Bir çıldırma, bir delirme, bir görmemişlik, bir şımarıklık, bir küstahlık, bir kötülük, bir kabalık, bir vurdumduymazlık, bir kadir kıymet bilmezlik, bir şükürsüzlük günlerinin ardından öyle ya da böyle bir kıyametin kopacağı belliydi.
Kontrol edilemeyen öfke, yani evde, sokakta, okulda, trafikte, her yerde şiddet, kontrolden çıkan kendini beğenme, yani kibir, kontrolden çıkan kendine güven, yani hadsizlik, kontrolden çıkan "iman gücü", yani bilgiden uzaklaşma, tavan yapan hırs, bencillik, kurnazlık, yalan dolan, sahtekârlık, dip yapan ahlâk derken; "Bu böyle olmayacak, ölelim biz, yok olalım!" kıvamına geldiğim olmuştur bir on yıl.
Öyle oldu ki Fareli Köyün Kavalcısı'ndan medet umdum.
"Kavalcı üflesin artık şu meşhur kavalını. Üflesin ve alsın gitsin başımızdan veba saçan tüm sıçanlarını." dedim.
NASA'nın bulduğu yeni dünya Kepler-452b'ye kaçmak isteyenlere "Yok öyle ortalığı temizlemeden kaçmak!" dedim.
Kadını dünya yüzünden silmek isteyenlere "Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz?" diye sordum, kimseden ses çıkmadı.
Çocuklarımıza kıyım kıyım kıydılar hiç acımadan, zalim olup dünyayı birlikte paylaştığımız hayvanlara zulmettiler.
Öyle bir kokuştuk ki, kendi kokumuza dayanamaz olduk.
Dünyanın her köşesinde bir deli, ellerinde adeta bir Joy Stick, basarım ha basarım tehditiyle kırmızı düğmenin üzerinde gezdiriyorlar parmaklarını.
Arada ufak ufak basıp bir yerleri karmakarışık ediyorlar.
Onlar bir yerlerde tozu dumana katarken kendileri de aynı tozu dumanın parçacıklarını soluyorlar haberleri yok.
Bilimden ve ahlâktan uzaklaşmanın, doğayla uyum içinde yaşamamanın ve doğaya kafa tutmanın bir bedeli olacaktı elbet böyle.
Her anlamda pislik içinde yaşayan, boğazına kadar pisliğe batan insanlığa doğa sıkı bir ayar çekecek ve o mükemmel sistem çığırından çıkmış bu gidişata bir dur diyecekti.
"Oh, iyi oldu mu diyorsun yani sen şimdi bize?" diye soracaksınız, tabii ki iyi olmadı.
Ama zaten hiç iyi değildi ki. Sadece biz içinde yaşarken anlamıyorduk.
Beteri gelince bir anda tokadı yedik.
Şimdi aklımdaki en büyük soru şu:
Acaba bu tokat, araçta tutulan levye miydi, mutfaktaki merdane miydi, arkaya kıvrılan koldaki elin sıkı sıkı kavradığı beyzbol sopası mıydı, imdat çekici miydi, çamaşır tokacı mıydı, tokmak mıydı, gürz müydü neydi ki bıçak kemiğe dayandığında bir anda tepemize indi.
İner inmez insanlar can derdine düştüler hemen.
Ölüm yolculuğuna çıkıp ölen mültecilere üzülmeyen, anne kuzusu çocuklar elden ele dolaştırılırken, gencecik delikanlılar ne idüğü belirsiz savaşlarda patır patır ölürken, tutunamayanlar, zenginliğin üst sınırlarını zorlayan ve açlık sınırının altında yaşayan insanların arasındaki uçuruma düşüp, oralarda yitip giderken, coğrafyalardaki zenginlikleri zor kullanarak ele geçirmek için tonlarca silah kullanılsın, zenginlikler sömürülsün, insanlar sürünsün derken gıkları çıkmayanlar, görmedikleri bir virüsün önünde diz çöküverdiler.
Ne patronların hükümdarlığının, ne dinlerin hükümdarlığının ne de devletlerin hükümdarlığının sözü geçer oldu.
Sözü geçen sadece bilim, akıl ve mantık.
Hoş, dünyanın avuç içi kadar bir yer olduğunu hâlâ anlamayan ve bilimi parayla satın alıp sadece kendi halkına hizmet ettirmeye kalkışan akıllar var ya, onlara ne desem bilemedim.
Neyse ki az da olsa içinde yaşadığı düzeni sorgulayanlar var. İlmini, aklını ve mantığını imanı ile birleştirip, tehlikenin bilincinde olan ülkeler virüs belasını ülkelerinden söküp atıyorlar.
Bu dünyadan çok öteki dünyaya yatırım yapmaya meraklı olanlar ise hâlâ uyanmış değil.
Uyanmalarını beklemek de akıl kârı değil.
Bu kaosu kolonya ve dua ile çözmeye çalışmak yerine virüs belasını söküp atan ülkelerden örnek alıp yaptırımlar uygulayacaksın. Hem de çok sert yaptırımlar uygulayacaksın.
Bu arada ekonomi sarsılacak, insanlar sarsılacak, kurunun yanında yaşlar yanacak.
Ama sen yılmayacaksın.
Ve bir kez daha aynı duruma düşmek istemiyorsan eğer, terbiye için bir yumurtanın sarısını sıktığın limonun suyu ile karıştırıp yavaş yavaş yedirmek yerine, insanları terbiyesizlikleri ile yüzleştirip, terbiyeyi zaman kaybetmeden damardan vereceksin.
Bu bahaneyle terbiye olan insanlar önce insanca davranmayı öğrenecekler, sonra da insanca yaşamayı hak edecekler.
Yoksa gelinen nokta bugün bu şekilde, yarın başka şekilde açlığın başı, kanunsuzluğun başı, vahşetin başı, yani yolun sonu.
Yanlış anlamayın; dünyanın değil, insanlığın sonu...
19 Mart 2020 / C.E.Y.
Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020
Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020
Kontrol edilemeyen öfke, yani evde, sokakta, okulda, trafikte, her yerde şiddet, kontrolden çıkan kendini beğenme, yani kibir, kontrolden çıkan kendine güven, yani hadsizlik, kontrolden çıkan "iman gücü", yani bilgiden uzaklaşma, tavan yapan hırs, bencillik, kurnazlık, yalan dolan, sahtekârlık, dip yapan ahlâk derken; "Bu böyle olmayacak, ölelim biz, yok olalım!" kıvamına geldiğim olmuştur bir on yıl.
Öyle oldu ki Fareli Köyün Kavalcısı'ndan medet umdum.
"Kavalcı üflesin artık şu meşhur kavalını. Üflesin ve alsın gitsin başımızdan veba saçan tüm sıçanlarını." dedim.
NASA'nın bulduğu yeni dünya Kepler-452b'ye kaçmak isteyenlere "Yok öyle ortalığı temizlemeden kaçmak!" dedim.
Kadını dünya yüzünden silmek isteyenlere "Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz?" diye sordum, kimseden ses çıkmadı.
Çocuklarımıza kıyım kıyım kıydılar hiç acımadan, zalim olup dünyayı birlikte paylaştığımız hayvanlara zulmettiler.
Öyle bir kokuştuk ki, kendi kokumuza dayanamaz olduk.
Dünyanın her köşesinde bir deli, ellerinde adeta bir Joy Stick, basarım ha basarım tehditiyle kırmızı düğmenin üzerinde gezdiriyorlar parmaklarını.
Arada ufak ufak basıp bir yerleri karmakarışık ediyorlar.
Onlar bir yerlerde tozu dumana katarken kendileri de aynı tozu dumanın parçacıklarını soluyorlar haberleri yok.
Bilimden ve ahlâktan uzaklaşmanın, doğayla uyum içinde yaşamamanın ve doğaya kafa tutmanın bir bedeli olacaktı elbet böyle.
Her anlamda pislik içinde yaşayan, boğazına kadar pisliğe batan insanlığa doğa sıkı bir ayar çekecek ve o mükemmel sistem çığırından çıkmış bu gidişata bir dur diyecekti.
"Oh, iyi oldu mu diyorsun yani sen şimdi bize?" diye soracaksınız, tabii ki iyi olmadı.
Ama zaten hiç iyi değildi ki. Sadece biz içinde yaşarken anlamıyorduk.
Beteri gelince bir anda tokadı yedik.
Şimdi aklımdaki en büyük soru şu:
Acaba bu tokat, araçta tutulan levye miydi, mutfaktaki merdane miydi, arkaya kıvrılan koldaki elin sıkı sıkı kavradığı beyzbol sopası mıydı, imdat çekici miydi, çamaşır tokacı mıydı, tokmak mıydı, gürz müydü neydi ki bıçak kemiğe dayandığında bir anda tepemize indi.
İner inmez insanlar can derdine düştüler hemen.
Ölüm yolculuğuna çıkıp ölen mültecilere üzülmeyen, anne kuzusu çocuklar elden ele dolaştırılırken, gencecik delikanlılar ne idüğü belirsiz savaşlarda patır patır ölürken, tutunamayanlar, zenginliğin üst sınırlarını zorlayan ve açlık sınırının altında yaşayan insanların arasındaki uçuruma düşüp, oralarda yitip giderken, coğrafyalardaki zenginlikleri zor kullanarak ele geçirmek için tonlarca silah kullanılsın, zenginlikler sömürülsün, insanlar sürünsün derken gıkları çıkmayanlar, görmedikleri bir virüsün önünde diz çöküverdiler.
Ne patronların hükümdarlığının, ne dinlerin hükümdarlığının ne de devletlerin hükümdarlığının sözü geçer oldu.
Sözü geçen sadece bilim, akıl ve mantık.
Hoş, dünyanın avuç içi kadar bir yer olduğunu hâlâ anlamayan ve bilimi parayla satın alıp sadece kendi halkına hizmet ettirmeye kalkışan akıllar var ya, onlara ne desem bilemedim.
Neyse ki az da olsa içinde yaşadığı düzeni sorgulayanlar var. İlmini, aklını ve mantığını imanı ile birleştirip, tehlikenin bilincinde olan ülkeler virüs belasını ülkelerinden söküp atıyorlar.
Bu dünyadan çok öteki dünyaya yatırım yapmaya meraklı olanlar ise hâlâ uyanmış değil.
Uyanmalarını beklemek de akıl kârı değil.
Bu kaosu kolonya ve dua ile çözmeye çalışmak yerine virüs belasını söküp atan ülkelerden örnek alıp yaptırımlar uygulayacaksın. Hem de çok sert yaptırımlar uygulayacaksın.
Bu arada ekonomi sarsılacak, insanlar sarsılacak, kurunun yanında yaşlar yanacak.
Ama sen yılmayacaksın.
Ve bir kez daha aynı duruma düşmek istemiyorsan eğer, terbiye için bir yumurtanın sarısını sıktığın limonun suyu ile karıştırıp yavaş yavaş yedirmek yerine, insanları terbiyesizlikleri ile yüzleştirip, terbiyeyi zaman kaybetmeden damardan vereceksin.
Bu bahaneyle terbiye olan insanlar önce insanca davranmayı öğrenecekler, sonra da insanca yaşamayı hak edecekler.
Yoksa gelinen nokta bugün bu şekilde, yarın başka şekilde açlığın başı, kanunsuzluğun başı, vahşetin başı, yani yolun sonu.
Yanlış anlamayın; dünyanın değil, insanlığın sonu...
19 Mart 2020 / C.E.Y.
Corona Günleri Yazılarım:
Delirdim Bi Güzel! / 15 Mart 2020
Dünya İçin Terbiye Vakti / 19 Mart 2020
Eşeğini Kaybedenler Kulübü / 22 Mart 2020
Yaşlı Adayları, Sözüm Size / 24 Mart 2020
Falında Virüs Çıktı Dünya / 29 Mart 2020
Dünyadır Döner, Virüstür Geçer / 8 Nisan 2020
Tamahkâr / 9 Nisan 2020
Aç Olsan Çarıklarımı Yersin / 11 Nisan 2020
Yok Sayma, Var Say / 16 Nisan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder