25 Haziran 2019 Salı

Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti

İnsan en büyük iyiliği de en büyük kötülüğü de kendisi yaparmış kendisine.
Eleştirilere kulak tıkayıp methiyeleri önemsemek, "olmuyor" diyenleri tekmeleyip "oluyor oluyor" diyenleri dinlemek, göz göre göre karaya ak, aka kara demek, demeyenleri birer birer tepelemek, onu kakalayıp bunu itelemek, mek mek mek mek ile mesela.
Sonra da mikrofon başına geçip sütten çıkmış ak kaşık, kanatsız melek, sevgi abidesi, çalışkan Atom Karınca, sevimli Arı Maya olmak, beyaz atlı prens kıvamında tatliş tatliş konuşmak, mak mak mak mak ile mesela...
****
Hayat içinde bir duruşu olan insan bu kadar hızlı değişemez tabi.
Bu ancak oyuncular için büyük bir maharettir.
Acılar içinde salya sümük ağlayan bir karakterden, çılgın kahkahalar atan bir karaktere dönüşebilir bir anda oyuncu. Bir bakarsınız kraldır bir sahnede, bir bakmışsınız dilenci oluvermiş bir diğerinde. Bir bakarsınız korkuyla açılır gözler, bir bakmışsınız derin bir uykudaymışcasına kapanmıştır o gözler. 
Şımarık bir çocuk, azılı bir katil, titiz bir ev kadını, yeni yetme havai bir genç kız olur da bunu nasıl başarabildiğini anlayamazsın.
Kendini kendinden silebildiği kadar başarılıdır oyuncu.
Gözlerinde kendinden eser bırakmadığı, bir başka karaktere bürünebildiği kadar iyidir.
Sahneden indiğinde özüne döner çabucak.
İyi oyuncular şüpheye düşürür insanı çokça.
Yoksa, özü de oyunlardan mı ibarettir?
Kendisi de anlayamaz ve oyuna kaptırır kendini, çıkamaz oyunun içinden...
****
Böylesi bir sıkışmada olan, kendisine sorgusuz sualsiz inanan kitleye oluyor maalesefKarakterler arası geçişin hızını yakalayamıyorlar. O bir öyle diyor bir böyle, onu anlamadan dinleyenler çareyi o ne derse hepsini alkışlamakta buluyorlar.
Bir gün cehape pekeke ile iş tutuyor diyor, onu alkışlıyorlar, öteki gün devletin televizyonunda terörsitbaşının mektubu kardeş terörist tarafından okunuyor, kendisiyle röportaj yapılıyor, onu da alkışlıyorlar. Oyuncu kişi replikleri karıştırıyor, farkında olmadan cumhur ittifakını yerden yere vuruyor, onu da alkışlıyorlar. Bozuk saat günde iki kez doğruyu gösterir misali, o da arada istemsizce doğru konuşuyor, alkışlayanlar da bilmeden doğruyu alkışlıyorlar.
Yorgunluktan ihtimal, ağız ve kulak ile kulaklar ve eller arasında "telekominikasyon" sıkıntısı yaşanıyor.
Siz buna isterseniz "Allah'ın sopası yok!" deyin, isterseniz "İlahi Adalet", isterseniz "karma"...

Ha, bir de bu gidişi iyi okuyup da alkışlamayanlar var. 
Yıllardır verdikleri kredinin, gösterdikleri hoşgörünün ve sabır taşına dönen yüreklerinin hesabını, ölçüp biçip tartan akılları ile soran insanlar onlar.
Köprü yaptın da neden ben geçemiyorum, maaş veriyorsun da neden geçinemiyorum, üniversite açıyorsun de neden bitirince işsiz kalıyorum, mağdura yardım edip memleketi mülteciye boğdun da neden bedelini ben ödüyorum, her yaptığını benim vergilerimle yapıyorsun, zaten bunları yapmak için hizmete talip oluyorsun, peki niye bunları cebinden yapmış gibi kafama kakıyorsun, niye durup durup azarlıyorsun, niye başkasını tercih etmemi kendine ihanet sayıyorsun, niye benim tercihimi saymazdan geliyorsun, niye bana nankör diyorsun, niye çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar, kısacası niye ülke insanı bu kadar tehdit ve korku içinde yaşıyor diye sordular elbet.
En iyi hesap sorma yöntemi olan sandık ile sordular hem de.
Bir kereden ikna olmayanlar için ikinci kere, hem de gümbür gümbür gümbürdeyerek sordular.
İsterseniz bir kere daha sorsunlar...

Aldığı bu mesaj ile sarsılan karakter yeni oyun kurma peşinde şimdi. 
O yüzden Kırmızı Başlıklı Kız'ın büyükannesinin şapkasını taktı, yatağına yattı, bu kez o şirin şirin sorular soruyor Kırmızı Başlıklı Kız'a.
- Senin gözlerin neden bu kadar büyük Kırmızı Başlıklı Kız?"
- Seni daha iyi görebilmek için.
- Senin kulakların neden bu kadar büyük Kırmızı Başlıklı Kız?
- Seni daha iyi duyabilmek için.
- Senin ellerin neden bu kadar büyük Kırmızı Başlıklı Kız?
- Büyükannemin yerine geçip bana yalanlar söylediğinde sana iyi bir tokat aşkedebilmem için!
- Ooov, bu Kırmızı Başlıklı Kız yeni mi? Oyuna yeni mi girdi? Eskisine ne oldi? 
****
Gördüğünüz üzere;
Devir değişti, e tabi "Kırmızı Başlıklı Kız" da değişti.
Siz de artık oynamayı bir kenara bıraksanız da kendiniz olsanız. 
Hakiki olsanız, samimi olsanız, dosdoğru olsanız. Değişimi yakalasanız.
Çok çalışıp yoruluyorsunuzdur kabul, lâkin bunların hıncını bizden çıkartmasanız.
Olmuyorsa da zorlamasanız...

20 Haziran 2019 Perşembe

Hora Hora Barışa

2400 yıl önce aranan barış bugün hâlâ aranıyorsa eğer, hiç şüphesiz ki 2400 yıl sonra yine aranmaya devam edecektir. 
Eğer ki barış bulunmuş olsaydı bu kadar aranmazdı değil mi?
Hoş;
Belki bulunmuştur.
Bulunmuştur ve barışın huzurlu ortamından hoşnut kalınmamıştır.
Kim bilir?

Aristofanes'in 2400 yıl önce yazdığı Barış komedyasını, İKİ BİN DÖRT YÜZ yıl sonra sahnede izleyince, insanların barış ile bir türlü barışamadıklarını gördüm. 
5. Baro Tiyatroları Festivali'nin açılış gecesinde prömiyer yapan "Barış Oyunları", bugün ile olan benzerlikleri ve bugüne yaptığı göndermeler ile yazarın savaş karşıtı düşüncelerini yıllar öncesinden bugüne getiriyordu.
Bu arada; Aristofanes eski komedya olan 'Barış'ı yazmakla kalmamış, o dönemde oynanmasını da sağlamış. Bununla da yetinmeyip bir de vasiyet bırakmış ardında. Demiş ki; 
"Eğer bu oyunu oynarken zamanı ve mekânı dikkate almaz, ona göre sahnelemezseniz, iki elim yakanızda olur, haberiniz ola!".
Merak buyurmayınız Atistofanes Efendi, bugün bu oyun için zaman da mekân da ziyadesiyle uygundur...

ARİSTOFANES 
Aristofanes'i tanımak ve tanıtmak için kısa bir gezinti yaptım internette. Aristofanes için Eski Komedya'nın günümüze kalmış tek temsilcisidir yazıyor hakkında yazılmış yazılarda.
Ve devam ediyor:
"Aristofanes yapıtlarını, koro, mim ve bürleskin önemini koruduğu bu komik dramaturji döneminin sonlarında vermiştir. Koroya yer vermeyen son oyunu da, kısa süren ve M.Ö. 4. yüzyıldan önce yerini Yeni Komedya'ya bırakan Orta Komedya'nın günümüze kalan tek örneği olarak bilinir. Aristofanes'in yapıtlarının günümüzde de önemini koruması, diyaloglarındaki yaratıcılık, genellikle yerinde ve ölçülü kullanılan yergi öğesi, özellikle Euripides'i alaya aldığı parodilerinin parlaklığı, koro şarkılarının canlılığı gibi özelliklere bağlanmaktadır. Barış, kadın hakları gibi evrensel temaları ele alması, yapıtlarının geçerliliğini sağlayan bir başka özelliktir."

Aristofales'in "Barış" komedyasının tanıtım bülteninde de şöyle yazar:
"Rivayet olunur ki, Atina'nın yasalarını ve gündelik hayatını nereden öğreneceğini soran yabancı bir krala Platon, Aristofanes'in komedyalarını okumasını salık verir. M.Ö. 450-385 yılları arasında yaşayan, kaleme aldığı 44 komedyanın ancak 11 tanesi günümüze ulaşabilmiş Aristofanes, yazar olarak ilgisini cesurca yaşadığı toplumun yakıcı sorunlarına yönelterek, politik hicvin, bayağılığa düşmeden yalın anlatının ve "halk bilgeliği"nin dile gelişinin edebiyatta kurucu figürü olmuştur. Binlerce yıl sonra bile yaşadığı toplumsal koşullar ve tarihi şartlar içinde kaleme aldığı taşlamalar, güncelliğini ve evrenselliğini korumaktadır. Bu da Aristofanes'in sadece kaba güldürü, sulu şakalar ve şive-yöre-bedensel araz komikliklerinden arındırarak dönemi için yepyeni ve müstesna bir komedyayı ortaya çıkartmadığını, taklit edilemez ve çığır açıcı bir üslup ve politik kavrayışa sahip olduğunu göstermektedir."

Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Savaş karşıtı komedyadan, savaşı en sert haliyle anlatan Erich Maria Remarque "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" kitabına bir göz atalım. I. Dünya Savaşı'nda savaşan bir grup askerin hikâyesini on dokuz yaşındaki bir çocuğun gözlerinden en gerçek, en yalın, en korkunç haliyle anlatan kitapta, cephedeki körpecik delikanlıların savaşı sorgulamasını, evlerinde çimenlerin üzerinde yatmak, gölün serin sularına dalmak varken, burada ateş altında, çamur içinde, aç ve susuz ne işleri olduğunu anlamadıklarını, ölümle burun buruna yaşamanın anlamsızlığı içinde yitip gitmelerini okuruz. 
Savaş karşıtı edebiyatın en ünlü metinlerinden olan kitapta savaşın insanlar üzerinde yol açtığı yıkımın bu derece yalın ve korkusuzca dile getirilmesi takdire şayandır. Savaş ne kitaplarda yazıldığı gibidir, ne de öğretmenlerin anlattığı gibi. Savaş kandır, savaş kopan bacaklar, uçan kafalar, kör olan gözler, paramparça bedenler, paramparça hayatlardır.
Kitap Almanya'da o kadar etkili olur ki Naziler tarafından önce yasaklanır, ardından da toplatılıp yakılır. Bu kadarla da kalınmaz. Ülkesini terk eden yazar Remarque'ın yerine kız kardeşi Elfriede, "toplum ahlâkını bozmak ve savaş aleyhine konuşmak" suçundan yargılanır ve idam edilir. İnfaz masrafları da diğer kız kardeşi Erna’ya ödettirilir.
"Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmi, Avrupa'da 1930 yılında gösterime girer. Almanya filmi yasaklar. 

Aristofanes'i ve Remarque'ı kendi çağlarında bırakıp çağımıza dönmeden önce, acaba Aristofanes bir günlüğüne dünyaya gelse ve bunca zaman içinde yaşanan savaşları bir öğrense ne derdi diye düşündüm.
Savaşsız çağ yok malum. 
Bir Aristofanik Komedya da bize mi yazardı, yoksa "Dünya cephesinde yeni bir şey yok!" diyerek ardına bakmadan öte tarafa kaçar mıydı bilmem...

TİYATRO ADVOCATO
2004 yılında kurulan Bursa Baro Tiyatrosu-Tiyatro Advocato tarafından sahnelenen "Barış Oyunları" oyunu teknik kadrosuyla olsun, oyuncularının ustalığı ile olsun, müzikleriyle olsun izleyenleri kendisine hayran bıraktı.
Yazarlığını ve yönetmenliğini İzzet Boğa'nın yaptığı "Barış Oyunu" oyununda Atinalı Trigalius'un "Barışı, Neşeyi ve Bereketi" yeniden Atina'ya getirmek için verdiği mücadele anlatılıyor. 
Oyuncular kadar oyunun ardında çalışan ekip de birbirinden kıymetli isimlerden oluşuyor. 
Oyunun müzikleri Nedim Yıldız'a, kostümleri de Aslıhan Pekün'e ait. 
(Oyunun fotoğraf ve videolarına buradan ulaşabilirsiniz.)
Barış Oyunları
Zeus'un hapsettiği 'Neşe, Bereket ve Barış'ı, tezeklerle besleyip büyüttüğü Bok Böceği'nin sırtında uçarak  Zeus'un göklerdeki sarayına ulaşan ve "Neşe-Barış-Bereket" üçlüsünü Zeus'un elinden kurtararak yeryüzüne indiren Atinalı köylü Trigalius, zaman içinde halkın tepkisi ile karşılaşır. 
Savaş aletleri ve savaş kostümleri yapanlar işsiz kalmıştır. Gençlere çalışmak değil savaşmak daha cazip geliyordur. Çünkü onlar bir yılda çalışarak kazandıklarının kat be katını savaşta ganimet olarak elde ediyorlardır.
Daha düne kadar vergilerden, ürünün bereketsizliğinden, savaşa giden erkeklerinin geri dönmediğinden, meclisin adaletsizliğinden, kralın vicdansızlığından, Tanrıların kendilerini yalnız bıraktıklarından yakınıyorlardır oysa. "Hora hora, hora tepelim, hora tepelim de gelin şenlenelim!" diye şarkılar söylüyorlardır.
Bu insanlara da yaranılmıyordur yahu!
Neşe ile hora teperek barışa kavuşmak varken, öle öle, öldüre öldüre ganimet kazanmak da neyin nesidir?
****
Oyunun sonunda, başta İzzet Boğa olmak üzere tüm ekip büyük alkış aldı. Trigalius'u canlandıran Murat Özdemir ise salonu alkıştan yıktı geçti. 
Müzikler oyunla tam bir bütünlük içindeydi. Ege tınıları kulağımıza hiç de yabancı değildi. Kostümler deseniz Helenistik dönemini yakalamıştı. Sahne ışığı görsel zenginliği arttırıyordu.
Sahnedeki gruba amatör grup demeye bin şahit isterdi açıkçası.
Ne kadar şanslıyız diye düşündüm oyunu izlerken. 
Bir hafta boyu amatör tiyatro gruplarının oyunlarını bilâ-bedel izleyebileceğiz.
Yaşar Ne Yaşar Yaşamaz'dan, Aslan Asker Şvayk'a, Maymun Davası'ndan Kocamın Nişanlısı'na, Yastık Adam'dan Fizikçiler'e, Karar Kimin'den 12 Öfkeli'ye toplam 9 oyun ile tiyatroya doyacağız.
Bir yandan da açılış günü gerçekleşen Orhan Alkaya söyleşisi gibi, Murat Daltaban ve Yavuz Pekman ile söyleşiler olacak, 22 Haziran Cumartesi günü 15:00-17:00 saatleri arasında "Baro ve Tiyatro" konulu bir çalıştay gerçekleşecek.

BURSA BAROSU TİYATRO FESTİVALİ
Her yıl başka bir baronun ev sahipliği yaptığı Baro Tiyatroları Festivali bu yıl Bursa'ya konuk oluyor.
Baro Tiyatrolarının, ilk olarak 2015 yılında başlattığı festival bu yıl 5. kez düzenleniyor. 2015 yılında Adana, 2016 yılında Antalya, 2017 yılında Ankara ve 2018 yılında da İzmir'de yapılan festival bu yıl Bursa Barosu ev sahipliğinde 7 ilden 9 tiyatro topluluğu ile 19-27 Haziran 2019 tarihleri arasında Bursa Nilüfer Belediyesi ve Türkiye Barolar Birliğinin katkılarıyla Nâzım Hikmet Kültürevi'nde gerçekleşiyor.
Festivalin Genel Koordinatörlüğünü Bursa Baro Tiyatrosu Yönetmeni İzzet Boğa yapıyor.
Bursa Barosu Başkanı Gürkan Altun'a, İzzet Boğa'ya ve bu festivalin gerçekleşmesinde emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkürlerimizle...

Tiyatro Yazılarım:
Ha Romalı, Ha Aromalı / 29 Eylül 2013
Savaşın öteki yüzü / 11 Mart 2015
Babaanneler unutmasın / 11 Mart 2016
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Aşk mı, Kalori mi? / 25 Şubat 2019
Orada Duruverdi Zaman / 6 Mart 2019
Aşk Varsa Sanat Var / 21 Mart 2019
Bir Dünya Tiyatro / 29 Mart 2019
Hora Hora Barışa / 20 Haziran 2019

18 Haziran 2019 Salı

Bir Şey Yapmalı Ama Ne Yapmalı?

En altın da altında sınıfta yer alan köylülerin acılı ve umutsuz hayatını anlatan bir roman Fontamara. Mussolini İtalyasında halkın içine düştüğü perişanlığı, sefaleti ve acımasızlığa mahkûm oluşunu en sert haliyle anlatıyor.

Ignazio Silone, İtalyan yazaɾ.
1 Mayıs 1900 - 22 Ağustos 1978 yılları arasında yaşamış İtalyan yazar Ignazio Silone’in en önemli eserlerinden biri. Bu arada, yazarın gerçek adı Ignazio Silone değil, “Secondo Tranquilli”. Ama o eserlerini hep Ignazio Silone takma adıyla yayınlamış.
Yazar Toplumcu Gerçekçilik akımına yönelik yazdığı romanlarında Mussolini İtalyasını, özellikle güneyli fakir köylülerin hayatını anlatır.
Abruzzo bölgesinin kurak coğrafyası, köylülerin batıl inançları ve faşist polisin baskıları, sıkça kullandığı ana temalardır.

ABRUZZO BÖLGESİ
Google Earth’de Abruzzo bölgesine baktım, bölge Adriyatik kıyısında, dağlık bir yer. İtalya’nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden biri.
Apenin dağları ile Adriyatik arasında sıkışmış bölge ülkenin en seyrek nüfuslu bölgesi. 4 ilden oluşuyor. Tarih boyu her zaman tenha bir bölge olmuş. 1901-1915 yılları arasında Abruzzo ve komşu bölge Molise’den çoğu ABD’ye 1 milyon kişi göç etmiş. Bölgenin bilinen ilk halkı Picenialılar yazıyor okuduğum bilgilerde.
2. Dünya Savaşından sonra modern yol ve demiryolu ulaşımı sağlanmış. Turistlerin atladığı, kaçırdığı, pek itibar görmeyen bir bölge deniyor. Oysa hem tarihi hem doğa güzelliklerine sahip. Bölgede ortaçağ kale, köy ve manastırları ile çok sayıda Roma kalıntısının var olduğu yazılmış.

Ignazio Silone’ye dönelim yine:
Yazar; annesi, babası ve küçük kaɾdeşini depɾemde, sağ kalan diğeɾ biɾ kaɾdeşini faşizm zindanlaɾında, kaɾısını da biɾ ayaklanmada kaybetmiş.
Kendisi aktif olarak komünist olan yazar, romanlarında komünizmin idealleri ve başarısızlığını da irdeler. Ayrıca yazarın, komünizmi savunduğu dönemlerde Mussolini için bilgi taşıyıρ muhbirlik yaρtığı iddia edilir.
Eserlernden Ekmek ve Şarap, Fontamara, Luca'nın Sırrı, Bir Avuς Böğürtlen ve Diktatörlük Dersleri dilimize ςevrilmiş.
Fontamara romanı savaş sırasında Amerikalılar tarafından İtalyan halkına dağıtılmış.
1978 yılında Cenevre'de ölmüş.

ESERLERİ
1-  Fontamara (İlk yayınlanma 1931 ya da 33) 10 dile çevrilmiş. Sabahattin Ali çevirisi 1943 yılında yayınlanmış.
2-  Ekmek ve Şarap (1937) -- Vino e Pane (Çev. Ahmet Hisarlı, Yay. Remzi Kitabevi) En iyi yapıtı sayılıyor
3-  Il Fascismo, le sue origini e il suo sviluppo (1934)
4-  Un viaggio a Parigi (1935)
5-  La scuola dei dittatori (1938)
6-  Il seme sotto la neve (1942)
7-  Egli si nascose (1944)
8-  Una manciata di more (1952)
9-  Il segreto di Luca (1956)
10- La volpe e le camelie (1960)
11- Uscita di sicurezza (1965)
12- L'avventura di un povero cristiano (1968)
13- Severina (1981)

Severina veya La speranza di suor Severina, Ignazio Silone'nin son eseri. Eser 1977-78'de yazılmış. Darina Silone tarafından düzenlenmiş ve tamamlanmış ve yazarın ölümünden sonra 1981 yılında yayımlanmış.
Elisabeth Darina Laracy Silone, faşizm karşıtı İrlandalı bir gazeteci ve tercüman. 1944'ten 1978'deki ölümüne kadar Ignazio Silone'nin karısı.
Türkiye’de Faşizm
Can Yücel kitabın önsözünde der ki:
“1920 sonlarından başlayarak Nâzım başta olmak üzere Türk sosyalistleri irili, ufaklı dergilerde, yaprakçalarda ve en kahramancası Tan gazetesinde Faşizm denen mereti kalemleriyle neşterlemişlerdir. Ama bunların içinde bir tanesi, 1943 gençliğini temelden sarsmıştır. O da, Sabahattin Ali çevirisiyle Akba Kitapevinden çıkan Fontamara romanı. Bizim de o zaman yoksul bir köylü ülkesi olduğumuz için midir nedir, Faşizmi Apeninlerin yoksulun yoksulu köylüleri gözüyle görmek gözlerimizi büsbütün açmıştır. Ignazio Silone Sabahattin Bey'in de belirttiği gibi içinden yetiştiği yöre halkının çilesini baş tacı etmiş, o uğurda sürgünlere katlanmış bir yazardır. Bundan sonraki işleri nedense sulanmaya başlamış ve sonunda Andre Gide, Spender, Koestler gibi yazarlarla Komünist aleyhtarları kafilesine katılmıştır.”

Ve yine Can Yücel der ki:
“Faşizmi bizlere sergilemek için Sabahattin Bey'in cıvıl cıvıl gözleriyle, sekmez sezgisiyle seçtiği bu kitap, zaten mütegallibe (zorba takımı, zorbalar) sultası altında inleyen bir köylülüğün Faşizmden de nasibini alınca nasıl direnç bilincini devşirdiğini anlatır. Sabahattin Bey örnek bir çevri çıkarmıştır ortaya. Beş-on eskimiş sözcüğü saymazsak (ki onlar da sayfaların altında güncel haliyle belirtilmiş) araya giren onca yıla karşın yepyeni bir dil vardır karşımızda. Her yapıtında olduğu gibi Fontamara'da da tam bir usta vardır önümüzde.”

Evrensel.net’den Barış Avşar kitap üzerine yorum yaparken, Marksizmi duyurmanın zorluğundan bahsetmiş:
“İşçi sınıfının partisi olarak kurulan ve bu yönde faaliyet yürüten her politik birlik için, köylülüğün kazanılması değişmeyen bir hedef oldu. Yüzyılların ötesinden gelen ve en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile kırsal kesime hakim olan din sömürüsü, tefecilik, ırgatlık, kadercilik ve “değişmeyenin iyi olduğu” inancına karşı; köylülük içinde işçi sınıfı ideolojisinin, yani Marksizmin yeni dünyasının duyurucusu olmak partili militan için çetrefilli bir uğraştı.”

MUSSOLİNİ (1883-1945)
Benito Amilcare Andrea Mussolini, Ulusal Faşist Parti'nin lideri olan İtalyan politikacı ve gazeteci. Duce olarak tanınan Mussolini, İtalyan faşizminin kurucusuydu.
Nietzsche, Schopenhauer ve Kant gibi filozoflar, Komünizm'in kurucuları Engels ve Marx ve pek çok Avrupalı fikir insanının görüşlerinden beslenen Mussolini, gençlik yıllarında sosyalizmi benimsemişti.
Faşist grupları bir araya topladı. Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini 1919 senesinde çeşitli sağcı, anti-komünist ve anti-kapitalist grupları kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı örgütünde bir araya getirdi. Savaş sonunda istediğini elde edemediği için hayal kırıklığına uğramış olan İtalyan halkının durumunu Mussolini'nin düzeltebileceğine inanan Kral III. Vittorio Emanuele, toplumsal krizi şiddetsiz bir yolla çözmek için 31 Ekim 1922 tarihinde Mussolini'yi başbakan olarak atadı. Mussolini’nin ilk işi, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik kurumları ortadan kaldırarak, devleti Faşist Partisinde kişiselleştirmek oldu. Akdeniz’de eski Romalıların deyimi olan “Bizim Deniz" (Mare Nostrum) demesi ve Roma İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gibi söylemleri ile milliyetçiliği güçlü bir unsur olarak kullanmıştır. Komünizm ve Liberal Demokrasiye aynı derecede düşman olan Faşist Parti, İtalya'daki karmaşık durumdan istifade etti.

Faşizm: İtalyanca “Fascio” sözcüğünden gelmekte olup, “bağ, demet, engel, çatılı tüfekler, balta demeti, bağı” anlamına geliyor. Kavram olarak; “İtalya’da, 1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren meslek kuruluşlarına dayanan, yetkinin tek partinin elinde olduğu aşırı ulusçuluk ve baskı kurmayı amaçlayan öğreti”.

STALİN (1878-1953)
Tarihe adını kanla yazan Josef Stalin, Gürcü asıllı Sovyet mareşal, devlet adamı ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri. Lenin'in ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreteri olarak nüfuzunu artırdı ve 1927 yılında Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna geldi. Marksist-Leninist ideolojinin ülkedeki uygulayıcısı oldu. 20 milyona yakın insanın ölümünden sorumlu. Rejim düşmanı olarak gördüğü her vatandaşı tereddütsüz mahkum bırakabildiği Gulag'larda 1 milyona yakın vatandaşı zor şartlar altında çalışarak can vermiştir. Lenin vasiyetinde Stalin'e güvenmediğini açıkça ifade etmiş ve "Yoldaş Stalin önemli bir güç elde etti. Fakat bu gücü düzgün biçimde kullanabileceğinden emin değilim." demiştir.
Kısacası; Faşizm de Komünizm de can almıştır.

TÜRKİYE-İTALYA İLİŞKİLERİ (1930-1950) CANTEMUR, Türkan
“Türk-İtalyan İlişkileri, Türklerin Anadolu’yu yurt tutmaya başladıkları XI. yüzyıla kadar götürülebilir. Daha çok ticari ve askerî alanda etkisini gösteren bu ilişkilere XVI. yüzyılda kültürel alandaki faaliyetlerde dâhil olacaktır. Yaklaşık 100 yıllık bir sönük dönemi müteakip 1854 Kırım Savaşı ile başlayan, yeni dönem Türk-İtalyan İlişkileri kısa bir süre sonra çatışmaya dönüşmüştür.
1870’de Birliği’ni sağlayan İtalyanların sömürgeciliğe yönelmesi Trablusgarp, Adalar Denizi vesaire de Türk-İtalyan çatışmalarını da beraberinde getirdi. Bu çatışma I. Dünya Savaşı boyunca yerini belirli bir gerginliğe bırakmıştır.
Mondros Mütarekesi’nden sonra İtalyanların bir kısım Anadolu topraklarını işgallerine rağmen Türk-İtalyan İlişkileri çatışmadan uzak bir şekilde genellikle siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda karşılıklı alışverişlerle II. Dünya Savaşı öncesine kadar gelişerek devam etmiştir. Ayrıca Türkiye, İtalyan sömürgeciliğinin sebep olabileceği tedbirleri en iyi şekilde almış ve bölge devletleri nezdinde de moral bir destek oluşturmuştur. Bu arada Türkiye’nin Boğazların statüsünü de kendi lehine değiştirmeyi başararak ve özellikle Atatürk’ün kişiliğinde büyük bir saygınlık kazandığı görülmektedir. Ona rağmen 1938-1944 yılları arasında Türk-İtalyan İlişkileri tarihinin en sönük dönemini yaşamıştır. 1946’dan itibaren tekrar canlanmaya başlayan söz konusu ilişkiler, geçmişteki seviyesine ancak Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 yılından sonra ulaşmıştır.
Ticari gelişmedeki sır ise, Türkiye’den ayrılan bazı Rum tüccarların Trieste’ye yerleşmeleri ve eskiden Türkiye’den başka ülkelere yaptıkları ticareti Trieste’yi bir transit merkezi olarak kullanarak sürdürmeleriydi. Ayrıca İtalya’nın bu yıllarda Çukurova’daki pamuk üretiminin ticari denetimini ele geçirmek ve Türkiye’nin pamuklu kumaş ithalatını kendine bağlamak için çaba sarf etmesi de etkili olmuştur.
Benito Mussolini’nin 1922’de iktidara gelmesi ve izlediği siyaset Türkiye’yi tedirgin etmekle beraber İtalya’nın tarafsızlığını Mustafa Kemal Paşa tasvip ediyordu. Yine de İtalya Türkiye’ye dostane tavrını devam ettirmiştir. 1925 yılında iki ülke arasında Büyükelçilik düzeyinde diplomatik ilişkiler yeniden başlamıştır.Bu gelişmeye rağmen İtalya, Anadolu üzerindeki niyetlerini tamamen değiştirmemiştir. Her ne kadar bazı antlaşmalar imzalanmışsa da.30 Mayıs 1928’de Türkiye ile İtalya arasında imzalanan Tarafsızlık, Uzlaşma ve Adlî Düzenleme Antlaşması’ndan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde bir durgunluk görülmüştür.

İtilaf devletleri Birinci Dünya Savaşına katılması için İtalya’ya Akdeniz ve Ege bölgesinde topraklar vaad etmişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İtalyanlar bu bölgelerde işgale başladılar. Önce 1919 yılının Mart ayında Antalya işgal edildi. Daha sonra Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris gibi Menteşe bölgesindeki sahil şeridi, Muğla, Konya, Burdur, Afyon, Söke ve Akşehir bölgeleri işgal edildi.

Mamma li Turchi
Mamma li Turchi İtalyanlar arasında çok bilinen bir cümle. Hatta atasözü. Anneciğim Türkler geliyor anlamında kullanıyor. Türkleri barbar, öcü ve kötü yerine koyuyor.

İçinde korkuyu barındırıyor. İtalya’da çocuklar yemeklerini yemediklerinde anneleri onları bu cümleyle kendine getiriyor. Ye yemeğini yoksa seni Türklere veririm demek istiyor. Bir İtalyan takımı bir Türk takımı ile maç yapacağı zaman spor basını klasik olarak bunu manşet yapıyor. Neredeyse Osmanlı’dan beri durum böyle... 

Ekşi Sözlük’e de baktım tabi ki:
Zamanında bu kitabı bir öğretmene hediye etmesi nedeniyle, ceza istemiyle, İsmail Hakkı Tonguç'a soruşturma açılmışlığı varmış.
Carlo Lizzani'nin aynı adla beyazperdeye uyarladığı Fontamara filmi, 1980'de Montreal Film Festivali'nde Grand Prix des Ameriques ödülünü The Stunt Man ile paylaşmış.

FONTAMARA
Fontamara, köylülerin acılı ve umutsuz hayatını anlatan bir roman.

28. Sayfa.
Köylüler en altın da altında sınıftalar. Mertebe sıralamasında prensin köpeklerinden üç kademe aşağıda olarak betimlenir köylü. (Üç sıralama da boşluktur. Hiçbir şey gelmez, hiçbir şey gelmez, hiçbir şey gelmez.)

26. Sayfa
Rüyada görülen Papa ile İsa’nın konuşmasında İsa’nın insanlara yardım etmek için bir şeyler yapmaya çalıştığını, Papanın ise “Köylünün mahsulü iyi olursa ekin fiyatları düşer. Piskoposlar ve kardinaller arazi sahibi olduklarını unutma dediğini söylüyor. Köylülerin üzerine bit atarak kaşının ve günahtan uzak durun diyor.

30. Sayfa
Papaz tutmak. Köylü fakir papaz bile tutamıyorlar. Bizde de eskiden köylü karşılardı din adamlarının giderlerini değil mi?

31. Sayfa
Eşek şakası Yeni Papaz diyerek eşeği salıyorlar ortaya.  Yine aynı sayfada insanların doğaya müdahale ettiklerini anlatan bölümde HES'leri düşündüm.

33. Sayfa
Erkekler tarlada, Kadınlar da köyde çalışıyor. Sulama isyanına kadınlar gidiyor. 15 kadın.
Marietta Ruhulkudüs'ten gebe kaldım derken Meryem’den mi esinlendi acaba diye düşünmedim değil. J

40. Sayfada
Kadının gücü. Ekonomiye müdahil. Kadınlar evlenirken toprak getiriyorlar.

42. Sayfa
Otlak her zaman herkesin mali

43. Sayfa
Şarbay’ın köşkündeki davette konuklar çatlayıncaya kadar yiyip kusuyorlar. Tuvalet olarak bahçeyi kullanıyorlar.

46. Sayfa
Seçimlerde kendisine oy versinler diye sadece kendi adinin yazılışını öğreten Don Circostanza.

47. Sayfa
Beni taşlamak için bile tuğlalarımı alamazsınız diyor müteahhit.

52. Sayfa.
İşçi emeğini ucuza kapatmak.

54. Sayfa
“Şehirlilerle münakaşa edilmez. Kanunu şehirliler yapar, hepsi şehirli olan hakimler tatbik eder, yine hepsi şehirli olan avukatlar izah eder.”
İşçinin parasını düşürdüğünü sandığı işçinin patrona attığı sinsi kazık. Ayrık otu örneği. Nefis bir örnek. Ayrığı temizlemeyip üzerini örtüyorlar, sonra tarla pert. Ayrık, ekinden daha boylu. Böylece işçinin parasını indirdiği zanneden patron gününü görür.
“Para iyi mi mahsul iyi, para kötü mü mahsul kötü.”

55. Sayfa
ABD'ye göç geleneksel. Bizim Alamancılar gibi. 1901-1915 yılları arasında Abruzzo ve komşu bölge Molise’den çoğu ABD’ye 1 milyon kişi göç etmiş.

58. Sayfa
Üç hukuk var. Papazların Hukuku, Efendilerin Hukuku, Adetlerin Hukuku.

62. Sayfa
Harpte kim ne görür? “Bir köylü harbin en küçük kısmını görür. Şehirli büyük kısmını görür. Kral bütün memleketi görür. Her şeyi gören sadece Allah’tır.”

67. Sayfa
Şarbay’ın yasaklayıcı emirlerine karşı Berardo’nun: "Yani artık hiç kimse düşünmeyecek!" tepkisi. (Faşizm her zaman önce düşünmeyi yasaklar.)

71. Sayfa
Hükümet yaz gününde gökyüzündeki bulut gibidir diyorlar. Yağmur mu yağdırır dolu mu kimse bilmez. Fontamara’da kimin yönetimde olduğunun pek de önemi yok.

72. sayfa
Kral ile halk arasındaki ilişki eskiden yakındı. Sonra açıldı. Seçim işi çıkınca arada uçurum oluyor.

72. Sayfa
"İntihaba dayanan bir hükümet, daima bu intihabi yapan zenginlerin emrindedir." (intihap-seçim)
(John Steinbeck kitaplarını hatırladım.)

