bilinmiyor.
Bir kadın eteğini savurup geçiyor önünden, birdenbire aşık oluyorsun. Bir kadın sere serpe uzanıyor önünde, için gidiyor, olmaz ki, böyle de uzanılmaz ki diye iç geçiriyorsun.
Bazen kadın terk edip gidiyor seni, ardından dizelerce ağıt yakıyorsun.
Bir cigara daha yakıyorsun efkârından.
Hapislere düşüyorsun şiirlerinde, hapislere düşenlere yoldaş oluyorsun. 
Hapiste değişiyorsun, hapiste değişenleri tanıyamıyorsun.
Mahur besteler yapıp, tazecik üç fidan için ağlıyorsun.
Haziran'da İstanbul'a, mahallendeki çapkın komşuna, penceredeki esmer sarışın tüm kadınlara serenadlar düzüyorsun.
Yalnızlığınla kalabalık hayatın birbirine giriyor.
Sitemler ediyorsun, kıskanıyorsun, kıskançlığından deliriyorsun.
Kıskandığın adam için hayırsızın biriydi fikrimce deyip kendi kendini teselli ediyorsun.
Ağlıyorsun, ah ağlıyorsun.
Gözyaşların şiirlerinden taşıyor, gelip yanaklarımı ıslatıyor.
Aşktan anlamayanlara kafa tutuyor, aşktan nasıl süründüğünü, aşk ile nasıl büyüdüğünü anlatıyorsun.
Hep bir gidesin var, lakin hiç gidemiyorsun.
Dilinde kalıyor gizli sevdaların, anıların, ayrılıkların, ayrılığı sevdaya katan zehir zemberek, tek hecelik aşkların.
Sen, benim adım aşk diyorsun, ben, benim de diyorum.
Sen aşık oluyorsun, ben de; sen ayrılıyorsun, ben de; sen ağlıyorsun, ben de.
Ben sende ben oluyorum, sen bende sen.
Böyle dize dize diziliyoruz birlikte tespih taneleri gibi, 99 kere yalnız oluyoruz, 99 kere birlikte.
Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder der Haydar Ergülen o çok sevdiğim Eylül şiirinde.
Yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir, eylülün semtine kadar böyle gidilir der.
Yazımın girişinde kadının peşindeki şiirlere göndermeler yaptım satır satır.
Şimdi de şiirin peşindeki kadınları anlatayım size dilim döndüğünce.

Şiirin Peşindeki Kadınlar
2018 yılında, Kadın Haftası kapsamında düzenlenen etkinliklerden birisinde dinlediğim o kadınlar sahnede "şiir" okuyorlardı. 
Onların sayesinde şiir yazılan kadınları, kadına şiir yazan adamları, şiir yazan kadınları, kadına şiir yazdıran adamları, şiire konu olan şiirsel kadınlığı ve naif insanlığı bir kez daha sevdim o gece.
2020 yılının Kadın Haftası'nda yine sahnedeydi o kadınlar. Bu kez Nilüfer Belediyesi Görme Engelliler Spor Kulübü BUGES yararına okuyorlardı şiirlerini.
Bursa Inner Wheel Kulübü ile Erguvan Gönüllüleri'nden beş kadın, Fulya Parlamış, Gülçin Ermutlu, İlay Yılmazlar, Pelin Kaleoğlu ve Sanem Çetinerİzzet Boğa tarafından üç bölüm olarak hazırlanan Benim Adım Aşk Şiir Dinletisi ile sahnedeydiler.
Nâzım'dan Orhan Veli'ye, Cemal Süreya'dan Atilla İlhan'a, Victor Hugo'dan Didem Madak'a, Louis Aragon'dan Turgut Uyar'a, Mevlana'ya, Ataol Behramoğlu'na, Behçet Necatigil'e, Melih Cevdet Anday'a, Cemal Safi'ye, Can Yücel'e, Salah Birsel'e, Ahmet Muhip Dıranas'a, Ahmet Köksal'a, Celal Sılay'a ve dahi Bedri Rahmi Eyüboğlu'na aşka aşık şairlerden şiirler okudular gece boyu.

İki yıl içinde sahne duruşlarından ses tonlamalarına kadar şiire ve sahneye dair ne varsa ilerleten kadınlara bakınca, kadının direngen ve üretken özünü gördüm.
Uğur Mumcu Kültür Merkezi'nde gerçekleşen programa Nilüfer Belediyesi dans öğretmenleri İrem ve Ahmet dansları ile, Salih ve Fatih bölüm aralarında canlı seslendirdikleri parçalar ile, Yaren ve Kaan da teatral canlandırmalar ile şiirlere eşlik ettiler. 
Şiirlere eşlik eden müzikler özenle seçilmiş, sesçisinden ışıkçısına ve dekor tasarımcısına kadar hiç kimse emeğini esirgememişti.
Hâl böyle olunca ortaya büyülü bir program çıkması kaçınılmazdı elbet.
1 saat süren program boyunca salonda çıt çıkmaması da bu çalışmaların eseriydi. 

BUGES

Programın ardından Nilüfer Belediyesi Görme Engelliler Spor Kulübü BUGES Başkanı Ali Genç kısa bir konuşma yaparak kulübün faaliyetlerini anlattı.
Amaçlarını, "Her görme engelli bireyin spor yapma hakkı vardır. Zaten yaşamlarının bir bölümünde bazı aktif faaliyetleri engellenmiş olan görme engellilerin, bu olumsuzluklarını kırmak, onları daha sağlıklı, sosyal ve aktif hale getirerek, topluma entegre, üreten, öz güvenli, kendisine ve çevresine yeterli, yaşama azmiyle dolu birey yapmak." sözleriyle tanımlayan BUGES, "İmkân verin, imkânsızı isteyin!" diyor.

Haberiniz olsun;
Şiir dinletilerini bu kez BUGES yararına yapan Bursa Inner Wheel ve Erguvan Gönüllüleri, gönüllere şiir ile konmaya ve fayda sağlamaya hazırlar.

Atilla İlhan'ın unutulmayan şiirlerinden biri olan çüncü Şahsın Şiiri" şiiri ile bitirelim yazımızı.

gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım

çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın

hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım

Hatırlarsınız; Atilla İlhan'ın "Üçüncü Şahsın Şiiri" şiirini Selim Atakan bestelemiş, Alpay seslendirmişti.
Buyrun dinleyin: