29 Mart 2019 Cuma

Bir Dünya Tiyatro

Ayna ayna söyle bana, var mı benden daha güzeli bu dünyada?
Ve ayna dile gelir:
- Evet, VAR! (Uuuu, sert cevap!)
Ayna sihirli olmadığı sürece dile gelmez aslında, sadece gördüğünü yansıtır, istediğiniz kadar sorabilir, istediğiniz cevabı kendiniz verebilirsiniz.. 

Sihirli Ayna
Sanat da bir aynadır böyle. Ancak sihirli bir aynadır. 
Hayatın içinden geçip giderken körleşen gözlerinin göremediklerini serer önüne. Görmek istemediklerini gösterir, duymak istemediklerini bazen sesli, bazen sessiz söyleyiverir. Seni sana yansıtırken "Sen busun!" der, "Bak işte böylesin!" der, "Bak bunları yapıyorsun!" der. 
Kendinde fark edemediklerini sahneden yüzüne tutulan aynada gördüğünde gördüklerine şaşırır insan. Bazen acır kendine yaşlar süzülür gözünden, bazen de "şapsikliklerine" kahkahalarla güler. Nahoş yansımalar için "Galiba bu ben." dese de usulca, "Aynı bir arkadaşım!" sözleri dökülür dilinden. Kendisiyle yüzleşir için için. Yüzleşirken kendi eğrilerini, kendi doğrularını öğrenir, iletilen mesajı alır, cebine koyar.
Ha, aldığı o mesajı cebinden çıkartıp arada sırada okur mu, yoksa "benim doğrum en doğru" diyerek burnunun dikine gitmeye devam mı eder onu bilmem...

Yansıtma Sanatı
Sanatın her dalı bu yansımayı sağlar. Tiyatro ise "canlı canlı" sağlar. Oynayan da, izleyen de o andadır, o ânı yaşıyordur. Tepkiler hemen o anda gelir. Sadece sahnedeki oyuncuların görebildiği görünmez bir bulut dolaşıyordur salonda. Yerinde ya da yersiz alkışlarla, heyecanla tutulan ya da sıkıntıyla bırakılan nefeslerle ölçülür beğeninin derecesi. 
İzleyici de sahnedeki görünmez bulutu görüyordur aynı zamanda.
Hangi oyuncu hafiften tekledi, hangi oyuncu repliğini unuttu, hangi oyuncunun canı sıkkın, hangi oyuncu sahnede olmaktan bıkkın, hangi oyuncu heyecanlı, hangi oyuncunun içinde sanat aşkı alev alev yanıyor, hangi oyuncu oynadığı karakter ile bütünleşmiş, hangi oyuncu canlandırdığı karaktere mesafe koymuş, kim anda, kim değil hepsini görür izleyici.
Canlı canlı demiştim ya, sahne salonu, salon da sahneyi izler hep böyle. Tepkiler anlık, dönüşler anlıktır.
Çünkü izleyici ile oyuncu birbirlerine dokunacak kadar yakındır. Aralarında ne perde ne de ekran vardır.
Sinema ve televizyonda (ve pek çok sanat dalında) ise iki taraf da atıldır.
Oyuncu oyununu bir kerede oynamak zorunda değildir, aynı sahne bin kez tekrar edilebilir.
Öte yandan izleyicinin övgüsü de sövgüsü de sahibine ulaşmaz, değerlendirme birkaç yorumcunun ve "reyting ölçüm aletleri"nin tekelindedir.
Oyuncu oyununu oynar işini bitirir, izleyici ekranda gördüğünü beğenmezse kumandada bir dokunuş ile diğer kanala geçiverir.

Konuşma Sanatı
Eskiden filmleri dublaj sanatçıları seslendiriyordu biliyorsunuz. Can verdiği karaktere ses veremeyen oyuncuların ya ses renkleri mikrofona yakışmıyordu, ya da diksiyonları yeterli derecede iyi değildi. Aktör ve aktrislerle yapılan yüz yüze görüşmelerde oyuncunun "orijinal" hali pek çok kişiyi hayal kırıklığına uğratırdı. (Tiyatro iyidir, sinema kötüdür dediğimi sanmayasınız. Hepsi farklı disiplinlerde sanat dalları ve hepsinin yaşaması gerek.)
"Film ve dublaj" birbiri ile anılır, ancak "tiyatro ve dublaj" sözcükleri birbirinin yanından dahi geçmez. 
Suflör kişi oyun metnini sufle ederek oyuncuya rolünü fısıldar. Ses ve seslendirme oyuncunun işidir.
O yüzden tiyatro eğitimi alan kişiler hem bedenlerinin, hem seslerinin, hem de söylemeleri gereken sözcüklerin efendileridir. 
(Siyaset sahnesinin suflörleri olan 'Prompter'larda yazılanları okuyup, okumuyormuş da doğaçlama konuşuyormuş gibi yapabilmek de nev-i şahsına münhasır bir özellik. Yeter ki prompter hacklenmesin ya da elektriği gitmesin.)

Kendini İfade Etme Sanatı
Kişi konuşması gereken zamanda konuşamayacaksa, konuştuğu zaman hiçbir şey anlatamayacaksa, sözcükleri birbiri ardına anlamla dizemeyecek, her mimiği ve her hareketi ile söylediklerini desteklemeyecekse kendini ifade edemeyecektir. Sahip olduklarını aktaramayacak, paylaşamayacak, sadece sahip olmakla kalacaktır.
Evde ebeveyn ya da evlat olarak, okulda öğretmen ya da öğrenci olarak, işte çalışan ya da işveren olarak topluluk önünde ya da birebir konuşamayacaktır.
Heyecan yapacak, utanıp sıkılacak, söyleyeceklerini toparlayamayacak, kızarıp bozaracak, ağzından çıkan anlamsız sözlerle her şeyi birbirine karıştıracaktır. 
Konuşmayı bilmeme ve donanım eksikliği özgüven ile harmanlandığı zamanlarda ise ağızdan çıkanı kulak zinhar duymayacaktır. 
Onun kulağı duymasa da kendisini dinleyenlerin kulağı ağızdan çıkan sözleri duyacaktır. 
Hoş; dinleyicinin kulağının duyması da yetmez, kişinin saçmaladığını o dinleyicilerden ne kadarı fark edecektir, işte esas mesele o.

Ders Almalı
Artık insanlar, özellikle de yönetici pozisyonunda çalışanlar "Diksiyon ve Beden Dili" dersleri almaya başladılar. Gördüğüm kadarıyla, bir kısmı bu dersleri kendi içinde yoğurmuşsa da bazılarının üzerinde bu elbise pek bir eğreti duruyor. Malum, Türkçe yazıldığı gibi okunmayan bir dil. Doğru konuşacağım derken 'Siri'ye bağlamak da var. Beden dilini konuşturacağım derken Matrix karakteri Neo'dan bazı sahneler canlandırmak da var. O yüzden mevzuyu doğru anlamak ve iyice kavramak lazım.

Eğitim Şart
O yüzden eğitim ve öğretim müfredatında nasıl ki Resim, Beden Eğitimi ve Müzik dersleri gibi dersler var, bunların yanında Drama dersleri de olmalı.
(Hoş, sanata pek de sıcak bakmayan bir anlayışın eğitim müfredatına drama dersi koymak yerine diğerlerini de kaldırıvermediğine şükrettiğimiz zamanlardayız. Bu konulara yeni Milli Eğitim Bakanı'nın daha duyarlı davranacağı umudumuz ise hâlâ baki.)
Çocuk nasıl ki neye yeteneği ve ilgisi olduğunu aldığı dersler ile anlıyor ve o yolda yürüyorsa, bir yandan da entelektüel boyutta zenginleşiyorsa, alacağı drama dersi ile tüm bu zenginliği dışarıya vurabilmeyi öğrenecektir. 
İlla ki tiyatrocu olması gerekmez...

Kötü Değil, İyi Yol
Merak etmeyin, eski anlayışta olduğu gibi tiyatro yapan, yani "artiz" olan kişiler "kötü yola" düşmüyorlar. (Bedia Muvahhit'in Bozuk Düzen filmi çekimlerinde, film için evini kiraya veren ev sahibesi ile aralarında geçen dillere destan diyalogda verdiği cevap ile, adeta kapak yaparak, 'iyi yol ve kötü yol'u bir çırpıda anlatıvermesi hepimizin belleğinin en nadide yerindedir.) İnsan anlamadığından korkar haliyle, anladığını ise sever. O yüzden önce sanatın ne olduğunu anlamaya çalışmak lazım. Kabul, sanatçı içinde bulunduğu zamanın epey ötesinde yaşadığından, zaman zaman anlaşılması güç olabiliyor. Toplumu da ileriye işte o öncü sanatçılar taşıyor. Zaman zaman taşlanıyorlar, zaman zaman yakılıyorlar, bir zaman geliyor anlaşılıp takdir ediliyor, hâttâ başlara taç ediliyorlar. 
Maalesef tüm suçları erken doğmuş olmaları.

Sanatçı Olmak ya da Olmamak
Herkes içinde sanat ile doğamaz. Her 'sanat ile doğan' ya kendi farkında olmadığından, ya fırsat bulamadığından ya da kapısını çalan şans perisine kapısını açmadığından içindeki sanatını doğuramaz. İçindeki hazineyi bulup çıkartarak onu parlatıp ışık saçmasını sağlayanlar ise ellerindeki bu meş'ale ile geleceği aydınlatırlar. Bırakın sahneye çıkıp çıkmamayı, yaptıkları her işi heyecan duyarak ve aşk ile yapanların her işi birer sanat eseridir. Onlar hep sahnededir...

Tiyatro İyidir
27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde tiyatro dolu sohbetlerinde kendilerini dinleme fırsat bulduğum, tiyatroyu bir yaşam biçimi olarak benimsemiş, Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu oyuncularından Berrin Kulya Balkanlar ve Halil Balkanlar'ın dediği gibi, "Tiyatro iyidir".

Tiyatro yeni değil, çok eskidir 
"Tiyatro iyidir de, peki tiyatro nedir, ne değildir?" diye sordum Google'a. "Ooo, çok eski..." dedi bana. Sonra da sıralayıverdi yüzlerce site. O sitelerden tiyatrotarihi.com sitesinde yazılanları elifine dahi dokunmadan paylaşmak isterim sizlerle. (Meraklısına, bağlantıda Antik Çağ'dan Çağdaş Tiyatro'ya kadar olan tüm dönemler ayrı başlıklar altında anlatılmış.)

TİYATRONUN KÖKENİ 
Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa'da Üst Paleolitik Çağdan (M.Ö. 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve köstüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir. 
İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü. 
İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsinde görülen "ölme ve yeniden dirilme" teması da, insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu. 
Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşti, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı. 
Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir. 
Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır: Bir yanda doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi; öte yanda, doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi. 
Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli ögesi kılık değiştirmedir. 
****
27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde bir masa başında toplanarak Berrin Kulya Balkanlar ve Halil Balkanlar ile ettiğimiz tiyatro dolu son derece keyifli sohbetin ve Prof.Dr. Hülya Nutku tarafından yazılan ve o gün oyuncu Erenay Işık tarafından okunan 2019 Ulusal Dünya Tiyatro Günü Bildirgesi'nin olduğu görüntüleri izlemek isterseniz, hepsi burada...

Tiyatro Yazılarım:
Ha Romalı, Ha Aromalı / 29 Eylül 2013
Savaşın öteki yüzü / 11 Mart 2015
Babaanneler unutmasın / 11 Mart 2016
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Aşk mı, Kalori mi? / 25 Şubat 2019
Orada Duruverdi Zaman / 6 Mart 2019
Aşk Varsa Sanat Var / 21 Mart 2019
Bir Dünya Tiyatro / 29 Mart 2019
Hora Hora Barışa / 20 Haziran 2019

25 Mart 2019 Pazartesi

Yasalarımız Var, Evet!

Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Önleme Sözleşmesi'ne, yani İstanbul Sözleşmesi'ne neden karşı çıkar ve niçin bu sözleşmenin aile bütünlüğünü bozup aileye zarar verdiğini düşünür bir insan?
Tabi ki kişi şiddetle iç içeyse, "Kadın benim (malım) değil mi, hem severim hem döverim!" mantığı güdüyor ve o anlayışa hak veriyorsa düşünür. Çünkü bu sözleşme kadına şiddete karşı durma, şiddet uygulayandan korunma ve şiddet uygulayanı şikâyet etme hakkını verir.
Şiddet uygulayan kişi uyguladığı şiddetin şikâyet edilecek nesi olduğunu bir türlü anlamaz. Hattâ şikâyet edildiği için daha da celâllenir, bunun acısını eline geçen ilk fırsatta şikâyet edenden misliyle çıkartır. 
Sanki un çuvalını tekmelermiş gibi, sanki kum torbasını yumruklarmış gibi, sanki o kadının canı hiç yanmazmış gibi vurur da vurur. Sonra da çöker üzerine, nefsini söndürür. 
Ona göre kadının adı da yoktur, canı da yoktur, aklı da yoktur, fikri de yoktur, hissi de yoktur.
Ya kendisinin? Kendisinin var mıdır?
Yasalarımız Var!
Kadına uygulanan bitmek bilmez şiddeti ve kadını koruyan yasaları konuşmak üzere, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, Bursa Barosu ve Almira Otel işbirliği ile Almira Otel'de düzenlenen "Yasalarımız Var!" panelinde, Prof.Dr. Feride Acar 'İstanbul Sözleşmesi ve Grevio Süreci' (Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla hazırlanmış olan Avrupa Konseyi Sözleşmesi - İstanbul Sözleşmesi'ni 12 Mart 2012'de onaylayan ilk ülke Türkiye oldu. Sözleşme 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi. GREVIO olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubunun başkanlığını 2015'ten beri, kadına karşı şiddete ilişkin İstanbul Sözleşmesi'nin mimarlarından olan Feride Acar yürütüyor. 34 devlet onayladı, 11 devlet ve AB imzaladı.), Prof.Dr. Kadriye Bakırcı 'Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Yasalar ve Uluslararası Sözleşmeler', Avukat Hülya Gülbahar ise 'Yasaların Uygulanmasında Vak'a Örnekleri' başlıklı birer konuşma yaptılar. 
Prof.Dr. Kadriye Bakırcı, Prof.Dr. Feride Acar, Burcu Üzümcüler
Moderatörlüğünü Burcu Üzümcüler'in yaptığı panele çok sayıda kadın, az sayıda erkek katıldı.
Dikkatle izliyoruz
Daha önce Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik Kolu ve Bursa Tabip Odası tarafından düzenlenen ve başlığı "Kadın, Sağlık ve Muhafazakârlık" olan ve V. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi'nde dinlediğim Hülya Gülbahar'ın, "Erkekleri rehabilite etmekle zaman kaybedemeyiz, kadınlara ayrılması gereken kaynakları erkekleri eğitmek için harcayamayız." sözleri ile 'denenmiş ve başarılı olmamış erkeği eğitme çalışmaları' için İngiliz kadınlarının, "Biz arabayı atın önüne koymuşuz" sözlerini hatırlayıp bu ufak detaya takılmıyorum.
Salonda Uludağ Üniversitesi'nden gelmiş kızlı erkekli öğrenci grubunu görünce ise seviniyorum.
Ne de olsa gelecek gençlerde. Onlar dinlesinler, onlar anlasınlar ve hiç bıkmaksızın anlatsınlar, yeter...

EV İÇİ ŞİDDET NEDİR?
Anlaşılması gereken şudur ki; aynı haneyi paylaşmasa da, sizin, eşinizin, çocuklarınızın ya da aile mensubu sayılan diğer kişilerin arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet, EV İÇİ ŞİDDET'tir.
Tokat atmak, tekmelemek, yumruklamak, hırpalamak, kolunu bükmek, boğazını sıkmak, saçını çekmek, kesici ve vurucu aletle yaralamak, kezzap veya kaynar su ile yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini ve ayaklarını ezmek, sakat bırakmak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarar görmesine neden olmak gibi eylemler FİZİKSEL ŞİDDET'tir.
Bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tahdit etmek, hakaret etmek, ailesiyle ve akrabalarıyla, komşu, arkadaş ya da başkalarıyla görüştürmemek, eve kapatmak, küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, kadının nasıl giyineceği, nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendini geliştirmesine engel olmak PSİKOLOJİK ŞİDDET'tir.
Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organına zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya zorlamak, kürtaja zorlamak ya da izin vermemek, enseste (akrabalar arası cinsel taciz ve tecavüze) zorlamak, fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek, telefonla, mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici davranışlarda bulunmak CİNSEL ŞİDDET'tir.
Para vermemek ya da kısıtlı para vermek, ailenin tasarrufları, gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, kadının mallarını ve diğer gelirlerini elinden almak, çalışmasına izin vermemek, istemediğinde ya da istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirmek, aileyi ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini almadan tek başına karar vermek, kadının geliri, üzerine tasarruf yapmasına izin vermemek EKONOMİK ŞİDDET'tir.
Töre, namus bahanesiyle kadına uygulanan şiddet, yani Kadın Cinayetleri, kadına yönelik fiziksel şiddetin en ağır biçimlerinden biridir.
Kadının giydiği kıyafet, gittiği yer, yabancı kişilerle konuşması, evlilik dışı ilişkisi olması, evlilik dışı hamile kalması, bakire olmaması, ailenin ya da akrabalarının uygun gördüğü kişi ile evlenmek istememesi, boşanması gibi bahaneler kadına eşi ya da akrabaları tarafından şiddet uygulanması ya da öldürülmesi TÖRE / NAMUS BAHANESİYLE kadına uygulanan ŞİDDET'tir.
(Dijital Şiddet, Flört Şiddeti ve Israrlı Takip de Şiddet Literatüründe yerini almış.)

Dürüst Olalım
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği'nin hazırladığı broşürde yer alan, benim yukarıda yazdığım bu tanımları okurken kaç tanesinde duraksadınız, kaç kez yutkundunuz, kaç tanesini bire bir yaşadınız, kaç tanesine bire bir şahit oldunuz?
Bu yazıyı okuduğunuza göre, okuması yazması olmayan, eğitim görmemiş, kendisinin ve haklarının farkında olmayan, bilmediğimiz hayatları yaşayan kadınlardan değilsiniz. 
Eğer ki bu tanımların birkaçıyla dahi olsa bir yerlerde kesişiyorsanız siz de aile içi şiddet ile (farkında dahi olmadan) iç içesiniz.

Farkında Olalım
Farkında dahi olmadan dedim ya, işte sır orada.
Tam da bu yüzden İstanbul Sözleşmesi sakıncalı bulunuyor olmalı.
Farkında olmayalım ve itile kakıla yaşamaya baş kaldırmayalım diye önümüze Aile Birliği sürülüyor, Namus sürülüyor, Töre sürülüyor, Annelik sürülüyor, Yuva sürülüyor, Dişi Kuş sürülüyor.
Tamam da,
Niçin dünyanın bütün yükünü kadınların sırtına vurdunuz ki şimdi siz?
Eğer bizim tüm bu yükü tek başına sırtlayacak kadar güçlü olduğumuzu düşünüyorsanız o zaman bize saygı duyun ve yolumuzdan çekilin, yok güçsüz olduğumuzu düşünüyorsanız destek olun, el verin.
Yuvayı dişi kuş yapar deyip deyip, ama sen annesin deyip deyip, ama sen kadınsın deyip deyip, ama ben erkeğim deyip deyip tepemize binmeyin.

Ama Ama Ama
Ama'lar bitmez. Kafasına vurula vurula sindirilen kadın el mahkûm AMA'larda alıyor soluğu.
Ama beni seviyo, o yüzden kıskanç deyip avutuyor kendini.
Ama beni gözünden sakınıyo, o yüzden dışarı salmıyo deyip avutuyor.
Ama beni para işleri ile yormuyo, o yüzden bana para göstermiyo deyip avutuyor.
Benim bey biraz maço deyip avutuyor.
"Ben bilmem beyim bilir" deyip ömrünce kendi varlığını unutuyor.
Peki ya "Bey" biliyor mu hakikaten de?
O da bilmiyor aslında. 
Hiçbir zaman insan yerine konmamış bir annenin yetiştirdiği oğul belki o da. Bilmezliğini gizlemek için o da babası gibi saldırgan belki de. 
Hep korkudan, hep toplumsal baskıdan, hep yazılmayan kanunlardan yaşanıyor her şey.
Ya yazılan kanunlar?
Yazılmayan kanunlara uyulduğu kadar yazılan kanunlara, yani hukuka da uyulsa keşke.

En Büyük Ama
Boyun eğen kadınlar sessizce yaşamaya devam ederken, canından bezdiği için baş kaldırarak şiddet uygulayan kocasından şikâyetçi olan kadınların da geri adım atmak için başka AMA'ları var. 
"Ama tapu adamın üzerine!" ama'sı bu da. Adam da bunu bildiğinden tapuyu en büyük silah olarak kullanıyor.
Kadının şikâyetçi olup polise ya da mahkemeye intikal eden davalarda kadın çok zaman davayı bu sebeple geri çekiyor. Kocası için kesilen para cezasını işe giderek kendisi ödeyen kadınlar da çok. 
Hani öyle bir durum ki; "Kırk satır mı kırk katır mı, seç beğen al". 
Başımda kocam dursun deyip eğiyor başını çaresiz. Biliyor ki bir kocadan olursa bin koca ile boğuşacak!
Mahalleli, köylü, çalışıyorsa iş yerindeki kişiler, eski koca, kayınço-ağabey-ana-baba-amca-yenge-dayı-yeğen, elâlem, hattâ belki evlat. Oldu mu sana Bilmemkaç Kocalı Hürmüz! 
Kafesteki tekerleğin içinde dönüp duran bir hamster gibisin işte.
Tekerleğin içinde deli gibi koşsan da hiçbir zaman çıkışa ulaşamıyorsun. Bu sonsuz koşu hiç bitmiyor.
Madem canlı çıkamayacaksın bu koşudan, en iyisi kendi BİR'ine razı olman. Hem ne demişlerdi sana, "Alemin iyisinden kendi kötün daha iyidir", "Kan kus kızılcık şerbeti içtim de", "Uysal ol, itaatkâr ol!"
Ama neden razı olan hep kadın?
Tapu yüzünden, öyle mi? 
Ya çocuklar?
Yaa, onları unuttunuz değil mi?
O tapu o çocukların güvenli ortamda büyümesi için o kadar önemli ki, kadın rıza göstermesin de ne etsin?


Tapu Yoksa Sığınak Var
Tapunun kifayetsiz kalıp can güvenliğinin söz konusu olduğu durumlarda, şiddete uğrayan kadınlar ilk anda güvenli bir yere ihtiyaç duyduklarından herhangi bir şehirde barınma yeri isteyebilirler. 
(Ana-baba-kardeş-arkadaş yanına sığınamayan, sığınsa da orada da rahat bırakılmayan, belinde silah ile kapıya dayanılıp kapıya kim çıkarsa hepsi birden katledilen yüzlerce vak'a ile dolu gazeteler.)
Sığınakların adresleri ise gizli tutulur ve bu bilgilere kimse ulaşamaz. Şiddet durumunda en yakın karakola, Koza Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM)'e, Cumhuriyet Başsavcılığına, Kaymakamlığa, Valiliğe ve Aile Mahkemeleri'ne başvurabilir ve sığınma talep edebilirsiniz. ŞÖNİM, karakol ya da Kaymakamlık/Valilik şiddet gören kadını sığınağa yerleştirmekle görevlidir ve bunun için herhangi bir mahkemenin kararı gerekmez.
(Karakollarda, "Ne yaptın da kocan seni dövdü?", "Kocandır, yuvanı bozma, evine dön." diyerek yuvayı yıkılmaktan kurtaracağını sanan görevliler var mı hâlâ? Ortada yuva mı kalmış? Yuva çoktan yıkılmış, kadın enkazdan çıkmaya çalışıyor, anlasanıza.)

6284 Sayılı Kanun ile neler yapılabilir?
2012 yılında büyük mücadeleler sonucu kabul edilen 6284 sayılı Kanun ile Geçici Koruma talep edebilir, şiddet uygulayanı evden uzaklaştırabilir ya da size yaklaşmasını engelleyebilirsiniz. Kimlik bilgilerinizi gizlenmesini ya da değiştirilmesini isteyebilirsiniz. Şiddet uygulayanın silahını polise teslim etmesini talep edebilirsiniz. Çocuklarınızın geçici velayetini alır, kendiniz ve çocuklarınız için tedbir nafakası talep edebilirsiniz. Geçici maddi yardım talep edebilirsiniz. Oturduğunuz evin kocanız tarafından satılmasını engellemek için eve Aile Konutu Şerhi konulmasını talep edebilirsiniz. 6284 sayılı kanun kapsamında koruma altına alındıysanız, sigortalı değilseniz ya da sigorta prim borcunuz olsa dahi sigortalı sayılır ve genel sağlık sigortasından yararlanabilirsiniz. (Yaşadığınız ildeki Baro size ihtiyaç halinde ücretsiz avukat tayin edecektir.)
6284 Sayılı Kanun kadının yanında, Unutma!
Şiddet Hattı
Şiddete maruz kaldığınızda Polis 155'i, Jandarma 156'yı, Sosyal Destek Hattı 183'ü, Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı 0 212 656 96 96 ve 0 549 656 96 96'yı, ŞÖNİM 0 224 223 03 68'i, ALO Şiddet Hattı 0 531 033 88 44'ü arayabilirsiniz. 
Alo Şiddet Hatları
Psikolojik Otopsi, Eziyet, Cezalar
Avukat Hülya Gülbahar 'Yasaların Uygulanmasında Vak'a Örnekleri'ni anlatırken, son dönemlerde gittikçe artan, Şule Çet gibi şüpheli ölümlerde uzmanların ölen kişinin ardında bıraktığı hayat izlerini, fotoğraflarını, sosyal paylaşımlarını, arkadaşlarını ve akrabalarını izleyerek bir rapor hazırlamaları gerektiğini söyleyerek, "Ölümlerde patolojik otopsi ne kadar önemliyse, şüpheli ölümlerde Psikolojik Otopsi de o kadar önemli" diyor.
Hülya Gülbahar'ın anlatacak o kadar çok deneyimi var ki, o hangi birisini anlatacağını şaşırıyor, ben de hangisini yazacağımı:
"Mahkemelerde tacize uğradığını söyleyen bir kadının bu işte rızasının olup olmadığı, tecavüze direnip direnmediği sorgulanıyor. Boğazına bıçak dayanmış bir kadının canını kurtarmak için, sağ kalmak için, sağ kalanlardan olmak için, gıkını çıkartamayacağı düşünülmüyor." 
"Kadın açık ve net bir EVET (ve sonuna kadar evet) demediği sürece kadının rızasının olduğu söylenemez."
Avukat Hülya Gülbahar
"Kadın cinayeti ya da tecavüz davalarında uzlaşma ve zorunlu arabuluculuk sistemi kat'iyetle devreye girmez."
"Kadına uygulanan şiddet süreklilik gösteriyorsa bu eziyettir ve 96. madde (Türk Ceza Kanunu'nda) işkence bölümü altında özel olarak düzenlenir. Eziyetin cezası ayrıdır, eziyeti oluşturan her bir eylemin cezası ayrıdır." 
"Kadının beden işçisi ya da tacize uğrayan kişinin LGTBİ bireyi olması suçun cezasında bir indirim yapılmasını gerektirmez. Suç insanlık suçudur."
****
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun hazırladığı 2018 veri raporunda "2018 yılında erkekler tarafından 440 kadın öldürüldü, 317 kadına cinsel şiddet uygulandı" yazıyor. Yine platformda 2019 Ocak ayında erkekler tarafından 43, Şubat ayında ise 31 kadın öldürüldüğü yazıyor. 
Yine platformda gözüme çarpan bir haberi okuduğumda, İçişleri Bakanı'nın 2017 yılında ve 2018 yılının ilk 7 ayında 393 kadın cinayeti işlendiğini açıklamasının nasıl bir duygu olduğunu düşündüm de, ben İçişleri Bakanı olsam bunları böyle çıkıp sanki gelir-gider tablosu açıklar gibi soğukkanlılıkla açıklayabilir miydim, acaba içimde hiçbir sorumluluk hissetmez miydim dedim kendime. 

Hümanizm - Feminizm - Menizm - LGBTİ
Hep eziyet gören ve öldürülen kadınları, çocukları, LGBTİ bireyleri, dolayısıyla da kendisinden aciz bireyleri öldüren erkekleri konuşuyoruz ne yazık ki. Kadın Cinayeti, Trans Cinayeti geçip gidiyor, kendisinden kat be kat büyük erkeklerin tacizine uğramış küçücük çocukların hayatlarının bundan sonrasının nasıl devam edeceğini görmezden geliyoruz. Belki de kendimizi korumak adına bazı şeylerin üzerinde fazla durmuyoruz. Yaşanan şiddeti, "kanıksamak" gibi bir duyarsızlıkla tariflendirmeye çalışmak vasatlık olur. Üzerinde durmamak ve görmezden gelmek ise sorunu daha da büyütüyor. 
Ve susan her kişi suça ortak oluyor... 
Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği tarafından yayımlanan bilgilendirme ve rapor kitapçıkları

İnsanlık Suçu
Kendisinden zayıf canlılara karşı işlenen tüm suçlar İnsanlık Suçu olarak değerlendirilmeli aslında. Gözden kaçmaması gereken bir konu da, suçlanan kişi her zaman gerçek suçlu olmayabiliyor.
O yüzden hukuk dava evresinde sanığın suçluluğu kanıtlanana dek sanığı suçsuz olarak nitelendirip onu da koruyor. Ancak suçlu olduğu her şekilde kanıtlanmış bir kişiyi kurtarmak için tacize uğrayan kişiyi giyimi, tavrı, geç saatte sokakta oluşu gibi konularla didikleyerek, mağduru neredeyse 'Hak etmişsin sen de'ye getirerek, suçlu kişinin cezasını hafifletmeye çalışmıyor mu, işte o zaman bir kez daha hakka, hukuka, insanlığa, yaradılışa, geçmişe, geleceğe tecavüz ediliyor.

Soralım o zaman:
İstanbul Sözleşmesi kadını koruyan gayet kapsamlı bir sözleşme, 6284 sayılı kanun gayet kapsamlı bir kanun, kadınlar başınızın tacı, cennet anaların ayağının altında, çocuklar geleceğimiz, iyi de; o zaman neden bu kadar şiddet var, neden bu kadar eziyet var, neden bu kadar kadın cinayeti var, neden bu kadar çocuk tacizi var, neden bu kadar eşitsizlik, haksızlık, neden bu kadar adaletsizlik var?

Yasalarımız var, evet!
Peki ya yasaları tanıyacak vicdanlı ve ahlâklı vatandaşlarımız ile yasaları uygulayacak vicdanlı ve ahlâklı hukukçularımız da var mı? Var elbet, lakin az.
Onlar yeterince çok olmuş olsa biz neden burada olalım?
Ve tüm bunları neden konuşalım?

Artık utanan taraf kadın olmayacak!
Bu ne demek biliyor musunuz?
Utanan taraf mağdur olan taraf olmayacak artık demek…
Utanacak birisi varsa o da tacizi yapan taraf olmalı demek,
Tacizci bununla böbürleneceğine yaptığının aşağılık bir şey olduğunu öğrensin artık demek,
Yaptıklarının yanına kâr kalmayacağını bilsin demek,
Eline-diline-beline sahip olamamanın bir bedeli olacağını ve bunun da burnundan fitil fitil getirileceğini idrak etsin demek…
Haberiniz olsun;
Bundan böyle tacize uğrayan kadın susmayacak…
Bundan böyle dayak yiyen kadın karanlıklara kaçmayacak…
Bundan böyle kadın konuşacak…
Anlatacak.
Anlatmaktan utanmayacak…
Artık o kadın ayıplı mal sayılmayacak…
Kadının konuşacağını ve kadının dinleneceğini bilen erkek de frenlerinin bakımını düzenli yaptıracak…
Her taciz ettiğini de öldüremez ya!
****
İşin kadın tarafı böyle işte…
Bu arada erkekler ne durumda dersiniz?
Kadınlara yapılan tacizleri onaylayanlara söylenecek her şey söyleniyor zaten.
Söylenenleri anlıyorlar mı bilmem ama anlamasalar da toplumun tepkisinden bir nebze de olsa tırsıyorlardır belki…
Onaylamayanlarsa öfkemize destek verip katılıyorlar kadınlara. Lakin hemcinslerinden utanmış halde başları öne eğik…
Sözümüz kadınlarla el ele veren siz erkeklere değil…
Siz utanmayın…
Bu utanç, sistemin…
O da değişecek böyle böyle…
Maalesef ki kurbanlar vere vere…

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021