Doğduğumuzdan beri güven içinde aralarında olduğumuz ailemizden ilk ayrılışımız, okula ilk gidişimiz heyecanlı birer anı olarak hafızalarımıza kazınmıştır...
Annemizin babamızın minicik ellerimizden tutup da bizi okula götürdükleri ilk gün, hayatımızın bir sayfasının kapanıp yeni bir sayfanın açıldığı oldukça önemli bir gündür de, biz bunun hiç farkında değilizdir o anda.
Artık aile fertlerinin yanında olmadığı bir yalnız başınalık, bir kendi kendinelikle hayatın tam da ortasındayızdır. Sınıftaki herkesin ortak noktasının bu 'tek' lik olduğu o sınıfın hâkimi öğretmendir. O, bütün çocukların annesi-babası olmuştur artık.
Bütün saflığıyla ve duruluğuyla önlerinde oturan bu çocukları nakış işler gibi işlemek, onlardaki cevherleri bulup çıkartmak, zaman zaman anlayışla zaman zaman da tatlı bir sertlikle onları idare etmek, onlarla bütünleşmek, ilk karşılaşmalarının üzerinden geçen senelerle o çocukların adım adım büyümesini ve yetişmesini izlemek, öğretmenlik mesleğinin öneminin ne kadar yüksek olduğunu gösterir.
Okul sıralarındaki bu çocuklar öğretmenlerini ne kadar severler, onları ne kadar pür dikkat izlerler, onların her hareketini ne kadar kendilerine model alırlar.
Hepsi o çocukların gözünde ulaşılmaz insan üstü varlıklardır sanki.
Onlar bize sadece matematik, coğrafya, tarih öğretmezler. Onlar bize hayatı öğretirler.
Biz ise onların kendi hayatları olduğunu hiç ama hiç düşünmeyiz bile. Onlar bizim için sadece okulda yaşayan karakterlerdir. Ders anlatırlar, sınav yaparlar, notlar verirler. Hayatlarında sıkıntıları var mı, nerede yaşarlar, aileleri kimdir, evleri nasıldır, maaşları yeterli midir, memleketteki ailelerini özlerler mi, hiçbirisi aklımızın ucundan bile geçmez.
Yıllar sonra eski resimlerimize baktığımda bizim o zamanlar çok büyük sandığımız o öğretmenlerimizin ne kadar da genç olduklarını görüyorum. Aslında onlar çok büyük değillermiş, küçük olan bizlermişiz.
İlkokuldan ortaokula geçtiğimizde 'öğretmenim' kelimesi de 'hocam' olarak değişime uğramıştı bizler için. Artık büyümüştük ya, bizden büyükler gibi biz de HOCAM diyebilirdik. Onlarla biraz daha arkadaş olabilirdik. Aramızda maçlar yapabilir, gezilere gidebilirdik.
Onlar bizler için ne düşünürlerdi diye merak ederdim hep. Öğretmenler odasında kendi aralarında konuşurken bizler için de yorumlarda bulunurlar mıydı acaba? Yoksa kendi günlük hayatlarını mı anlatırlardı birbirlerine?
Kürsüde oturup sözlü için kara kaplıyı açtıklarında arkadaşlarımızın arkasına saklanmaya çalıştığımızı fark ederler miydi? Belki kendileri öğrenciyken onlar da bizler gibiydi. Yoksa en iyi saklandığını düşünenin sözlüye çağrılması bir tesadüf olamazdı. En çok saklanmaya çalışan en ortada olandı onlar için..
Öğretmenlerimiz bizleri iyi tanıyorlardı.
Öğretmenliğin esas sırrı da budur belki.
Öğrenciyi tanımak.
Öğretmenliği sadece meslek olarak görmeyen, okula sadece maaş almak için gidip gelmeyen, okulun herhangi bir iş yeri olmadığının farkında olan, bizleri özenle yetiştirmek için çaba gösteren bütün öğretmenlerimin ellerini saygıyla öpüyorum.
İyi ki varsınız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder