Sertap Erener'in seslendirdiği, hem sözlerini hem de video klibini çok beğendiğim bir parçası vardır.
Bilirsiniz: 'İncelikler Yüzünden'
Kendi çocukluk günlerinde çekilmiş filmlerden derlenerek oluşturulmuş o klibi defalarca izlememe rağmen, her seferinde ilk izlediğim zamanki duyguları hissederim.
Küçük bir kız çocuğunun dansları vardır o filmlerde. Ağabeyi Serdar'ın ona ağabeylik edişleri vardır. Genç ve güzel annesinin saçlarını tararken aynaya bakışı, babasının canlılığı, annesiyle babasının dans edişleri, denizdeki eğlenceleri, Sertap'ın, sünnet yatağındaki ağabeyinin yanına koşturması, annesinin her ikisini de sevgiyle kucaklaması.. Her halleriyle sevgi dolu, muhabbet dolu. İnce ve zarif insanlar oldukları oradaki görüntülerden ne kadar da güzel aksetmektedir bize...
O dönemlerin kıyafetleri, mobilyaları, dansları, caddeleri, arabaları... İzlerken zamanda yolculuk yapıyormuşcasına keyif alırım. Videonun görüntüleriyle ve şarkının sözleriyle bütünleşirim. Dalar giderim.
Sonra da bu zarif insanların ne kadar azalmış oldukları düşer aklıma. Niçin derim, niçin bu zarafet o yıllarda kaldı, niçin artık böyle hayatlar yok, niçin her şey kaba-saba, niçin her şey bir gürültü-patırtı içinde, niçin her şey sadece 'bugün'ü kurtarmaya dönüştü.
Hani zaman ilerledikçe daha medenî, daha karakterli insanlar olarak yaşayanların sayısı artacaktı. Hani kimse kimsenin hakkına tecavüz etmeden çalışıp kazanacaktı.
Hani okuyan, anlayan, dinleyen insanlar kendilerinden sonra gelenlere daha güzel bir dünya bırakacaktı.
O insanlar artık o kadar azınlıkta kaldılar ki, daha fazla yıpranmamak ve ezilmemek adına kendi kabuklarına çekildiler.
İncelikleri yüzünden ne yazık ki bu dünyadan sürüldüler.
Onları sindirenlerin kurduğu yeni dünyanın tek hâkimi olan 'menfaatler' ise, eskiden kalan ve güzel olan her şeyi silip süpürdü, fırlatıp bir köşeye attı.
Atıldıkları o köşeden bu olanları şaşkınlıkla izleyen, azınlıkta kalmış naif insanlar kurulan yeni düzeni hâlâ kabullenebilmiş değiller.
Önce bizlere sıcak birer yuva olan tek ya da iki katlı o şirin evlerimiz hoyratça yok edildi. Bizlerin özlediği o güzel günler de evlerimizle birlikte yıkıldı gitti. Onların yerine dikilen estetikten nasibini almamış, soğuk, özensiz ve kalitesiz apartmanlarda yaşayan insanlar da bir anda içlerinde yaşadıkları bu binalara benzediler, taşlaşıverdiler.
Daha sonra da konforun ve lüksün en üst seviyelerde kullanıldığı çok çok çok katlı 'rezidans'larımız oldu. Kapılarındaki güvenlikten onay alınmadan içeriye girilemeyen, her daim kameralarla kontrol altında tutulan, bir çeşit cezaevi şartlarının hüküm sürdüğü bu uydu kentlere hapsetti yeni tip insanlar kendilerini. En son model arabalarıyla çıktılar evlerinden, işleri bittiği gibi de yine koşa koşa döndüler evlerine. Muhteşem evlerinin yanı başındaki sefaleti görmezden mi gelmek istediler, yoksa o sefaletten korktular mı dersiniz...
İyi ve dürüst insanların enayi olarak nitelendirildiği bir kurnazlar dünyasındayız artık.
Çocukken bayram törenlerini izlemek için gittiğim Cumhuriyet Alanı'nda ya da Stadyum'da önlerindeki insanları iteleyerek ön sıralara geçmeye çalışan kadınlar olurdu.
Kendi çocuklarını görebilmek için etraflarındaki hiç kimseye aldırmadan kendilerine yer açarlar, hatta bunun için ciddi kavgalar bile ederlerdi.
Saygısız, özensiz ve kırıcıydılar.
Ben kendimi tam da onların ortasında hissediyorum şimdi.
Her şeye rağmen; kendi benliğimden tavizler verip başkalaşmadan, özümü kaybetmeden, çevremdekileri kırıp dökmeden yaşamak her zaman hayatımdaki ilk düstur oldu...
İlk öğrenmelerim böyle olduğu için başka türlüsünü de bilemedim zaten.
Ben'ce;
“Siz yine de incelikli davranın.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder