28 Mayıs 2016 Cumartesi

Karacabeyliyim ben

Ünzile dünyanın köyün sınırında bittiğine inanır ve köyün en son çitine gitmeye korkar ya; öyle olur işte insan büyürken.
Kendisinden öncesini bilmez. Her şeyi kendisiyle var olmuş zanneder.
Zaman geçmeye başladıkça büyür dünyası da. Kapı önünden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden diğer mahalleye, diğer şehirlere, hatta diğer ülkelere uzanır hayat yolculuğu.
Okuyarak öğrenir, izleyerek öğrenir, dinleyerek öğrenir. Öğrenir ki, dünyanın tarihi öyle böyle değil, çok eskidir.
Yaşadığı şehrin tarihine merak sarar sonra.
Kimler basmıştır bu sokaklara kendisinden önce, kimler oturmuştur bu evlerde, ne hayatlar, ne anılar gizlenmiştir kapı arkalarına, kim bilir neler yaşanmıştır çatı altlarında...
Neşeli çocuk çığlıkları asılıdır geçmiş zamanlarda, büyüyüp gitmiştir o çocukların bazıları, bazıları ise kalıp kök salmışlardır doğdukları topraklara.
Bazen de yeni fidanlar vermesin diye kökler yerinden sökülüp atılmış, sürgünler acımasızca budanmıştır. Atıldıkları yerde yeniden tutunup dallanıp budaklanmaya başlayan hayatlar yeniden can bulmuştur.
Dünya fani değil midir zaten?
Sahibi yoktur işte. 
Sahibi kendisi zannedenlere de, "Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi" deniverir. 
Denir ki kişi kendine gelsin. Sahipliğin sonu yok, bunu iyi bilsin...

Tarih içinde oradan oraya sürüklenen insanlar sebebiyle elden ele geçer şehirler de. Savaşlar, göçler derken kültürler birbirine girer, her geçen geçtiği yerde iz eder.
Yeni gelen bazen izleri bazen itinayla korur, bazılarıysa hoyratça  siler.
Giden bazen giderken yakıp yıkar, bazen öylece bırakır kaçar...
Bursa Almira Otel'de düzenlenen toplantıda Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan, Avrupa'nın 11’inci, Türkiye'nin de tek leylek köyü olan Eski Karaağaç Köyü’nde, leyleklerin yaşam alanlarının korunup geliştirilmesi, leylek yuvaları ile sayılarının artırılması, çevresel etmenlerden kaynaklı leylek ölümlerinin azaltılması, 7’den 70’e tüm kesimlere yönelik leylek bilincinin sağlanması ve bölgedeki turizm faaliyetlerinin canlandırılması amacıyla hazırlanan ‘Leylek Master Planı’nı, dolayısıyla da Karacabey'i anlatıyordu. 
Benim aklımdan ise Karacabey'in gelmişi geçmişi adeta resmigeçit yapıyordu.

"Leyleği Havada Gördük" teması ile hazırlanan planı ve Karacabey için yaptıkları çalışmalarda 3T vizyonunu (Tarım, Turizm, Teknoloji) esas aldıklarını, proje kapsamında, sadece Leylek Köyleri Birliği ağı üzerinden 32 bin turistin ilçeye çekilmesini hedeflediklerini söylüyordu Özkan, ben tarihin derinliklerinden geri gelemiyordum.

Mavi Yelekli Yarim
Okul zamanında eski adının Bizans döneminden kalma Mihaliç olduğunu öğrendiğimiz şehrimizin tarihi çok daha eskilere dayanmaktaydı aslında.
Bizim bildiğimiz; Kurtuluş Savaşı esnasında temmuz 1920'de Karacabey'i işgal eden Yunan askerinin, Mustafa Kemal kuvvetlerinin Karacabey'e yaklaştığını duymaları üzerine geri çekilmeye başlayışı ve çekilen birliklerin ardından gelen İntikam alayının Karacabey'i ateşe verişi, 14 Eylül 1922'de ise şehrin Türk kuvvetleri tarafından geri alınışı.
İşgal altında geçen bu iki senenin Yunan zulmü altında nasıl yaşanmış olabileceğini tahmin edersiniz. 
Yunan'ın Karacabey'i terk ederken arkasında bıraktıklarını, daha doğrusu bırakmadıklarını ise tahmin edemezsiniz. Bu çekilme esnasında Bursa kazaları içerisinde en büyük kıyım Karacabey ve köylerinde gerçekleşmiştir. Karacabey, bir ev hariç, tümden yakılmıştır.
Anneannemin Selanik/Serez'den kaçışlarıyla başlayan hayatının, yerleştikleri Karacabey'in işgali ile daha da yıkılışını, sonrasında yeniden toparlanışını anlattığı sesi hâlâ kulağımda. O anlatışlarda onunla birlikte an be an tüm o kaçışları, tüm o acıları yaşadım ben de.

Böyle büyük bir travma yaşamış bir şehrin kendine gelmesi çok uzun sürmüş olmalı. Belki de o yüzden Bursa'ya 40-45 dakikalık mesafede olan Karacabey hep içine kapalı bir hayat yaşadı yıllarca. 
Şimdi anladığım o ki; Karacabey, eski yaraların sarılmasıyla ve yeni gelen nesillerin değişen dünyaya açılma arzusuyla değerlerini gün yüzüne çıkartmaya ve artık sesini duyurmaya çalışıyor. 

Zaten Karacabey'in içinde yakılıp yıkılmış dahi olsa hep köklü bir tarih vardı.
* 1300 yılında Çiftlikat-ı Hümayun adı ile kurulan, 1926 yılında Ziraat Vekâletine devredilerek Karacabey Harası olarak faaliyetlerde bulunan, 1984 yılından itibaren ise TİGEM bünyesinde faaliyetlerini sürdüren, yarış atı yetiştiriciliğinin yapıldığı Karacabey Harası at yetiştiriciliğine imzasını atmıştı. (70'li yıllarda Hara bizim için farklı medeniyetten insanların yaşadığı adeta bir rüya alemiydi)
* Karacabey Harası'nda Kangal (Karabaş) ve Akbaş( Karbeyaz) ırkı çoban köpeklerinin yetiştiriciliğine 1992 yılında başlanmıştı.
* Yine 4.996 dekarlık bir alan üzerine kurulmuş olan, yarış atı yetiştiriciliğinin yapıldığı ve atların barındırıldığı Türkiye Jokey Kulübü (TJK) Karacabey Pansiyon Harası 1 Mart 2001 tarihinden itibaren hizmet veriyordu. (Bursa'dan Mustafakemalpaşa'ya giderken solunuzda gördüğünüz, içinde atların otladığı devasa alan)
* Yeşil ile mavinin birleştiği, uçsuz bucaksız görünen sahiliyle ve eşsiz kumuyla Yeniköy-Boğaz gibi bir güzelliğe sahipti. (Havasına suyuna... Fakat niyedir o toz toprak içindeki dağınık yapılaşma.)
* Eski Bursa-Karacabey yolu üzerinde, Uluabat Gölü'nün hemen kıyısında tarihi bir kervansaray olan ve şimdilerde hayata kazandırılma çalışmaları içinde bulunan Issız Han'ın otel olarak hizmete açılması çok cazipti.. 
* Eskiden Karacabey'in kuzey yönündeki en uç noktası sayılan tepede, Abdullah oğlu Dayı Karaca Bey tarafından imaret olarak yapılması emredilen, Karacabey Bin Abdullah tarafından 1446 tarihinde yaptırılmaya başlanan, ancak Karacabey 1456 yılında katıldığı Belgrad Savaşında şehit düşünce ailesi tarafından 1457’de tamamlatılan İmaret Camii mevcut idi. (Ki ilçenin adı da buradan gelir.)
* Güney Marmara akarsularının büyük bölümünün birleşmesiyle oluşan Susurluk Irmağının Yeniköy yakınlarında Marmara Denizi ile buluştuğu noktada oluşan; göl, bataklık, kumul ve subasar orman ekosistemlerinden oluşan Kocaçay Deltası, bu deltada yer alan Karacabey Longozu ve longozda yaşayan bitki ve hayvan, özellikle de kuş çeşitliliği Alper Tüydeş'in gayretleriyle dünyayla buluşma yolundaydı.
* Bu arada yörüklerin doğaya saldığı Orta Asya kökenli yaban atlar da yaklaşık 100 yıldır Longoz'da özgürce yaşamaktaydı.
* 1428 yılında Karacabey’de dünyaya gelen, İstanbul'un fethi sırasında Doğu Roma (Bizans) surlarına ilk sancağı diken ve İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilişinin simgesi olan Ulubatlı Hasan tarihte hak ettiği yeri almıştı.
* Uluabat Gölü dünya üzerinde sadece 40 gölün sahip olduğu "Yaşayan Göl" (Living Lakes) unvanına sahip ülkemizdeki tek göl idi. 
* 1994 yılında Türkiye’nin dört bir noktasındaki sokaklarda oynatılan ayıların toplatılması için başlatılan "Libearty-Türk Ayı Projesi" kapsamında,1996 yılında Karacabey-Ovakorusu sahasında 4.5 hektarlık bir alanda kurulan Türkiye'nin tek ayı barınağı Karacabey'de idi.
* Nesli tehlike altında olan yabani hayvan ve bitki türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES) ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’na göre, ticareti yasak olan hayvanların geçici süre ile tedavi ve rehabilitasyonu amacı ile Celal Acar Yaban Hayatı Kurtarma Merkezi kurulmuştu. Bu tesis ülkemizde bu amaçlı yapılan tek tesis. Dünyada ise birkaç örneği bulunmakta.
* Tarım deyince Karacabey Ovası'nı bilmeyen yoktur. Ben bildim bileli ovamız için Türkiye'nin tahıl ambarı denilir. Soğanı, buğdayı, karpuzu, domatesi, bezelyesi, ayçiçeği, eskilerden çeltiği, şimdilerde zeytini... (İmara açılarak binalaşmasın ama bu verimli araziler. Bakın Karadağ karşıda bomboş duruyor. Her ne yapılacaksa oraya yapılsın)
* Süt ve süt ürünlerinde de açık ara önde giden Karacabey'in Mihaliç (kelle) peyniri ve höşmerimi ise bizim için vazgeçilmezdir.
Unuttuğum değerleri mazur görün lütfen ve onları da listeye siz ekleyiverin...
"Leylek leylek havada......" tekerlemesiyle de esas konumuz olan Leylek Master Planı'na tekrar dönelim. 

Neden bu master planını yaptık?
"1. Avrupa Leylek Köyleri Birliği Ağına Türkiye‘den seçilen tek köy olan Eski Karaağaç Köyü’ne ilişkin hazırlanan leylek master planı, leyleklerin ölüm, yaralanma gibi sıkıntılar yaşamadan, köyde bulundukları zaman süresince daha rahat bir yaşam sürmeleri adına gerekli tüm hazırlıkların yapılmasının yanı sıra; Uluabat Gölü’ndeki balık nüfusunun arttırılması ile leylek sevgisi ve bilincinin toplum nezdinde yaygınlaştırılması için gereken planlamaları kapsamaktadır.
2. Leylek tüm kültürlerde baharın simgesi olarak bilinen bir kuştur. Göçleri de ilgi ile takip edilmektedir. Aynı zamanda doğa tutkunları için de önemli bir simgedir. Bu nedenle bizler de Leylek Köyü olma avantajını burada kullanarak üyesi olduğumuz EURONATUR ve diğer kuruluşlardan sağlanacak tanıtım desteği ile doğal bir turizm destinasyonu oluşturmak."  diyor Ali Özkan.
(Proje kapsamında şimdiden AB fonlarına yönelik bir çalışma yapılmış ve dönüşüm için önemli miktarda fon talep edilmiş.)
Bunun için hem Eskikaraağaç’ta çevre düzenleniyor. Kablolar yer altına alınıyor, ilaçlama yapan çiftçiler leyleklere zarar vermemeleri için uyarılıyor. Festival için Eskikaraağaç’ta göl kenarında 1300 metrelik yürüyüş yolu yapılıyor. Sahile çay bahçeleri kazandırılıyor. Bungalovlar hazır. 
Bir de; Eskikaraağaç’ta göçte hastalanan leylekler için Osmanlı döneminde olduğu gibi Gurabahane-i Laklakan adıyla hastane yapılacakmış.

Hedef:
Karacabey'i markalaştırarak, sadece turizm alanında 3 yıllık 24 milyon turizm geliri elde etmek.
Fotoğrafçıları, sporcuları ve ekoturizm severleri de ağırlamak istiyor Karacabey.
Geçtiğimiz yıl bisikletçisinden fotoğrafçısına, Tramem ve yaz dil kamplarından Naturel Fest'e kadar yaklaşık bin üç yüz kişiyi ağırlamış.

Yazar der ki;
Bursa'dan Karacabey'e baktığımda,
* Çocukluğumda kırık dökük taşları üzerinde fotoğrafım olan İmaret Camisi şu anda pırıl pırıl görünüyor.
* Geçtiğimiz yıllarda yapılan yenileme çalışmaları esnasında bir yangın atlatan Ulu Cami yenilenen haliyle hizmete açık.
* Yollarda parke taşından çok araç var ve park edecek tek bir boş sokak dahi yok. Otoparklar talep görmüyor mu, yoksa yeterli mi olmuyor?
* Atatürk Parkı'nın giriş kapısını bulmak niçin o kadar zor?
* 'Tarım AVM'si fikrini hoş buldum.
* Belediye binasının eski halini daha hoş bulurdum.
* Bir sinema salonu, bir konser salonu, bir kültür merkezimiz var mı? Geçenlerde eski sinema salonunda konser izledim.
* Gelmesini istediğimiz kadar turist gelirse onları layıkıyla ağırlayabilecek kapasiteye sahip miyiz? Bu iş çağırmaya benzemez, bakarsınız geliverirler...
* Esnaf hâlâ kapı önlerine sandalye atıp sigara tüttürerek gelen geçeni izliyor mu? Karacabey kadınları bu durumdan ziyadesiyle rahatsız iken gelen turiste bu durumu nasıl anlatacağız?
* Turist dediğin yolunacak kaz ya da Mars'tan gelmiş uzaylı muamelesi görürse, "1" kez gelir. Karacabey de "1" kez kazanır.
* Eskikaraağaç Mahallesi halkı turiste hazır mı? Mahallelinin gelenlerden beklentisi ne? Malum, komşu mahalle olan Gölyazı Mahallesi bu anlamda negatif bir örnek.
* Karacabey'in günceli yakalaması adına Başkanın ve ekibinin yaptıkları çalışmalar siyasî taraf gözetmeksizin desteklenmeli.
* Karacabey'in eksiği gediği ile ilgili şikâyet ve öneriler belediye tarafından yine siyasî taraf gözetilmeksizin değerlendirilmeli.

Karacabeyliyim ben
Karacabey'den çıkalı 26 sene olsa da her zaman Karacabeyliyim ben. 
O yüzden sorularım ne siyasidir, ne hizmetleri sorgulamak, ne eksikleri alkışlamak, ne de yapılan güzel işlere köstek olmak içindir.
Sadece, hedeflenen projede beklenen turistin şehrimizden memnun ayrılmasını sağlamak, Karacabey olarak kazanmak, Karacabey'e değer katmak ve geleceğe iz bırakmak içindir.
Masumiyet bir kere elden gitti mi bir daha geri gelmiyor ne yazık ki.
İnsan bazen kazanırken kaybediyor.
O yüzdendir ki adımlar sağlam atılmalı, sonradan pişman olmamalı...

DAVET
"Leylek gördüm saçım uzasın" diyerek 4 Haziran 2016 Cumartesi günü Eskikaraağaç Köyü'nde Uluslararası 12. Leylek Festivali'nin yapılacağını söylemeden geçmeyelim ve herkesi 'leylek görmek için' festivale davet edelim.

Yazıdaki Longoz ve leylek fotoğrafları Alper Tüydeş çekimidir.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Hah hah hah hah hah hah haaa

Geçtiğimiz mart ayında yaşam koçluğu ve doğru nefes almak üzerine ettiğimiz sohbette tanıştığımız Mehtap Hersek Akkoyunlu, Gamze Balçak Çelikcan ve Merve Kılıç ile gelecekte yapacakları etkinliklerde buluşmak üzere sözleşmiştik. 
Kahkaha üzerine bir etkinlik düzenlediklerini ve benim de katılmamı istediklerini söylediklerinde, "gülmek ile ilgili hiçbir sıkıntım yok ama fazladan da olsa gülmek iyidir" diyerek katıldım etkinliğe.

Etkinlik; Elele Gelişim Atölyesi, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş Adamları Derneği (DOSABSİAD) ve Merve Kılıç Danışmanlık iş birliğiyle DOSABSİAD binasında "Yönetici Geliştirme Programı ve Kahkaha Terapisi" idi.

"İnsanı 360 derece tanımalı"
Önce "Yönetici Geliştirme Programı"üzerine Hamdi Özçelikel bir sunum yaptı. 
Yıllarca insan kaynakları yöneticiliği yapan Özçelikel kendini tanıttı önce. Japon Yönetim Sistemleri, Kaizen, 5-S, TPM gibi yönetim teknikleri konusunda çalışmaları vardı ve zaman yönetimini bir yaşam biçimi haline getirmişti.
Türkiye'nin muzdarip olduğu aile şirketlerinin ikinci ya da üçüncü kuşaklara aktarılamamasının sebeplerini anlattı detaylıca. 
Babalar işi kurar, her şeyi babalar bilir, iş büyüdükçe içinden çıkamaz hale gelir, yanına destek alırken "bacanak, kayınço, yeğen" güvenilir adam üçlemesinden esinlenir, onların güvenilirlikleri ise keselerinin boşluğu ile belirlenir.
Her şeye hakim olup işine kimseyi karıştırmayan baba, onca yıl içinde şirketi emanet edebilecek bir yönetici yetiştirmeyi akıl etmediğinden, kendisinin kenara çekilme vakti geldiğinde oğul ya da torun işin başına geçer ve şirket ilk keskin virajda ya ağaca toslar ya da uçurumdan aşağıya patlar.
Şirketi devralan çocukların işi de zor elbet. O kadar çok cephede savaşacaklar ki... 
Üstelik cephaneleri kıt. Savaş alanı ise kıran kırana çarpışmalarla dolu.
Pazar ve rakipler, yenilikler, müşteri beklentileri, kalite, maliyet baskısı, riskler, belirsizlikler...
Bu konudaki yazıyı hatırlayın. Ne demiştik, "Aile çökerse şirket çöker"    
Tam da bunlardı Özçelikel'in dedikleri.

Sadece aile şirketleri değildi bugünkü konu. Bir şirketi iyi yönetebilmek için yöneticilerin neler yapması gerektiğini de anlattı uzun uzun.
İnsanların ümitsizlik ve yakınmayı bir kenara bırakıp neyi ne kadar yapabildiklerine odaklanmaları gerekiyordu. Hatta bazen hadlerini bilmemeleri(!) gerekiyordu.
"İşine yaramayanı at yenisini al" mantığının yerine "İşine yaramayanı işine yarar hale getir" mantığı ağır basıyordu.
Fakat şunu da unutmamalıydı: "Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz"dı.
Yönetici de çalışan da önce kendisini tanımalıydı. 
Hem herkes CEO olacak diye bir kural mı vardı? 
Önemli olan yaptığın işten zevk almak ve bunu layıkıyla yapmaktı. 
Başarı çok çalışanın değil, işini doğru yapanın ve doğru işi yapanın yanındaydı.
Bir bütünü oluşturan parçalardan biri olmanın hazzı da bir başkaydı. 
Yönetici olmak isteyen ise yönetici olma yolunda doğru adımlar atmalıydı.
Hamdi Özçelikel'in keyifli sunumunun içeriği, İnsan Kaynakları'nın bol grafikli, bol testli, bol sorulu zorlayıcı içeriklere benzemiyordu.
Çünkü o insanı 360 derece tanımaktan yanaydı.

Gülünce gözlerinin içi gülüyor
Gülmekle ilgili o kadar çok şarkımız var ki...
Kahkaha deyince sizin akılınıza da Bayan Kahkaha Güzide Kasacı geliyor mu peki? Kahkaha atarak söylediği bir şarkısı vardı hatırlarsanız: "Benim adım Çalıkuşu"

Etkinliğin Kahkaha bölümünde Kahkaha terapisti ve yoga öğretmeni Ayşen Balıkçılar kahkahanın bir terapi yöntemi olduğunu anlattı. Eskiler de "Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedel" diyerek kahkahanın insan üzerinde en az tokluk kadar büyük bir etki yarattığını söylerlerdi.
Hedeflere kitlenen ve insan olmanın özelliklerinden en güzeli olan gülmeyi unutan bir topluma dönüşünce kahkaha terapisti diye bir meslek doğdu haliyle. 
Emekli bir öğretmen olan Ayşen Balıkçılar, kahkaha terapisinin Türkiye'de yeni bir uygulama olduğunu ve bu alanda ülkede 60 terapist bulunduğunu söylüyor.
Sonra da tüm katılımcıları sahneye alarak gevşemelerini sağladı.
Önce hafiften sırıtan katılımcılar, gittikçe önce karşılarındakilerin hallerine, sonra da kendi hallerine gülmeye başladılar. Hal öyle bir hal aldı ki gülme krizine girenler dahi oldu.
O anda içinizden gelmese de, sahte de olsa gülün diyor Balıkçı. Beyin bu gülmeyi gerçek zannediyormuş. Kandırıyormuşuz beynimizi yani.

Kahkaha en iyi ilaçtır
Yapılan bilimsel araştırmalarda kahkahanın stres seviyesini % 75 azalttığı, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, doğru nefes almayı sağladığı, böylece vücuda daha fazla oksijenin girmesiyle tüm organların sağlıklı çalıştığı, kalbin kuvvetlendiği, kan dolaşımının hızlandığı, solunum yolu şikâyetlerinin azaldığı, depresyon ve panik atakları önlediği, migren, alerji, uykusuzluk,ülser gibi hastalıklarla başa çıkmayı kolaylaştırdığı kanıtlanmış. 
Kanserin de korkulu rüyası olan gülümseme için bir slogan bile üretilmiş.
"Bir tebessümle kansere güle güle"
Türkiye'nin ilk onkoloğu olan Prof. Bülent Berkarda der ki; 
"Kanserli hasta günde 20 kez sebepsiz de olsa kahkaha atsın, beyin endorfin salgılamaya başlar. Kahkaha stres hormonunun etkilerini azaltır."

Liderlik yeteneklerini arttırır
Arttırır çünkü gülümseyen bir yüzle çalışmayı kim istemez? Gülümseyen bir  yöneticinin gücü, sürekli asık suratlı, memnuniyetsiz, mutsuz, ne yapsanız takdir etmeyen, şikâyetten başka bir şey bilmeyen bir yöneticinin gücü ile mukayese dahi edilmez. 

Genç tutar
Çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir şarkı ile renklendirelim yazımızı; "Neşeli ol ki genç kalasın"
Yani; gençliğin sırrı da gülmekte...
Etkinliği gerçekleştiren ekip hep birlikte poz verirken ben içimden yine klasik sözümü söylüyorum:
"Bulaşıcı olup da güzel olan tek şey 'GÜLÜMSEME'dir. Hiç acımadan bulaştırın birbirinize..." 

24 Mayıs 2016 Salı

Bu kitapta babanız ile karşılaşabilirsiniz

Bursa Çimento Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ergun Kağıtçıbaşı'nın iktisatçı yazar Enis Yaşar ile hazırladığı ve Uludağ Üniversitesi’nin de destek verdiği 'Bursa'nın Ekonomi Tarihi' 1960-2014 kitabı 23 Mayıs 2016 günü okurları ile tanıştı.
Bu kitap Bursa'nın ekonomik hayatı üzerine yazılmış olan kitapların üçüncüsü.
Ve şimdilik sonuncusu...


Bir kaç gün önce Ergun Kağıtçıbaşı Beyefendi telefon ederek, yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştıkları son kitaplarının tamamlandığını ve kitabın basın tanıtımının yapılacağını söyleyerek tanıtıma davet etmişti beni. Davete icabet etmezlik olmazdı elbet.
Kitabın tanıtımı Uludağ Üniversitesi Rektörlük B Salonu'nda gerçekleşti.  
Toplantııya Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay, kitabın yazarları Ergun Kağıtçıbaşı, Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu, kitaba editoryal destek veren Doç. Dr. Tülin Vural Aslan, akademisyenler ve basın mensupları katıldı. 
Ergun Kağıtçıbaşı’nın eşi Fügen Kağıtçıbaşı ve kızı Begüm Kağıtçıbaşı da bu özel günde Ergun Bey'i yalnız bırakmamışlardı.
Kâğıtçıbaşı ve Yaşar'ın, Bursa'nın Osmanlı'nın başkenti olmasından 20. Yüzyıl'ın başına kadar olan zaman dilimini kapsayan, "Bursa'nın Ekonomik Tarihi 1326-1900" isimli ilk kitapları BTSO tarafından yayınlanmıştı. İkinci kitapları ise "Bursa'nın Ekonomik Tarihi 1900-1960" adını taşıyordu ve Osmanlı'nın son dönemleri ile Cumhuriyet'in ilk 40 yılını ve o yıllarda Bursa'nın ekonomik ve sosyal hayatını anlatıyordu.

"Bu kitapta dedeniz ile karşılaşabilirsiniz" demiştim ikinci cilt için. Üçüncü cilt başlangıç tarihini bir önceki kitabın son tarihi olan 1960'dan aldığı için yeni nesle bu kitapta babaları ile karşılaşabileceklerini söylüyorum ve "Bu kitapta babanız ile karşılaşabilirsiniz" diyorum.

Toplantı başlamadan önce oturduğum yerde kitabın sayfalarını karıştırırken hep tanıdık isimler, hep tanıdık markalarla karşılaştım. Onları detay detay okumak ve bir yandan da Bursa'nın eski günlerine dalmak, o günleri sanki o zamanlardaymışcasına yaşamak ne kadar da mutlu edecekti beni.
Bu arada, hep eril dil kullandığıma bakıp da Bursa iş dünyasında kadınların olmadığına kani gelmeyin. Kitabı henüz okumadığım için isim olarak kadın iş veren yer aldı mı kitapta bilmiyorum. Lakin Bursa'nın bu yolculuğunda kadın emeğinin had safhada olduğunu hepimiz biliyoruz.

"Bursa buna değer"
Kitabını tanıtmak için söz alan Ergun Kağıtçıbaşı, Bursa ekonomisinin gelişim ve değişimini tespit etmek maksadıyla kronolojik bir prensiple yürütülen kitabın büyük bir özveriyle hazırlandığını anlatıyor. Üç ciltten oluşan bu eser yaklaşık 12 yılı bulan bir çalışmayla yayınlanmıştı. Takriben 700 sayfa tutan bu hacim içerisinde 340 kaynağa müracaat edilmişti. Yani her iki sayfanın yazılışında 1 kaynak okunmuştu. Bu kaynakların sayısının çokluğu yanında zenginliği de önemliydi. 
"Türkiye'de bir şehrin ekonomik, kültürel ve sosyal hayatı üzerine yazılmış 3 ciltlik bir çalışma yok. Bunu ilk kez Bursa’da hayata geçirmemize vesile olduğu için Uludağ Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Yusuf Ulcay’a ve yönetimine teşekkür ederiz" diyor Kağıtçıbaşı ve ekliyor:
"Bursa buna değer"

Osmanlı'nın dibacesi Bursa
Kağıtçıbaşı küçük bir anektod ile devam ediyor:
"1855'de Bursa'da büyük bir deprem ve depremin ardından büyük bir yangın olmuş, Bursa yerle yeksan hale gelmiş. Tanzimat sadrazamlarından Keçecizade Fuat Paşa bu depremi duyduğunda çok üzülmüş ve "Desenize Osmanlı'nın dibacesi harap oldu" demiş. (Dibace: Anayasaların ön sözü) Bu yüzden de yapılan bu çalışmanın Bursa'nın hakkı olduğunu düşünüyorum."


Ticari hayata ilk adımlar
1. ciltteki zamanlara uzanarak Bursa'nın ticari ve ekonomik hayatı Sultan Orhan döneminde başlamıştır diyor Kağıtçıbaşı. Bizans dönemindeki Bursa'nın İpek Yolu Kervanı güzergâhında olduğunu fakat kervanın Bursa'nın yanı başından, Bizans Kalesi'nin dibinden geçip gittiğini ve Üsküdar'da son bulduğunu, Orhan Gazi'nin Bursa'yı zapt eder etmez derhal hanlar inşa ettirerek kervanın Bursa'dan geçmesini sağladığını söylüyor. Böylece İpekyolu'nun odak noktası Bursa olmuş. Hatta Bursa ilk parasını bu kervanlardan kazanır hale gelmiş. Bursa refah içinde yaşamaya başlamış. 15. Yüzyıl'da Bursa "Emporium / Dünya Ticaret Merkezi" halini almış.

İpek böcekçiliğinin başlangıcı
Yavuz Sultan Selim İran seferlerine hazırlık esnasında İran devletini zayıflatmak için Tebriz'den ipek ithaline ambargo koymuş. Bu aynı zamanda Bursa'nın da fakirleşmesine sebep olmuş. Daha sonraları Kanuni Sultan Süleyman tarafından bu yasak kaldırılmış olsa da bu mağduriyet esnasında Bursa dokuma hayatını ayakta tutabilmek için dut ağaçları dikerek koza yetiştiriciliğine başlamış ve Bursa'nın tekstil sanayiine dönüşmesinin vesilesi olmuş. 

Ergun Kağıtçıbaşı Bursa tarihini öyle detaylı ve öyle sindirmiş bir halde anlatıyor ki; buraya hepsini yazmak istiyorum. Lakin yazının gittikçe uzuyor olması bakımından hepsini anlatmam kabil değil...

Ciltlerde tarihimiz yatıyor
1. Ciltte Bursa'nın ekonomik hayatının ilk adımları (1326-1900) anlatılırken, 2. Ciltte Osmanlı'nın son çeyreği (1900-1960) ile Cumhuriyet'in ilk kırk yılı anlatılmakta idi. Baltalimanı Anlaşması, imtiyazlar, zayıflayan Osmanlı, 1. Dünya Savaşı, 1929 buhranı, Milli Mücadele, Bursa'nın 2 sene 2 ay 2 gün işgal altında kalışı ve 2. Dünya Savaşı...
3. Ciltte ise (1960-2014) Cumhuriyet'in sanayi başkentinin başka şehirler değil de niçin Bursa olduğunu araştırdıklarını söylüyor Kağıtçıbaşı. 

"Uzun vadeli programlar yapmalıyız"
Konuşmasının sonunda bugünlere dönerek, yapılacak bir iş için uzun vadede planların yapılması gerektiğine dikkat çekiyor Kağıtçıbaşı: "Nasıl Türkiye yeni bir anayasa üzerinde çalışma yapıyorsa, meselelere böylesine kucak açmış bir üniversite varken, onun gölgesinin düştüğü bir Bursa kongresi de yapılması gerekiyor. Bursa'nın anayasasının yapılması gerekiyor. Bursa stratejik hedeflerini koymak zorundadır. Aksi takdirde gafil avlanmamız çok yakındır. İstanbul, İzmit, Karamürsel ve İzmir arasındaki yay'ın başkentinde oturuyoruz. İstihdamın çok büyük bir bölümü ve üretimin yüzde 80'inin yapıldığı bir kentte oturuyoruz. Dünyanın bugünkü büyüme ve talep sıkıntısı sürmeyecektir. Bursa yeni sanayi atılımlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Şimdiden uzun vadeli planları yapmamız gerekmektedir."
Üniversite hizmete hazır
Bu arada sözü alan U.Ü. Rektörü Yusuf Ulcay Üniversitenin Kent Tarihi Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de böyle çalışmalar için var olduğunu belirterek; “Eserde Bursa’nın ekonomi tarihi açısından ciddi bir inceleme ve araştırma olduğunu gördük. Misyonlarımızdan bir tanesi de üniversitemizin şehrin dinamikleri ile beraber hareket etmektir. Daha önce farklı gruplar ile toplantılar düzenledik. Bunların ikisi de medya ile oldu. Üniversiteyi şehirle birleştirmek gayesindeyiz. Buna katkı koyacak her türlü grup ile görüşmeye ve fikir alışverişinde bulunmaya devam edeceğiz” diyor.
Uludağ Üniversitesi olarak üniversitenin gelecek 25 yılını planladıklarını vurgulayan Ulcay, kendilerinin ardından gelecek yönetimin bu plana uymayabileceğini ama yeni gelenlerin de en az 25 yıllık bir plan yapmaları gerektiğini belirtiyor.

Niçin hiç fotoğraf yok?
Kitapta dikkatimi çeken şey hiç fotoğraf kullanılmamış olmasıydı. Bursa'nın o dönemlerinden birkaç fotoğraf görmek isterdim oysa. Ayak üzeri sordum Ergun Bey'e fotoğraf konusunu, "Kullanmadık Canan evet, daha sonra konuşuruz" dedi.
İhtimal ki fotoğrafı olan kurumlar ile olmayanlar arasında bir adaletsizlik olmasını istememişlerdi.
Kitabını adıma imzaladı yine sevgileriyle. Teşekkürlerimizle vedalaştık.
Ergun Bey 60'lı yılların ekonomik hayatından bahsederken Bursa Gazeteciler Cemiyeti kurucusu ve ilk başkanı olan Musa Ataş'ın kızı Serap Ataş Öztat tarafından muhafaza edilen ve bende de kopyaları bulunan fotoğraf arşivine gitti aklım. Eve gelince arşivden 7 Ağustos 1967 tarihinde temeli atılan POLYLEN Sentetik İplik Fabrikası A.Ş.'ye ait fotoğrafları çıkarttım.


Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in temel atma töreninde bulunduğu Polylen'in hala yaşıyor olup olmadığını sorguladım internette. 2015 yılında TMSF tarafından el konulmuş olduğunu gördüm.
****
Bursa ekonomisi gelişirken pek çok firma doğdu, pek çoğu ya el değiştirdi ya da iflas ederek yok oldu gitti.
Kitap bize hepsini anlatacak.
Bu üç cilt ile atılan temelin üzerine çıkarak 2014'den sonrasını anlatmak ise gelecek nesillere kalacak...

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Üç konser, bir yorum

55'inci Uluslararası Bursa Festivali 16 Mayıs günü, Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi'nde Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası (BBDSO) ve dünyaca ünlü Klazz Brothers Cuba Percussion grubunun bir araya geldiği 'Senfoniküba' konseriyle başladı.

1. Konser
Açılış konserine gidemesem de, aynı konserin 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na özel verildiği geceye katılmaktan geri kalmadım. 
BBDSO üyelerinin 5+1 kişilik Klazz Brothers ile paylaştıkları sahnede ekibin performansından ne kadar keyif aldıkları gözümden kaçmadı.
Tüm orkestra bu kez aynı zamanda izleyiciydi de. Hem de en yakın mesafeden...
Her biri kendi enstrümanında bir virtüöz olan Klazz Brothers ekibinin izleyici ile kurduğu sıcak, samimi ve eğlenceli iletişim konseri daha da lezzetlendirdi. Hele de Zeki Müren'in unutulmaz eseri 'Şimdi Uzaklardasın'ın piyano ile çalınması Bursalılar'ın gönüllerini fethetti.

Konserde son gördüğüm sahne; davul sanatçısı Tim Hahn ile perküsyon çalan Elio Rodriguez Luis ritm konusunda atışırken ve seyirciyi de kendilerine ortak etmiş iken orkestra şefi Orhun Orhon'un piyanoyu teslim alışı, piyanist Bruno Böhmer Camacho'nun sahnede şınav çekmeye başlayışı ve kontrbas Kilian Forster'ın amuda kalkarak ellerinin üzerinde dans edişi oldu.
Orkestra böyle olursa izleyici ne yapmaz? 

Herkes ayaklanır ve herkes olduğu yerde dans etmeye başlar elbet. 
Hatta bazıları kendisini sahnede bulup tüm orkestra üyeleriyle birlikte delirmeye devam eder...

2. Konser
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na özel düzenlenen konserlerden bir diğeri de 20 Mayıs tarihinde Cihan Okan ve Dilek Türkan'ın konuk solist olarak yer aldığı BBŞB Uluslararası Gençlik Senfoni Orkestrası konseriydi. Bu konser de yine Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi'nde verildi.

Konsere Estonya, Letonya ve Almanya'dan gelerek katılım sağlayan müzik okullarının yanı sıra, Bursa'dan, İstanbul'dan ve Balıkesir'den de katılımcılar vardı. Türkan ve Okan'a eşlik eden Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi Korosu'nun şefliği Levent Sezgin'e ait idi.
Orkestraya Türkiye'den Çağrı Şen, Letonya'dan Andris Gailis ve Estonya'dan Riivo Jogi şeflik etti.
Orkestra düzenlemelerini Oğuzhan Balcı'nın yaptığı konserde icra edilen eserler Türk bestecilerinden seçilmişti.
Dilek Türkan eski taş plaklardan yükselen nağmeleri anımsatan sesi ve söyleyişiyle, Cihan Okan da güçlü sesi ve güçlü yorumu ile dönüşümlü olarak seslendirdiler şarkılarını.
Türkan, kelebek kadar nahif ama bir o kadar da kendinden emin duruşuyla şarkılarını söylerken sahne dışındaki hayatına gitti gözlerim. Bu genç hanım sair zamanlarda da hep sanat müziği mi dinlerdi? 
Konser sonunda uzun süren bir hediyeleşme ve Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi Müdürü Seyfettin Yıldırım'ın 'eğlenceli' tercümesi ile uzun süren bir teşekkürleşmenin ardından hep birlikte son bir şarkı söylendi. 
"Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur..." 

3. Konser
12 Mayıs günü Ördekli Kültür Merkezi'nde izlediğim farklı bir konsere gidelim bu kez de.
"Sazlı Cazlı Karadeniz 2016" isimli ve "Müzik ruhun gıdasıysa, caz mükellef bir Karadeniz kahvaltısıdır." cümlesiyle çizilen yol haritasının ilk durağında Bursa'da idi ekip.
Solistliğini ve bağlama ile tambur sanatçılığını Yahya Geylan'ın yaptığı ekipte trompet Taylor Barnett'a, saksafon Stewart James Todd'a, gitar ve düzenlemeler Onur Puza'ya, kontrbas Ayça Kartari'ye, davul ise Emre Kartari'ye emanetti. 
Hepsinin müzik insanı olduğunu düşünmüştüm kendilerini dinlerken. Elimdeki risaleden öz geçmişlerini okuyunca bu düşüncem daha bir perçinlendi.
Turneye "Sazlı Cazlı Karadeniz 2016" isminin verilişi, turnenin Zonguldak, Bartın, Karabük ve Kastamonu ile devam edeceğinden dolayı olmalıydı. Yoksa repertuvar Karadeniz şarkılarından oluşmuş değildi.
Dinleti boyu Yahya Geylan'ın sakin yorumu ve seçilen dingin şarkılar ile ruhumuz dinlendi...

ELEŞTİRİ-YORUM 
Üç konseri ardı ardına anlatmamın bir sebebi var aslında.
Bilirsiniz; konserlerin bitiminde günün anlam ve önemine değinilir, sanatçılara teşekkürler edilir ve kendilerine plaketler ile çeşitli hediyeler takdim edilir. Bu vazife de genellikle etkinliğe destek veren kurumun sorumlusuna verilir.
Büyükşehir'in etkinliklerinde bunu ifa eden kişi genellikle Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Muhsin Özlükurt oluyor.
En son şahit olduğum Sazlı Cazlı Karadeniz 2016'da ve 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı Özel Konseri'nde yine kendisi idi bu görevin sahibi.
İki konserin sonunda da sahneye geldiğinde sahnedeki sohbeti ve şarkı istekleri ile sanatçıları epey bir zor durumda bıraktığını fark etmedi. Doğallık ile adeta bir bıçağın sırtında barınan "rahatlık" olgusunun rahatlık tarafından ettiği kelamlarla kendi muhabbetini kendisi sabote etti.
Bir gece önce izlediğim Klazz Brothers'ın üyelerinin İngilizce yaptığı espriler, Muhsin Bey'in Türkçe yaptığı esprilerden daha iyi anlaşılmıştı.
Yine Klazz Brothers'ın akrobatik dansları, Muhsin Bey'in sahnede Cihan Okan ve Dilek Türkan ile birlikte söylediği şarkıdan daha çok alkışlanmıştı.
Klazz Brothers izleyiciyi eğlendirmişti, Muhsin Bey ise o gece sadece kendisi eğlendi.
Hadi "Eğlenmek herkesin hakkı" diyerek bu mukayeseleri bir kenara bırakalım ve gecenin başka bir tarafına bakalım.

Tüm yabancı konuklar konser sonunda yaptıkları konuşmalarda niçin burada olduklarını belirtip, bayramımızın adını 'tam haliyle', "
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" olarak ve hem İngilizce hem de Türkçe söyleyerek Atatürk'ün büyüklüğü karşısında duydukları saygıyı dile getirdiler.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Vekilimiz Muhsin Özlükurt ise Bursa'da önemli bir mertebede bulunan bir Türk vatandaşı olarak ne yazık ki bayramımızın adının tam halini söyleyemedi ve "19 Mayıs 1919 Bayramı" dedi geçti. Eksiği konuşmasının devamında telafi eder diye bekledik, etmedi.
Atatürk'ün adını ağzına almaktan adeta imtina etti. 
Tüm salon ahalisi bayramın adını kendisinden tam olarak beklerken, bilerek ya da bilmeyerek yapılan bu gafı o anda sineye çekti. 
Konserin bitiminin ardından eksik kalan Atatürk vurgusu ise Aytaç Toker'in girişimi ile izleyiciler tarafından biraz sert bir biçimde yerine getirildi. 

Özlükurt "19 Mayıs 1919 Bayramı" dediği anda ayağa kalkıp düzeltmeliydi oysa bu eksik söylem. 
Ki vazifeyi üstlenen üstlendiği vazifenin sorumluluğunu layıkıyla yerine getirsin.
Ki böyle bir eksiklik bir kez daha tekerrür etmesin. 
Ki herkes var olmanın ve devamlılığın kendi değerlerine sahip çıkmakla mümkün olacağının bilincine ersin.
YOK SAYMAK ile YOK OLMUYOR tarih.
Artık bu durumlarla karşılaşan herkes bu tavırlara bir DUR desin.

Kendi adıma söz veriyorum ki, 
Bir kez daha aynı durumla karşılaştığım anda kat'iyetle susmayacağım. Sonradan konuşarak ya da yazarak değil, tam da o anda bu yanlışın düzeltilmesini isteyeceğim.
Ve;
Hiçbir siyasî söylemin böylesine güzel etkinlikleri gölgelemesine izin vermeyeceğim... 

****
Bursa Büyükşehir Belediyesi Uluslararası Gençlik Senfoni Orkestrası
Proje hakkında genel bilgi:
Bursa Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi, Almanya Rathenow Müzik Okulu, Almanya Meckenbeuren Müzik Okulu, Estonya Tallin Müzik Okulu, Letonya Riga Müzik Okulu ve Uluslararası Gençlik Senfoni Orkestrası Projesi’dir. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin girişimi ve aracılığı ile Bursa Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi ve Almanya’nın Rathenow kentindeki müzik okulu 2004 yılından bu yana kardeş okuldur ve kültürel ve sanatsal çeşitli birçok ortak etkinlikler düzenlemişlerdir.
Sonraki yıllarda yine Almanya’nın farklı bir bölgesindeki Meckenbeuren Müzik Okulu ile Estonya-Tallin ve Letonya-Riga müzik okullarının da katılımıyla bu etkinliklerin kapsamı genişletilmiştir. 2009 yılı Kasım ayında Almanya’nın Rathenow ve Meckenbeuren şehirlerindeki Müzik Okulları, Estonya-Tallin Müzik Okulu, Letonya-Riga Müzik Okulu ve Bursa Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi olmak üzere 5 müzik okulunun öğrencilerinin katılımıyla 100 kişilik orkestra ve 100 kişilik koro ile birlikte Almanya’nın Meckenbeuren kentinde, görkemli 2 konser gerçekleştirilmiştir. Toplam 9 gün süren faaliyetler sonunda konserlerden elde edilen gelir, sosyal sorumluluk projesi kapsamında kimsesiz ve yardıma muhtaç kişilere bağışlanmıştır. 2011 yılında Bursa’nın ev sahipliğinde ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Merinos AKKM’de 100 kişilik orkestra ve 100 kişilik koro katılımı ile büyük bir konser gerçekleştirilmiştir. Konserde, uluslararası müziklerin yanında, ülkemiz müzik kültüründen örnekler de sergilenmiştir. Bu etkinlikler süresince, öğrenciler ve öğretmenler için akademik ve kültürel anlamda çok önemli paylaşımlar yapılmıştır. Ev sahiplerinin, konuklarını evlerinde ağırlayarak gerçekleştirilen bu kültürel projelerde, ziyaret edilen şehir ve çevresi ile ilgili bilgilendirme gezileri yapılmakta, tarihi ve turistik yerler tanıtılmaktadır. 7-8 günlük provalardan sonra kardeş okullar, birlikte 2-3 ortak konser verirler. Konserler ise bölge halkı tarafından ilgiyle karşılanmakta ve takdir toplamaktadır. Son olarak, 2013 Eylül ayında yine aynı okulların katılımıyla, Almanya’nın Rathenow kenti ve civarında 2 büyük konser gerçekleştirilmiş ve faaliyetler 8 gün sürmüştür. 2015 yılı Haziran ayında, Letonya ve Estonya’nın ortaklaşa ev sahipliğinde, aynı okulların katılımıyla Riga ve Tallinn’de 2 konser gerçekleştirilmiştir.
Kaynak: Büyükşehir Belediyesi Basın Bürosu