90. Sayfa
Kendileri fakir oldukları halde fakirlere düşman kesilen Kara Gömlekliler. Mussolini’nin vahşi askerleri. (Güzel Phillippo da onlara katılmış.) 89. Sayfanın sonu ve 90. Sayfanın başında çok iyi tanımlamış onları. Pek yabancı gelmediler bana.

98. Sayfa
"Kim yaşasın?" sorusuna verilen cevaplara göre etiketlenen insanlar. Hileci, anarşist, liberal, komünist, sosyalist vs.

109. sayfa
Hakimler fukaraların sözüne hiçbir zaman inanmaz. (“Şehirlilerle münakaşa edilmez. Kanunu şehirliler yapar, hepsi şehirli olan hakimler tatbik eder, yine hepsi şehirli olan avukatlar izah eder.”)

115. sayfa
Peppino daha çok para kazanmak için şuursuz bir siyaset yapıyor. Bol bol dayak yiyiyor. Aynı kişiye bir gün kahrolsun, bir gün yaşasın diyor. (Yabancı gelmedi) sonra da çöpe atılıyor.

118. Sayfa
“Garibaldi ve Binlerin (Kızıl Gömlekliler) Seferi” sayfa altında yazıyor. Papalar 5 kanunla idare ederken garibaldi 3 kanun daha getiriyor. Bıçak, Kan Gütme ve Passatello Kanunu. (şarap içerken oynanan roma oyunu)

119. Sayfa
“Kanunlar ne kadar çoğalırsa sefalet o kadar artıyor, sefalet ne kadar çoğalırsa kanunlar o kadar artıyor.”

121. Sayfa
Korkutandır en çok korkan derim hep. Korktukça daha acımasız olup korkutuyorlar insanları. Cinayetler arttıkça korkuları artıyor, korkuları arttıkça cinayetleri artıyor.

Neden korkuyorlar?
Korkudan korkuyorlar.

“Peki ama neden korkuyorlar?”
“Neden olduğunu kimse bilmiyor. Sadece korkudan. Bir milleti bir kere korku sararsa artık bunun izahı yoktur. Bu hastalık herkese geliyor, insanı tepeden tırnağa sarıyor. Bunun için, yalnız rejim düşmanları korkmuyorlar; ötekiler, şu faşist dedikleri adamlar çok daha fazla korkuyorlar. Onlar da bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini biliyorlar, hem söylüyorlar, ama bundan korkuyorlar. Ne diye düşmanlarını öldürüyorlar? Korkudan. Ne diye boyuna polisler milislerin sayısını artırıyor? Korkudan. Ne diye binlerce, on binlerce günahsız insanı küreğe mahkûm ediyorlar? Korkudan. Cinayetleri arttıkça korkuları da artıyor. Korkuları arttıkça cinayetleri artıyor.”

“Peki, Papa bunlara ne diyor?”
“Papa da korkuyor. Papa yeni hükümetten iki milyar liret aldı, otomobiller tedarik etti, bir radyo istasyonu kurdurdu, hiçbir zaman seyahat etmediği halde, kendine mahsus bir tren istasyonu yaptırdı, daha başka lüks işlere kalkıştı; şimdi bunlar onu korkutmaya başlıyor. Roma’daki kiliselere, manastırlara bir yazı göndermiş, daha fazla fukara çorbası dağıtılmasını istiyor. Bu, korku çorbasıdır. “Fate-bene-fratelli” müessesi son zamanlarda her Perşembe günü çorbaya birer parça domuz yağı pastırması atıyor. Bu da korku yağıdır. Ama iki milyarı unutturmak için çok çorbalar, çok yağlar lazım!”

121. sayfa
1915 depremi İtalya (1915 Avezzano Depremi, 30 Ağustos 1915 günü saat 08:00'de İtalya'da, L'Aquila yakınlarındaki Avezzano kasabasında meydana gelmiştir. Avezzano'nun çok büyük hasar gördüğü depremde yaklaşık 30,000 kişi ölmüştür.)

125. Sayfa
Yeni rejim köylülere neler yaptığını parlak sözlerle anlatıyor. Köylüye yapılan iyiliklerden köylünün haberi yok. Köylüleri kandırmak için siz daha iyi yaşıyorsunuz diyorlar. Köylü alay edildiğini anlamaya başlıyor.

127. Sayfa
Ne açık ne değil bilinmiyor. Köylünün kafası karışık.

128. Sayfa,
Ne kanuni ne değil bilinmiyor. Köylülere dost görünen kanun adamları köylüyü soyup duruyor.
Mussolini devri faşizmi

144. Sayfa
Yanında hukuk adamı olmadan bir köylü hiçbir şey yapamazdı. Devleti okumuş yazmış insanlar oluşturuyordu.

145. Sayfa
İhtiyarlar Hukuk ve avukatlığa ihtiyaç olmayan eski günleri hatırlıyorlar. 3 kanunla her şeyin hallolduğu günler. Sonra Piyemonteliler gelince işler karışıyor. (Yüzyıllık Yalnızlık kitabında da böyle değil miydi?)

146. Sayfa
İntihab, seçim gerekirse seçim listeleri ölüler ve ortada bulunmayanlarla dolardı.

148. Sayfa
Köylünün çaresizliğini görüyoruz.

161. Sayfa
Berardo "çılgınlıklar yapmak yalnız gençlikte doğru bir şeydir" diyor. Mütahitin evini yakmayı gereksiz buluyor. 30+ yaşında kendini yaşlı buluyor. Güç ve emeğin boş olduğunu, kurnazlığın daha çok kazandığını anlıyor.

175. sayfa
Prens dedikleri de prens değilmiş. Prens Torlonia uydurma prensmiş.

Bilinmeyen Adam Berardo kendini feda ediyor
İtalya’da ilk köylü gazetesi
Adı: "Ne yapmalı?"

15 Haziran 2019 Cumartesi

Müzik İle Sınırları Zorlamak

Salona biraz erken girip de yerime oturduğumda minikler provadaydılar. 12 kız ve 1 erkekten oluşan DMD Dr. Parkan Sanlıkol Çocuk Korosu, gözlerini şefleri Sude Temizkan'dan ayırmadan seslendirecekleri parçaların üzerinden geçiyorlardı. İçleri kıpır kıpır, kıyafetleri ışıl ışıl, çocukluklarının tüm güzelliği ile salonda bulunan ailelerinin ve tüm izleyicilerin karşısına çıkmaya hazırdılar.

Bursa Kent Konseyi Müzik Eğitim Çalışma Grubu katkılarıyla Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde gerçekleşen 'Bahar Konseri'nin ilk bölümünde Dünya Müziği Derneği (DMD) korolarının, ikinci bölümünde de gecenin konuğu olan A Capella Boğaziçi grubunun performansını izleyecektik.
Açılış konuşmasının ardından sırasıyla "DMD Dr. Parkan Sanlıkol Çocuk Korosu" Uludağ Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalı öğrencisi Sude Temizkan şefliğinde, "DMD Gençlik Korosu" Uludağ Üniversitesi Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalı mezunu Minanur Balcan şefliğinde, "DMD Oda Korosu" aynı zamanda DMD'nin de Başkanı olan koro eğitmeni Levent Sezgin şefliğinde, "DMD Karma Koro" da U.Ü. Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalı (şan-koro) doktor öğretim üyesi Dr. Gülnihal Gül şefliğinde sahne aldılarPiyano eşlik Mert Bozdemir, keman eşlik Gökçe Aksoy, tef Özkan Akgün'e ait idi. 
İlk bölümde toplamda 15 eser seslendirildi. 
DMD Dr. Parkan Sanlıkol Çocuk Korosu
DMD Gençlik Korosu
DMD Oda Korosu
DMD Karma Koro
Ve 10 dakika ara!
Gelin bu on dakikalık arada Dünya Müziği Derneği'nden bahsedelim hemen.

DÜNYA MÜZİĞİ DERNEĞİ
Dünya Müziği Derneği kuruluş yılı olarak 2009 senesi belirtilse de derneğin temelleri 1994 senesinde Prof. Murat Çizakça tarafından kurulan "Çizakça Çok Sesli Oda Korosu" ile atılmış. Koro yönetimini 1996 senesinde Leyla Çizakça, Parkan Sanlıkol ve Sezan Kaya üstlenerek Bursa'da çok sesli müziğin yaygınlaşması için gönüllü çalışmalara başlamışlar. 2002 senesinde Çizakça okullarının kapanması üzerine Nilüfer Belediyesi'nde "Nilüfer-Çizakça Çok Sesli Korosu" olarak çalışmalarını sürdüren koronun sponsorluğunu 2006 yılında koristlerin üstlenmesi ile topluluk "Dünya Müzik Dostları" grubu adı altında çalışmalarına devam etmiş. Eylül 2009 tarihinde Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol önderliğinde, koristlerle birlikte "Dünya Müziği Derneği - DMD" kurulmuş. Daha sonra DMD Çocuk ve Gençlik Korolarının da eklenmesi ile dernek çatısı altında yer alan koro sayısı üçe çıkmış. DMD Gençlik Korosu'nun yeniden yapılanmasıyla birlikte DMD Oda Korosu kurulmuş ve koro sayısı dört olmuş. 
DMD, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası, Zeki Müren Güzel Sanatlar Lisesi, Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü gibi Bursa'da müzik eğitimi veren tüm kurumlarla iletişim halinde. Dernek 2010 yılından itibaren Bursa Kent Konseyi'nin desteği ile (hayranlıkla izlediğim) Bursa Ulusal Piyano Günleri'ni düzenliyor.
Ha bir de, DMD koroları korist alımlarını eylül ayında yapıyor.

Enstrümanları Sesleri 
On dakikalık aranın ardından ikinci bölümde sahneye A Capella Boğaziçi grubu seslendirdiği parçalarla hepimizi kendilerine hayran bıraktı. Fidayda'dan Sarı Gelin'e, Makedonya'dan Karadeniz'e, Endülüs'e, Kürdilihicazkâr Longa ile İstanbul'a, zaman yolculuğunda 70'lere, 90'lara derken baş döndüren bir konsere imza attılar.
A Capella Boğaziçi
Eve geldiğimde A Capella Boğaziçi'nin internet sitesine girdim. Bu çocuklar kimdi, bu grup nasıl oluşmuştu, neler yapıyorlardı hepsini öğrendim.
Canan Özgür, Cansın Hazan Bayrak, Fehmi Cesur Özdemir, Recep Gül ve Ali Göktürk'ten oluşan A Capella Boğaziçi, "İnsan sesinin sınırlarını zorluyoruz!" diyordu yaptıkları müzik için. Çünkü onlar enstrüman olarak sadece seslerini kullanıyorlardı.

A CAPELLA BOĞAZİÇİ
2002 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde içlerinde halen grubun üyesi olan Ali Göktürk ve Recep Gül'ün de bulunduğu 5 yetenekli solist tarafından kurulan A Capella Boğaziçi, İstanbul Müzik Festivali Genç Caz Yarışması’nda seçilmesiyle profesyonel müzik hayatına başlamış. Grup, 2005 yılında Kerem Görsev prodüktörlüğünde ilk albümünü çıkarmış ve DMC etiketiyle yayınlanan bu albümde, a capella caz alanında Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş. 2002-2005 yılları arasında Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde sayısız konser veren grup, 2005 yılında DMC Jazz Label altında Tori Amos, Charlie Haden, Dianne Reeves, Elvis Castello ve Kerem Görsev gibi dünya yıldızlarının da içinde yer aldığı 12. Uluslararası İstanbul Jazz Festivali albümünde de yer almış. 2012 yılında Fazıl Say ile yepyeni, sıra dışı ve müzik çevrelerinde merak uyandıran bir işbirliği içerisine giren grup, Fazıl Say’ın bestelerinin Recep Gül imzalı a capella düzenlemelerinden oluşan yeni albümleri Eurasian Tales’i Equinox etiketiyle Ocak 2014'te müzikseverlerin beğenisine sunmuş ve büyük beğeni toplamış. 2016 yılında Lenovo’nun "İlham Veren Yıldızlar" ödülüne layık görülen grup, 2017'de Andante'nin her yıl düzenlediği Donizetti Klasik Müzik Ödülleri'nde "Yılın Vokal Topluluğu" dalında aday gösterilmiş. Klasik müzik ve cazın yanı sıra popüler müzik alanında da adını duyuran grup, sosyal medyada yayımladığı "Türk Pop Tarihi" video serisiyle büyük başarı yakalamış. Sosyal medyada yayımlanan videoları 30 milyondan fazla izlenen grup, başta YouTube, Facebook ve Instagram olmak üzere çeşitli sosyal medya platformlarında on binlerce takipçi kazanmış. 
Birkaç yıl önce yayınladıkları videolara bakınca, 3 erkek vokalin sabit kaldığını, kadın vokallerin zaman içinde farklılaştığını gördüm.
Şu andaki ekibin kimler olduğuna bakalım şimdi.
Ali Göktürk, Canan Özgür, Recep Gül, Cansın Hazan Bayrak, Fehmi Cesur Özdemir
Sadece BEŞ kişi
Soprano, Canan Özgür Robert Kolej'den mezun olmuş, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği lisans ve araştırma görevlisi olarak Boğaziçi Üniversitesi Hesaplamalı Bilimler ve Mühendislik yüksek lisans programını ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan sertifika ve master programını tamamlamış, tezi için Prof. Güzin Gürel'le çalışmış, Erasmus ile İtalya'da "Aşk İksiri" operasında rol almış, solist olarak Karl Jenkins "Stabat Mater" Türkiye prömiyerinde ve Recep Gül'ün bestelediği "Mübadele" eserinin Türkiye prömiyerinde sahne almış. Elan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı opera doktora programında Prof. Şebnem Ünal’la çalışıyor. Biruni Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak "Ses ve Solunum Fizyolojisi" derslerini veriyor, SANSEV Minikler Korosu şefliğini ve Gürcü Sanat Evi Korosu'nun şan eğitmenliğini yapıyor. Diğer bir projesi olan Eurosanatolias'la da performanslarını sürdürüyor ve Koro Kültürü Derneği’nin yönetim kurulu üyesi.

Alto, Cansın Hazan Bayrak müziğe ilkokulla beraber çocuk korolarında başlamış, bu dönemde piyano eğitimi de almaya başlamış ve lisede gençlik korolarına katılmış, 2008'de Bornova Anadolu Lisesi'nden mezun olmuş ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera bölümünü kazanmış, Şan eğitimini Prof. Şebnem Ünal'dan almış, 2014'te konservatuvardan mezun olmuş. Konservatuvarda eğitim aldığı süre boyunca ve sonrasında pek çok projede yer almış, halen Sirene ve Nazım Hikmet Korosu ile çalışıyor. 2017’de Sirene ile katıldığı, Almanya’da gerçekleşen ve Türkiye'nin ilk kez temsil edildiği 10. Uluslararası Johannes Brahms Koro Yarışması'nda 2 kategoride altın diploma ve Çağdaş Müzik Yorumlamada Üstün Başarı ödülü kazanmış. 2018'de Sirene ile katıldığı, Almanya’da gerçekleşen 8. Uluslararası Robert Schumann Koro Yarışması'nda 2 kategoride altın diploma ve Jüri Özel Ödülü kazanmış.

Tenor&Music Director, Recep GülBright Sheng, Evan Chambers, Kamran İnce, Paul Schoenfield, Pieter Snapper ile Kompozisyon çalışmış, kompozisyon yüksek lisansını İTÜ MIAM’da yapmış, eserleri ABD, İtalya, Almanya ve Türkiye'de seslendirilmiş, "Wedding of Attis" eseri Detroit Senfoni tarafından Leonard Slatkin şefliğinde seslendirilmiş ve prömiyerini Michigan Üniversitesi Senfoni Orkestrası yapmış. 2011’de Michigan Üniversitesi’nden ‘Rackham Pre-doctoral Fellowship’ ve ‘İnstitute for the Humanities - Graduate student fellowship’ burslarını kazanmış, 2015'te Çanakkale Zaferinin 100. Yılı için bestelediği "Beni Mektupsuz Bırakma" eserinin prömiyeri Bilkent Senfoni tarafından CRR’de yapılmış, 2018'de T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği Çoksesli Koro Eseri Beste Yarışması'nda 2'ncilik ödülünü kazanmış. İTÜ TMDK Kompozisyon bölümünde öğretim görevlisi ve Koro Kültürü Derneği Müzik Komisyonu Başkanı.

Baritone & Beatbox, Fehmi Cesur Özdemir NHA Müzik Bölümü'nde şan ve bas gitar eğitimi görmüş, ilki 2009'da düzenlenen KoroFest’in organizasyonunda uzun süre görev almış, 2010’da Boğaziçi Caz Korosu ile katıldığı Çin'de düzenlenen Dünya Koro Olimpiyatları’nda 3 altın diploma ödülü kazanmış ve Rezonans’ın yardımcı şefliğini üstlenmiş, 2012’de Yeditepe Üniversitesi Çoksesli Korosu’nu kurmuş. 2012’de, Avrupa Korolar Federasyonu Türkiye temsilcisi olan Koro Kültürü Derneği’ni kurmuş, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan sertifika programında öğrenim görürken İncesaz’ın "Geçsin Günler" albümünde grupla çalışmış, 2013'te İTÜ’de şeflik yüksek lisansına kabul edilmiş, 2013'te Yeditepe Üniversitesi Kadınlar Korosu’nu kurmuş, İstanbul Avrupa Korosu ve BÜMK Klasik Müzik Korosu ile konuk şef olarak çalışmış, bir Gate Prodüksiyon projesi olan Animals Musical'ın koro eğitmenliğini üstlenmiş ve aynı müzikalde rol almış. Şu an 2017'de kurulan Yeditepe Üniversitesi Müzikal Topluluğu'nun müzik direktörlüğünü sürdürüyor. Koro Kültürü Derneği'nin yönetim kurulu üyesi, genel sekreteri ve iktisadi işletmesinin müdürü ve derneğin her yıl düzenlediği Korolar Maratonu'nun genel koordinatörü.

Bass, Ali Göktürk 6 yaşında İstanbul Devlet Konservatuarı piyano bölümüne kabul edilmiş, 1999’da Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü’nü kazanmış ve Caz Korosu’na katılmış, bir dönem sonunda koronun şefi olmuş ve aynı yıl Halıcı Midi Beste Yarışması'nda ikinci olmuş, 2005'te Brown Üniversitesi Matematik yüksek lisansına kabul almış ve 2011'de de doktorasını tamamlamış. Koç Üniversitesi'nde öğretim görevlisi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde okutman olarak Matematik dersleri vermiş. Alkera ve Milenyum gruplarının klavyecisi olmasının yanında, iOS tabanlı cihazlar için müzik uygulamaları üzerinde çalışıyor. Bu uygulamalar arasında 2018'de piyasaya sürdüğü ve müzik grupları için performanslarda MIDI arayüzlü tüm enstrümanları tek merkezden kontrol etmeyi sağlayan KeyStage adlı iPad programı mevcut. 

Hiçbir başarı tesadüf değildir!
DMD Korolarının olsun, A Capella Boğaziçi'nin olsun, sahnede görünenin ardında yatan hikâyelerine bakınca, "Hiçbir başarı tesadüf değildir!" diyor insan. Baş koyulan yolda sabır ve emekle sürüp giden bir çalışma, daima yeniliklerle gelişen, büyüyen ekipler, sadece kendi kabuğunda kalan değil, dünyaya açılan, sadece kendi içinde değil, uluslararası düzeyde onaylanan çalışmalar, akademik bilgi ve müzik sevdasının aşkla yoğrulması. 
Ve tüm bu yoğrulmanın sonucu olarak alkışlar, alkışlar, alkışlar...
****
Bundan 25 yıl önce temelleri atılan Bursa'nın ilk çok sesli korosunun son 5 yıldır neredeyse hiçbir konserini kaçırmamış bir izleyici olarak, bir yandan geçmişte kalan 20 yıla hayıflanıp, bir yandan da zararın neresinden dönülse kârdır diyerek ve kaçan 20 yılı telafi etmek isteyerek DMD'nin konserlerini kaçırmamaya gayret ediyorum.
Giden zaman geri gelmese de, geçmiş mazi, gelecek hayal olsa da, bugünü, yani şimdiki zamanı zamanında yaşayıp, hoşça geçen anların hakkını veriyorum. 
İstiyorum ki daha fazla insan Bursa'nın ilk çok sesli korosu ile tanışsın ve DMD'nin hiçbir konserini kaçırmasın.
Kaçıranlar için Facebook sayfamdaki DMD&A CAPELLA BOĞAZİÇİ albümünde fotoğraflar ve videolar mevcut. 
DMD Koro Şefleri, Fethiye Sanlıkol, Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri Murat Başlar, A Capella Boğaziçi
ÇOK SESLİLİK!
Çok sesli müziğin bir felsefesi olduğunu, çok sesli müziği söylerken de dinlerken de insanın beyninin sınırlarının zorlandığını, hep bir ağızdan ama farklı seslerle bir melodi oluşturmanın, melodiyi kendi sesinde seslendirirken diğer sesleri de duymanın, farklı sesler duymana rağmen kendi sesini kaybetmemenin bir hüner olduğunu bilmek ve dinlerken ona göre dinlemek lâzım. 
Tek kafadan çıkan tek ses ile değil, çok kafadan çıkan çok ses ile tek ses olabilmeyi bilmek lâzım.
Tıpkı bir orkestra gibi...
****
Çok sesli müzik üzerine daha derinlemesine bilgilenmek isterseniz, Indigodergisi.com'da konu üzerine yazılmış gayet güzel bir yazıyla baş başa bırakmak isterim sizleri. Buyrun okuyun:
Çok Sesli Müzik Nedir?