Başarılarımız seçimlerimiz, başarısızlıklarımız kaderimiz midir?
Hayatımızda güzel olan her şeyi biz yapmışızdır da, yapamadıklarımızdan hep başkaları mı sorumludur?
****
Genelde iyi yapamadığımız şeyleri çok sevmeyiz biz.
Ya da;
Çok sevmediğimiz şeyleri iyi yapamayız.
İnsan sevdiği işi yapıyorsa hayatında bir gün bile çalışmamış sayılır derler.
Severek ve can-ı gönülden yapılan her ne varsa bir yandan kişiye haz verirken, bir yandan da başarıyı getirir. Üstüne üstlük başarı da ekonomik bir rahatlığı da yanında getiriyorsa keyfin üzerine keyif katar ki, kaymaklı ekmek kadayıfı misali tadından yenmez...
Herkesin içinde taşıdığı ve doğuştan gelen bazı yatkınlıkları var. Bu yatkınlıklarını fark eden insanlar eğitimlerini ve mesailerini o konu üzerine harcarlarsa son derece başarılı oluyorlar.
Yanlış yerlerde harcanan mesailer ise insanın kendisine olan güvencini ve inancını zedelemekten öteye gitmiyor. Yaşadığı her başarısızlık duygusu ile de kişi ne yazık ki kendi içinde daha da aşağılara çekiliyor.
Tabii içinde taşıdığı cevheri keşfedebilmek ve o cevheri parlatabilmek her kula nasip olmuyor.
Mesela biz bu eğitim sistemi içerisinde çocuklarımızın hangi branşa, hangi mesleğe, hangi sanat dalına ya da hangi spora yatkın olduklarını fark edebiliyor muyuz? Bunu fark edebilmek için hangi yollardan geçilmesi gerekiyor, nelere dikkat edilmesi gerekiyor biliyor muyuz?
İlk eğitimden itibaren çocuklar geleceğe hazırlanırken sahip oldukları yetenekler göz önüne alınıyor mu? Bırakın göz önüne alınmayı, farkına varılabiliyor mu?
Hem aileler hem de eğitim kurumları bu gözlemi ne kadar doğru yapıp, insanları ne kadar doğru yönlendiriyor?
Yoksa hepsi sadece sınav sonucuna mı odaklanmış durumda....
Girilen üniversite sınavlarının sonucunda -sadece alınan puana göre, sadece açıkta kalmamak ve dershane ücretlerinin boşa gitmemesi için, sadece aileler öyle istiyor diye- yapılan seçimlerle girilen bölümlerden ite-kaka mezun olmuş kişilerden nasıl bir hayat başarısı beklenebilir...
****
Daha önceki yıllarda okullarda verilen eğitimin de, o dönemlerdeki öğretmenlerin de, dolayısıyla öğrencilerin de şimdiki nesillerden çok daha iyi niteliklerde olduğu söylenir her zaman.
Doğrudur...
O dönemlerde okula giden öğrenciler; okumalarını aileleri istediği için değil, sadece kendileri istedikleri için bin bir zorluğa rağmen okullarına gitmiş, o dönemlerde okullarda bu kadar yığılma olmadığı için de hepsi son derece kaliteli eğitimler almış ve çıktıkları yollarda hakikaten de çok başarılı olmuş insanlardır.
Şimdilerdeyse bizler çocuklarımızın bir şey hedeflemesine fırsat tanımıyoruz. Ebeveynler çocukları için okul beğeniyorlar, dershane beğeniyorlar, eve özel öğretmenler davet edip çocuklarını özel derslerle besliyorlar.
İlkokula başladıklarından beri sınavdan sınava koşan bu çocuklar kendilerini ve hayatı tanımak yerine, hiçbir zaman kendi arzularıyla gitmedikleri bir ders-kurs temposunda, "a-) mı b-) mi c-) mi" seçenekleriyle büyüyorlar.
Bunun sonucu olarak en iyi üniversitelere girip mezun olmuş olsalar bile hayat içinde yeterince zenginleşememiş çocuklarımız oluyor.
Sonra biz de onları genel kültürleri yok diye kınıyoruz.
Nasıl olsun ki?
Bu çocukların zenginleşmek için ne zamanları var ne de böyle bir düşünceleri. Bildikleri tek şey okul, ders ve dershane.
Boş zamanlarında bilgisayar başında haddinden fazla zaman geçirilmesiyse, işte o konu doğrusuyla-yanlışıyla ayrıca bir yazı gerektirir.
****
Eğitim sistemine yeni düzenleme formülleri getiriliyor şimdilerde. Bu uygulamaların neye ve kime göre iyi olacağı zaman içinde anlaşılacaktır.
4'er 4'er mi okusunlar, 8+4 mü okusunlar, 5+3+4 mü okusunlar? Bir karar çıkacak sonunda.
Neredeyse 80 yıllık cumhuriyet tarihimizde henüz rayına oturmamış, gelenin gidenin el atıp orasından burasından çekiştirdiği, çekiştirdikçe de daha beter hale getirdiği bir eğitim sistemimizin/sistemsizliğimizin olmasının suçunu nerelerde aramalıyız bilmem....
****
İşte bu çekiştirmelerin tam ortasında üniversite sınavını kazanamayanların trajedisi de var.
Sınava hazırlanıp da kazanamayan çocuklar ve aileleri maddî manevî büyük çöküntüler yaşıyorlar.
Dershane parasını denkleştiremeyen aileler, o kadar sıkıntıya rağmen ailesinin kendisini yazdırdığı dershaneye düzenli gitmeyerek sorumsuz davrananlar gençler, "madem ki dershanede daha iyi öğreniyoruz o zaman okula niçin gidiyoruz?" deyip okulun gerekliliğini sorgulayanlar öğrenciler, en pahalı dershanelere sadece gitmiş olmak için gidip, gelecek günlerin ciddiyetini henüz kavrayamayan aklı evveller, dershaneye avuç dolusu para verdi diye kendisini rahatlatıp her şeyin hallolduğunu düşünen "Üç dönüm bostan yan gel Osman"cılar...
Maalesef ki hepimiz bu sistem içinde sıkışıp kaldık...
Sınavlar ve elemeler her zaman olmalı elbette. Herkes aynı derecede olamayacağına göre ölçme ve değerlendirmelere ihtiyaç büyük.
Lakin; yapılan sınavların güvenilirliği ve hakkaniyeti tartışılır hale gelince artık bunlar da önemini kaybediyor ne yazık ki...
Hem, herkes üniversite mezunu olacak diye bir kural mı var?
Bir ülkenin ayakkabı boyacısından çiftçisine, badanacısından oto tamircisine, kuaföründen kuru temizleyicisine kadar her dalda insana ihtiyacı yok mudur?
Esnaflık denen güzellik hangi okullarda öğretilmekte?
Okulundan mezun olduğu an her şeyin hallolduğunu düşünen, insanî ilişkilerden habersiz çocuklar ne kadar başarılı olabilirler?
Eğer ki istemedikleri bölümlerde sürünme kıvamında okumaya çalışıyorlarsa, oralarda zaman kaybedeceklerine kendilerine uygun olan bir meslek dalında eğitim alıp o dalda ustalaşsalar herkes için daha iyi olmaz mı?
****
Her ne iş yapıyorsa o işi layıkıyla yapan ve bir bütünün parçası olmayı bilen insanlar olmak yerine, istemedikleri işleri zoraki yapan ve her yaptığını eline yüzüne bulaştıran insanların oluşturduğu bir toplum olduk sanki biraz...
Sözün özü, başarı denen olgunun gerçek anlamını kavrayamadığımız sürece çok "başarılı" başarısızlıklara imza atmaya devam edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder