30 Kasım 2023 Perşembe

"Biz Sadece Çalıştık"

Numan Büyükyanbolu, Güzin Abraş, Nizamettin Erol, İsmail Yurtoğlu
Nilüfer Belediyesi’nin düzenlediği “Bursa’nın Değerleri” söyleşileri, kent kültürüne iz bırakan isimleri ağırlamaya devam ediyor. 28 Kasım akşamın konukları, yıllardır hepimizin hayatına dokunan, damağımızı şenlendiren tatlar üreten, isimleri Bursa dışında da bilinen, yarım asırlık geçmişe sahip üç "tatlıcı" idi. Ülkü Pastanesi, Uzay Pastanesi ve Durak Muhallebicisi'nin sahiplerinden kurumlarının kuruluş ve yaşayış öykülerini dinledik. 
Ülkü Pastanesi sahibi Numan Büyükyanbolu, Uzay Pastanesi sahibi Nizamettin Erol ve Durak Muhallebicisi üçüncü kuşak işletmecisi İsmail Yurtoğlu, eski bir Bursalı olan Güzin Abraş'ın samimi sorularını cevaplayarak, firma isimlerinin hikâyelerini anlatıp, geçmiş zamanlardan anılar paylaştı.
Akkılıç Kütüphanesi’nde düzenlenen söyleşiye firma sahiplerinin aileleri de izleyici olarak katıldı. Konuşmalar esnasında zaman zaman aile bireylerine de mikrofon uzatıldı. Çünkü kâh eşleri olarak, kâh evlatları olarak hepsi atölyeye girmiş, hepsi bu sürece kendi imzasını atmıştı.

Güven'den Ülkü'ye
Numan Büyükyanbolu'nun anlattığına göre Ülkü Pastanesi'nin ilk adı Güven imiş. Daha sonra dayısının kızının adı olan Ülkü'yü almış. Ülkü Pastanesi'nin 1967 yılında Nalbantoğlu'ndaki 15 metrekarelik dükkânda başlayan hikâyesi; Nilüfer (2012), Niltim Üretim Tesisi ve Şubesi (2016) ve Özlüce (2018) şubeleri ile devam eder. Her şubede Nalbantoğlu'ndaki küçük dükkânda kullanılan hammadde ve makineler temin edilerek ürünlerin lezzeti korunur. Ürün çeşitliliği arttırılır. 2022 yılında Numan Büyükyanbolu Bursa İl Ahisi seçilir.

Ay'dan Uzay'a
Uzay Pastanesi'nin adı 1969 yılında ABD'nin Ay'a çıkışından esinlenerek konulmuş. Nizamettin Erol o ânı şöyle anlatıyor: “Uzaya ilk çıkışın gerçekleştirildiği tarihte yaylada kahvehanede oturuyorduk. Radyodan yayın yapılıyordu ve biz de dikkatle dinliyorduk. Gece saat 3’e kadar uzaya çıkılmasını bekledik. İşletmemiz ilk olarak Polonez Pastanesi ismiyle açılmıştı. İsim değişikliğine gitme kararı aldığımızda, yaşadığımız o an aklıma geldi ve ismini Uzay Pastanesi olarak koyduk”
Uzay’ın tarihine bakacak olursak, bu lezzet yolculuğunun başlangıcı aslında Polonya’dır.  Pastanenin ilk adı Turecka'dır. Polonya macerasının ardından Türkiye'ye ve Bursa'ya dönen aile, Altıparmak'ta açtıkları pastaneye Polonez Pastanesi adını verirler. Büyük amca Mehmet  Erol Polonya’ya dönerken, Hamza Erol Çamlıhemşin'den Bursa'ya gelip, kardeşinden Polonez Pastanesini devralır. Çamlıhemşin'de devlet memuru olan büyük oğlu Nizamettin Erol'u Bursa'ya çağırır ve Polonez'i kendisine emanet eder. Nizamettin Erol da pasta ustası olarak bacanağı Ali Birgül'ü, Ankara'dan Bursa'ya çağırır. Böylece iki bacanak, ortak olarak Uzay Pastanesi'nin temelini atarlar. İl önceleri dondurması ile meşhur olan Uzay Pastaneleri şu anda 14 şube ve zengin ürün çeşitliliği ile Bursalılara hizmet veriyor.

Duraklardan Durak'a
Evet, yanlış duymadınız. Durak Muhallebicisi'nin adı otobüs duraklarından geliyor. Durak üçüncü kuşak temsilcisi İsmail Yurtoğlu o hikâyeyi şöyle anlatıyor: “1969 yılında dedem İbrahim Yurtoğlu ilk olarak Çekirge’de, otobüslerin son durağının önünde dükkân açıyor. İsmi de bu yüzden Durak Muhallebicisi olmuş. Şu an 3 şubemiz var ve hepsinin önünde de durak var. Bu büyük bir tesadüf.” 
İkinci şubesini 1993 yılında Altıparmak'ta, üçüncü şubesini 2005 yılında  İzmir Yolu üzerinde açan Durak Muhallebicisi, üçüncü şubenin ardından kurumsallaşma yolculuğuna başlamış, lakin geleneksel yöntemlerden ayrılmamış. Yurtoğlu diyor ki: "Dedem nasıl yapıyorsa, biz de üretimlerimizi o şekilde  sürdürüyoruz. Taş değirmen ve bakır kazanlarla üretim yapıyoruz. Çünkü fabrikasyon üretim, lezzeti bozuyor. Tavukgöğsü ve kazandibi tatlılarında iddialıyız."
Herkesin bir anısının olduğu bu üç kurumun kurucusu ve temsilcisi, Bursa'nın diğer tatlıcılarını da takdirle anmadan geçmedi. Ulus Pastanesi, Kafkas, Çamlık, Çınar, Turan Pastaneleri de Bursa'nın anılarında yer etmiş pastanelerdir. Ayrıca birbirlerine rakip olmadıklarının, birbirlerinin özel ürünlerini birbirlerinden aldıklarının altını çizdi.
Kendileri, markalaşma üzerine yapılan sohbetlerin canlı birer örneği. 50 yılı deviren bu üç kurumun temsilcileri, Güzin Abraş'ın motivasyon ve markalaşma üzerine sorduğu soruları, "Biz sadece çalıştık" olarak cevaplarken, işlerine olan tutkularını, müşteriye olan saygılarını, çalışmaya olan inançlarını anlattılar. Onlar marka olalım diye strateji uygulamamış, sadece "doğru ve düzgün" çalışmışlardı. Markalaşma kendiliğinden gelmişti.
Arkadan gelen kuşak da markaya sahip çıkmış, talebin bu özelliklerden kaynaklı olduğunun bilinciyle markaya zarar verecek ufak hesaplardan kaçınmamış. (Aile şirketi olmanın değeri gün geçtikçe daha bilinir oldu. İkinci kuşağa bile geçemeyen işletmelerin yerini bugün, üçüncü, dördüncü kuşağa ulaşmış işletmeler aldı. "Gastronomi", kültür aktarımı ve tarihine sahip çıkmanın çok önemli bir yolu. Yurt dışından gelen bir turist tüm düntada bulabileceği bir ürünü değil de, o yöreye özgü bir yemeği yemek ister haliyle. Alışverişini o kente özgü ürünlerden seçer.)

Gördüğümüz üzere; onların önceliği para değil hizmet. Para sadece hizmetin getirisi. Elbette ki hem geçinmek için, hem de kurumu yaşatmak için para elzem. Verilen hizmetin karşılığı olarak gelen "para", kendi ailelerini olduğu kadar çalışanların ailelerini de geçindirecek bir kaynak. 
Ustanın moralinin dahi ürünün kalitesini etkilediğini düşünürsek, yediğimiz ürünlerdeki lezzetin, çalışanın mutluluğunun ürüne yansıması olarak değerlendirebiliriz. Mutsuz bir "el" şirketin itibarını zedeleyebilir. Ki, itibar her şeydir...
 
Eski masum günlerin durakta bekleme, muhallebicide buluşma, pastanede çokça bakışarak, zaman zaman da el ele tutuşarak oturma modası belki demode oldu ama kendilerini güncelleyerek zamana ayak uyduran, uydururken özünü kaybetmeyen bu üç kurum "moda" olmaya devam ediyor.
Bir de gelirken yanlarında kendileriyle özdeşleşen ürünlerden getirmiş ve kendilerini dinlerken ağzı sulanan dinleyicilere ikram etmiş olsalardı, ah ne kadar da iyi olacaktı. :) 


26 Kasım 2023 Pazar

En Zengin SOKÜM Müzesi Misi'de

Bursa'da Cumalıkızık, Hanlar Bölgesi ve Sultan Külliyeleri'nin 2014 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girdiğini, İznik'in ise 2014 yılından bu yana "geçici listede" yer aldığını, 2024 yılında yapılacak değerlendirme ile "kalıcı listede" ilan edilip edilmeyeceğinin beklendiğini biliyorduk da; "Somut Olmayan Kültürel Miras" nedir bilmiyorduk diyorsanız; Misi'deki Bursa Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'ni ziyaret edin derim. 
Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem
Bursa SOKÜM Müzesi
Bir Bursa UNESCO Derneği projesi olan "Bursa Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi", Cumhuriyetimizin 100., Bursa UNESCO Derneği'nin 25. yılında, Misi'de ziyarete açıldı. Nilüfer Belediyesi tarafından 10 yıllığına derneğe tahsis edilen müze binası, Koruma Kurulu tescilli bir yapı ve fonksiyon değişikliği mimarlar tarafından yapılmış. 
Bursa UNESCO Derneği Başkanı İlker Özaslan
Bursa UNESCO Derneği Başkanı İlker Özaslan'ın açılış konuşmasında verdiği bilgilere göre Bursa SOKÜM, Bursa'nın 23. Müzesi. Türkiye'nin 4. SOKÜM müzesi. Ayrıca Türkiye'nin hem en büyük ve en zengin, hem de kapalı ve açık alan bakımından en büyük Soküm müzesi. Üstelik müze, Bursa’daki 23 müze içerisinde, STK olarak kendi üyeleriyle imece usulü kurulmuş. 

Capcanlı Bir Müze
Bu müze sadece ziyaret edilebilen değil, etkinlik yapılan ve etkinliklere katılınabilen aktif bir müze olacak. Müzede Ihlamur baskı, Ebru sanatı, Çini, İpek dokuma, Ahşap Oyuncak, Ahşap baston, Ahşap Gramafon yapımı, İğne oyası, koza işleme takı yapımı, sepet yapımı gibi el sanatlarının uygulanacağı Çok Amaçlı Atölye; Kukla, Gölge Oyunu Karagöz-Hacivat'ın yer alacağı Gösteri Sanatları Atölyesi; sözlü kültür hikâyelerinin anlatıldığı ve sohbet toplantılarının yapılacağı Muhabbet Odası; geleneksel yemeklerin uygulandığı Mutfak; insan yaşamındaki doğum, nişan, evlilik, sünnet, askerlik gibi geçiş dönemlerinin uygulamalı olarak aktarılacağı Yaşam Kültür Odası ile masal ve fıkraların anlatılacağı Masal Atölyesi mevcut. Özellikle de ilköğretim çağındaki çocukları ağırlamayı hedefleyen müzenin içi olduğu kadar bahçesi de etkinliklere ev sahipliği yapacak. 
Müzenin bahçesinde halk takvimi, halk mutfağı ve halk hekimliği ile ilgili uygulamaların anlatıldığı, geleneksel kutlamaların ve geleneksel çocuk oyunlarının katılımlı bir şekilde gerçekleştiği bölümler bulunuyor. Bu bölümler hikâyeleri ile birlikte aktarılacak ve çeşitli canlandırmalarla ziyaretçilere sunulacak.

Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir?
Buraya kadar anlattıklarımdan Somut Olmayan Kültürel Miras nedir ne değildir anlamışsınızdır ancak ben yine de SOKÜM hakkında birkaç bilgi vereyim. SOKÜM, 2003 yılında UNESCO Genel Konferansı'nda kabul edilen, ülkemizin de 2006 yılında taraf olduğu "Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi' ile şöyle tanımlanmış: "'Somut olmayan kültürel miras' toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar anlamına gelir."
Nelerin somut olmayan -veya yaşayan miras- kültürel mirası oluşturduğu sorusu Sözleşme'nin ikinci maddesinde şöyle yanıtlanır:
"Dilin somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında bir araç işlevi gördüğü sözlü anlatımlar ve sözlü gelenekler, gösteri sanatları, toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festivaller, halk bilgisi, evren ve doğa ile ilgili uygulamalar, el sanatları geleneği."
Sözleşmeye göre, somut olmayan kültürel miras insanlığın kültürel çeşitliliğinin temel kaynağıdır ve sürdürülmesi, sürekli yaratıcılığın garantisidir.
Kaynak: Wikipedia

Günümüze Dek Kabul Edilmiş Türkiye Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi
1. Meddahlık Geleneği (2008)
2. Mevlevi Sema Törenleri (2008)
3. Âşıklık Geleneği (2009)
4. Karagöz (2009)
5. Nevruz (Azerbaycan, Hindistan, İran, Kırgızistan, Özbekistan ve Pakistan ile ortak dosya (2009) (2016 yılında dosya Afganistan, Azerbaycan, Hindistan, Irak, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan ve Türkmenistan katılımı ile genişletilmiştir)
6. Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana, Sıra Geceleri ve diğer, 2010)
7. Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah (2010)
8. Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali (2010)
9. Geleneksel Tören Keşkeği (2011)
10. Mesir Macunu Festivali (2012)
11. Türk Kahvesi ve Geleneği (2013)
12. Ebru: Türk Kâğıt Süsleme Sanatı (2014)
13. İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği: Lavaş, Katrıma, Jupka, Yufka (Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye ile ortak dosya) (2016)
14. Geleneksel Çini Sanatı (2016)
15. Bahar Bayramı Hıdırellez (Makedonya ile ortak dosya) (2017)
16. Dede Korkut-Korkut Ata Mirası: Kültürü, Efsaneleri ve Müziği (Azerbaycan ve Kazakistan ile Ortak Dosya, 2018)
17. Geleneksel Türk Okçuluğu (2019) 
18. Minyatür Sanatı (Azerbaycan, İran ve Özbekistan ile Ortak Dosya) (2020)
19. Geleneksel zekâ ve strateji oyunu: Togyzqumalaq, Toguz Korgool, Mangala / Göçürme (Kazakistan ve Kırgızistan ile Ortak Dosya) (2020)
20. Hüsn-i Hat, Türkiye’de İslam Sanatında Geleneksel Güzel Yazı (2021)
21. Çay Kültürü: Kimlik, Misafirperverlik ve Toplumsal Etkileşim Sembolü (Azerbaycan ile ortak dosya, 2022)
22. İpek Böcekçiliği ve Dokuma için İpeğin Geleneksel Üretimi (Afganistan, Azerbaycan, İran, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan ile ortak dosya, 2022)
23. Nasreddin Hoca/Molla Nesreddin/Molla Ependi/Apendi/Afendi Kozhanasyr Fıkra Anlatma Geleneği (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ile ortak dosya, 2022)
** Geleneksel Ahlat Taş İşçiliği (2022) ve Islık Dili (2017) ise Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi'nde yer alıyor. Kaynak: UNESCO Türkiye Millî Komisyonu
** 2023 itibarıyla, dünyada 140 ülkede 677 Soküm var. Çin 43, Fransa 26, Türkiye 25, İspanya 23, Japonya 22, Kore 22 mirasa sahip.
Türkiye deki SOKÜM Müzeleri: 
** İlk SOKÜM müzesi 2005'te  Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Uygulama ve Araştırma Merkezine kurulmuş.
**  Ankara Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi 2005'te kurulan ilk müzeyi bünyesine alarak 2013 yılında ziyarete açılmış.
** 2019’da Kahramanmaraş Dulkadiroğlu Belediyesi Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi  kurulmuş. (Son depremde hasar görmüş ve şu an kapalı imiş.) 

Keşkek'ten Gezek'e Kültürel Mirasımız
Kültürel bir miras olan "Keşkek" yemeği, cevizli lokum ve şam tatlısı ile birlikte konuklara ikram edilirken, açılışta yine bir kültürel miras olan "gezek"i Bursa Dostluk Gezeği grubu verdikleri mini konser ile sergiledi.
Bursa Dostluk Gezeği
Emel Örgün ve ekibi
Samsak Döveci türküsüyle tanıdığımız Türk Halk Müziği sanatçısı Emel Örgün ve ekibi türküleri ve dansları ile açılışa renk kattı. Çünkü mutfak, dans ve müzik, somut olmayan kültürel mirasların başında geliyordu.

2014'ten 2023'e
Ekim 2014'te, Atalions toplantısında tanıdığım Dünya Miras Gezginleri Derneği kurucu başkanı Atila Ege'yle yıllar sonra Bursa Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi açılışında karşılaştık. UNESCO Dünya Miras Listesi konusunu ilk kez kendisinden dinlemiş ve o günün ardından "Dünya Mirası Dünya'ya" başlıklı bir yazı yazmıştım. Bugün karşılaşınca kendisine o günü hatırlattım ve bir anı fotoğrafımız olsun dedim. Tabii ki deyince, Bursa UNESCO Derneği'nden Recep Topçu ve Atila Ege ile birlikte kameraya böyle poz verdik.
 Recep Topçu - Atila Ege - Canan Ekinci Yılmaz
Geçmişe ve geleneklere sahip çıkmak, onları yaşatmak, onları aktarmak, o tatları, o kokuları, o sesleri, o renkleri unutmamak, zaman akıp giderken ve nesiller durmaksızın değişirken köklerine başkalaşmamak, kültürüne yabancılaşmamak insanı daha zengin, daha adil ve daha ahlâklı yapıyor. Aidiyet duygusu gelişmiş insan kendisine, çevresine, vatanına, milletine kolay kolay ihanet etmiyor. Genlerinde taşıdığı ve neyi neden sevdiğini ya da sevmediğini hatırlamadığı izlerle geleceğe uzanıyor. 
"Şehirlerin anlamı herkes için farklıdır. Yaşadığın şehir seni biçimlendirir. Mesela Mardin’deki mimari, gözlerimi terbiye etti. Işığın gölgesini içime taşıdım. Belki sen şiirimi okurken o ışık ve gölgeyi görmezsin ama o şiiri var eden ışık ve gölge Mardin’den süzülmüştür." der Murathan Mungan. "İlk anılarımız anılarsızlığımızdır." der. Bir bilim insanı "Hatıralar dört kuşak geriye kadar gider." tespitini yapar.  
Dünya tarihi ve ülke tarihi ile birlikte insanın kendi özünün de tarihi var. İnsan, dünya tarihi içinde zerre kadar yer tutsa da, zerrelerden oluşan bir dünya tarihi için her insan bir değer.

Ya hatırlamasaydık...
Dünya tarihinden herhangi bir insanın tarihine inelim. Hani insan bazen annesini mi yoksa yemeklerini mi özler bilemez. Hani babasının getirdiği bir simidin kokusu, annesinin söylediği bir şarkının sesi hatıralarından silinmez. Bir kokuyla, bir sesle canlanır her ne varsa. Saklananlar ya da unutuldu sanılanlar çıkar gelir derinlerden. Alır eski günlere götürür insanı. İçinde kendinin olduğu fotoğraflara bakarken neler hissedip neler hatırlıyorsa ve zamanı nasıl geriye döndürüyorsa, aynısını hiç ummadığı bir anda gelen ufak bir dokunuş yaratır. Akşam saati evlerin açık pencerelerinden yayılan yemek kokuları, sofra hazırlık sesleri, elinde ekmek filesiyle evine dönen babalar, sokaklarda oyuna doymamış çocuklar, düğünde söylenen bir şarkı, yılbaşı sofrasında yediği bir yemek, bir baharat, bir parfüm, bir renk, kızıl bir gökyüzü, sin sin yağan bir yağmur... İyisiyle kötüsüyle bir yığın anı...
Düşünün bir, insan türü olarak ya hiçbir şeyi hatırlamayacak olsaydık. 
Düşündünüz ve her şey ne kadar da anlamsızlaştı bir anda değil mi? 
Ne bir gelişme, ne bir bağ, ne bir anı, ne bir gezi, ne bir eser, ne savaş, ne kavga, ne bir şey... Sadece boşluk...

Kültür Sanat Köyü Misi
İnsan tarihinden beynimize inip, iyi ki hâlâ hatırlıyoruz diyerek sözü tekrar Misi'ye ve müzeye getirelim. Yazıyı "dilek ve temenniler" ile nihayetlendirelim.
Tarihî değere sahip, Rum ve Osmanlı evlerinin yan yana yaşadığı, 1989 yılında Sit Alanı ilan edilen Misi'de yer alan; Misi Edebiyat Müzesi, Misi Çocuk Kütüphanesi, Misi Fotoğraf Müzesi, Misi Yazıevi, Misi Sanatevi, İpekevi ve (eskiden Koza Evi olan) Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi ile köy her geçen gün daha çok "Kültür ve Sanat Köyü"ne dönüşüyor. Bu sebeple; Misi'ye bir şeyler yemek-içmek için giden insanların sadece yemek içmekle sınırlı kalmamasını ve müzelere de yönlendirilmesini isterim. 
Ha bir de; Misi'nin, turizmi keşfettikten sonra kurnazlaşan ve masumiyetini kaybeden yerlere dönüşmemesini isterim. Ve Misililerin, ellerine teslim edilen hazineye gözleri gibi bakmalarını ve gelenleri geldiğine pişman etmemelerini isterim. 
Bu korumanın ve devamlılığın sağlanması için de hem tanıtımın hem de denetimin aralıksız sürdürülmesini isterim...

26 Kasım 2023 / C.E.Y.

Dünya Mirası Dünya'ya! / 18 Ekim 2014 
Zenginlikler Bizimdir / 4 Haziran 2022
UNESCO Yolunda İznik / 7 Haziran 2022

14 Kasım 2023 Salı

Ezgilerle Atatürk, Tangolarla Cumhuriyet

Cumhuriyet'imizin yüzüncü, Atatürk'ümüzün aramızdan ayrılışının seksen beşinci yılında hem Cumhuriyet'in yüz yaşını kutlamak hem de Ata'mızı anarak O'na olan şükranlarımızı sunmak adına düzenlenen konserlerden ikisi art arda gerçekleşti.
İlk konser 13 Kasım günü Tayyare Kültür Merkezi'nde, diğeri 14 Kasım'da Bursa Akademik Odalar Birliği Oditoryumu'ndaydı.
TKM'de izlediğim konserde Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu, BAOB'dakinde ise Bursa Barosu Türk Müziği Korosu sahne aldı.
TKM'deki "Atatürk'ü Anma" konserinin ikinci bölümünün solistleri Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ses sanatçıları Filiz Başıbüyük ve Mehmet Emin Kabakçı iken; bir gece sonra izlediğim "100. Yılda Tangolarla Cumhuriyet" konserinde Filiz Başıbüyük bu kez koro şefi olarak sahnedeydi.
İki konserde de Atamızın sanata ve sanatçıya olan yakınlığı anlatıldı. Hakan Özlev şefliğindeki Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu repertuvarına İstanbul, Anadolu ve Rumeli ezgilerini, Filiz Başıbüyük şefliğindeki Bursa Barosu Türk Müziği Korosu ise genç cumhuriyetin modernleşmesinin göstergesi olan tangoları almıştı.
Tüm ezgilerde Atatürk ve Cumhuriyet vardı...

İstanbul, Anadolu ve Rumeli Ezgileri ile Atatürk
Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Atatürk'ün sevdiği eserleri beraber ve solo olarak seslendirirken; barkovizyona yansıyan görüntüler ve görüntülerin üzerindeki şarkı sözleri bir yandan, gecenin sunucusu Yasemin Kabakçı'nın anlatımları bir yandan derken Mustafa, Mustafa Kemâl, Mustafa Kemâl Atatürk yaşamaya başladı zihnimde. 
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu
Acaba bu eseri neden sevmiştir, acaba bunda neden neşelenmiş, şunda neden hüzünlenmiştir, sevdiğini özlediği için mi dokunmuştur bu şarkı ona, yoksa doğup büyüdüğü ve sonra acı bir kopuşla ayrıldığı toprakların kokusuna hasret kaldığı için mi yakmıştır bağrını, Manastır'ın ortasındaki havuzu hep özlemiş midir, Dimeteko kızlarına çapkın çapkın bakıp bıyık altından hınzırca gülümsemiş midir, kavuşamayan aşıklara yakılan ağıtları dinlerken kavuşamadığı yavuklusunu mu düşünüyordur, çocukluğunda hangi oyunları oynamıştır, anacığının elini öpüp ona sarıldığında hâlâ küçük Mustafa mıdır, gençliğinin ateşi, delikanlılığının pervasızlığı ile hangi aşklara savrulmuştur, İstanbul açıklarında İtilaf Devleri donanmasını görüp, tarihe geçen "Geldikleri gibi giderler" sözünü ettiğinde bu sözü gerçekleştirmenin yollarını o günlerden tasarlamış mıdır, İstanbul'dan Anadolu'ya geçtiği Bandırma vapuruna bindiğinde ve üç gün sonra Samsun'a ayak bastığında, halkın, bu geçişin arkasında duracağını hesap etmiş midir, savaşın en ortasında, cephenin tam göbeğinde iken, ölümle ve kanla ilk tanıştığında korkmuş mudur, Trablusgarp'ta, Çanakkale'de, Sakarya'da, Büyük Taarruz'da, emrindeki askerlere hücum emri verdiğinde pek çoğunun dönmeyeceğini biliyor olması kalbini yormuş mudur, aldığı kararların sonuçlarını görmeye başladıkça bu vatan ve bu bayrak için ne bedeller ödendiğini düşünüp efkarlanmış mıdır, 29 Ekim 1938'de, Dolmabahçe'de, hasta yatağında yatarken, vapurlara doluşarak Dolmabahçe önüne gelerek kendisini görmek isteyen gençleri selamlamak üzere zar zor ayağa kalktığında, bu selâmın son selâm olduğunu biliyor mudur
Bu duygu fırtınası içinde oradan oraya savrulurken sona erdi ilk bölüm.
Filiz Başıbüyük & Mehmet Emin Kabakçı
İkinci bölümde de aynı duygu yoğunluğu devam etti. İkinci bölümün solistleri olan Filiz Başıbüyük ve Mehmet Emin Kabakçı da yine Atamızın sevdiği eserlerden bir seçki yapmıştı. Bu kez şarkıların öykülerini Filiz Başıbüyük anlattı. İkili, öyküsü anlatılan eseri bazen birlikte, bazen solo okudu. İki güçlü ses izleyiciye mana yüklü, doyumsuz bir gece yaşattı.
Nilüfer Belediyesi Halk Dansları ekibinden Eren Sağır ve Baran Kuyaş Zeybek'e, Şevval Dorak ve Tuana Ayaz da Bursa Türküsü'ne dansları ile eşlik ettiler.

100. Yılında Tangolarla Cumhuriyet
Bursa Barosu Türk Müziği Korosu'nun teması "100. Yılda Tangolarla Cumhuriyet" demiştim. Gecenin sunucusu Melahat Perihan Öztürk, beraber ve solo söylenen tangolara eşlik etmek için konsere koşa koşa gelen dansçılar, Dilara Çetinkaya ve Barış Demirok idi. Koro şefi Filiz Başıbüyük, Bursa'ya armağan ettiği "Dönemez ki bana" şarkısını seslendirirken "Kalmıyor kimsede kimsenin AH'ı" dizesini öyle bir içten söyledi ki, ah dedim ah! 
Filiz Başıbüyük & Metin Öztosun
Konserin düeti Bursa Barosu Başkanı Metin Öztosun ve Bursa Barosu Türk Müziği Korosu Şefi Filiz Başıbüyük'ten geldi. Eski bir koro üyesi olan Metin Öztosun hazırlıksız olmasına rağmen Filiz hanımla birlikte "Dinle Sevgili Dinle" eserini gayet başarılı seslendirdi.
Korodaki arkadaşlar alınmasın ama gecenin en güzelleri Meriç Kayrak ve Ceren Aydın idi. Küçük yaşlarından beklenmeyecek bir büyüklük ile koroda tüm şarkılara eşlik ederken, birer de solo söylediler.
Meriç Kayrak - Ceren Aydın
Tangolar gecesinin sonu "Parla!" marşı ile sona ererken, Norm Ender bizi Cumhuriyet'in 100. yılında (her ne kadar söylemekten büyük gurur duysak da) hâlâ daha 10. Yıl Marşı'nı söylüyor olmaktan kurtardı dedim.
Biliyoruz ki, Cumhuriyet'in modernleşme göstergelerinden biri de tango. Bahar Sarıboğa tango üzerine yazdığı makalede"Kadın ve erkeği gündelik hayatta yan yana getirmenin yollarını bulmaya çalışan Cumhuriyet yönetimine, hiçbir şey tango kadar yardımcı olamamıştır." der. Malum; insanlar nasıl yaşarlarsa öyle dans eder, öyle müzik dinler, öyle yazar, öyle okur, giyinirler. Zamanın ruhu detaylardan yansır. 
Tango eşlik Dilâra Çetinkaya & Barış Demirok
Ata'm da, böyle dans etsinler, böyle müzik dinlesinler, böyle kitap okusunlar, böyle giyinsinler ve bu ruh ile muasır medeniyetler seviyesine böyle erişsinler demiş.

Neden Şarkılı Türkülü Anıyoruz?
1881'de başlayıp 1938'de sona eren 57 yıllık hayatının 1905-1918 yılları arasındaki 13 senesi askerlikle geçmişti. Anadolu hareketini başlatması sebebiyle Saray'ın kendisi hakkında tutuklama çıkartması üzerine 8 Temmuz 1919'da üniformasını çıkarttı, ordu müfettişliği ve askerlikten çekildi, (11 Mayıs 1920'de idam kararı çıktı), 5 Ağustos 1921'de başkomutan olarak üniformasını tekrar üzerine geçirdi, Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir zaferle nihayetlendirip 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i ilan etti, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu ve sivil hayata geçti.
57 senelik ömründeki neşesini, muzipliğine, insan sevgisine, okuma azmine, bilim ve medeniyet aşkına, sanata olan sevdasına borçluydu belki de. Savaşın en harlı zamanlarında dahi savaş sona erdiğinde neler yapacağının, yeni ülkeyi nasıl şekillendireceğinin planlarını yapan, hedefe kitlenmiş, başarısızlığı asla düşünmeyen, pozitif bakışını strateji ve askerlik bilgisi ile perçinleyen bir dehaydı.
Delice çalışmayı da biliyordu, dostlarla çevrili bir masada iki tek atmayı da, denize girip iki kulaç atmayı da, keyfi geldi mi kalkıp zeybek oynamayı da, en nezih balolarda damıyla vals yapmayı da...
Çok yönlülüğü yeni değildi; 11 Mayıs 1914 gecesi Sofya'da katıldığı bir kıyafet balosunda giydiği Yeniçeri Kıyafeti ile birinci seçilmeyi de bilmişti. 
Takvimler 19 Haziran 1934'ü gösterdiğinde bu kez de Ahmet Adnan Saygun'a iki ay gibi kısa bir sürede hazırlattığı Özsoy Operası'nı, Türkiye'yi ziyaret eden İran Şahı'nın karşısına çıkartmıştı.
Atatürk hem cephe, hem kışla, hem halk, hem de salon adamıydı. 
Askerle de nasıl konuşulacağını bilirdi, çiftçiyle de, yurt dışından gelen bir elçiyle de. Ve dahi çocukla da, gençle de, yaşlıyla da. Ve dahi toprakla da, ağaçla da, hayvanla da.
Kısacası; bütün dünyanın önünde saygı ile eğildiği eşsiz bir devlet adamıydı O.
Ve o adam bizim Ata'mızdı...

İşte biz o yüzden O'nu hep sevdiği şarkılar ile anıp O'nun her ânını anlamaya çalışıyoruz.
Kâh şarkı türkü söylüyor, kâh tango yapıyor, kâh marşlarla coşuyor, kâh ruhuna Fatiha okuyoruz.
İnsan en çok ardında bıraktığı eserleriyle yaşarmış. Onun eseri olan bizler, yüzüncü yılında onun eseri olan Cumhuriyet'i ve O'nu yaşatmaya böyle devam ediyoruz.

15 Kasım 2023 / C.E.Y.

Atatürk'ü Anma Konseri video kayıtları için tıklayınız:
100. Yılda Tangolarla Cumhuriyet Konseri video kayıtları için tıklayınız:

13 Kasım 2023 Pazartesi

Genç Yetenekler Yüzyılın İzindeler

2003 yılı ekim ayında Hasan Adıgüzelzâde şefliğinde kurulan ve 2019 yılı şubat ayından bu yana Deniz Tan şefliğinde çalışan Nilüfer Oda Orkestrası, Atamıza ve Cumhuriyetimize duyduğumuz şükranı, "Yüzyılın İzinde  Genç Yetenekler Konseri" ile taçlandırdı. 
Konserin solistleri, bir orkestra eşliğinde ilk kez sahneye çıkan "genç yetenekler" idi. Uğur Mumcu Kültür Merkezi'nde gerçekleşen gecede Melis Topçular, Yaprak Özgüç ve Göksu Yıldız piyano, Atakan Atasoy keman, Efe Oğul Çakal ise çello ile Nilüfer Oda Orkestrası eşliğinde performans sergiledi.
Melis Topçular
Yaprak Özgüç
Göksu Yıldız
Atakan Atasoy
Efe Oğul Çakal
Onları izlerken yüzümde mutlu bir gülümseme, gözlerimde titreyen gözyaşları, içimde umudun heyecanı vardı.
İkinci bölümün solistlerinin ardından sahne önüne gelen Nilüfer Çoksesli Koro; Orkestrasyonu Nejat Başeğmezler'e ait Vatan Marşı, müziği Felix Körling'e, sözleri Ali Ulvi Elöve'ye ait Gençlik Marşı, söz ve müziği Hasan Uçarsu'ya ait Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. Yıl Türküsü'nü izleyiciler ile birlikte seslendirildi.

Gecenin sonunda Nilüfer Oda Orkestrası korosu ve Şefi Deniz Tan, Nilüfer Çoksesli Korosu ve Şefi Zeynep Göknur Kara Yıldız ile genç yetenekler hep birlikte sahnedeydiler. Gece, Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Remzi Çınar'ın çiçek takdimi ve Gençlik Marşı'nın hep birlikte bir kez daha okunmasıyla nihayetlendi.

Cumhuriyetimizin Yüzüncü Yılı'nda Bursa
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamak üzere Bursa'da düzenlenen etkinlikler adeta birbiri ile yarışıyor. Öyle ki; hangi birine koşacağımı, hangi birini anlatacağımı şaşırıyorum.
Belli ki yüzüncü yılı görmekten onur duyan ama 200. yılı kutlayamayacağını bilen nesiller olarak bizler, arkamızda '100. Yıl'a yaraşır izler bırakmak istiyoruz. Bu sebeple konserler, sergiler, spor etkinlikleri hep Yüzüncü Yıl'a ithaf ediliyor. 

Kolay mı, alev alev yanan bir coğrafyada, 600 yıllık bir imparatorluğun küllerinden doğan, dahilî ve haricî güçlerin tüm sarsmalarına rağmen yüz yıldır ayakta kalmayı başaran bir ülke olmak. Bir kesim reddetse de, hepimiz bu ayakta kalışın 85 yıl önce ebediyete intikal eden Ata'mız ve onun ölmez eseri Cumhuriyet'imiz olduğunu biliyoruz. 
Deniz Tan 2013 yılında Van Anadolu Güzel Sanatları'ndan dereceyle, 2018 yılında Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü'nden başarıyla mezun olduysa, 2019 yılından bu yana Nilüfer Oda Orkestrası Deniz Tan eşliğinde çalışıyorsa ve Deniz Tan yurtiçinde ve yurtdışında pek çok başarıya imza atmışsa, bunun temelinde Deniz Tan'ın çalışkanlığı, azmi ve yeteneği ile birlikte; Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet ve Cumhuriyet'in sunduğu imkânlar vardır. Üstelik Deniz, çalışmalarındaki başarısını kibre kurban etmez. Bu da bir Cumhuriyet çocuğu olarak onun en kayda değer özelliğidir.
****
"Onları izlerken yüzümde mutlu bir gülümseme, gözlerimde akmayan mutluluk gözyaşları vardı" dedim az önce. İtiraf edeyim, bu tatlı gecede bile zihnimin kıvrımlarındaki "gündem" zaman zaman gülümsememi hüzne, gözümdeki yaşları zehre çevirdi. Her ne kadar ânın mutluluğunu yaşasam da, her ne kadar kalbim umutla dolsa da, istemsizce gelecek endişesini duymadan edemiyorum. Bu güpgüzel çocukları görüp de umutlanmamak, bu güpgüzel çocukların geleceğini düşünüp de hüzünlenmemek mümkün mü?

Malum; son dönemlerde aydınlık ile karanlık birbirinden iyice ayrıldı. Gri bölgeler yok oldu, yumuşak ışıklar söndü, yuvarlak hatlar sivrildi.
Bir yandan sanatta ve sporda ardı ardına başarı gösteriyoruz, bir yandan da kadın sporcular, kadın sanatçılar, daha doğrusu "kadın ve sanat" lanetleniyor.
(Ki 1948 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından hazırlanan, devrin cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü tarafından desteklenen, müzik alanında özel yetenekli çocuklar olan İdil Biret ve Suna Kan’ın yurt dışına devlet bursu ile gönderilip yetiştirilmeleri adına özel olarak çıkarılan, daha sonra genişletilen Harika Çocuklar Yasası, hâlen yürürlükte olan ancak işletilmeyen bir yasadır.)
Bir yandan çocuklarımız uluslararası üniversitelerden kabul alıyor, bir yandan PISA sonuçları Pisa Kulesi gibi gittikçe yan yatıp dibe batıyor.
Yollar, evler ve tüm yenilikler bir yanda, çamur ve sefalet bir yanda.
Bir kısım ultra zengin, bir kısım aç!
Bir kısım kendi işinde gücünde, bir kısım başkalarının işinde gücünde.
Fitne, fesat, hırs ile masumiyet kapışıyor.
Yalan, dolan, riya ile doğruluk kapışıyor.
Yine son dönemde gördüğümüz üzere, "yalan" hızlı koşsa da nefesi tükeniyor, "doğru" ise emin ve sağlam adımlarla hedefine yürüyor.
Belki artık eğriyi-doğruyu anlama vaktidir. Belki artık atılan yanlış adımlardan, yürünen yanlış yollardan dönme vaktidir.

Bizler Ata'mızın izinde yürüyerek, Cumhuriyetimizin yüz yılını türlü zorluklarla, takılan çelmelerle, duraklamalarla, düşüp kalkmalarla tamamladık. 
Şimdi sıra yüzyılın izinde, daha iyiye, daha güzele, daha aydınlığa, ikinci yüzyıla yürümekte...

13 Kasım 2023 / C.E.Y.

Konserin kısaltılmış kaydı YouTube kanalımda.
Konserin tüm kayıtları Facebook'ta. İzlemek için tıklayınız

3 Kasım 2023 Cuma

Bu Galeri Karacabey'e Çok Yakıştı

Fotoğraf: Uğur Ozan Özen
Hangisi mi?
Kaç tane var ki?
Tabii ki bugün açılan Karacabey Tarihi Fotoğraf Galerisi...

Cumhuriyetimizin 100. yılında, Karacabey'in 100 yıllık mirası görücüye çıktı. Karacabey Belediyesi Kültür ve Sanat Müdürü Alper Tüydeş'in büyük emeği sonucunda Karacabey tarihine şahitlik etmiş ancak yıllardır nefesini tutarak zamanı durdurmuş olan fotoğraflar birer ikişer albümlerdeki yerlerinden çıkarak, Şükran Yemişçioğlu Kültür Merkezi'nin ikinci katında açılan galeride yeniden nefes almaya başladı. 
Karacabey Belediyesi Kültür ve Sanat Müdürü Alper Tüydeş
Karacabey Belediyesi tarafından, Karacabeylilerin ya da yolu Karacabey'den geçmiş kişilerin katkılarıyla, Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan tarafından 3 Kasım günü açılan galeride yüzlerce fotoğraf mevcut. Ki binden fazla fotoğraf taranarak elektronik sisteme aktarılmış.
Fotoğraf: Nevzat Çakır
Teknoloji kullanılarak oluşturulan galeride aradığınız kişinin fotoğrafını bulmak, detayları öğrenmek, eksik kalan bilgileri tamamlamak üzere bir yazılım yaptırılmış.
Fotoğraflar yüksek çözünürlüklü tarayıcılarla elektronik ortamda arşivlenmiş, fotoğrafların içerisindeki isim ve diğer bilgiler de fotoğrafla birlikte korunmuş.
Gelen ziyaretçiler basılı olan fotoğrafların akıllı ekran üzerinde orijinal hallerini ve fotoğraf arkasındaki el yazılarına kadar detaylı inceleme imkânı bulacaklar. Bunun yanında, arama kısmında tarihe veya mekâna göre arama yaptırabilecek ve bu sayede görmek istediği fotoğrafları filtreleyebilecekler.
Kişisel albümlerini Alper Tüydeş'e teslim eden fotoğraf sahipleri, fotoğrafların elektronik ortama aktarılmasından sonra fotoğraflarını geri alıyorlar. Elektronik ortama aktarılan fotoğraflar yapay zekâ marifeti ile hem renklendiriliyor hem de oluşmuş hasarlar en aza indiriliyor.
Cumhuriyet'in Yüzüncü yılında Karacabey'e anlamlı ve büyük bir imza olan bu proje hem kalıcı hem de doğurgan bir proje. Eminim ki zaman içinde eklenecek fotoğraflarla galeri çığ gibi büyüyecek. 
Üstelik bu çalışma, tarih üzerine araştırma yapanlar için ciddi bir kaynak olacak.
****
Bursa Okulu grubumuzdan Şaban Yalazı, Raif Kaplanoğlu, Uğur Ozan Özen ve ben açılışa katılmak üzere Karacabey'e geldik. 
Tarihçi Yazar Raif Kaplanoğlu Karacabey tarihini gayet iyi biliyordu. Karacabeyliler olarak Şaban Yalazı ve benim için bu galerinin anlamı daha farklıydı. Neredeyse her fotoğrafta tanıdık bir sima, geçilmiş bir sokak, bildik bir bina saklıydı. İnsan bir fotoğrafta önce kendine bakar ya hani nasıl çıkmışım diye, memleketinin fotoğraflarına da işte öyle bakıyor acaba tanıdık kimler var diye. 
Fotoğraf: Nevzat Çakır
Düğünü olan bir genç kızın düğününe gelen ve adet olduğu üzere, gelirken gelinliklerini giyen taze gelinlerin hep birlikte poz verdiği bir kare, işgal yıllarında Yunan askerinin aldığı canlar, Karacabey'in Yunan mezalimi altında inlediği yıllar, kahramanlar, hainler, kurtuluş, Yunan'ın kaçarken yakıp kül ettiği Karacabey'in yeniden toparlanışı, bu toparlanıştaki birbirinden değerli isimler, modernleşme günleri, Karacabey'i ziyaret eden İsmet İnönü'den Süleyman Demirel'e, Adnan Menderes'ten Deniz Baykal'a siyasiler, siyasilerle poz veren Karacabeyliler, bayramlar, resmigeçitler, camiler, köyler, köylüler, yaşanan doğal afetler, Yeniköy, Kurşunlu, deniz kenarında gençler, neşeli günler ve dahası ve dahası...
Bir karede annem kurs arkadaşlarıyla, üzerlerine geleneksel kıyafetlerle bakmış kameraya. İhtimal ki bir sergi açılışı sonrası çekilmiş bu fotoğraf. Yanındakiler kim, o gün neler oldu? Yaşıyor olsaydı da sorsaydım...
Fotoğraf: Nevzat Çakır
Dikiş-nakış kurslarındaki ve sergilerindeki resimleri gösterirken arkadaşlarının isimlerini zikreder, anılarını anlatırdı hep. Çocuk aklımla sıkılırdım bazen. Şimdiyse fotoğraftan canlanıp geliverse diyorum. Anneliğini yaşadım; o genç, o masum, o çocuk haliyle arkadaşım oluverse...
****
Karacabey'e yeni atanmış olan Kaymakam Hakan Kafkas, Halk Eğitim Müdürü Şaban Vural, galeri için fotoğraf vermiş kişilerin pek çoğu ve galeriyi merak eden pek çok kişi açılışa katıldı.
Camandıra Çiftliği sahibi Galip Paşa'nın torunu olan iki kız kardeş, Pakize Erdin ve Seher Pehlivan da galeriye fotoğraf vermiş, şimdi ikisi de açılıştaydı. 
Annemin çocukluk arkadaşı olan merhum Dr. Bayhan Çubukçu da hasta yatağından ulaştırmıştı fotoğrafları Alper'e, hem de tüm bilgileriyle. Rahmetli İlhan İpçi'nin eşi Bahriye Günseli İpçi İzmir'den kalkıp gelmişti fotoğraflarını getirmek için.
Gözlerim daha o kadar çok kişiyi aradı ki sergide; aklıma ilk geliveren Dericiler, Karakaşlar, Saygıseverler, Özerler...
****
Bu arada; Karacabey'e çok yakışan bu galeri birkaç gün sürecek bir sergi değil, nesiller boyu devam edecek, siyaset üstü bir kültür hafızası. Yaşanan her ânın 1 dakika sonra mazi olduğu ortalama 70 senelik bir ömre kaç imza sığar diye düşünmeyin. 
Ne derler:
"Ya okunmaya değer bir şeyler yazın, ya da yazılmaya değer bir şeyler yapın..."
Alper Tüydeş
Değil mi Alper?

3 Kasım 2023 / C.E.Y.