27 Temmuz 2021 Salı

İşimiz Zor!

* A Milli Kadın Voleybol Takımımız 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'ndaki ilk maçında olimpiyatların güçlü takımı ve son olimpiyat şampiyonu Çin'i 3-0 yenerek tarihi bir galibiyetle başlangıç yaptı.
* A Milli Kadın Voleybol Takımı'nın başarısının ardından bir sosyal medya paylaşımında bulunan İhsan Şenocak, “İslamın kızı! Sen oyun alanlarının değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin sultanısın. Sen “burnunu göstermekten utanan” anaların evladısın. Ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına “sultan” demesine aldanmayasın! Umudumuz da, duamız da sensin” ifadelerini kullandı.
* A Milli Kadın Voleybol Takımımız Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları'nda ilk mağlubiyeti aldı: Türkiye 1 - İtalya 3
* 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nın dördüncü gününde yelken branşında Alican Kaynar erkekler finn sınıfında ilk gün yarışlarını zirvede tamamladı.
* 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nın 4. gününde milli yüzücü Defne Taçyıldız, 200 metre kelebekte yarı finale yükseldi.
* 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda Milli okçumuz Yasemin Ecem Anagöz, Kanadalı Stephanie Barret'i yenerek son 16 turuna kaldı. 
* Kadınlar boksunda tarihimizdeki ilk olimpiyat galibiyetini Busenaz Sürmeneli aldı. Polonyalı rakibi Karolina Koszewska'yı 5-0 yenen milli boksörümüz çeyrek finale adını yazdırdı.
* 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda 57 kiloda mücadele eden milli tekvandocu Hatice Kübra İlgün bronz madalya kazandı.
* 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda 68 kiloda mücadele eden milli tekvandocu Hakan Reçber, Bosna Hersekli Nedzad Husic'i yenerek bronz madalya kazandı.
* Gaziantep'te, hurda deposunda henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Zaman zaman patlama seslerinin duyulduğu ve çevredeki evleri tehdit eden yangına ekiplerin müdahalesi sürüyor.
* Almanya'da kimya tesislerinin bulunduğu sanayi bölgesinde patlama: 1 ölü, 4 kayıp.
* Konya’nın Akören ilçesindeki Ahmediye Mahallesi’nde sulama ve taşkın önleme amacıyla 1960 yılında yaptırılan May Barajı’ndaki sular, bu yıl Konya Ovasını etkisi altına alan meteorolojik kuraklık nedeniyle çekildi. Sudaki oksijen miktarının azalmasıyla da barajdaki binlerce sazan türü balık öldü. Ölü balıklar, barajın kıyılarındaki suda tabaka oluşturdu.
* Yeraltı sularının kontrolsüz kaçak kullanımı ve su kanallarının bentler ile kesilmesi sonucu flamingo cenneti olarak bilinen Tuz Gölü, adeta flamingo mezarlığına dönüştü.
* Malatya Akçadağ'daki bir tavuk çiftliğinde ani elektrik kesintisi nedeniyle havalandırma sistemi durdu, sıcaklık nedeniyle 35 bin tavuk öldü.
* Ankara'da 74 yaşındaki kanser hastası Hamiyet Yıldırım'ı kravatla boğarak öldüren Mehmet Yıldırım, karısını öldürdükten sonra başına silah dayayarak intihar etti. 70 yaşındaki adam eşi ile yan yana defnedildi.
* Beyoğlu'nda iki grup arasında çıkan silahlı kavgada 3 kişi öldü, bir kişi yaralandı.
* Türkiye-İran sınırından yasa dışı bir şekilde geçerek Türkiye'ye giriş yapan Afgan göçmenlerin durumu, son haftalarda kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılıyor.
* Alanya'da ‘Allah’u Ekber’ diyerek denize giren Suriyeliler sosyal medyada gündem oldu.
* Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye mülteci olarak gelen göçmenlerin su faturası ve katı atık vergisi ücretlerine 10 kat zam yapacağını söyledi. Sığınmacılarla ilgili aldığı kararların arkasında olduğunu tekrar söyleyen Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, kendisini eleştirenlere “Birer tane göçmeni evinize alıp baksanıza” dedi.
* Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Afgan göçmenlerin Avusturya, Almanya ve İsveç gibi ülkeler yerine Türkiye'ye gitmesi gerektiğini söyledi. Almanya'nın en çok okunan gazetelerinden biri olan Bild'e konuşan Kurz, "Afganlar suç oranlarını artırıyorlar ve homofobikler. Bunları ülkemize ithal etmek istemiyoruz. Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa, herkesin Avusturya, Almanya ya da İsveç'e gelmesindense, Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan'ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru yer olarak görüyorum." dedi.
* AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın partisine hitaben yaptığı bayramlaşma konuşmasının bazı bölümlerinde oldukça zorlandı. Bir ara içi geçti ve anlık uyukladı.
* İBB Teftiş Kurulu, AK Parti döneminde AK Partili milletvekili Ravza Kavakçı'nın ABD’de doktora yapması için İBB şirketi Metro İstanbul A.Ş.'den 155 bin dolar (1.3 milyon lira) ve 59 bin lira ödeme yapıldığını tespit etti.
* Kurban Bayramı tatilinin süresince yurdun farklı noktalarında meydana gelen trafik kazalarında 46 kişi hayatını kaybetti, 341 kişi yaralandı.
Fransa'da yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) aşısının bazı mesleklere zorunlu hale getirilmesine ve Kovid-19 sağlık kartı uygulamasına karşı çıkan binlerce kişi protesto için meydanları doldurdu. Başta başkent Paris olmak üzere ülkenin 174 noktasında düzenlenen protestolara, resmi makamlara göre en az 164 bin kişi katıldı.
* TURYİD Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Demirer, 1 Eylül'den itibaren restoran, kafe, spor salonu, sinema, konser ve düğün salonu gibi yerlerde bulunacaklara 2 doz aşı zorunluluğu getirilmesi çağrısında bulundu.
* Uzmanlar, Koronavirüs'le mücadelede son dönemde Türkiye’de de görülen delta varyantına karşı başarı için çift doz aşılamanın şart olduğunu belirtti. Uzmanlar, 4. dalganın “Aşısızların Pandemisi” olacağı görüşünde.
* 26 Temmuz 2021 tarihli korona tablosuna göre, Türkiye'de son 24 saatte 224 bin 198 Kovid-19 testi yapıldı, 16 bin 809 kişinin testi pozitif çıktı, 63 kişi hayatını kaybetti.
* Rize ve Artvin'deki sel felaketinde, Rize'de, 47 bina yıkıldı, 100'e yakın konut ağır hasar aldı, 125 bina boşaltıldı, 40'a yakın işyeri ve 100'e yakın da araç zarar gördü.
* Sel felaketi sonrası Rize'ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşma yaptığı otobüsün üzerinden vatandaşlara çay dağıttı/fırlattı.
Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansının yeni filmi “İstanbul”, içerdiği görüntüler ile sosyal medyada "şaşkınlık" yarattı. 

Bozuk Denge
Yazıma böyle bir "seçki" ile başlamak istedim bugün.
Son birkaç gün içindeki olaylardan derlediğim başlıklar ile nasıl bir karmaşa içinde yaşadığımızı, dengelerin nasıl alt üst olduğunu gözler önüne sermek istedim.
Tam sevineceğiz kursağımızda kalıyor, tam güleceğiz bir el ağzımızı kapatıyor, tam alkışlayacağız bir el ellerimizi bastırıyor.
Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil'in "Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe" dediği gibiyiz.
Lakin yapraklarımız her geçen gün daha fazla dökülürken, dört bir yanı saran ayrık otu yüzünden, bahar kokulu bahçelerimiz kuruyor, çiçeklerimiz açmaz oluyor, açanlar da dalında soluyor.
Bahçemiz tarumar.
Gelen eşiyor, giden eşiyor.
Anlaşılan o ki, karanlık ellerin değmediği bir karış toprak kalmayacak memlekette.

Ateşte Yanan Gül
Sadece ülkemiz değil, dünya da bu gidişattan nasibini alıyor.
Dünyanın ucunda açan bir gülün kokusu nasıl ki efil efil esen bir yel ile burnumuza geliyorsa, yanan ateşin harı da öyle alev alev geliyor.
Gözle görünmez bir virüs Çin'den çıkıp ışık hızıyla tüm dünyaya yayılabiliyor.
Uzak bir ülkedeki savaştan kaçan çaresiz insanlar, gelip senin yıllarca emek vererek kurduğun düzenin içine yılan misali çörekleniveriyor. 
Gelenler geldikleriyle kalmıyor, bir yandan çöreklendikleri yerden zehir saçıyor, bir yandan da kaçarak geldikleri sistemi ya sıkarak boğmaya çalışıyor ya da yutarak sindirmeye.
Kendine benzetmek istiyorduysa niye benzerleriyle kalmadı da kaçtı ya da niye kaçtığı yere uyum sağlamadı diye sorgulamaktan yoruluyor insan.
Savaştan kaçamayanlara mı üzülsün, kaçanlara mı üzülsün, yoksa kendi haline mi üzülsün bilemiyor.
Aklı ile vicdanı arasında çarpışırken, acıdıkları tarafından acınacak duruma düşürülüyor.
Kendi menfaatleri için kendinden zayıf ülkeleri oyun bahçesine çevirenler, kendilerinden uzak ülkeleri birbirine düşürenler, ateşe attıkları ülkelerden kaçanlar sebebiyle birbiri içine giren milletler ve bunların sonucunda yükselen milliyetçilik bana Birinci Dünya Savaşı öncesi zamanları hatırlatıyor.
Tüm savaşları bitirecek bir savaş olarak başlayıp siperlere sıkışan, sonrasında da İkinci Dünya Savaşı'nı doğuran o korkunç savaş gibi bir savaş daha yaşanır mı bilmem.

Malum;
Kimse ekmeğini bölüşmek istemiyor.
Kimse soyunu karıştırmak istemiyor.
Kimse yerinden edilmek istemiyor.
Kimse toprağından sürülmek istemiyor.
Ve maalesef ki kimse elindeki ile yetinmiyor.
Hep daha fazlasını, hep daha fazlasını ararken bu kez de elindekinden oluyor...

Sonuna kadar aydınlık, medeniyet, hak, hukuk, adalet, iyilik, hoşgörü ve sevgi eşliğinde direnmeye devam diyerek bitirelim yazımızı.
Bu zor zamanları enseyi karartmadan, hayale kapılmadan, gerçeklerden kaçmadan, akıl ve mantıktan uzaklaşmadan, tedbiri elden bırakmadan ve kışkırtmalara kanmadan atlatırız ancak.
İşimiz zor.
O zaman,
Hepimize kolay gelsin...

27 Temmuz 2021 / C.E.Y.

14 Temmuz 2021 Çarşamba

"Herkes Zorba Olabilir"

Netflix'te gösterime giren "How to Become a Tyrant / Nasıl Tiran Olunur?" mini dizisi, "The Dictator's Handbook / Diktatörün El Kitabı" kitabına dayanıyor. Dizide zorbalığa, yani tiranlığa giden yol, gerçek görüntüler ve animasyonlar harmanlanarak anlatılıyor. Yaklaşık yarımşar saatlik bölümlerde, bir liderin nasıl doğduğu, nasıl diktatöre dönüştüğü ve kendi sonunu nasıl hazırladığı gözlerimizin önüne seriliyor.
Diktatörün El Kitabı'nın genel başlıkları belli.
"Gücü ele geçir", "Rakiplerini Bastır", "Korku Rejimi Kur", "Gerçekleri Manipüle Et", "Yeni Bir Toplum Oluştur", "Sonsuza Kadar Hüküm Sür".
Kitaptaki taktikleri harfiyen uygulayan Adolf HitlerSaddam Hüseyinİdi AminJosef StalinMuammer Kaddafi ve Kim İl Sung'un hikâyeye nasıl başladıklarını ve nasıl birer tirana dönüştüklerini izliyoruz dizide. 
Genel başlıkları uygulayarak gücü ele geçiren bu isimlerden sadece ama sadece birisi hâlâ daha gücü elinde tutuyor. O da "Sonsuza Kadar Hüküm Sür" diyen Kim İl Sung.
1994 yılında ölen Kim İl Sung'un ardından önce oğlu Kim Jong-il, Kim Jong-İl'in 2011 yılında ölümünden bu yana da torunu Kim Jong Un Kuzey Kore'yi yönetiyor.
1971'den 1979'a kadar ülkesi Uganda'yı kasıp kavuran ve 1978'de başlayan gerilla saldırıları sonucunda 1979 yılında Suudi Arabistan'a kaçarak ömrünü orada tamamlayan İdi Amin dışında, diğerlerinin sonu ya intihar ya da idam oluyor.

Yakın tarihteki diğer tek adamlara bakarsak;
Uyuşturucu kaçakçılığı, haraç toplama ve kara para aklama suçlarından yargılanıp mahkum olan Panama Devrik Başkanı Manuel Noriega, İspanya'yı otuz altı yıl boyu katı bir şekilde merkezden yöneten Francisco Franco, İtalya'yı bir polis devleti haline getiren Benito Mussolini, Portekiz Cumhuriyeti'nin "de facto" yöneticisi António de Oliveira Salazar, 1965-1989 arasında Romanya Devlet Başkanlığı yapan Nikolay Çavuşesku, taraftarlarına göre büyük bir devrimci ve önder olan Mao Zedong, kurduğu otoriter rejim, yolsuzluklar ve baskı uygulamaları nedeniyle büyük tepki uyandıran Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos, 1973 yılından 1990 yılına kadar Şili'yi dikta rejimi ile yöneten general Augusto Pinochet, ABD'nin Küba'yı içki, kumar ve fuhuş merkezi yapmasına göz yuman, 1958 sonbaharında Fidel Castro öncülüğündeki devrimci güçlerin başlattığı saldırıya yenik düşerek devrilen Fulgencio Batista ilk aklımıza gelenler oluyor.
Saydığım isimlerden bazıları Birinci Dünya Savaşı'nda krallıkların birbiri ardına devrilişinin ardından birer ulus devletine dönüşen ülke halklarının henüz kendi kendilerini idare etmeyi öğrenemedikleri zamanların liderleri. 
Lakin geçiş evresinin "alkışlarla başa gelen" bu kahramanları, zaman içinde devirdikleri krallara benzemiş, elde edip tadını aldıkları gücü kaybetmemek adına (devirdikleri krallar gibi) gittikçe daha zalim olmuşlardı. 
Satın aldıkları sadakatin bedelini ödemekten kaçınıp, artık paylaşmak istemedikleri an, ömürlerinin kısalmaya başladığı andı.
Bu "tek adam"lardan bazıları ya kaçtı canını kurtardı, ya idam edildi, ya kurdukları baskıcı rejim içinde ömrünü tamamladı.
(Mussolini, İdi Amin, Franco ve Noriega'nın anlatıldığı belgesel kanalına buradan ulaşabilirsiniz.)
Onlar, mutlak düzen ve mutlak itaat ile yol almayı seçmişlerdi. Halk için başa gelip kendileri için çalışmaya evrilmişlerdi.
Belki ütopyayı arıyorlardı. 
Lakin yolları distopyaya çıktı.
Ve hiçbirisi kendisinden öncekinin akıbetinden ders almadı. 

Sen de mi Sezar?
M.Ö. Ekim 49 - M.Ö. 15 Mart 44 arasında hüküm süren, Roma Cumhuriyeti'nin Roma İmparatorluğu'na dönüşmesinde kritik bir rol oynayan, Senato tarafından "ömür boyu diktatör" anlamına gelen "Dictator Perpetuus" olarak adlandırılan, sonra da Senato'nun ortasında sırtından hançerlenen Jül Sezar ise Milat öncesine tarihlenir. 
Suikastın ardından başlayan iç savaş, Sezar'ın vârisi Gaius Octavianus'un Roma dünyası üzerinde baskın bir otokratik güç haline gelmesine yol açar. Sezar suikastten iki yıl sonra, M.Ö. 42 yılında Senato tarafından resmen kutsanarak Roma tanrılarından biri ilan edilir.

Böyledir bu işler...
Böyledir bu işler, bir bakmışsınız alkışlanıyorsunuz, bir bakmışsınız alkışlanan eller tarafından boğazlanıyorsunuz.
Bir bakmışsınız adınız dört bir yana yazılıyor, bir bakmışsınız adınız dört bir yandan kazınıyor.
Devir değişir, toplum değişir, anlayış değişir, politikalar değişir; eğer bir lider değişime direnirse yolun dışına itiliverir.

Çivi Gibi!
Dükkan sahibi arkadaşına, "Bir çırak aldım, çivi gibi" der.
"Aa, ne güzel" der arkadaşı.
"Öyle ama," der dükkan sahibi, "kafasına vurmadan çalışmıyor!" 

Uygun Adım Marş!
Gelişmesine izin verilmeyen, düşünmeyi öğrenmesi yasaklanan halklar da kafasına vurmadan çalışmayan çırağa benzer.
Oysaki düşünen, öğrenen, gelişen bir çırak, deyim anlamıyla "çivi" gibidir. Kendisini de, ülkesini de, insanlığı da adım adım ileriye taşır.
Tabii ki bazı patronlar böyle bir "çivi"dense, kafasına vurularak çalışan "çivi"yi tercih ederler. Olur da beni geçerse, olur da dükkanımı elimden alırsa, olur da beni "çırak" çıkarırsa derler.
Ben olduğum yerde sayayım, o da benden geride saysın derler.
Ama "değişim" yerinde saymaz.
Uygun adım marş gelir ve ezer geçer...

"Herkes zorba olabilir!"
Okuduklarınıza, izlediklerinize bakıp da diktatörleri kınamayın. Onları yaratan şartlar ve insanlardı.
"Nasıl Tiran Olunur?" dizisinin bir yerinde anlatıcı Peter Dinklage, "Herkes zorba olabilir!" der.
"Yok canım!" demeyin. 
Zamanlar geçer, şartlar öyle bir hâl alır ki, bir bakarsınız kınadığınız zorbadan daha zorba  olmuşsunuz.
Hani Viva Zapata'daki gibi, hani Kuyruktakiler'deki gibi, hani tarihte yer alan pek çok diktatör gibi.
Onlar da hikâyenin başında, sonundaki kişi değildiler.

Güç ile imtihan
Güç ile imtihan; gücünü kendi özünden alanların geçtiği, sahip olduğu dünyevi metalar ile kendini üstün kişi zanneden kibirlilerin kaldığı bir imtihandır.
Geçenlerin cenneti, geçemeyenlerin cehennemi yaşadığı Sırat Köprüsü'dür.
Bir de açlık ile imtihan vardır ki, orada en derinlerdeki hayvan ortaya çıkar ve hayatta kalmak için her şeyi "yer". 
O artık ne zorbadır, ne diktatör, ne de kahraman.
O sadece "aç"tır...
Karnı aç olan midesi aldığı kadarını yiyince doyar da, gözü aç olan dünyayı yese doymaz.
Bu zulüm, bu kıtlık, bu vahşet, bu adaletsizlik, bu zorbalık, bu diktatorya işte hep o açgözlülükten...
Bir rivayete göre, esir düştüğü PartlarMarcus Crassuss'un boğazından erimiş altın akıtırlar belki artık doyar diye.
Biz de "Gözünü toprak doyursun!" deriz. Aç gözlü bir insanın açlığı ancak öldükten sonra sona erer, biliriz.

Gözünü Toprak Doyursun
Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu. Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, "Oltana, ben buradayken ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim" dedi.
Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar, "Ne yapalım, şansın bu kadar" diyerek balıkçıyı alıp sarayına götürdü. Adamlarına kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti. Kemiği terazinin kefesine koydular; öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları istiflediler ama kemik yerinden oynamıyordu. Görünüşte kemik dört beş altını zor tartardı fakat tahminlerin on misli üzerindeki altın dahi kemiği yerinden oynatmaya yetmemişti. Bunda bir sır olduğunu anladılar.
Bir bilge adam çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular. Adam kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra açıkladı: 
- Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü doymaz. Ama bir avuç toprak bunu doyurur.
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.
****
İnsanlar kendilerini bu kadar yormasalar, Zorba'yı yazan Nikos Kazancakis'in mezar taşındaki "Hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm!" dediği gibi korkularından ve hırslarından arınıp kendilerini özgürleştirebilseler keşke.
Kendi yarattıkları hapishanelerde korkular içinde yaşamasalar.
Hayat kaçıyor, yazık...
 Zorba filminde Anthony Quinn

14 Temmuz 2021 / C.E.Y.

3 Temmuz 2021 Cumartesi

Eski Günler Ne Zaman Gelecek Anne?

Sıradan vatandaşlar olarak hepimiz; gayya kuyusuna gönüllü düşmüş, sonra da başına sardığı dertten kurtulmak ve düştüğü kuyudan çıkabilmek için birbirinin üzerine basan, üste tırmananın paçasına yapışarak onları  kuyuya geri atan, "altta kalanlarla üste çıkanların kavgasını" izliyoruz.
Zaman zaman dikkatleri kavgadan çekip bazılarının kuyudan çıkabilmesine fırsat yaratmaya çalışılsa da, ne içeridekiler ne de dışarıdakiler kavgadan gözerini alamıyor.
Kuyunun etrafına  saran insanlar, kuyunun içinden zaman zaman "bir tripod+bir kamera" ile yapılan yayına kitlenmiş, gelişmeleri pür dikkat izliyor.
Görevi kuyudan gelen sese kulak vererek gereğini yapmak olanlar ne yapıyor derseniz; onlar üç, hatta dört maymunu oynamaya devam ediyor.
Bugünlere de hep o Dördüncü Maymun yüzünden geldik zaten ya neyse...

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi kısacası.
Gidişatın vahametine dikkat çekenlerin, uyaranların, yapmayın etmeyin diyenlerin tü kaka edildiği, iyi ve güzel her şeyin ezilip geçildiği, aç ruhların bir türlü doyurulamadığı bir dünyada kimse ama kimse huzur içinde yaşayamazdı.
Ve gün geldi, onların paçaları da kendi yaktıkları ateşten nasibini aldı.
Bir anda tutuştu...

Sen Seni Bil Sen Seni
Parçası tutuşanlara ve paça tutuşturanlara şöyle bir baktık da; parayı yasa dışı yollardan bulan bir insanın, sırtına İtalyan takım elbise geçirip koluna Fransız çanta takınca, Alman arabasına binip Amerika'ya özel jetiyle uçunca bir anda namusludan namuslu, elitten elit biri olup kendi gerçekliğini unutuverdiğini gördük.
Lakin bizim yeni "namuslu", dış satıh süslemeleri ile içinden çıktığı gayya kuyusunun izlerini ne kadar silmeye çalışsa da, o izler hem her taraftan sırıtıyor, hem de gayya kuyusunda debelenenler tarafından sürekli gündemde tutuluyor.
Ayaklarının altının ve ellerinin karasını hiçbir şey çıkartamıyor. O kendini temize çekmeye çalıştıkça elinin ayağının değdiği her yerde silinmez izler kalıyor.
Ne yapsa ne etse olmuyor. 
Çünkü o namussuzluk yapmaktan vazgeçmeyerek ama namuslu gibi görünerek yaşamak istiyor.
Çünkü kendini bilmiyor...

Gayya Kuyusu
Sözlük anlamıyla "derinlere kök salmış, içinden çıkılamayacak denli karışık, umutsuz, çapraşık iş, durum ya da karmakarışık işlerin döndüğü yer." olan Gayya Kuyusu, bunca yılda geldiğimiz noktayı tanımlamak için en uygun tamlama.  
Tarihimizde bu kadar büyük fırıldaklık, bu kadar çok adam kayırmacılık, bu kadar ağır liyakatsizlik, bu kadar büyük ithamlar, bu kadar büyük yalanlar, kutsal kavramların bu kadar ayak altına alındığı dönemler olmuş mudur bilmem.
Öyle oldu ki, devletin malı deniz yemeyen keriz sözünden, milletin malı deniz yemeyen keriz sözüne geldik.
İnsanlar inim inim inlerken, o insanları inletenler tokluktan gek gek geğiriyor, şampanya partisi senin, pudra şekeri partisi benim geziyorlar.
Millet intiharlarla, boşanmalarla, şiddetle, açlıkla boğuşuyor, onlar keyiflerine bakıyorlar.

Sedat Peker ile İfşaatın İçinden
Haberleri takibe yetişemez olduk.
Her gün bir başka ifşa ile her gün bir başka deprem yaşıyoruz.
Sarsıntıların şiddeti o kadar ağır ve deprem yüzeye o kadar yakın ki, artık saklanacak tarafı kalmadı.
Görmezden gelerek ya da başka bir konuya dikkat çekilerek ifşaları sündürme ve unutturma yoluna gitseler de, "Sedat Peker ile İfşaatın İçinden" programlarının yolu hasretle gözleniyor.
Peker kâh Tweet'leri  ile bombalıyor, kâh çektiği videolar ile.
Zamanında Barış Akademisyenleri için "Oluk oluk kan akıtacağız" diyen ve o gün bu sözleriyle yargılandığı davadan beraat eden (ya da ettirilen) adam, "Çünkü o zaman korku iklimi oluşturmak lazımdı" diyerek ülkeyi nasıl karanlık bir tünele soktuklarını itiraf ediyor.

Medya Mafya Yan Yana
Sedat Peker'in ifşalarına bakarsak, Peker bir kısım medya ile epey içli dışlı olmuş. Biz yakınlarımızın cemiyetlerine bir çeyrek götüremezken Sedat Peker, Süleyman Özışık'ın kızına 80 bin lira değerinde olduğu söylenen takı göndermiş. Üstelik (her şeyi kayda aldırdığı gibi) takı takdimini videoya aldırmış. Video kaydında görüyoruz ki, Süleyman Bey  kameraya dönüp Peker'e methiyeler eşliğinde teşekkürlerini sunarken, kızına ve damadına da kameraya el sallamalarını söylüyor.
Sedat Peker'in Hadi Özışık ile yaptığı görüntülü konuşma esnasında Hadi Bey'in rahatlığı aradaki ilişkinin boyutunu gösteriyor.
Lakin, Hadi Bey ya da pek çok isim farkında değil ama Sedat Peker her şeyi ama her şeyi kayda alarak, elini ileride kendisine yapılacak bir "yamuk"a karşı güçlendiriyor.
Çünkü adam satmacanın ne olduğunu, bir gün kendisinin de satışa geleceğini çok iyi biliyor.

Getir Sektörü-Götür Sektörü
Son yıllarda yaygınlaşan Getir sektöründen çok önce yaygınlaşmış bir Götür sektörü varmış ve daha düne kadar orda burda getir-götür işleri yapan adamlar büyük götürücü olmuşlar da haberimiz yokmuş.
Sezgin Baran Korkmaz meselesi ayrı hikâye, Paramount Oteli meselesi ayrı hikâye, Yalıkavak Marina ve Mehmet Ağar meselesi ayrı hikâye, Veyis Ateş meselesi ayrı hikâye,  OYAK-TOTAL satışı ve Yıldırım Demirören meselesi ayrı hikâye, Binali Yıldırım'ın oğlu Erkam Yıldırım'ın Venezuela'ya "Covid malzemesi dağıtmak için gidişi" ayrı hikâye, kripto para borsası Thodex'in kurucusu Fatih Faruk Özer'in "kriptoladığı" paralar ile Arnavutluk'a kaçma meselesi ayrı hikâye, Tosuncuk'un önüne konan metni okuya(maya)rak teslim olacağını açıklaması ve teslim olması ayrı hikâye, Deniz Baykal- Korkmaz Karaca meselesi ayrı hikâye, mafya lideri denen Sedat Peker'in entelektüel boyutu ile Yeliz lakaplı milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı'nın entelektüel boyutu arasındaki uçurum ayrı hikâye.
Kim bilir daha neler neler neler. Bunlar sadece bilinenler.

Özgün Emre Koç’un hazırladığı bu görsel ile ilişkiler açık ve net anlatılmış
Eski Günlere Özlem
Oğlum küçükken "Eski günler ne zaman gelecek anne?" diye sorardı hep.
Onun eski günlerden kastettiği neydi, henüz kendisi bu kadar küçükken hangi günleri bekliyordu, hangi eski günleri özlüyordu anlamazdım.
Havaların ısındığı bir gün balkona hazırladığım kahvaltıyı gördüğünde, "Anne! Eski günler geri gelmiş!" dedi. Anladım ki, balkonda kahvaltı ettiğimiz zamanlar onun için güzel günlermiş. Ve o, o güzelliği özlüyormuş.

Masumiyet Çocukluk Çağında Mı Kaldı?
Ülkenin masum günlerini yaşamış olanlarda da aynı özlem var şimdi. O günleri anıp anıp eski günler ne zaman gelecek diye bekliyorlar. 
İstedikleri sadece o masumiyet, o iyilik, o yardımseverlik, o hoşgörülü, o saygılı, sevgi dolu o güzel günler.
İtiraf edelim;
Her şey hiçbir zaman toz pembe olmadı ancak hiçbir dönem şimdiki kadar kapkara olmamıştı.
Sanki yeni doğan bir bebeğin masumiyetine sahipti yeni kurulan ülkenin masumiyeti.
Çocuk büyüdükçe o masumiyeti nasıl kaybederse, ülke de öyle kaybetti elindeki en kıymetli hazineyi. Kaybettikçe karanlığa sürüklendi, bataklığa saplandı, nefes alamaz oldu.
****
İçinizdeki çocuğu kaybetmeyin deriz ya hani hep.
O saflığı, o masumiyeti, o iyiliği, size yol gösteren o ışığı kaybetmeyin anlamını taşır o söz.
Eski günlerin güzel günler olması ve çok özlenmesi işte o masumiyettendir.
O yüzden;
Kaç yaşında olursanız olun, siz yine de İncelikli Davranın...

3 Temmuz 2021 / C.E.Y.