31 Ekim 2019 Perşembe

"Biz Bankamatik Öğrencisi Yapmıyoruz"

Türk Eğitim Vakfı TEV Bursa Şubesi'nde, TEV Bursa Şubesi Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Çalışkan Bey ile TEV ve eğitim üzerine gayet keyifli sohbet ettik. Bilmediklerimizi öğrendik, bildiklerimizi perçinledik. Daldan dala, TEV'den TEVİTÖL'e, oradan Antalya'da gerçekleşecek olan koşuya derken dakikalar nasıl geçti anlamadık.
Bursiyer seçmelerinden konuşurken, bir öğrenciyi seçerken binlerce öğrenci seçememenin üzüntüsünü içimizde yaşadık. 
Mert Can Bek
Sohbet videosunda izleyeceğiniz üzere bir bacağı ve her iki el parmakları doğuştan olmayan, aynı zamanda TEV Üstün Başarı Bursiyeri olan, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 4.sınıf öğrencisi öğrencisi Mert Can Bek'in Mehmet Çalışkan ile Antalya'da TEV için koşmasından da bahsettik.
Siz de kendisine ve dolayısıyla bir öğrencinin eğitimine destek olmak isterseniz eğer, aşağıda yazacağım hesap numaralarına yapacağınız ufak bağışlarla destek olabilirsiniz.

TEV Bursa Şubesi GARANTİ BANKASI Hesabı:
Şube: Heykel 
Şube Kodu: 390
Hesap No: 62 96 884
IBAN: TR97 0006 2000 3900 0006 2968 84

TEV Bursa Şubesi YAPI KREDİ BANKASI Hesabı:
Şube: Bursa 
Şube Kodu: 13
Hesap No: 85 11 8491
IBAN: TR 4200 0670 1000 0000 8511 8491

Adım Adım Kampanya Linki de burada:
https://ipk.adimadim.org/kampanya/CC46325?fbclid=IwAR02rXhe9h5eZbTS7kn7VbK29XqjdnxsAKMK4KY2h8r8QELOm3lIPCDzRzI

TEV HAKKINDA
* 4 Mayıs 1967 yılında kurulan Türk Eğitim Vakfı TEV, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulan ilk vakfı. 
Vehbi Koç önderliğinde, Türkiye'nin eğitimle ilerleyebileceğine inanan 205 iş insanının bir araya gelerek oluşturduğu vakfın ilk başkanı Dr. Nejat Eczacıbaşı.
* 197 öğrenci ile başlayan vakfın şimdiye dek dokunduğu öğrenci sayısı 250 bin öğrenciyi geçti. 
* Vakıf varlığını, hibe ve bağışlarla sürdürüyor.
* TEV'in Türkiye çapında şu anda 16 şubesi var.
* Vakıf herhangi bir şubeye, kişiye ya da zümteye bağlı değil.
* Kurulduğundan bu yana Bursa'da 32 bin öğrenciye kucak açmış.
* TEV'den burs almak isteyenler için her sene 1-30 Eylül arasında internet sitelerinden başvurulabiliyor. Ayrıca üniversitelerde kurulan TEV stantları da başvurmak için öğrencilerin ayağına gidiyor.
* İnternet üzerinden doldurulan formlar sonrasında öğrenciler mülakata çağrılıyor.
* Seçilen öğrenciler 5 yıl süren eğitim hayatlarını TEV gözetiminde ve değerlendirmesinde devam ediyorlar.
* TEV yurt dışı bursları da veriyor. Singapur Bursu (tıp) karşılıksız, diğerleri (yurt dışında kalmama, vatana dönme) karşılıklı. Yurt dışına giden öğrenciler ülkelerine dönüp, ülkelerine hizmet ediyorlar.
* En büyük bağışçılardan biri olan Zeki Müren'in, 1996 yılında kurulan Zeki Müren Burs Fonu'ndan 73 ilde 3286 öğrenci burs aldı.
* Her sene en az 7 bin öğrenci TEV'den burs alıyor.
* Türkiye genelinde 50-60 öğrenciye verilen, aylık 1400 TL'lik Üstün Başarı Bursu var. 
* Normal bursiyerler aylık 700 TL alıyorlar.
* Bursa'da 300-350 öğrenci burs alıyor. 1 öğrenci de Üstün başarı Bursu alıyor. (Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi 4.sınıf öğrencisi öğrencisi Mert Can Bek.)
* Bursiyerler ders haricinde sosyal ve kültürel hayata katılımları yönünde de destekleniyor.
* IQ'su 130'un üzerinde olan çocuklar için "Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi - TEVİTÖL",  Gebze'de 440 dönüm arazi içerisinde eğitim veriyor. Öğrencilerin %90'ı burslu okuyor. (Daha önce TEV'in TEVİTÖL için 10 milyon bütçesi varken, bu yıl %50 artış ile TEVİTÖL'e 15 milyon bütçe ayrılmış. 2019 itibarıyla, yatılı bir öğrencinin maliyeti 108 bin TL.)

RONA YIRCALI'NIN TANIMIYLA TEV
TEV Yönetim Kurulu Başkanı Rona Yırcalı TEV'i, "İnsan kaynağımızı bilgi üreten ve kullanan konuma getirme vizyonuyla yaşayan bir sivil toplum kuruluşudur." sözleriyle tanımlar.

TEV NEDEN KURULDU?
Ülkemizde uzun yıllardan beri uygulanmak zorunda kalınan, toplumsal maliyeti çok yüksek, ekonomik istikrar programları karşısında, eğitim alanında gittikçe artan gereksinimleri ve istekleri salt devlet tarafından karşılama olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, kamu kaynaklarının yetersiz kaldığı günümüzde, başta varlıklı vatandaşlarımız olmak üzere, herkesin gücü oranında milli eğitimimizin temel sorunlarının çözümüne destek olması büyük önem taşımaktadır.
İşte, TEV, 4 Mayıs 1967 tarihinde merhum Vehbi Koç'un önderliğinde eğitime gönül vermiş 205 hayırsever tarafından bu misyonla kurulmuştur. Kurucular, o gün, gönlü yüce halkımıza aşağıdaki çağrıyı yapmışlardır.

TEV HİZMET ÇAĞRISI
"Bizler, ülkemizde eğitim görmek isteyen fakat buna maddi gücü yetmeyen ve bu alanda her türlü ilgi ve yardım görmeye değer gençlerimizin okuyabilmesini,
Sosyal adaletin gerçekleşmesini sağlayacak tedbirlerin başında gelen fırsat eşitliğinin sağlanması için eğitim imkanlarının her gence eşit haklarla açık olabilmesini,
Yurdumuzda anayasal açıdan bir Devlet görevi sayılan parasız ve mecburi ilköğretimin dahi Cumhuriyet'ten bu yana bunca çabalara rağmen çözümlenememiş olmasını ve halen okuma çağındaki çocukların beşte ikisinin okuma imkanının olmamasını,
Orta ve yüksek öğretimin sadece ve yalnız başına devlet hizmeti olmamasına rağmen özel şartlarımızın ve gerçeklerimizin eğitim ünitesini öteden beri Cumhuriyet Hükümetlerinin omuzuna yüklediğini,
Bu sebeplerle Devletin gittikçe daha ağır ve kesif hale gelen işlerinin bazı konularda paylaşılmasının, ona yardımcı olmaya çalışılmasının ve sorumluluk alınmasının iş insanlarına, aydınlara ve halkımıza düşen kaçınılmaz bir yurt ödevi olduğunu dikkate alarak ve bu düşüncelerle bir eğitim hareketi açmanın gerekliliğini inanarak,
Gerek bu hareketin devamlılığını gerekse gelir kaynaklarının sağlamlığını güven altına almak için bu Vakfı kurmuş bulunuyoruz."

52 YILDA NELER OLDU?
244.586 Yurt İçi Bursu
1.905 Yurt Dışı Bursu
15 İlköğretim Okulu
3 Anadolu Lisesi
3 Öğrenci Yurdu
1 Çok Amaçlı Toplum Merkezi
1 Çıraklık Eğitim Merkezi
1 Kütüphane
TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi - TEVİTÖL (2001 yılından itibaren TEV bünyesinde)

31 Ekim 2019 / C.E.Y.

28 Ekim 2019 Pazartesi

100. Yıl Nutku!

Dört yıl sonra, 29 Ekim 2023 tarihinde okunmasını beklediğim 'Yüzüncü Yıl Nutku'nu kim ve nasıl okuyacak acaba diye merak ediyorum.
100. Yıl Nutku'nun sözleri; borç içinde, dört bir yanı paylaşılmış, çulsuz çaputsuz kalmış, viran olmuş bir devleti, 10 yıl içinde kendi kendine yetebilen bir devlete dönüştüren ve açık alınla çıktığı 10. yılda kendini milletine hesap vermek zorunda hisseden Mustafa Kemâl Atatürk'ün sözleri gibi mi olacak dersiniz...

Deneme 1

Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın 105'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin yüzüncü yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Yüz yılda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlılıkla yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla yeterli görmedik.
Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeydik. Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkardık. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kıldık. Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkardık.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket kavramına göre düşündük. Geçen zamana oranla, daha çok çalıştık. Daha az zamanda, daha büyük işler başardık. Bunda da başarılı olduk. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu her zaman ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek millî amacımız oldu.
Türk milletine çok yaraşan bu amaç, onu, bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, başarılı kılmıştır.
Büyük Türk Milleti, yüz yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarılar içeren çok sözler işittin. Ne mutlu bize ki, bu sözlerin hiçbirinde, milletin hakkımızdaki güvenini sarsacak bir yanılgıya düşmedik.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyoruz ki, millî amaca, tam bir bütünlükle yürüyen Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıdı.
Asla şüphemiz yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî özelliği ve büyük medenî yeteneği yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğmuştur.
Türk Milleti!
Sonsuzluğa akıp giden her yüz senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
29 Ekim 2023 / (………) Kim bilir kim…

Deneme 2

Sayın Emperyalizm!
Sizin yüz beş yıl önce yarım bıraktığınız işi ben tamamladım. 
Ülke olarak yüz beş yıl önce olduğu gibi yine üretmiyoruz. Fabrikaları da bir bir kapatıyoruz.
Okullarda çocukların beyinlerini müspet bilimle doldurmak yerine ipsiz sapsız hurafelerle dolduruyoruz.
Kadınlarımız, kızlarımız öldürüle öldürüle haklarını aramaktan vazgeçtiler. Dizlerini kırıp evlerinde oturuyor, etliye sütlüye karışmıyorlar.
Kültür, sanat işlerini zaten toptan kaldırdık. Opera neyim lüzumsuz. Kızlı erkekli oyun mu olurmuş hiç! Kadın oynar biz seyrederiz.
Zenginliklerimiz senin ellerine teslim. Buyur al, madenlerimizi de, suyumuzu da, kültür değerlerimizi de canın nasıl isterse öyle kullan. Senden çok mu?
Türk milleti zaten zeki de değildir, çalışkan da değildir. Devirip kendini yatmayı sever. Biz onlara daha çok tekke, daha çok kahvehane, daha çok cami yapar, yatırıp kaldırıp dua ettiririz. Kişi hem müslüman hem laik olamazdı zaten. Hepsini müslüman yaptık, laikliği de elhamdülillah çöpe attık.
Sağlık kurumlarını işgal ettik, artık hacamat daha revaçta. Aykırı giden doktor olursa onu da hacamat ediveriyoruz.
Lâf aramızda, bize hiç itimatları yok ama söyleyemiyorlar. Söyleyebilenleri zindana atıyoruz, konuşmaya niyeti olanlar sus pus oluyor.
Buyurduğunuz üzere kahraman Türk ordusunu dağıttık, yetişmiş beyinleri hep yurt dışına kaçırdık.
Araplar bizi arkamızdan vurmaya devam etse de biz onlarla kucaklaşıp ümmet toplumunun birer ferdi olmaya devam ediyoruz.
Yıllar önce sınırlarımızı açtık, kardeşlerimizi bağrımıza bastık. Böylece, hep birlikte Araplaştık.
Kadınlarımız araç kullanmayı ve maçlara gitmeyi gönül rızası(!) ile bıraktılar. Ancak, korkarım bu Suudiler kadınlarımıza kötü örnek olacaklar.
Millî ülküye, tam bir bütünlükle yürüyen Türk milletini parça pinçik ederek hepsini bir tarafa savurduk.
Sağ sol dedik, dinli dinsiz dedik, Türk Kürt dedik, kadın erkek dedik, siyah beyaz dedik, böldük de böldük. Zar gibi kaldılar. Daha da iflah olmazlar.
Bizi soracak olursanız;
Çok şükür ki biz sarayımızda refah içinde yaşıyoruz.
Hanım, çocuklar, gelinler, damatlar, torunlar, gül gibi geçinip gidiyoruz. Ufak damat bazı bazı afacanlaşsa da, kaşla göz arasında kendisini hizaya getiriyoruz.
Torunları sorarsanız; ellerinizden öperler. Hepsi yurt dışında okuyorlar. Maşallah bir zekileri bir zekiler, bildiğiniz gibi değil.
Hay Allah, aileyi sorunca siz, dağıldım hemen. 
Nerde kalmıştık?
Büyük gayretler ve sizin de el vermeniz ile pırıl pırıl, sessiz sakin bir ülke emrinize amadedir.
Mümkünse siz bize dokunmayın, sarayın bahçe duvarlarının dışında ne isterseniz onu yapın.
Ne mutlu kapitalistim diyene!
29 Ekim 2023 / (.......) Kim bilir kim.
****
Deneme 3'ü yazmaya mecalim kalmadı açıkçası.
Yaptığım iki denemede, Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yıl kutlamalarında milletine hesap veren bir liderin sözleri ile kapitalizme hesap veren bir kölenin sözlerini hayal ettim kafamda.
Hangisi gerçek olur bilemem.
Bildiğim, iki farklı söylevden birinin gerçek olması için önümüzde dört yılın olduğu.
Belki iki türlüsü de olmaz, böyle kör topal devam eder gideriz.
Kim bilir.
100. Yıl Nutku’nu kim okuyacak, kim bilir, kim bilir, kim bilir…

27 Ekim 2019 Pazar

Siz Niye Oturuyorsunuz?

Haziran 2017'de İstanbul'un kedilerinin anlatıldığı "Kedi" filmini izlediğimde hepsinin ayrı ayrı hikâyesi olan bu İstanbul kedileri önünde ve kedilere "pist" demeyen İstanbullular karşısında saygıyla eğildim. 
Kedilerin yaşadıkları mahalleye ve mahalleliye olan hakimiyetleri, avcılık özelliklerini kaybetmemeleri, kendilerini istedikleri zaman ve istedikleri ölçüde sevdirmeleri, yavruları mevzu bahis olduğunda kaplan kesilmeleri, yavrularını büyüttükten sonra tamamen kendi alanlarına dönmeleri, bakışları ve beden dilleri ile her dertlerini dile getirmeleri, güvenli bir ortamda olduklarını düşündüklerinde sevimli ve pofidik, güvensiz bir ortamda olduklarını düşündükleri zaman ise p(i)sikopat bir canlıya dönüşmeleri, bir yandan son derece gamsız bir yandan da paranoya derecesinde tedirgin bir yapıya sahip olmaları, kurnazlık ve kıvraklıkları ile hayatta kalmayı başarmaları onların en bilinen özellikleri.
Kısacası, kediler kendi hayatlarının "patronları"...
****
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Cem Hakverdi'nin yaptığı "Köpek Filmi"ni izlerken ise köpeklerin hikâyeleri karşısında çaresiz buldum kendimi. 
Doğal hayatın bir parçası olan köpekler de insan zulmü karşısında ne kadar çaresizler. 
Vurulmuş, dövülmüş, işkence edilmiş, tecavüze uğramış, bir oyuncakmış gibi alınmış ama büyüyüp de bakım maliyeti artınca sokağa bırakılmış ve sokaklarda yaşamaya çalışan binlerce köpeğin öyküsü bu.
Hani o, görmezden ve duymazdan geldiğimiz hikâyelerden biri...
Köpekler, toplanıp toplanıp atıldıkları yerlerde açlık ve susuzlukla baş başa kalıyor, yemek bulmak için en yakın yerleşim yerlerine gidiyorlar.
Hayvanların açlıkla baş başa kalmasına gönlü razı olmayan bir avuç insan biçare hayvanlara düzenli olarak yemek taşıyıp, bakımlarını yapıyorlar.
Kendilerini bu hayvanların bakımına adayan insanlar sayesinde bir kısım köpek hayatta kalmayı başarıyor.

Mesela; haftanın her günü günde 2500-3000 ekmek satın alan Ünal Nafiz Hekim'in kurduğu "Ölü Adam Sahipsiz Köpek Aşevi"nde sokak hayvanları için günde 1.5 ton etli yada tavuklu yemek pişiyor. Bir o kadar da çiğ şekilde farklı şehirlere gönderiliyor.
Köpekler kendilerine yemek getiren aracın kornasını duyduklarında delice bir koşu tutturuyorlar aracın arkasından. Yemek kaplarının araçtan indirilişini sabırsızlıkla bekliyorlar.
Çünkü açlar...
Beethoven, Lasssie, K9 Max, Sébastien, Şanslı Fluke, Hachiko, 101 Dalmaçyalı gibi köpekleri anlatan filmlerden farklı, sokak köpeklerinin dramını anlatan bir film bu. 
Pek eğlenceli ve pek duygusal değil açıkçası.
Tam da olması gerektiği gibi, yalın ve net...
****
Nilüfer Belediyesi Konak Kültürevi'nde gösterilen belgesel filmin ardından salondan ayrılmadım ve Cem Hakverdi ile hayvan hakları aktivisti Filiz Mungan'ın film üzerine ettikleri sohbeti de izledim. 
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü Öğretim Görevlisi olan Cem Hakverdi, bu film ile toplumda farkındalık yaratmayı amaçladıklarını söyledi. 
"Köpek Filmi"nin Türkiye'deki ilk gösterimi 12 Nisan 2019'da 38. İstanbul Film Festivali kapsamında Pera Müzesi'nde yapılmış. Çekimleri iki yıl boyunca İstanbul, Ankara, Nevşehir, Mardin, Antalya, İzmir ve Kars'ta gerçekleştirilen "Köpek Filmi", festival yolculuğuna 38. İstanbul Film Festivali'nin ardından 14 Nisan 2019'da '42. International Wildlife Film Festival'de devam etmiş.
Şimdilerde film "Başka Sinema" ile yurt sathında ve BluTV üzerinden izlenebiliyor.

Cem Hakverdi ve Filiz Mungan sohbetinden kısa kısa
* "Yurt dışında sokakta yaşayan hayvanlar toplanıp bakımları yapılarak 1 ay süreyle barınakta bekletiliyor. Bu 1 ay içinde hayvanları sahiplenen kimse olmazsa bu hayvanlar uyutuluyor. Uyutuluyor dediğimiz de, bildiğiniz öldürülüyor. Toplama işi bizdekine benzese de, yurt dışında sokak hayvanı sahiplenme oranı bizden daha yüksek."
* "Köpek ile tanışmam anneannem ile oldu."
* "Uzun yıllar mahallemizde yaşayan bir köpek bir anda ortadan kayboldu."
* "Hayvanlara yapılan eziyetlerin artması ile bu meselenin bir şekilde anlatılması gerektiğini düşündüm."
* "İnsan eziyeti neyse hayvan eziyeti de o. Mesele "can" meselesi."
* "Filmin afişinde yer alan Zeytin, Kara ve Maske isimli köpekler filmde olmasalar da, hikâyesi olan köpekler."
Cem Hakverdi - Filiz Mungan
* "Hayvanlar yasa karşısında hâlâ "mal" konumunda."
* "Kanunlar ve eğitim önemli. Lakin sadece kanun çıkmasıyla bir şeylerin normalleşmesini beklemek düş kırıklığı olabilir."
* "Hayvanlarla Yaşam konusunu kendi içlerine sindirmiş kişilerin yetişip karar verici konumuna gelmelerini bekliyoruz."
* "Halk, 1910 yılında İstanbul sokaklarından toplanarak Hayırsız Ada'ya atılan, açlık ile baş başa kalarak birbirlerini yiyen, uluyuşları İstanbul sahillerinden dahi duyulan 80 bin köpeğin ahının İstanbul halkını tuttuğunu, İstanbul'un deprem ve savaş mağlubiyeti ile cezalandırıldığını düşünür."
* "İnsanlar köpeklerle yaşarken köpeğin kendisine olan faydasına bakar. Genelde bu ilişkide sevgi ikinci planda kalıyor."
* "Avrupa'da sokaklarda sokak köpeği sorunu(!), sokaktaki köpeklerden soykırım usulü ile kurtulunmuş olmasıyla çözülmüş."
* "Hayvanları toplama ve uzaklaştırma konusu belediyelere bakım ve tedaviden daha büyük bir yük getiriyor."
* "Barınaklar belediyelerin "geçici" hizmet birimleri. Oralar açık hava hapishanesi ya da toplama merkezi gibi."
* "Bir yerlere bırakılan köpekler birdenbire ortadan kaybolabiliyor. Kimse "Buradaki hayvanlar nerede?" sorusuna cevap vermiyor."
* "Bu mesele insanların vicdanına kalmış bir mesele."
* "Hayvan hakları savunucuları ekseriyetle kadın."
* "Film beklediğimi karşılamadı. Daha fazla kişiye ulaşmak için bu kadar şahsi uğraş vermek yorucu. Daha çok kişiye ulaşmak konusunda hiçbir zaman tatmin olmayacağım."
* "İyiler daha fazla ve iyiler kazanacak."
* "Yerinden edilme meselesi herkes için (ağaç, insan, kedi, köpek) çok can sıkıcı."
* "Hayvanlarla ilgili çalışmalar yapan derneklere üye olmak çok kıymetli."
* "Köpek filmi görme engelliler tarafından da izlenebiliyor."
* "Filmin ticari bir beklentisi yok. Filmin ticari bir girdisi olursa da ulaşıma ve reklama gidecek."
* "Filmden para kazanmak isterim. Çünkü eğer filmden para kazanırsam yeni filmleri daha kolay yapabilirim."
* "Sosyal Medya farkındalığımızı arttırdı."
* "Her şeye inanmamak ve sorgulamak lâzım."
****
Yazıya kedi ile başlamıştık. 
Kedi ve köpek ikisi de en bilinen evcil hayvanlar. 
Kediler havlamadığı için insanlar kedilerden pek rahatsız olmuyor.
Şehir hayatında kediler bir yere sığışıyor ama köpekler hiçbir yere sığdırılamıyor.
Köpekler büyükler, iriler, çete oluşturuyorlar, hızlı ve çoklu üreyip insanları ürkütüyorlar.
Üstelik artık şehir hayatında köpeğe ihtiyaç da yok.
Köpekler o kadar çoklar ki, aralarından birkaçını işkence ile öldürmek, tecavüz etmek, ezerek ya da döverek sakat bırakmak ba(Ğ)zı insanlara göre çok da önemli değil.
Nasılsa sokaklarda binlercesi var.
Üstelik yasaların da bu konuda pek bir yaptırımı yok.
Çünkü hayvanlar henüz "can" konumunda değil, "mal" konumunda.
Çünkü hayvanlar yasa karşısında "Can" konumuna geçerse, denizdeki balıklar, kümesteki tavuklar ve ağıldaki danaların boğazlanıp sofraya getirilmesi de cinayet sayılacak.

Ansiklopedik bilgide köpek; "Köpekgiller familyasına mensup, görünüş ve büyüklükleri farklı 400'den fazla ırkı olan, etçil, memeli bir hayvan. Boz kurdun alt türlerinden biri olan köpek, tilki ve çakallarla da akrabadır." yazar.
Kurt, çakal, tilki ve yaban köpekleri doğada yaşamaya devam ederler. Evcilleşen köpekler ise yüzyıllardır insana hizmet etmişler. Şehir insanın ise köpekle işi bitmiş ve köpeği ne yapacağını şaşırmış durumda.
Köylerdeki halleri nasıl derseniz, köpekler köylerde hâlâ bekçilik görevini yerine getiriyorlar. Ancak bunun karşılığı olarak kuru bir ekmek parçası ve 3 metrelik zincirle belirlenmiş özgürlük alanı ile ödüllendiriliyorlar.
Köpeğini traktörünün arkasına bağlayarak hareket eden, hayvanın aracın hızına yetişemeyip sürüklenmeye başladığını fark etmeyen, etse de önemsemeyen insanlar var.
Bir de kedinin köpeğin canını kendi canı imiş gibi koruyanlar var.
Bir lokma ekmeğe ve başlarını okşayan bir ele muhtaç bu hayvanların daha fazla ürememelerini sağlamak, sahipsiz hayvanları sahiplenmek, yaz eğlencesi olarak alınan hayvanı yaz bitince ortada bırakmamak, binlerce liralar dökülüp cins hayvanlar satın alınacağına barınaklardan hayvan almak, elde gezdirilen hayvanı "sosyal statü" göstergesi olarak görmeyi bir kenara bırakmak, hayvanların da insanlar gibi organları olduğunu, acıyı da sevgiyi de üzüntüyü de hissettiklerini, insanlar gibi konuşamadıklarını ama konuşan insanlardan daha iyi anlaştıklarını anlamak lazım.
Ve çocukları hayvan sevgisiyle büyütmek lâzım...

Bir öneri:
Hayvan sahiplerinin hayvanlarını sigortalı yaptırmaları da gündeme gelmeli artık. Hayvan sahipleri hayvanlarının bakımı için hayvan hastanelerindeki sigortalı sistemden yararlanabilmeli.

Bir öneri daha:
Lokantalarda, evlerde ve kurumlarda çöpe giden o kadar çok yemek var ki, bu artıkların çöpe gideceğine bir canlının midesine gitmesi çok mu zor? Basit bir organizasyon ile artık yemekler toplanıp sokak hayvanlarına verilebilir ya da sokak hayvanları besleyenler ile iletişim kurulup onların gelip alması sağlanabilir. Evlerde de buzlukta saklanıp belirli aralıklarla sokak hayvanları ile paylaşılabilir.

"Hep hayvanseverler ayağa kalkıyor diyorlar, peki ya siz niye oturuyorsunuz?" demiş hayvansever derneklerinin başkanlarından birisi. Ne güzel demiş.
Bilmiyor musunuz ki hayvana eziyet edebilen bir şahıs tüm canlılara ayrımsız eziyet edebiliyor.
O yüzden bizim burada konuştuğumuz mesele kadın, erkek, çocuk, hayvan, çevre meselesi değil, "yaşam hakkı" meselesi.
Birimizin değil, hepimizin meselesi…

Siz de hayvan sevenlerden misiniz? / 14 Ekim 2010
Hayvan kes(eme)me bayramı! / 30 Eylül 2014
Hayvana zulmeden zalimdir / 25 Şubat 2016
Harambe'ı neden vurdunuz? / 8 Haziran 2016
Kuyudan ders çıktı / 15 Şubat 2017
Zulmün adı ET olmuş! / 6 Eylül 2018
Kokuşizm! / 21 Aralık 2018 
Tavşan Kaç! / 13 Ağustos 2019
Aman avcı, vurma beni! / 5 Şubat 2019
Siz Niye Oturuyorsunuz? / 27 Ekim 2019
Had Safhada Vahşet Dönemi / 25 Kasım 2022

23 Ekim 2019 Çarşamba

Bursa Lozan Mübadilleri

Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nde Başkan Ali Korkut ve kurucu üyelerden Bayram Akıncı ile hem Mübadele Evi’ni gezdik, hem de uzun uzun sohbet ettik.

“Nilüfer Belediyesi Mübadele Evi”
Görükle Mahallesi’nin Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan, Nilüfer Belediyesi’nin Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile birlikte oluşturduğu Nilüfer Belediyesi Mübadele Evi, mübadele öncesi Miltiadis Trihoulidis’in evidir. Ev, 1922 sonrası Kavala’dan mübadele ile Bursa’ya gelen Hasan Gültekin ve Sıdıka Gültekin çiftinin yeni evi olur. Hasan Gültekin’in ardından oğlu Ramazan Gültekin’in ailesinin de ikamet ettiği bu binanın giriş katı, 1990’lı yıllara kadar bir dönem kahve, kasap dükkanı ve lastikçi olarak kullanılır. 2002 yılında kurulan Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ne de ev sahipliği yapan bu tarihi yapı, Nilüfer Belediyesi’nin 2012 yılında başlattığı, 2015 yılında tamamlanan rekonsktrüksyon ve restorasyon çalışmaları sonunda bugünkü görünümüne kavuşur.
Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin 93. yılında açılan Mübadele Evi’nin açılış törenine Yunanistan’dan mübadil torunları, Nilüfer Belediyesi’nin Yunanistan’daki kardeş kenti Serez’den, Selanik Kalamaria Belediyesi’nden ve derneklerden toplam 46 konuk katılır.
Kaynak: https://www.bursalozan.org/

Video kaydını yaparken göçten ve göçün izlerinden konuştuk Ali Bey ve Bayram Bey ile.
Ben de kendilerine sordum: “Göçün izleri geçmişte mi kalır, geleceğe mi uzanır?” diye…
Hem geçmişte kalanlardan hem de geleceğe uzananlardan bahsettik sonra da.
Gidenlerin ve gelenlerin anısı karşısında saygıyla eğildik…

MÜBADELE
1912–1922 yılları arasındaki savaşlar nedeniyle Balkanlar’da, Ege Adalarında ve Anadolu’da büyük acılar yaşandı. Balkan Savaşı sonrasında yüz binlerce Müslüman savaşta yenik düşen Osmanlı ordusunun peşi sıra korku ve panik içinde doğdukları toprakları terk ederek Anadolu ‘ya sığındı. Benzer trajedi, 1922 yılında Kurtuluş Savaşında yenik düşen Yunan ordusuyla beraber Anadolu’yu terk eden Rum Ortodoksların başına geldi. Bir ay gibi kısa bir süre içinde yüz binlerce Rum Ortodoks Yunanistan’a sığındı. Bu durum Yunanistan’da büyük sıkıntılara ve kaosa yol açtı. Yunanistan’ın nüfusu bir anda dörtte bir oranında arttı.
Lozan Barış Konferansı toplandığında öncelikle sığınmacılar ve esirler konusu ele alındı. İngiltere temsilcisi Lord Curzon’un teklifi ve Milletler Cemiyeti görevlisi Nansen’in raporu doğrultusunda; Yunanistan’da yerleşik Müslümanlarla Türkiye’de yerleşik Rum Ortodoksların zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme uyarınca; İstanbul’daki Rum Ortodokslar ile Batı Trakya’daki Müslümanlar hariç Yunanistan’da yerleşik bütün Müslümanlar Türkiye’ye, Türkiye’de yerleşik bütün Rum Ortodokslar Yunanistan’a gönderildi. Mübadele sözleşmesinin kapsamına 18 Ekim 1912 tarihinden sonra yurtlarını terk etmiş olanlar da alınarak mülteciler sorununa bir çözüm bulunmuş oldu.
Zorunlu Göç’ü içeren bu sözleşme ile iki milyon civarında insan yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi. Tarihimizdeki bu kitlesel ve zorunlu göçe kısaca mübadele, bu insanlara da mübadil deniyor.
http://www.lozanmubadilleri.org.tr/kisaca-mubadele/ sayfasından daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

23 Ekim 2019 / C.E.Y.

21 Ekim 2019 Pazartesi

Sahibinden Emanet Şarkılar

Geçtiğimiz günlerde Zülfü Livaneli Bursa'da bir konser verdi.
Ben konsere gitmedim ama gidenlerin sosyal medya üzerinden yaptıkları canlı yayınlardan parçalar izledim. 
Konserin sonunda, "Belki bir daha geliriz, gelemeyiz, şarkılarım sizlere emanet." dedi Livaneli.
Uzun bir süre düşündüm bu sözünü.
Geçmişi düşündüm.
12 Eylül 1980 öncesi yaşanan sağ-sol kavgalarını, Nâzım'ın yasaklı olduğu yılları, Zülfü Livaneli'nin ilk gençlik yıllarıma damgasını vuran şarkılarını düşündüm. 
Ülke büyük bir kaos içindeydi. Şiddet her yerdeydi.
Bense onun neredeyse her şarkısını ezbere biliyordum.

"Türkiye’nin masumiyet çağının sesi"
"O sert ortamda çıkan Nâzım Türküsü albümü hem seçilen şiirler, hem beste, hem de yorum biçimiyle, sokaktaki şiddetle hiç bağdaşmayan, aydınlık, saf, masum bir iyimserliği yansıtır. Albümün müzikal yapısına bir saydamlık egemendir sanki. Çok sık kullanılan cura sesi, yaylı sazların üstünde bir mutluluk çanı gibi tınlamaktadır. Bu anlatımıyla Nâzım Türküsü; şiddetten bıkmış, barış dolu bir dünyayı ve kardeşliği özleyen Livaneli’nin insanları umuda ve ‘mutluluğun resmini’ yapmaya çağırması olarak yorumlanabilir. Nâzım Türküsü Türkiye’nin masumiyet çağının sesidir."
Zülfü Livaneli'nin sitesinde Nâzım'ın Türküsü albümünün ortaya çıkış hikâyesinden böyle bahsedilir.
Tüm o şarkılar bugün de yine aynı duygularla söyleniyor. 
Bestelerinin sözlerini kendisi de yazmış olsa, sözler farklı şairlere de ait olsa, Zülfü Livaneli sözler ile müziği adeta birbirine sevdalı aşıklar gibi tutkuyla seviştiriyor.

Zülfü Livaneli ve Edip Akbayram Şarkıları
Nilüfer Kadın Korosu'nun 156. konser için seçtikleri tema Zülfü Livaneli ve Edip Akbayram Şarkıları ile Geleneksel Kına Gecesi olunca söze Livaneli ile girdim haliyle.
Edip Akbayram deseniz, o da ayrı bir efsane.
Tüm şarkıları klasikleşmiş, şiiri ve şarkıyı kalbinin ta içine yerleştirmiş, orada demlendirmiş, sonra ta derinlerinden çıkarıp söylemiş Akbayram'ın hangi şarkısının ilk ezgilerini tıngırdatsanız gerisi gelir, hemen hep bir ağızdan söylenmeye başlayıverir.
Sırça Köşk'ün Sabah Yıldızı Sabahattin Ali'nin Sinop Cezaevi'nde yatarken yazdığı Mapushane Türküsü Şiirini, şiirin Kerem Güney tarafından bestelenerek Aldırma Gönül Aldırma şarkısı haline gelişini, şarkının Edip Akbayram tarafından söylenişini kim bilmez.
Ya Akbayram, "Hava nasıl oralarda?" diye sorarken sizin aklınızdan kimler geçer, kimler geçmez?
Hasret kokan, şefkat kokan, sevda kokan her notada insanı bir hüzün sarmışken, bir yandan da şairlerin hayat öyküleri zihninin sokaklarında koşturuyorken duygulanmamak ne mümkün...
Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde gerçekleşen konserin ilk bölümü Nilüfer Kadın Korosu Şefi Dr. Aysel Gürel’in, benim en sevdiğim Livaneli şarkılarından birisi olan, Nefesim Nefesine solosuyla başladı.
Koro "Eğil Salkım Söğüt Eğil", "Leylim Ley", "Hava Nasıl Oralarda?", "Hayat Bayram Olsa" dedi.
Sololarda Emel Kaya "Karlı Kayın Ormanı", Gülnur Ekler "Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor", Sabahat Altınok "Aldırma Gönül Aldırma" parçalarını seslendirdi.

Geleneksel Kına Gecesi
Konserin ilk bölümü bitip de ara verildiğinde ilk bölümün etkisinden çıkıp konser salonuna geri dönmem biraz zor oldu. Neyse ki düşen şekerler için lokum ikramı vardı. 
İkinci bölüm başlayıp da perde açılınca rengarenk kaftanları içindeki koristler karşıladı bizi. Bir de sahnenin merdivenlerinden davul eşliğinde "Oğlan Bizim Kız Bizim" diyerek sahneye çıkan kına ekibi.
Yüzü kırmızı örtüyle örtülü gelin hanım sandalyeye oturtulup da avucuna kınası yakılırken Aynur Öztan oturduğu yerden içli içli okumaya başladı:
"Sanki canımdan can kopuyor,
Sanki bütün dünya yıkılıyor.
Gidiyor musun gözümün bebeği,
Üstüm başım daha sen kokuyor."

Sanki daha dün gelin olmuş, benim de kınam daha dün yakılmıştı böyle.
Ailemi ardımda bırakıp yeni hayatıma koşarken ben, onlar da ardımdan böyle bakakalmışlar mıydı?
Belki benim annem de içinden "Bahtın benden güzel güzel olsun" demişti.
Kim bilir...
Hem ağlarım hem giderim
Kına gecesinin hüznüne kapıldığıma bakmayın, kına geceleri biraz ağlamak, bolca gülmektir aslında. 
Hem ağlarım hem giderim denilir ya, tam da öyle.
Askere giden kınalı kuzular da davul zurnayla uğurlanmaz mı böyle...
Nilüfer Kadın Korosu Halk Dansları Topluluğu'nun hareketli dansları ve Nilüfer Kadın Korosu'nun neşeli şarkıları ile kına gecesinin hüznünü üzerimden atıp şen şakrak halime kavuştum hemen.
Sanma senden vazgeçerim
Oysa daha yarım saat olmamıştı Livaneli şarkılarının derinliklerinde kulaç atmam.
Ne ara yüzeye çıkıp da gülüş cümbüş hale büründüm bilmem.
Ah, ağlamakla gülmek kardeş dedikleri bu olsa gerek.
Hem ben değil miydim hem ağlarım hem giderim diyen.
Şimdi de "Bir ağlarım bir gülerim, hayat, sanma senden vazgeçerim." diyorum.
Sahibinden emanet şarkılara gözüm gibi bakıyor, hepsinin hakkını teslim ediyorum.

Nilüfer Kadın Korosu Hakkında
* Nilüfer Kadın Korosu ilk konserine 9 Eylül 2005 tarihinde, Zonguldak'ta düzenlenen "Yerel Gündem 21 Kentleri 4. Ulusal Kadın Etkinlikleri Festivali" kapsamında çıktı.
* Korist sayısı 175'e ulaşan ve konserlerini sosyal sorumluluk projeleri kapsamında veren Nilüfer Kadın Korosu, pek çok STK ve okula yıllık 50-60 bin lira civarında yardım sağlıyor.
* Koronun şefliğini 14 yıldır Dr. Aysel Gürel üstleniyor.
* Koro, Pop'tan Alaturka'ya, Türk Halk Müziği'nden Türk Sanat Müziği'ne ve hâttâ yabancı dilde şarkılara uzanan geniş bir repertuvara sahip. 
* Koro, hiçbirisi profesyonel anlamda müzik eğitimi görmemiş kadınlardan oluşuyor.
* 2017 yılında dernekleşerek Nilüfer Kadın Korosu Derneği olan koro birçok öğrenciye burs desteği sağlıyor. Güneydoğu Anadolu'da ve Bursa civarında yardıma muhtaç okullara yardım götürüyor.